Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları

124. (nisan)_021 124. (nisan)_022 124. (nisan)_023 124. (nisan)_024 124. (nisan)_025Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in hayat ve şahsiyetini Müslümanlar için en iyi örnek olarak göstermiştir. Bu husus Ahzap süresinde şöyle dile getirilmektedir.

            “And olsunki Rasulüllah’da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel örnek vardır.” (Ahzap21)

            Bu sebeple Ashab’ıKiram Onun hayatını titizlikle izlemişler, bu hayatı hem bizzat kendi yaşayışlarında örnek almışlar, hem de müteakip nesillere büyük bir gayret ve itina ile nakletmişlerdir. Bunları kısa zaman içerisinde ele alıp anlatmak imkânsız olduğu için, yazımızda o gül peygamberinin çağımız ve bütün çağların insanlarına sunduğu mesajlarından bir demet sunmaya çalışacağız.

 

          

             1. Ahlak Anlayışı      

Hz. Peygamber’den çağımız insanının alacağı mesajların başında onun ahlak anlayışı gelmektedir. Çünkü Hz. Aişe’nin belirttiği gibi “Onun ahlakı Kuran’dır” (Müslim, Müsafirun, 139).Hadis mecmuaları yanında Siyer, Şemail ve Hilye kitapları, Hz. Peygamberin hayatını, bedenî özelliklerini ve ahlakî şahsiyetini anlatan hadisleri ihtiva eder.  Bu kaynakların verdiği malumat, yalnız Peygamberimizin ahlakı hakkında bilgi vermek bakımından değil, aynı zamanda hem Asr-ı Saadetteki ahlakî durum konusunda bize  fikir vermesi, hem de bir Müslümanın ahlakî yaşayışının nasıl olması gerektiğini göstermesi bakımından son derece önemlidir.

            Sahih-i Müslim’de rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber’den çağımız insanının alacağı dersleri ve insanlığa kazandırdığı değerleri kendi şahsiyetinden örnek vererek anlatması gerçekten dikkate şayandır. O kendisini bir defasında şöyle tanıtmıştı:

            “Rabbimin katında benim 10ismim var. Ben Muhammed’im. Ahmed’ im, Mahi’ yim. Yani Allah benim vasıtamla inkarcılığı mahvedecektir; ben Haşirim, yani Allah kullarını benim izimde toplayacaktır. Ben rahmet peygamberiyim, tövbe peygamberiyim, kahramanlık peygamberiyim, ben Mukaffi’ yim, yani bütün insanları Allah yoluna yöneltirim, nihayet ben insanlığı kemale erdirenim” (Müslim, Fedâil, 126; Darimi, Mukaddime, 8).

            Hz. Peygamber çağımız insanını içten içe kemiren en büyük hastalıklardan biri olan lüks ve ihtişama önem vermez, geçici sıkıntıları tasa edinmezdi. Çevresindekilere de azileyetinmeyi, hayata iyimser bakmayı telkin ederdi. Gönlü zengindi. Affetmeyi sever, kimseyi incitmez düşmanlarının dahi iyiliğini isterdi. Kur’an-ı Kerim’de Onun bu meziyetinden övgüyle şu şekilde bahsedilmektedir.

            “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli davransaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları affet, bağışlanmaları için dua et. (umuma ait) işlerde onlarla istişare et.” (Ali İmran, 159).

İnsanların kusurlarını yüzüne vurmaz, tenkitlerini isim vermeden yapardı. Bir öğünlük yemeği olmayana verdiği için kendisi ve ailesinin aç sabahladığı geceler çok olmuş, fakat O ve ailesi, açlığın sıkıntısını, iyilik yapmanın ve Allah’ın hoşnutluğuna layık olmanın verdiği saadetle yenmeyi bilmişlerdi. Yeri gelince eşsiz bir yiğit, yeri gelince de son derece halim selim idi. Adaleti titizlikle korur, insanlara sırf mevki ve makamlarına göre davranmazdı. Aksine fakirlerin, kimsesizlerin, yetimlerin, hastaların, gariplerin, çocukların daha çok ilgi ve mutluluğa muhtaç olduklarını bilir ve bunu onlardan esirgemezdi. Kibirlenmekten nefret eder, kimseye karşı ululuk taslamaz, fakat düşmanları karşısında küçülüp eğilmezdi. “Vellezînemeahu eşiddâü ale’l-küffâri …..” (Fetih, 29) yani bütün Müslümanların da uyması gereken “kafirlere karşı vakarlı, kendi aralarında merhametle davranma” prensibini en güzel bir şekilde uygulardı. Otoritesini sürdürmek için sun’î tedbirlere başvurmazdı. Meclislerde boş bulduğu yere otururdu. Dalkavuklardan nefret ederdi. Kendisine bir ilah gözüyle bakılmasına asla razı olmaz, kendisinin de bir insan olduğunu, ancak Allah’ın koruması ile hatadan kurtulabileceğini- hiçbir kaygıya kapılmadan- samimiyetle ifade ederdi. Cenab-ı Hakk’ın onu eğitirken titizlikle riayet etmesini istediği davranış kurallarından biri de zaten bu değil miydi?“Kul innema ene beşerunmislüküm ……”  yani, “rasulümdeki; ben de sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana ilahınızın sadece birilah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa iyi işyapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın”(Kehf, 110). Halk arasına katılır, beşeri münasebetlerini herhangi bir insan gibi sürdürür, hastaları, dostlarını, komşularını ziyaret eder, Müslümanların acı ve tatlı günlerini paylaşmaktan geri kalmazdı.

2. Aile Hayatı ve İnsanlarla Münasebeti

Rasülüllah’ın aile hayatı son derece muntazam idi. Eşlerine saygı duyar, haklarına riayet eder, hatta geceleyin nafile ibadet edeceği zaman bile yanında bulunduğu eşinden izin alma inceliğini gösterirdi. İslam Dini, Prensip olarak, Hristiyanlık’ta olduğu gibi, Hz. Muhammed de dahil olmak üzere herhangi bir insanı, ne bütün insanlığı günah bataklığına sokan bir Adem, ne de insan kılığına girmiş, ilah mertebesinde hatasız bir İsa kabul eder. Bu yüzden Peygamber sık sık tövbe ve istiğfar ettiğini söyler., iyilik yolunda sebat ettirmesi, ahlakını güzelleştirmesi için Allah’a dua ederdi. (bak. Müslim Müsafirun, 201; Nesa’i, İftitah, 16-17).

            Hz. Peygamberimizin insanlığa kazandırdığı değerler saymakla bitmez. Münasebetlerde akılcı ve ölçülü olmayı, düşmanlık yerine dostluk ve sevgi bağlarının kurulmasını, öfke, hiddet, intikam veya öç yerine hilmi, yani yumuşak huyluluğu, sabrı kötülük yerine ihsanı ve iyiliği, cimrilik yerine cömertliği, dargınlık yerine arabuluculuğu, arkadaşlığı, merhamet ve şefkati, yardıma koşmayı, alçak gönüllüğü, müşavereyi, sebat ve metaneti, ülfeti, tevbe ve istiğfarı, af ve bağışlamayı, insanları İslam’a çağırma ve İslam’ı benimsetmede zorlama yerine, basitten mürekkebe, azdan çoğa, kolaydan zora doğru “tedrici” bir yol izleyerek İslam’ı yaymaya çalışmasıyla gözümüzün önüne gelmektedir.

            3. Eğitim Öğretim ve İnsanların Terbiye Edilmesinde Verdiği Mesajlar

            Hz. Peygamberin bize kazandırdığı değerlerin en önemlilerinden biri de insanları yönetmede, onların eğitim-öğretim ve terbiyelerinde ortaya koyduğu eşsiz metotlar ve esaslardır.

            O, imanda derinleşmeleri ve onu sevip, kalplerine ziynet yapmaları için müminleri yönetmede çeşitli metotlar getirmiştir. Aynı zamanda efendimiz, gayri Müslimlerin idarecisi içinde onları İslam’a yaklaştıracak, düşünmelerine mani herhangi bir şey olmadan onların yolunu aydınlatacak, sonra da kendileri hakkında zorlanmadan karar verecekleri bir esas ve yöntem tesis etmiştir. Nitekim kehf süresinde:

            “Hak Rabbiniz’dendir, öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin”. (Kehf, 29) buyrulmaktadır.

            Hz. Peygamberin Müslümanları yönetme tarzının birinci esası adalet ve eşitlik üzerine kurulmuştur.

1-  Bütün insanlar Hz.Adem (as.)  ve Havva’nın çocukları olup, asıl ve kök bakımından hiçbir üstünlük yoktur. Herkes tek bir anne ve babadan olup asılları da topraktır. Bu hakikati Efendimiz (s.a.v) bütün insanlığa öğretiyor ve şöyle ferman buyuruyor:

“Hepiniz Adem’in nesliniz, Adem de topraktan yaratıldı. İnsanlar babaları (ecdadı) ile öğün meyi bıraksınlar, yoksa Allah katında çamurda yaşayan böcekten daha değersiz olurlar” (Ahmet b. Hanbel, Tirmizi, Hakim rivayet etmiştir).

Hz. Peygamberin Müslümanları yönettiği ve onlara öğrettiği adalet ve eşitlik, beşerin, bir benzerini getirmekte aciz olduğu eşsiz bir eşitliktir. Bu eşitlikte her hak sahibinin hakkı korunur ve muhafaza edilir. Herkes bu binada birbirini tamamlayan, birbirinin hak ve hukukuna tecavüz etmeyip birbirini destekleyen parçalar gibidir.

Bu, toplumun  bütün fertleri arasındaki aynı fırsat ve hakları elde etmesindeki adalet ve eşitliktir.

Birkaç misalle bu adalet ve eşitliğin bazı yönlerini irdeleyelim.

a)   Fakir ve zengin arasındaki eşitlik

            Camide fakir ve zengin yan yana namaza durur; önce gelen birinci safta durur ve imama yakın olur. Bir şahıs ne kadar zengin veya makam-mevki sahibi olursa olsun önce gelen kimseyi kaldıramaz.

            Buhari’de geçen bir rivayette “ Allah Resulü bir kişinin yerinden kaldırılıp, başkasının oturtulmasını yasaklamış ve sağa sola kayıp, genişlik sağlayıp gelene yer açılmasını tavsiye buyurmuştur”.

            Ayrıca başka bir eşitlik daha var ki, o da, bazen insanların amelleri farklı olsa da, sevapta eşittirler. Fakir sabreder sevap alır, zengin şükreder sevap alır. Her ikisi de sevaba nail olur. Her ikisi de fazilette eşittir.

b)  Büyük ve küçük arasındaki eşitlik

            Efendimiz “büyüklerin şeref ve kıymetini bilmeyen, küçüğüne merhamet etmeyen bizden değildir” buyuruyor.

            Büyük saygı görmeli, küçüklerine karşı şefkatli olmalı. Küçük sevgi görmeli, ama o da büyüklerine saygılı olmalıdır. Her iki grup da yaptıklarına karşı sevap alır, eksik ve kusurlarından hesaba çekilir.

c)   Arap olanlarla olmayanlar arasındaki eşitlik

            Yukarıda zikredildiği gibi herkes Hz. Adem’in neslinden olup, o da topraktan yaratılmıştır. Aslında bütün ırklar eşittir, aralarında üstünlük yoktur. Üstünlük ancak İslam’ı yaşama noktasında ortaya çıkar. İşte bu esası yerleştirmek için peygamberimiz:

            “Irkçılığa davet eden bizden değildir, ırkçılık üzere savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere ölen bizden değildir” buyurmuştur.

d)  İdareci ve İdare Olunanlar Arasındaki Eşitlik

            Önce bir kere şunu söylemek gerekir ki, idarecilik onurlandırmak ve taltif etmek değil, sorumluluk yüklenmektir. Bunun için bir kavmin ileri gelenleri, eşrafı, zenginleri tercih edilip seçilmez, bilakis onun mesuliyetlerine tahammül edebilecekler seçilir. Başka bir ifade ile herkes idareciliğe geçmek ve talep hususunda eşit imkânlara sahiptir. Peygamberimizin gözünde, kişi yönetici seçilse bile yönetilenlerle eşittir. Yönetici Allah’ın ahkamı ile hükmeder, yönetilenlerin ise ona itaat etmeleri gerekir. Yönetici Allah’ın ahkamını emreder, yönetilenler de bunları tatbik ederler. Yöneticinin bunun dışında yönetilenlere karşı bir ayrıcalığı yoktur. Hz. Peygamber bu işin, çok açık olarak, tevile ve tefsire ihtiyaç kalmadan, direkt lafızlarla, kültürleri farklı da olsa herkesin anlayabileceği şekilde ölçülerini koyuyor ve şöyle buyuruyor: “Yöneten, günahı emretmedikçe itaat etmek gerekir. Eğer masiyet emrediliyorsa itaat yoktur” (Buharı, İmama itaat bölümü).

            “Allah’a isyanda hiç kimseye itaat yoktur, itaat ancak iyiliktedir” (Buharı, Müslim, Ebu Davut).

            Elemli ve hüzünlü zamanlarımızda peygamberimizi örnek almalıyız. Hz. Peygamber bir insan olarak, bir baba olarak bir dost, bir eş olarak duyduğu üzüntüler ile bir ümmet önderi, bir hidayet elçisi, bir mürşit ve muallim, bir ıslahçı ve bir devlet reisi olarak yaşadığı hüzün halleri biri birinden farklı düzey ve boyutta olmuştur. O hüznünü Rabbine açar Ondan medet umardı. Taif dönüşünde Mevlasına şöyle nidada bulunmuştu:

            “Allah’ım, güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında horlandığımı ancak sana arz ve şikâyet ederim. Allah’ım, aldırmam çektiklerime, yeter ki uğradığım senin gazabın olmasın. Fakat bana bunları göstermeyecek kadar engindir senin affın ve merhametin” (İbn Hişam, Siret,11,61-62).

            Büyüklerin hüznü de büyük ve en kalitelidir. Büyükler büyüğünün hüznü ise elbette en büyük ve en kalitelidir. Hz. Muhammed nübüvveti gibi hüznü de cihanı, bütün insanlığı kucaklayan yegane peygamberdir. Müslümanlar için bütün davranışlarında olduğu gibi hüzünde de kaliteyi, kaynağı ve amacı Hz. Peygamber tayin eder.

            İnsanlığın İslam hidayetinden mahrum kalması ihtimalini kendisine dert, onların hüznünü yaşamayı zevk edinmiş ve bu doğrultuda ısrarla tebliğ gayretlerini sürdürmüş bir peygamberin ümmeti olarak günümüz Müslümanları, başkalarının elemini duyamıyorlarsa bile kendi kusurlarının hüznünü yaşamak ve kendi kendilerini onarmak çabasına girmek göreviyle başbaşadırlar.

            Hz. Peygamberin insanlığa kazandırdığı bu değerlerin etkisi altında kalan gerek Müslim, gerekse gayr-i Müslim birçok insan, Onu övgüler dolu cümlelerle yad etmekten kendilerini alamamışlardır. Rabbinin övdüğü bu yüce insanı kullar övmez mi?

            Bakınız Endülüslü ünlü İslam alimi İbn Hazim, Onun hakkında ne diyor:

            “Ahret iyiliğini, dünya bilgeliğini, düzgün yaşayışı, bütün ahlaki güzellikleri, bütün erdemleri kazanmak isteyen kişi, Hz. Muhammed’i örnek alsın”(İbn Hazım el-Ahlak ve’s Siyer, Kahire 1962, s.19-20).