Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

(BEYİN) ÖZÜRLÜ OLMAK

    Emin SEMİZ*

 

Özürlü olmak deyince akla ilk olarak, fiziksel özürlüler ya da zihinsel (spastik) özürlüler gelir. Yaratıcının insanları bu şekilde yaratmasındaki hikmetleri tam olarak anlamaktan aciz olduğumuz bir durumdur bu. Özürlü insanları görünce, sağlamların doğal olarak hallerine şükretmeleri gerektiğini düşünmeden edemiyor insan. Çünkü özürlüler, sağlamlara göre hayatı daha güç şartlarda yaşıyorlar. Bu, en azından benim öyle sandığım bir durum. Bilemeyiz, belki de onların hayatla mücadele ederken aldıkları haz, özürlü olmayanlara göre daha da fazladır!

Geçenlerde televizyon kanallarından birinde, hayatından zevk aldığı anlaşılan fiziksel özürlü bir genç, “Dünyaya yeniden gelmiş olsaydın ne olmak isterdin?” sorusuna: “Yine ben olmak, yani dünyaya özürlü olarak gelmek isterdim” cevabını veriyordu ki, fiziki görünümü tek sermayesi olanlara ve beyinlerini iyi çalıştırmadıkları için hayattan zevk alamayanlara duyurulur.

Bir de normalde özürlü olmayıp da sonradan fiziki görünümünde şişmanlık gibi deformasyon problemi yaşayanlar var. Bu tür durumlar her ne kadar fiziksel özür olarak kabul edilmese de, toplumda bazılarının gereksiz takıntıları, bunların birer özürmüş gibi algılanmasına neden olabilmektedir. Unutulmamalıdır ki, bu ülkede Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı gibi en üst yönetim kademelerinde bulunmuş Süleyman Demirel ve rahmetli Turgut Özal da bu gruba girenlerdendir. Bunlar her ne kadar düzgün bir fiziğe sahip olmayan sevimli birer şişman olsalar da, yine de övünecekleri çok önemli bir sermayeleri var/vardı ki; o da zeka seviyelerinin çok yüksek olması ve beyinlerini çok iyi kullanmış/kullanıyor olmalarıdır.

Şüphesiz ki fiziksel ya da zihinsel özürlü olmak, insanın elinde olmayan nedenlere dayanmaktadır. Sonradan fiziki görünümde meydana gelen ve insan sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaşmayan şişmanlık gibi problemler ise, çoğu zaman kişinin ihtiyari olarak sahip olduğu ya da olmak istediği bir şey olmadığı gibi, aynı zamanda, sağlıklı düşünenler ya da beyinsel aktivitelerinde problem bulunmayanlar için yaşamsal bir sorun olarak da görülmezler. Sağlıklı düşünemeyenler için ise, bu gibi durumlar önemli birer sorunmuş gibi algılanabilir. Oysa, bir insan için esas rahatsızlık duyulması ve belki de utanılması gereken husus; ‘beyin özürlü olmak’tır.

Bununla ilgili olarak, yazımızın başlığını çağrıştıran ifadenin geçtiği bir olayı aktarmak istiyorum: Devletin iki önemli kurumu arasında gerçekleştirilen işbirliği sonrasında bir teşekkür toplantısı düzenlenir. Bunlardan ev sahibi kurumun üst düzey yöneticisi, -ortak konu bulmakta güçlük çektiğinden olsa gerek-  konuyu şişmanlığa getirir ve kilo problemi olanları rencide edecek sözler sarfeder. Misafir kurumdan toplantıya katılan, biraz kilolu olmasına rağmen, oldukça güzel olarak nitelendirilebilecek bir bayan bu sözlere alınganlık gösterir ve toplantı esnasında terbiyesi müsait olmadığı için bir şey diyemez ama ayrılırken, ev sahibi kurumdan toplantıya katılan diğer üyelere, “Şişmanlık utanılacak bir şey değil, asıl utanılması gereken beyinsizliktir. O da kendisinde fazlasıyla var” şeklinde sözler sarfederek tepkisini ortaya koyar.

Bu örnekte olduğu gibi, sözün nereye varacağını düşünmeden konuşan insanlar, yani ‘beyin özürlüler’ her yerde, her kurumda olabilmektedir. Biz, bu gibilerin genel özelliklerinin bilinmesinde yarar gördük. Şimdi bakalım neymiş bunların genel özellikleri:

Kitaba ortasından başlamak gibi olacak ama bunlar, personelin stresli oluşunun delili olarak bir memurun yolda yürüyerek simit yemesini, en büyük eğitimci oluşun göstergesi olarak da 20 yıl önce ders verdiği bir öğrencisini; isim, soy isim ve numarasıyla hatırlıyor olmalarını gösterebilirler!

Bu gibiler; personelin sorunlarını çözme konusunda hiç yapıcı olmadıkları gibi, yine personelin kendilerini geliştirmeleri konusunda da son derece kısır görüşlüdürler. Örneğin, askerliği bakaya kalma durumuna gelmiş kalifiye bir personelin sorununu bir yazı ile çözme imkanları varken, “Biz nasıl askerlik yaptıysak onlar da yapsın” der ve yaşanacak kurumsal kaybı hiç mi hiç hesaba katmazlar; personeli akıllı bir planlamayla istirahatlarından çalmaksızın daha verimli kullanma imkanları varken ve bu durum bir proje halinde önlerine konulmuşken, “Biz üç gün üç gece işten eve gitmezdik de yine de sesimizi çıkarmazdık…” diye başlayan tepkiler verirler; yine ‘Lisans Üstü Eğitim’ yaparak kendini geliştirmek, teşkilata daha yararlı olmak isteyen ve bu uğurda rahatını terk edenlere, “İş kaçkınları bunlar…” diyecek kadar geleceği görmekten de uzaktırlar.

Bunlar, kafalarındaki şartlanmışlığı bir türlü atamadıklarından, görüşlerinin kabul görmemesi durumunda makam ve yetkilerini kullanarak istediklerini yaptırmaya çalışır ve “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” sözünde olduğu gibi, bu yaptırmaya çalıştıkları şey kendileri ile son bulur da yine de akıllanmaz, ellerine geçen ilk fırsatta, boş yere kurumlarına zaman kaybettirmeye devam eder, fakat bu yaptıklarının ne tür sonuçlar doğuracağına dair hiçbir beyinsel faaliyet içerisine de girmezler.

Bu tipler, gösterişe de çok meraklıdırlar. Hiç kullanmasalar, kullanmayı bilmeseler, hatta aylarca düğmesini hiç açmasalar da teknolojik cihazların en son modeline talip olurlar. Bilgisayarı, bilgiye ulaşmak ve geliştirmek için kullanmak şöyle dursun, film seyretmek, oyun oynamak ve gazete manşetlerine bakmak için kullanırlar.

Sevgili dostlar, insan bir kez ‘beyin özürlü’ olmaya dursun, her şeyi birbirine karıştırır. Namusluyu namussuz, beyefendiyi şerefsiz, dürüstü dürzü, yolsuzluk yapanı vatansever olarak algılayabilir, hakaret etmeyi, Sin-Kaf  etmeyi kendisine tanınmış bir hak gibi görebilir, küçük bir hata yapana, hiç onurunu düşünmeksizin avazının çıktığınca bağırabilir, sanırsınız ki, biraz daha büyük hata yapanı öldürür bu … (Buraya uygun gelecek kelimeyi ben bulamadım. Lütfen uygun kelimeyi siz koyunuz.)

Bu gibileri, genel özelliklerini tanımayan biri olarak dinleseniz zannedersiniz ki, dünyanın en dürüst, en fedakar insanıdır kendileri. Gel gör ki onların kişisel menfaat elde etmek için yapmayacakları hiç bir şey yoktur. Hele hele bir yerlere gelebilmek için eğilmekten hiç mi hiç kaçınmazlar. İhtiyaç sahibi olmasalar bile, paraya düşkünlükleri onları ayaklar altına düşürebilir.

Bu tipler basiretsizdirler; ileriyi görmek şöyle dursun, çoğu zaman burunlarının ucunu bile görmekten acizdirler. Bu yüzden, yapacakları işlerin bırakın on adım ötesini, bir adım ötesini bile göremezler. Uzak hedeflere yürümek isteyenleri tehlikeli işlerle uğraşmakla itham ederler. Doğru bildiğinde ısrar edenleri sicille tehdit ederler. Hata yapana bir tekme de onlar atarlar. Bu zavallılar, öngörüleri zayıf olduğu için, kendilerini sıradan tehlikelerden bile koruyamazlar. Mazur görmek gerekir ki, bunlar ‘beyin özürlü’dürler.

Onlara göre emirlerinde çalışan herkes, kendilerine hizmet etmek için orada bulunan bir ‘köle’dir. Astların, düşünmek ne hadlerine! Onlar sadece ve sadece denileni yapmalıdırlar. Bu gibilerin en sevdikleri söz ise: “Bu konuda ne emredersiniz efendim”dir. Hemen bir emir vermek zorunda hissederler kendilerini. Oysa beyinlerini etkin bir şekilde kullanabilselerdi, “Kendi işi ile ilgili düşünmekten aciz insanlarla işim yok benim” diyerek kapı dışarı ederlerdi emir dilenen acuzeleri.

Onlar, dinleyecek birilerini bulduklarında çok konuşurlar. Konuştukça da iç dünyalarındaki zavallılıklarına acırsınız. Genelde konuşmalarının içi boştur. Seviyesiz, sığ konuşmalarının her birinin arasına gülme efektleri koysanız, inanın çok komik bir film çıkar ortaya. Çünkü konuşmalarında Cem Yılmaz’ın Doritos reklamındaki ‘eğitim şart’ türünden alakasızlıklara sıkça rastlarsınız. Bu gibiler çok ciddi şeyler söylediklerini zannetseler de, konuşurlarken siz içten içe gülmekten kendinizi alamazsınız.

Bu tipler, hiç hallerine bakmaksızın, eğitimi esnasında ülke çapında derece yapan, çok iyi dil bilen ve uluslar arası toplantılarda çatır çatır ülke menfaatlerini savunan çok zeki birine, -üst perdeden anlatılanları anlayamadığından olsa gerek- ‘geri zekalı’ diyebilecek kadar gülünç; basit mantık ilişkilerini anlayamayacak kadar sıradan; biraz görev bölgesinin ya da formal ilişkilerin dışına çıktıklarında karşılaştıkları güzellikler karşısında temel içgüdülerine teslim olacak kadar basit; hatta bulundukları makama hiç yakışmayan argo sözlerinin karşı tarafa aktarılmasını isteyecek kadar da utanmaz olabilirler.

Onlar, başkalarında eleştirdikleri şeyleri çok geçmeden kendileri de yaparlar da bu yaptıklarının farkına bile varamazlar. Örneğin; biraz önce yanındakini, komik sayılabilecek istem dışı bir davranışından dolayı ikaz ettikleri ve “Ben bu tür konularda çok dikkatliyimdir, böyle bir duruma asla düşmem” dedikleri halde, az sonra, aynı türden bir hatanın daha komiğini yaparlar.

Sevgili dostlar, bu gibilerin belirgin özelliklerinden birisi de hemen hemen hiç okumamalarıdır. Bir bilgenin ifadesiyle; “Belki de en son okudukları kitap ‘Cin Ali’dir bunların.” Tabii ki ders kitaplarının dışında. Onlar, okumaktan söz açılınca, sözde vakitleri olmadığı için okuyamadıklarını söylerler. Hasbelkader okusalar bile, kusurların hep kendileri dışında, başkalarında olduğunu düşündüklerinden, kaya gibi sert toprakların yağmurdan etkilenmedikleri gibi onlar da yazılanlardan etkilenmez, burada bana da bir mesaj var mı acaba? diye düşünmez, dolayısıyla da anlatılanları hiç üzerlerine almazlar. Hele hele edebiyat ürünlerini okumayı hiç sevmezler. Okuyanları ise kınarlar, küçük görürler. Belki de onların, bu yüzdendir sığ kalışları, bu yüzdendir anlamayışları. Bilmezler ki Nurullah ATAÇ’ın ifadesiyle, “Edebiyat, kişinin sezgi ve kavrama gücünü geliştirir.” Yine bilmezler ki Nermi UYGUR’un ifadesiyle, “Tok olsa da karın güdüktür edebiyatsız insan.”

Tüm bu anlatılanlardan, sakın ola bunların hiçbir meziyetlerinin olmadığı, akıllı, zeki olmadıkları gibi bir yanlış anlaşılma olmasın. Bu gibiler, akıllı da olabilirler, zeki de. Hatta hasbelkader bir makam sahibi olabilir, bir sürü insana da hükmedebilirler. Ne türden bir makam sahibi olurlarsa olsunlar, ne kadar kişiye hükmederlerse hükmetsinler, yine de sabit fikirli, sadist, anlamsız, mantık dışı davranışları onları asla ‘beyin özürlü olmak’tan kurtaramayacaktır. Burada hemen belirtmekte yarar var: Bu gibiler, daha çok kamu kesiminde bir makam sahibi olabilirler. Bunu özellikle belirtiyorum, çünkü, böylelerine özel sektörde hayat hakkı tanınmaz.

Bunlar, öbür tarafa az kullanılmış, gıcır gıcır bir beyinle gitmek istemelerinden ve bunun orada işe yarayacağını düşünmelerinden midir bilinmez, Allah vergisi beyinlerini neredeyse hiç kullanmazlar. Sanırsınız ki beyinleri yoktur bunların. Yok sandığınız beyinlerini zaman zaman kullansalar da her nedense olumsuz yönde kullanırlar. Bu yüzden onları hep ayarı bozuk; içeriye soğuk, dışarıya sıcak üfüren klima gibi, iç müşteriye acımasız, başkalarına karşı ise son derece sevecen bulursunuz.

Bu gibiler, hiçbir konuda derinlemesine ya da üst düzey bilgiye sahip olmadıkları için, tek sahip oldukları şeylerini üstünlük göstergesi olarak ulu orta gündeme getirir ve çok komik duruma düşebilirler. Sözde üstünlüklerini ‘bir çekiç gibi’ kullanmaktan zevk alırlar. Boşuna söylememişler: “Kişinin sahip olduğu tek şey bir çekiç ise her şeyi çivi zanneder” diye. Örneğin, entelektüel bilgi gerektiren toplantılarda/sohbetlerde, konuyu döndürüp dolaştırıp tek sahip oldukları meziyetlerine yani çekiçlerine getirebilirler. Bu durum, aynı ‘aptal bir kızın güzelliği ile övünmesi’ gibi bir şeydir. Bunlar, sahip oldukları tek meziyete başkalarının sahip olmamasını konu ederek üstünlük sağladıklarını zannetseler de, aslında, acınacak birer zavallıdırlar.

Sonuç olarak; özürlü deyince akla ilk olarak fiziksel ya da zihinsel özürlüler gelse de, bunun daha kötüsü ‘beyin özürlü olmak’tır. Ne diyelim! Yüce Yaratıcı tüm insanları ‘beyin özürlü olmak’tan korusun! Bu çok tehlikeli ve tedavisi zor bir hastalıktır. Allah’tan ki son günlerde bu gibilerin nesli hızla tükeniyor, yerlerini genç, beyin fakülteleri alabildiğine çalışan nesiller alıyor da -biraz gençliğe elveda demiş olsalar da beyni genç, beyni çalışan ya da çalışan beyinlere zemin hazırlayanları tenzih ederim- geleceğe güvenle bakabiliyoruz.



* Eğitim Daire Başkanlığı, Emniyet Amiri.