Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Türkiye’de 1 Mayıs Sendromu

          Yıllar var ki Türkiye,1 Mayıs sendromu yaşamamış olsun! Nedir bu 1 Mayıs? Bayram ise, bu nasıl bir kanlı Bayram? Bayramlar; barış, kardeşlik, neşe, eğlence, coşku demektir. Böyle bayram mı olur? 40 yıl halkımızın mal ve can güvenliğinin sağlanması için gece gündüz mesai kavramı gözetmeksizin görev yaptığımız zamanlarda 1 Mayıs’lar, 21 Mart Nevruzların arifelerinde elimizin ayağımızın karıştığını hatırlarım, Sadece bir tek nedeni vardı aman hiç kimsenin burnu kanamasın. Polisin asıl bayramı, teşkilatın kuruluş günü olan 10 Nisan’lar değil, hadisesiz geçen toplumsal olaylardı.

          Son derece eminim ki şimdi bir anket yapılsa, 1 Mayıs nedir? diye sorulsa, büyük bir çoğunluk ne olduğunu, kökenlerini, kaynağını, tarihçesini bilemeyecek onu sadece kanlı olaylar olarak ifade edecektir. Çünkü 1 Mayıs’larda meydana gelen olaylar, insanımızın belleğine siyasal kanlı şiddet eylemleri olarak kazındı.

          Öyleyse, bilmeliyiz ki 1 Mayıs’lar çalışma hayatının en kutsal unsuru olan emeğin ve dolayısıyla da emekçinin bayramıdır. Dolayısıyla 1 Mayıs’lar, birlik ve dayanışma günüdür.

          Tarihçesi 1856’lara Avustralya’ya uzanır. O tarihte bir günlük çalışmanın 8 saat olmasını talep eden Avustralyalı işçiler, bir günlük iş bırakma eyleminde bulundular. Ancak, iş bırakarak kimsenin gırtlağına sarılmadılar, hiçbir yeri de kırıp dökmediler, adam öldürmediler,  işyerlerine saldırıp cam çerçeve indirmediler. Sadece taleplerini dile getiren gösteriler yaptılar, toplandılar, eğlendiler. Dahası Avustralyalı işçiler, bu kararı yalnızca 1856 Yılına mahsus olarak düşünmüş ve uygulamışlardı. Ancak, olayın güzelliği Avustralya da ki bütün emekçi kitlesini cezp ederek her yıl kutlanmasına karar verilmesini sağladığı gibi Avustralya sınırları dışına taşmaya başladı.

          Avustralya yı ilk izleyen ABD oldu. 1886 da 1 Mayısın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar verildi. Bu dönemde Avrupa da ki işçi hareketi de güçlenerek kendisini göstermeye başladı. Çoğu ülkelerde işçilerin 8 saatlik iş günü talebi, çalışma hayatının önemli gündem maddesi oldu. Çünkü işçiler, hemen her yerde günde 12 saat olmak üzere, haftada 6 gün çalışıyorlardı. Bununla beraber sosyal ve ekonomik güvencelerden de son derece mahrum bir hayat yaşıyorlardı.

          Zamanla 8 saatlik iş günü talebi birçok ülkede kabul gördü. Bu durum, işçilerin büyük bir zaferi olarak değerlendirilerek, artık 1 Mayıs’lar işçilerin birlik ve dayanışma günü olarak bayram niteliği kazanıyordu.

          Cumhuriyetin ilanına kadar 1 Mayıs ilk defa 1911’de Selanik’te ve daha sonra 1912’de İstanbul’da kutlandı. 1923’de 1 Mayıs işçi bayramı olarak yasallaştırıldı, 1924’de konulan kitlesel kutlama yasağı, 1925’de çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu ile çok uzun bir süre geçerliliğini korudu.

          1935’de 1 Mayıs “ Bahar ve Çiçek Bayramı ” adıyla tatil günü olarak ilan edildi. 20. y.y ikinci yarısından itibaren, Türkiye’de işçi örgütlenmesinin ve haklarının savunulmasının ivme kazanmasıyla birlikte 1 Mayıs’lar olaylarla, terörle ve kanla özdeş hale gelmeye başladı. İşçinin, emekçinin 8 saatlik iş günü talebi sosyal ve ekonomik kazanımlarının yanında olmak son derece meşru ve insanidir. Ancak şiddete başvurulmasını anlamak hiç mümkün değil.

          Şimdi bakalım tarihi seyri içerisinde Türkiye’de 1 Mayıs’lar nasıl kutlanmış?

          Yıl 1977, 1 Mayıs’ın İstanbul’da Taksim’de kutlanmasına izin verilmişti. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun ( DİSK) organize ettiği bu gösteriye 500 bin kişinin katıldığı söyleniyordu. Bu büyük kalabalık içerisine sızmış olan provokatörler kendilerini gösterdiler, 1977 1 Mayıs’ı 34 ölü ve 136 yaralısıyla tarihe “Kanlı 1 Mayıs“ olarak kaydedildi. Şüphesiz kimden gelirse gelsin bu olay bir terördür. Her zaman söylediğimiz gibi terörün sağı, solu, inancı, ideolojisi ve hiçbir haklı gerekçesi olamaz.

          Bu ülkede; bakanlık, başbakanlık yapmış insanları, üniversite hocalarını, gazetecileri, askeri, polisi katledenler, Marmara gemisini batıranlar, kültür saraylarını yakanlar, suçsuz ve yabancı görevlileri kaçırıp kurşuna dizenler, bankalara gasp ve soygun düzenleyenler, üniversiteleri işgal, fabrikaları çalışamaz hale getirenler, yer yer kurtarılmış bölgeler oluşturarak halkı canından bezdirenler, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da ve daha birçok yerde kitlesel olaylar çıkararak ülkeyi iç savaş eşiğine getirenler için 1977 1 Mayıs’ının bilançosu, yüreklerinde onları tatmin etmemiş olabilir.Dış görüntüde ise, nasıl olsa suç faturasının bir tek adresi vardır oda her zaman olduğu gibi polistir.

          1978’de 1 Mayıs’ın Taksimde kutlandığını ancak önemli bir olay olduğunu hatırlamıyorum, 1979’a gelindiğinde durum başka. Türkiye’de terör, klasik tabiriyle doruk noktasına ulaşmıştı, iç güvenliği sağlaması beklenen polisin de güvenliği yoktu. 13 ilde ilan edilen sıkıyönetim uygulaması devam ediyor, Genelkurmay Başkanlığı nezdinde “Sıkıyönetim Eşgüdüm Komutanlığı ” adı altında bir birim ihdas edilmişti. Bu birimin görevi, belirli periyotlarda toplantılar yaparak, sıkıyönetim komutanlıklarının birbirleriyle ve diğer illerle arasında ki güvenlik koordinasyonunu sağlamaktı.

          Genelkurmay Başkanlığında düzenlenen Sıkıyönetim Eşgüdüm toplantılarına Emniyet Genel Müdürlüğü adına bir genel müdür yardımcısı ile birlikte ben katılırdım.1979 1 Mayıs’ının arifesi olan günlerde Genelkurmayda böyle bir toplantıdayız. Toplantı salonunda büyük bir (U) masası düzeni mevcut. Masanın baş kısmında zamanın Başbakanı rahmetli Bülent Ecevit ile Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren birlikte oturuyorlar. Böylece her ikisinin birlikte ve aynı seviyede toplantıya başkanlık ediyor görüntüsü ortaya çıkmış oluyordu.

          (U) Masasının bir tarafında kuvvet komutanları ile sıkıyönetim komutanları diğer tarafında ise ilgili bakanlar yerlerini aldılar. Terörle mücadeleye ilişkin sunumlar yapıldıktan sonra genel görüşmelere geçildi. Gündemin en önemli maddesi önümüzdeki günlerde kutlaması yapılacak olan 1 Mayıs’tı. Salonda müthiş bir gerginlik havası hâkimdi. Birinci Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ (rahmetli) Toplantı öncesinde, 1 Mayıs’ın İstanbul’da kutlanmasına izin vermeyeceğini deklere etmiş bu durum Başbakan Bülent Ecevit’i ve hükümet çevrelerini hoşnut etmemişti. Başbakanın, “Komutan İstanbul için izin vermiyorsa siz de İzmir’ de kutlayın” şeklinde demeçleri olmuştu. İşte bu toplantıda ki genel görüşmelerde konunun kritiği yapılacaktı. İlk olarak söze İstanbul Synt. K. Org. Üruğ Paşa başladı. Aradan tam olarak 34 yıl geçmiş olmasına rağmen Üruğ Paşa’nın sözlerini kelimesi kelimesine hatırlıyorum, şöyle diyordu. “Sayın Başbakanım, bu 1 Mayıs hakkında ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama umuyorum inşallah aynı düşüncedeyizdir. Ben, durum ne olursa olsun Genelkurmayın atadığı bir komutan olarak bunlara İstanbul’da 1 Mayıs’ı yaptırmayacağım. Çünkü bunların niyeti gerçekte 1 Mayıs’ı kutlamak değil devlet otoritesinin varlığının, ya da yokluğunun provasını yapmaktır. Benim vaki başvurularına olumsuz cevap vermeme rağmen korsan olarak İstanbul’da eylem yapacakları konusunda bilgiler alıyorum. Bu sebeple de her türlü tedbiri almakla yükümlüyüm.” Bu sözlerden sonra ne Başbakandan ne de bir başkasından çıt çıkmadı. Ancak Başbakanın toplantının başından beri o var olan gergin yüz ifadesi daha da artmıştı. Toplantı sonrasın da tuhaf bir hisse kapıldım. Toplantı atmosferini bu kadar kasvetli yapan asıl gerçek neydi? Sonunda komutan, İstanbul’da 1 Mayıs kutlamasına izin vermemekte diretti diretmesine ama o yıl İstanbul’da 1 Mayıs, korsan gösteriler olarak sahnelendi.

          1981’de Milli Güvenlik Konseyinin 1 Mayıs’ı resmi tatil günü olmaktan çıkarmasıyla başlayan sükût dönemi, 1996’da yeniden bozuldu. O yıl, Taksim Meydanı yine yasaklı idi 1 Mayıs kutlamaları Kadıköy de yapıldı. Kutlamalara yüz binden fazla kişinin katıldığını hatırlıyorum. Hiç unutamadığım ise, Kadıköy de ki 1 Mayıs kutlaması olarak bildiğimiz olay tam bir kitlesel isyan görüntüsündeydi. Maskeli militanlar gözleri dönmüşçesine çevredeki iş yerlerini ve araçları yakıp yıkıyor, bir sivil polisi de öldüresiye dövüyorlardı. Bu maskeli kişiler gerçekten işçimiydi, amaçları gerçekten 1 Mayıs’ı kutlamak mıydı? İşte bu gün dahi bu soru güncelliğini koruyor.

          1996 olayından sonra 2005’e kadar yasaklı kalan Kadıköy’de 2006’da gerçekleşen 1 Mayıs, çok şükür olaysız geçti. 2007’de ise 1 Mayıs’ı tekrar Taksim de kutlamak ve aynı zamanda da 1977 olayların anmak isteyen gruplarla polis arasında çatışma çıktı 1 kişi öldü ve yüz civarında insan yaralandı.

          2008’de 1 Mayıs’ın resmen  “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanmasının kabul edilmesine rağmen taksim anlaşmazlığı yüzünden çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralandı.

          2009’da 1 Mayıs tekrar resmi bayram olarak kabul edildi. Ancak, o yılda kutlamaların Taksim de yapılmasına izin verilmedi. 2010’da Taksim’de gerçekleşen kutlamalara eskiye oranla fazla bir katılım olmadı ve herhangi bir olay’da meydana gelmedi.

          2011’de Türk-İş, Hak-İş, DİSK, Memur-Sen, KESK ve daha birçok sivil toplum örgütü ortak kutlama kararı alarak, Taksim’de olaysız 1 Mayıs yaşandı. Anlaşılıyor ki arzuladığımız birlik ve beraberlik gerçekleştiği takdirde provokatörler meydandan eli boş olarak dönüyor. 2012 yılı 1 Mayıs’ında ise, Taksim ve Şişli’de olaylar meydana geldi.

          2013 yılı olaylı 1 Mayıs’ı medya tarafından yeterince yazıldı anlatıldı, acık oturumlar düzenleniyor, yazarlar köşelerinde kendilerine göre 1 Mayıs’ı yorumlamaya devam ediyorlar. Herkesin kendine göre bir gerçeği var. Bir tane olan asıl gerçek ise, 1 Mayıs’ların olaysız geçmesine tahammül edemeyenprovokatörlerin her daim sahnede oluşudur. Toplum olarak birlik ve beraberliğimizi bozmadan provokatörleri sahneden indirmeliyiz.