Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

DOĞRULAR VE YANLIŞLAR

 

        

 Kemalettin ERTAN[*] 

 

         EMEKLİLİK-YAŞLILIK

 

Doğarız ve büyümeye başlarız.

Anımsayamadığımız bebekliğimiz, anılarla dolu çocukluk, öğrencilik ve gençlik yıllarımız,

Askerlik, iş arama, işe başlama derken evlilik ve çocuklar.

Sevindiğimiz üzüldüğümüz, iyi kötü, güzel çirkin, acı tatlı, kısaca; mutlu mutsuz günlerimiz olur.

Bir de geriye dönüp bakarız ki yıllar hızla akıp gitmiş.

İçimizde bir burukluk oluşur. Umduklarımızla bulduklarımızın bir muhasebesini yapar, genellikle de hüzünleniriz.Ve bir gün, çalışma hayatımızın sona erdiğini, dinlenme zamanımızın geldiğini bildiren bir belge verirler elimize. Bu belgede teşekkür ve yeni yaşamımızda mutluluk dilekleri yer alır.

Aslında, yaşlılığa atılan ilk adımın belgesidir bu.

Genç yaşta emekli olanları istisna sayarak ve “Her insan hissettiği yaştadır” gerçeğini de dikkate alarak, yaşlılığın başlangıcını, emekli olunan tarihe göre başlatmanın uygun olacağını söyleyebiliriz.

Bir zamanlar, ortalama ömür 40-50 yaş iken, bugün 70-80 olarak ifade ediliyor. Zamanla daha da uzayacaktır. Tabii dünyamızı daha fazla kirleterek yaşanmaz hale getirmezsek.

Önemli olan, emeklilik sonrası yaşam dönemine uyumdur. Bir köşeye çekilenlerimiz de olacak, çeşitli uğraşlar arayanlarımız da.

Ömrümüzün bu son aşamasında ne yazık ki eksilerimiz sürekli artacaktır. Fiziksel ve zihinsel yapımızda gerilemeler olduğuna şahit olacağız.

Saçlarda akların çoğaldığını, cildimizde kırışıklık ve çizgilerin, devri altında renkli beneklerin, yüzeye çıkan kan damarlarının oluştuğunu, gözlerdeki parlaklık ve hareketlerimizdeki canlılığın kaybolduğunu fark edip üzüleceğiz. Ve bizi, her gün biraz daha çirkinleştiren aynalara kızacağız.

Unutkanlığımız artacak, hatırlamada, tanıma ve tanımlamada zorlanacağız. Parkinson ve bunama gibi hastalıklara yakalanma riskimiz olacak.

Yalnızlığa yönelişin, güçsüzlüğe itilişin habercisidir bütün bunlar.

Ayrıca, arkadaşlarımızdan sonra, yakınlarımızın da birer ikişer bizden uzaklaştığını göreceğiz.

Mali açıdan, güçlü olanlarımız şanslı gibi görünseler de, bazı istisnalar dışında, gördükleri ilginin çıkara dayalı ve zoraki olduğunu, iki yüzlülük içerdiğini anlamakta gecikmeyeceklerdir.

Bakınız, ünlü iş adamlarımızdan rahmetli Vehbi Koç’un oğlu Rahmi Koç ne diyor;

“Herkes bir takım elbise giyer, üç öğün yemek yer. Zenginliğimiz bankada durur, milletin çenesini yorar. Zengin olunca ölemiyorsunuz da. O kadar iyi bakıyorlar ki, adamı süründürüyorlar.”

Görüyorsunuz işte her türlü imkana sahip zenginlerimiz bile yaşlılıktan şikayetçi.

Yukarıdaki satırlar yazıldığında, ülkemizin ve belki de dünyanın en renkli simalarından biri olan ünlü iş adamı Sagıp Sabancı’nın yoğun bakıma alındığı haberi veriliyordu. Bir iki gün sonra da ölüm haberi yansıdı ekranlara. (09.04.2004) Türkiye’nin “Ağa”sına rahmet, yakınlarına, dost ve sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum.

Şimdi lütfen bir kez daha Sayın Rahmi Koç’un dediklerine bir göz atın. Söylemlerindeki gizli gerçeği daha iyi anlayacaksınız.

Aşık Veysel’in “Benim sadık yarim kara topraktır”

Büyük şair Baki’nin de “Baki kalan bu kubbede, bir hoş seda imiş” dedikleri gibi.

Biliyorum, pek hoş olmayan bir tablo çizdiğimin farkındayım.

Peki, durum böyledir diye yaşama küsecek miyiz?

Asla!.. Yapılacak çok şey var. Olumsuzlukların üstesinden nasıl geleceğimizin muhasebesini yaparak ve uygulayarak yolumuza devam edeceğiz.

Ben, yaşamı kolaylaştırma konusunda, yol gösteren uzman biri değilim. Amacım, yetkili ve uzman kimselerin dediklerini kendi görüş ve deneyimlerimle harmanlayıp uygulayan biri olarak, bazı önerilerde bulunmaktır.

Sadece bilginin yetmediğini, uygulamanın esas olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar var.

Yapmamamız gerekenler;

–   Zihinsel uyanıklık

–   Dengeli beslenme

–   Bedensel etkinlikler

Olarak üç ana başlık halinde sunmanın uygun olacağını düşündüm.

1-      Zihinsel Uyanıklık

Buna ben “Ruh dinginliği” diyorum.

Uzmanlar, yaşlandıkça hücre kaybında en az zarar gören organımızın beyin olduğunu, bunu daha da aza indirebileceğimizi söylüyorlar.

 Nasıl mı?

a)      Beynimizi devamlı faaliyet halinde tutarak.

Bu konuda, resim yapma, müzik dinleme, bilmece çözme, yazı ve şiir yazma, kitap okuma ve yine araştırma planlama gibi beyni çalıştırıp faaliyet halinde tutan her çeşit uğraşı ve hobileri sayabiliriz.

Zamanım yetmiyor diyenlerdenseniz, sizi kutlarız.

b)      Stresten uzak durarak.

Ufak tefek olumsuzlukları sorun haline getiriyorsanız işiniz zor demektir. Biraz hoşgörülü ve özverili olmayı denemelisiniz.

Farz edin bir otobüstesiniz. Birkaç öğrenci biraz yüksek sesle konuşup, gülüyor. Sinirlenmeyin. Unutmayın ki bir zamanlar siz de onların konumundaydınız. Ve lütfen “Bizim zamanımızda” diye de söylenmeye başlamayın. Şartların değiştiğini, zaman uymak gerektiğini hatırlayın.

Büyük sorunlarla karşılaştığınızda da tavrınız aynı olmalıdır.

Sevdiğiniz birini mi kaybettiniz, bir kaza sonucu sakat mı kaldınız, ya da tedavisi güç bir hastalığa mı yakalandınız?  Sakin olun, umutlarınızı yitirmeyin. Bakın, çaresi bulunmaz denilen kanserin bile aşısı bulundu.

Şüphesiz bütün bunlar son derece üzücüdür.

Şayet zihinsel uyanıklığımız devam ediyorsa bir çok olumsuzluğun üstesinden gelebiliriz.

Zihinsel uyanıklığın, bunama dediğimiz Alzheimer (Alzaymır) hastalığına karşı bir aşı görevi yapığı ve bu hastalığı engellediği inancındayım.

Aslında, içinde bulunduğumuz yaşa, kazasız belasız geldiğimize şükredip, sonraki zamanları fazladan yaşayacağımız düşüncesi ile, her türlü olumsuzluk karşısında, yerinde, uygun ve rahat tavırlar sergileyebilirsek huzuru yakalamış sayılırız.

Olanları geri döndürme ve olacakları engelleme asla olası değildir.

Öyleyse lütfen sakin olunuz.

 

 

2-      Dengeli Beslenme

Herkes, dengeli beslenmenin sözünü eder ama, uygulamaya gelince ya boş verir ya da beceremez.

Yenilip içilenlerin tüketimi konusunda, uzmanların sürekli uyarılarına rağmen, aldırmazlığımız sürer gider. Hem de bir çok hastalığın bu yüzden oluştuğunu bilerek.

Ama ben, uyarıları dikkate alıyor, elimden geldiğince de uyguluyorum.

Az ve sık yemek yer, yağlı yiyeceklerden uzak dururum. Kararında olmak üzere kahvaltı ve yemeklerde tercihim tereyağıdır.

Rahmetli eşim yemekleri hep yağlı yapardı. Tabağımdaki yemeği, üzerinde biriken yağları aldıktan sonra yerdim. Eşim, inadına etlerin de yağlı olanlarını seçerdi. Bu yüzden karaciğeri iflas etmişti.

Tek düze (hep aynı şeyleri yiyip içme) beslenme nasıl yanlışsa, abur cubur ve gereğinden fazla yiyerek beslenmenin de zararlı olduğu bir gerçek.

Bu konuda bir arkadaşımın “Midem, çöp tenekesi değildir” sözünü hep hatırlarım. Ama siz yine de bir çok yararı bilenen ceviz ve fındığı kararında olmak şartıyla tüketmeyi ihmal etmeyin.

Beslenmede görev alan organlarımız aşınmayan, yıpranmayan bir madenden değil, et, sinir ve benzeri dokulardan oluşmaktadır. Bu organlara gereğinden fazla ve yersiz görevler yüklersek elbette isyan ederler.

Bu arada bir hatırlatma.

Sigaradan uzak durun. Emekli olduğum yıl (1986) geçirdiğim kalp krizi sırasında ölmediysem, bu krizden birkaç ay önce sigarayı bırakmış olmam sayesindedir.

3-Bedensel Etkinlikler

Yaşlılıkta, zihni ve fiziki yapımızdaki değişiklikler engellenemez ama, geciktirilebilir. Bu da, bazı bedensel etkinlikleri kurallarına uyarak yerine getirmekle sağlanır.

Önce spor. Bünyemize uygun (gerekli hallerde doktor önerisi) basit beden hareketleri ve yürüyüş.

Eller arkada ya da cepte, ağır adımlarla yürümek vitrin seyretmeye benzer. Spor sayılmaz.

Yürüyüş; normalden biraz hızlı, her iki kol ileri geri sallanarak düz yolda yapılan yürümedir. (En az birkaç km)

Ayrıca; bisiklete binme, tarla bahçe işleri ile uğraşma gibi yorucu olmayan etkinlikler de düşünülebilir.

Beden hareketlerine gelince; sağlık durumumuz, beden yapımız ve gücümüze göre ayarlanarak yapılmalıdır.

Hastanede iken bir bayan fizyoterapist’in önerdiği ve çok faydasını gördüğüm beden hareketlerini sürekli uygulamaktayım.

Belki siz de denemek istersiniz.

Her sabah (ya da size uygun zamanlarda) açık hava da veya açık pencere önünde;

El ve ayak parmaklarını açıp kapama (10-15 kez), ek olarak ayakları bilekten döndürme,

Ardından bilinen vücut, kol ve bacak hareketleri.

Daha sonra baş jimnastiği. Bası, öne-arkaya, sağa-sola hareket ettirme, sonra da kendi etrafında daire çizer gibi bir süre sağa, bir süre sola döndürme.

Bir öneri de benden, göz jimnastiği. Gözü, daire çizmeyi deneyerek, göz çukurunda döndürme.

Söylenmesi gereken ve yapılması önerilecek o kadar çok şey var ki..

Yine de bir kaçını sıralayalım.

Ölümden korkmayın. Bu yol nasıl olsa bir gün bitecek.

Seks, hangi yaşta olursak olalım vazgeçilmez bir tutkudur. Durumunuza, yaşa ve ahlak kurallarına uymak kaydıyla siz de vazgeçmeyin.

Bu son mevsimi, sevgi ve saygı içinde, insancıl tavırlar sergileyerek tamamlamaya çalışın.

Bu konuyu, Lüleburgaz’da yedek subay olarak askerliğimi yaparken 29 Ocak 1950 (Doğum günümde hangi duygular içinde yazmışsam) yazdığım “Tahassür” adlı şiirimin son kıtası ile noktalıyorum.

Teselli yok, hemdert yok, ufuklar kararmada,

Son ümit, son macera, güneş ufka varmada.

Bu hayat böyle işte, çoğunun kalbi kırık,

İlk adım bir hıçkırık, son adım bir hıçkırık!…



[*] Emekli Emniyet Müdürü