GÜRSEL MEYDANI OLAYI
Kemal ÇELEBİ[*] |
TOPLUM POLİSİ literatüründe Gürsel Meydanı olayının yaşayanlar için önemli bir yeri vardır. Olay 1970 yada 1971 yılında cereyan etmiştir. Günler toplum polisi için çok hareketli netamelidir. Hukuk,Siyasal,Hacettepe ve Gazi Üniversitelerinde her gün sağ-sol çatışması,taşlama ve silah çekme olayları, toplum polisinin müdahalesinde ise bu tecavüz aletleri polise çevriliyor. Gerek beklemelerde ve gerekse olaylara müdahale esnasında daima hedef durumundadır. Polise çok acımasızca bilenmiş ve hasım olmuşlardı o günün devrimcileri. Bir defasında Hukuk Fakültesi bahçesindeki bir öğrenci olayında merdivenlerden tırmanan polis panzerine bir öğrenci elinde benzin bidonuyla çıkmak ister, maksadı benzin döküp panzeri içindekilerle birlikte yakmaktır,cesur bir polisin müdahalesiyle facia önlenir. İşte bu denli beyinleri yıkanmış, cana kıyacak kıvama getirilmiş, polisi gözünü kırpmadan öldürecek biçimde örgütlenmişlerdi o Marksist,Leninist ve Maocu devrimciler.
Bir gün Hukuk Fakültesi yanında ara sokakta otobüs içinde 20 kişilik gurupla beklemede iken bir anons geldi, 100-150 kişilik bir gurubun Gürsel Meydanında toplandıkları, Göbekteki direkte bulunan Atatürk panosunu indirmeye çalıştıkları bildirildi. Önce bizim gurup bilahare birlik seviyesinde toplum polisi intikal ettik. Gerçektende 200 civarında genç bir topluluk vardı, bir şahıs direğe tırmanmış, mevcut Atatürk panosunu indirip yerine başka bir Atatürk panosunu yerleştirecekmiş, sonradan yeni panoda ideolojilerini simgeleyen bir amblemin gizli olduğunu, dikkatlice bakıldığında fark edebileceğini öğrendik, daha doğrusu duyduk. Şahıslardan yakalananlar polisteki sorgularına müteakip adliyeye ertesi günü sevk edildiler, 15 civarında idiler, aralarında günün DEV-GENÇ Başkanı da vardı. Adliyedeki güvenliklerinden ben ve 20 polis memuru sorumlu idik. Saat 9’da adliye binasına intikal ettik, koridorda mahkemenin çağrısını beklemeye başladık. Mahkeme bir hayli gecikti. Koridorda bir aşağı bir yukarı volta atıyorken sanıkların lideri olan şahsın başında birikmiş benim polislere hararetli bir şekilde bir şeyler anlattığını, bizimkilerin ise dikkatlice dinlediklerini fark ettim, yanlarına seğir ettim. Devrimciliğin ilkelerini , hedeflerinin ne olduğunu anlatıyordu, kalabalığı yardım geçtim devrimci liderinin karşısına ve “ Buldun azami ortaokul mezunu polisleri , rahat rahat ahkam kesiyorsun, hele birde bana anlat şu hikayeyi de dinleyim ve tartışalım.” dedim. Tereddütsüz “hay hay buyurun” dedi ve neden devrimci olduklarını ülkedeki halkın yönetilişinden neden memnun olmadıklarını , ülkeyi nasıl düzlüğe çıkaracaklarını anlatmaya başladı, ben sık sık sözünü kesiyor , aksine görüşler sürüyordum, delikanlı ısrarla savunuyor ilkelerini, bense hep yerli yersiz bahanelerle karşı çıkıyordum, derken bana hitaben “ Komiser Bey siz Atatürk’ün Nutuk serisini okudunuz mu?”dedi.”Hayır” dedim. Siyasi dargınlıklar , İkinci Adam serilerini sordu, “hayır” dedim, Çankaya hatıralarını sordu, “hayır” dedim, daha Osmanlı Devletinin son dönemleri ile, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk dönemlerini anlatan birçok kitap ile Türkiye’nin İdari ve Ekonomik durumlarına dair kitapları okuyup okumadığıma dair sorularına da maalesef hep “HAYIR” cevabını utanarak vermekten ezildim ve küçüldüm. Bunun üzerine bana “Siz devrimciliği bu şartlarda anlayamazsınız, önce Atatürk’ü iyi okuyun, Türkiye’nin şartlarını öğrenin, sonra gelin, rahat rahat tartışalım” dedi.
Gerçekten de hem şahsıma karşı, hem de memurlarıma karşı küçüldüm ve mahcup oldum. Mahkeme oldu bitti, sanıklardan çoğu tutuklandı, olay unutuldu gitti, ancak benim sözlerden duyduğum ezikliği epey zaman unutamadım, hep kulaklarımda çınladı durdu, vakit geçirmeden büyük bir kitapevine gittim, aklımda kaldığı kadarıyla kitapları büyük bir meblağ karşılığı taksitle aldım ve başladım okumaya, bu arada Amme İdaresi sınavlarına da hazırlanmama vesile oldu. Ancak o günlerdeki siyasi çalkantıda benim bu taze bilgilerim sınavı kazanmama kafi gelmedi. Buda başka bir konudur. Bu konuyu başka bir makalemde kaleme almak muradımdır.
Ben bu arada 1971 muhtırasıyla ilan edilen Sıkı Yönetim nedeniyle Ankara Merkez Komutanlığında İrtibat Görevlisi olarak göreve başladım. Müşterek operasyonlarda komutanlığın istek ve talimatlarını polise iletmek, polisin mesajlarını da merkez komutanlığına arz etmekti görünüşteki görevim, ne var ki bu yolda hiç iş düşmedi bana, her sabah 9:00 da Merkez Komutanlığı Nöbetçi Amirliğine gelir akşam 21:00 de ayrılırdım. Her gün değişen Yarbay yada Binbaşı rütbeli Subay ile bir Astsubayla 1 yıldan fazla kaldım o görevde. Hiç iş düşmedi dedim ama bir defasında Merkez Komutanından aldığım bir emri mıntıka Karakoluna iletmiştim. Bir subay bir vesileyle genelev kadını tarafından darp edilmiş, Paşa bu kadının derhal celbini benden istemişti. Ben mıntıka karakoluna telefon açtım ve Karakol Amiri Başkomiser “Başkomiserim, ben Merkez Komutanlığında görevli Başkomiser Kemal , Paşamı şu nedenle, şurada çalışan şu isimli kadının “ Merkez Komutanlığına celbini istiyorum” dedim. Başkomiser telefonda beni Başkomiser değil, Başçavuş olarak algılamış olacak ki; “Buyurun Beyefendi, hayhay Beyefendi, derhal celbederiz efendim, ismi alinizi tekrar alabilir miyim?diye muhatap oldu. Ben “Başkomiser Kemal….” Cevabını verince ne sıfatla komutanlıktan aradığımı sordu. Görevimi izah edince bana;”Kardeşim Başkomiserim desene, sen oradan kadın nasıl alınır bilmez misin, münasip lisanla komutana izah et, saygılarımı da ilet” demesin mi? Adam Başçavuşa temenna çalışırken bana ettiğine bir bakın hele!
Efendim bu bir ibret verici anekdot idi, biz mevzumuza dönelim. Dedim ya Devrimiçi Başı Ertuğrul Kürkçü’ nün sayesinde aldığım kitapları Merkez Komutanlığındaki zaman boşluğundan yararlanarak sürekli okuyordum. Okumaya ve ilime fevkalade yatkın olan Komutan zaman zaman Nöbetçi Amirliğine uğradığında okuduğum kitabı alır birkaç dakika karıştırır ve giderdi. Bir şey söylemezdi. Ancak bana gıpta ettiğini sezmiştim. Bunu teşvik edercesine bir gün odaya sabah geldiğimde, yeni atanmış 15-20 kişilik bir subay gurubuna hitaben” Maalesef hiç kitap okuma alışkanlığınız yok, gazeteyi bile başlıklar sayesinde okursunuz, bakın Komisere her gün Atatürk’ü ve ülkenin Siyasi , idari ve Ekonomik konularını içeren kitapları okuyor, ondan örnek alın” diye telkinde bulunuyordu. Demek ki takdir ve imrenine mahzar olmuştum.
İşte Gürsel Meydanı vakasının bana kazandırdığı iki husus, önce mahcubiyet ve eziklik, sonrada övgü ve hayranlık duygusu. Kütüphaneyi zenginleştirmek ve Atatürk’ü, silah arkadaşlarını tanımak , en önemlisi de vatan uğruna can veren şehitlerle, gazilere minnet ve şükran duygularıyla dolmak hepsinin üstünde olan da bu olsa gerek.