Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

TANIDIĞIM TANER ARDA

 

 

Emin SEMİZ

Emniyet Amiri

Eğitim Daire Başkanlığı

 

Taner ARDA’nın intihar ettiği haberini ilk olarak telefonla bir dostumdan aldım. İnanamadım ve tabi arayan dostuma ne diyeceğimi şaşırdım. Araştırdım ki maalesef doğruymuş. Üzüldüm ve Emniyet Teşkilatının önemli bir yöneticisini kaybettiğini düşündüm.

Bu yazımda; tanıdığım Taner ARDA’nın önce bir insan ve sonra bir idareci olarak güzel yanlarını, geleceğin yöneticilerine örnek olması bakımından anlatmaya çalışacağım. Ama önce intihar olgusuna kısaca değinmek istiyorum.

İntihar üzerine araştırmalar yapan Varoluşçu yazar Albert Camus intiharı; ‘‘Yaşamın saçma bir eylemi’’ olarak tanımlamaktadır. ‘‘İntihar Bilimi’’ adlı kitapta ise intihar şöyle anlatılır: ‘‘Acı, intiharı düşünen kişinin kaçmak istediği şeydir. Duyulan mega acı o kadar kuvvetlidir ki intihar, acının ötesidir.’’ Dini öğretilere göre ise intihar; “Yaratıcı’nın binasını yıkmak, hakkı olmadığı halde bir bedeni ortadan kaldırmak” olarak değerlendirilir ve hoş karşılanmaz.

Bir tehlike karşısında bütün canlılar gibi, insanın da yapacağı şey kendini korumak ya da tehlikeden kaçmaktır. Bu kaçma eylemi iki şekilde olur: Biri tehlikeden uzaklaşarak, diğeri ise kendini tehlikenin içine atarak. Bu ikincisi, tehlikeden kaçma ihtimalinin zayıf ya da imkansız olarak algılandığı durumlarda yaşanır. Böylece ölüm, yani intihar meydana gelir. Çaresiz hastalıklara yakalananların, ölüm korkusundan kurtulmak için kendilerini öldürdükleri gibi.

Elbette ki ölümü yaşama tercih edenler, yaşamın artık sürdürmeye değer olmadığını düşünerek intihar ederler. Oysa görebilenler için, insanı yaşama bağlayan birçok neden var bu evrende. Taner ARDA nasıl bir ruh hali içindeydi ki yaşamın bu güzelliklerini terk etmeyi seçti. Tabi bunu bilemiyoruz fakat bilgilerimizi birleştirerek ancak bir yorum yapabiliyoruz.

Cenazede herkes şaşkındı ve farklı farklı ihtimallerden söz ediyordu. İntihar nedeninin ne olabileceğini en iyi aile çevresi bilse de bence en kuvvetli neden hastalık olabilir. Bu yargıya bir emniyet müdürünün naklettiklerinden varıyoruz: Emniyet Müdürü ölümünden 15 gün önce polis evinde kendisi ile karşılaşmış. Taner ARDA’yı her zamanki neşesinden çok uzak ve yalnız görünce, yanındakilere bunun nedenini sormuş ve ‘kansere yakalanmış, bundan dolayı eskisi gibi değil’ demişler. Arkadaşlarının ısrarı sonucu masaya yaklaşmış fakat birlikteliğe  katılmamış.

Tanıdığım kadarıyla Taner ARDA iç dünyasını olduğu gibi dışarı aksettirenlerden değildi. Duygularını yakınındakilerle ne kadar paylaşsa da yine de paylaşmadığı bir şeylerin varolduğu hissedilirdi. O en yakın dostu/arkadaşı Ersin YILMAZ’ın kansere yenik düşmesine şahit olmuştu. Kimbilir belki de hastalık sürecinde kendisinin ve ailesinin çektiği acılara kahrolmuştu. Kendisi de aynı hastalığa yakalanınca; ‘ne bu acıları çekeyim ne de yavaş yavaş sevdiklerimin gözleri önünde eriyerek onlara acı çektireyim’ diye düşündü. O azimli ve kararlı bir insandı. Onun literatüründe yok yoktu. Ben onu hep kararlılığıyla tanıdım. Eğer hastalığı yenmeye çalışsaydı, bunda da başarılı olabilirdi. Çünkü kanser, sanki bilinçli bir hastalık gibi insanın moral durumuyla çok yakından ilgili. Erken teşhis, tedavi ve inançla bu hastalığın üstesinden gelen bir sürü insan var. Ama o mücadeleyi seçmedi. Kararlılığını ölüme kendi rızası ile giderek gösterdi.

Anlatıldığına göre, kendisine verilen soruşturma evrakını tamamlamış, hangisinin nereye verileceğini üzerine yazmış. Odasını düzenlemiş ve ‘ölümümden kimse sorumlu değil’ diye de imzalı bir not bırakmış. Oğluna çektiği mesajda; ‘bu mesajı aldığında ben hayatta olmayacağım’ demiş ve geride kalanlara evi kirleterek zarar vermemek için olsa gerek, bahçeye inip intihar etmiş. Bu süreçteki gelişmeler bile onun planlı ve düzenli hayatının bir göstergesi olsa da, intihar, gerçekten hazin bir son.

Asayiş Daire Başkanlığından ayrılmasından sonra vefa örneği olarak Ankara’nın güzel mekanlarından birinde üç-beş dostumuzla birlikte bir akşam yemeği yemiştik. Yemek üst düzey bir sohbet havasında geçmişti. Gece evine bıraktığımızda bize “Hayatımda yaşadığım en güzel geceydi, hayatımda yaşadığım en entelektüel sohbetti.” demişti. Doğrusu böyle bir insanın hayatında böyle bir gecenin olmaması ve böyle bir entelektüel sohbeti daha önce tatmamış olması beni biraz şaşırtmıştı. Fakat o düzeydeki insanlarla daha önceki görev gereği yemekli samimi birlikteliklerimizi anımsayınca ona hak verdim. Çünkü bahsettiğim gecede onun diğer gecelerinde olmayan, ruhunun derinliklerinde iz bırakacak bilgi kırıntıları vardı. Yine o gece fark etmiştim; onun dışa öyle görünmese de iç dünyasında ne kadar yalnız bir insan olduğunu. Belki de onun hayatındaki en büyük eksiklik, iç boşluğunu dolduracak insanlarla gerçek dostluklar kuramamış olmasıdır.

Eski çaycısının cenazeye katılma iştiyakını oldukça anlamlı buldum. Çaycı ona bir süre hizmet etmiş, bu süre zarfında çok iyiliğini görmüş ve ondan hiç incinmemişti. O belki hizmet ettiği diğer büyüklerinden hiç birinin böyle bir anına bu denli iştirak etme arzusunda olmayacaktı.

Taner ARDA ile Eğitim ve Asayiş Daire Başkanlıklarında uzun yıllar birlikte çalıştık. Bence o her iki birimde de sıra dışı bir yönetim anlayışı sergiledi ve başarılı da oldu. Tabi ki bazı yanlışları mutlaka olmuştur. Ama o daha sonra bunlara açıklık getirerek mecburiyetlerini anlattı ve özür dilemekten de kaçınmadı. Hatta Eğitim Daire Başkanlığındaki ilk dönem uygulamaları için, “Biz yapmak için değil, yıkmak için gelmiştik; yapmak için gelmiş olsaydık öncekilerin beğenmediğimiz icraatlarının yerine daha iyisini yapma gayreti içerisinde olurduk.” itirafı bir dönemin anlayışına açıklık getirmesi bakımından  manidardır.

Yine özel bir sohbetimizde ‘özel sınıf olarak Teşkilata girenlerin aleyhine başlangıçta çok konuştuğunu fakat bu yolla Teşkilata girmiş, işinin ehli insanları görünce kanaatinin değiştiğini ve Teşkilatın gelişmesinde bu insanların çok önemli katkılarının olduğunu her yerde söylediğini’ belirtmişti. Bu da onun yeri geldiğince hatalarını kabul etmeyi bilen ve hatalarından ders alan biri olduğunu göstermektedir. Çünkü hatadan dönmek bir erdemdir ve aynı zamanda akıllı oluşun bir göstergesidir.

Taner ARDA sürekli kendini geliştirirdi. İleri görüşlüydü. Emniyet Teşkilatının geleceğini bu günün verilerinden kestirebiliyor ve ona göre hareket edebiliyordu. Üst düzey bir kamu görevlisinin ifadesiyle: ‘Üniversite mezunu olarak başlayıp da ilkokul mezunu olarak bitirenlerden’ değildi. Hukuk Fakültesi mezunu olduğunu bile uluorta dışa vurmadığından bir vesile ile öğrenebilmiştik. İyi bir yönetici olduğunu yeri geldiğinde söylemekten de kaçınmazdı: “Siyasi görüşü ve hayat anlayışı ne olursa olsun emrimdeki insanların kabiliyetlerinden en üst düzeyde yararlanmasını bilirim. Çünkü ben iyi bir yöneticiyim.” derdi. O kime hangi işi vereceğini gayet iyi bilirdi. Yapılacak işi sonuna kadar tarif etmezdi. Sadece ipuçları verirdi. “Ben biliyorum sen bunun en iyisini yaparsın.” der ve bu sözleriyle görev verdiği kişiye güven duyduğunu gösterir; güvene layık olması için rüyasında bile o işi görecek kadar konsantre olmasını sağlardı. Bunu bilinçli yapardı. Çünkü uyguladığı yönetim anlayışı, yönetim biliminin ilkelerine uygundu. Belli ki okuyordu da. Bunu hem uygulamalarından hem de sözlerinin içinin doluluğundan anlamak mümkündü.

Taner ARDA uzmanlığa saygı duyardı. Bir kişinin her konuyu çok iyi bilmesinin mümkün olmadığına ve buna gerek de olmadığına inanırdı. O “En doğru benim görüşümdür.” yerine başkalarının görüşlerinin de doğru olabileceğini ve mutlaka dinlenilmesi gerektiğini düşnürdü. Biriminde çalışanların kabiliyetlerinin farkında idi ve onları kabiliyetlerine en uygun işlerde istihdam ederdi. Diğer bir ifadeyle kime hangi işi vereceğini gayet iyi bilirdi. Onun için biriminde çalışanların sayısal çoğunluğu önemli değildi. Önemli olan çalışanların üretkenliği, verimliliği idi. O “Hiç birimiz hepimiz kadar zeki değiliz.” sözünün doğruluğuna inanır, herkesin kabiliyetlerinden azami derecede yararlanmasını bilirdi. Astlarına güven duyar, yetki ve sorumluluk devretmekten kaçınmazdı. Yapılan işe gereksiz yere müdahale etmeyerek astların inisiyatif kullanmalarına fırsat tanır, bunun, onların gelişmeleri için gerekli olduğuna inanırdı. 

Toplantı yönetiminde de profesyoneldi. Toplantıyı planlanan sürenin dışına taşırmamaya özen gösterir ve tabi bunun için gündem dışı konuşulmasına fırsat tanımazdı. Kendisi zaman zaman toplantının sıkıcı havasını dağıtmak ve katılımcıları dinlendirmek için konu dışına çıkar ya da diğerlerine bilinçli olarak bu fırsatı tanırdı. Ama bunun katılımcıları esas konudan uzaklaştıracak kadar uzun ve konu ile tamamen ilgisiz olmamasına da özen gösterirdi. Gündeme gelen bir konu ile ilgili asla katılımcıların görüşlerini belirtmelerine fırsat tanımadan kendi görüşünü belirtmezdi. Hele hele kendi görüşlerinin diğerlerinden daha doğru olduğuna katılımcıları ikna etme gibi bir yanlışa asla düşmezdi. Aksi bir durumun gelişmenin önünü tıkayacak antidemokratik bir tutum olacağını bilirdi. Herkes görüşünü belirttikten sonra bütün görüşleri dikkate alarak kendisinde oluşan nihai görüşü açıklardı. O, zaman zaman astlardan birinin önerilerini bilinçli olarak kabul ederdi. Bunu kendi düşüncesinin daha orijinal olduğuna inansa bile yapardı. Bu tutumunun, onların yetişmelerine, üretken olmalarına, kararları sahiplenmelerine ve ilerleyen zamanlarda daha iyi öneriler getirmelerine zemin hazırlayacağını bilirdi.

Genç kuşaklar için: “Ben onlarda gençliğimi görüyorum.” derdi ve onların kazanılması adına sabır gösterilmesi gerektiğini söylerdi. Hatta disiplin kurulunda görevli olduğu dönemlerde gençlerin işlediği suçlarla ilgili “Gençliğimde benim yaptıklarımdan daha büyüğünü işlememişlerse affederdim.” derdi. O gün için adı konulmamış olsa da, bu bir empatik davranıştı.

Eğitimle ilgili zaman zaman klasik yönetici tavırları gösterse de: Yine de o Emniyet Teşkilatının gelişmesinde eğitimin gücüne en fazla inanan yöneticilerin başında gelirdi. Emniyet Teşkilatında ‘Eğitim Bilimi’ ilkelerine göre düzenlenen ilk eğitimler –1997 yılında başlatılan Çevik Kuvvet Eğitimleri- onun döneminde yapılmıştır. Bu eğitimlerin yapılabilmesi için 3 yıllık plan doğrultusunda tüm hazırlıklar tamamlanmış, tek sorun Polis Vakfı’ndan para çıkartılmasına gelmişti. Çevik Kuvvetin kaderini belirleyecek eğitimlerin maliyeti, o dönemde Teşkilatın üst düzey yöneticileri için Vakıf kanalıyla alınan ‘1 adet Laguna marka otomobil’ fiyatına denkti. Meblağ çok büyük olmasa da yine de Vakıftan para çıkar mı endişemiz vardı. Çünkü planın gerçekleşmesi bu paraya bağlıydı. Bu endişemizi kendisine ilettiğimizde “Merak etmeyin gider toplantıyı basar, yine de o parayı çıkartırım.” demişti. Doğrusu bu denli kararlılıkla başarısızlık diye bir şey söz konusu olamazdı. Olmadı da zaten.

Bir çok kez adı büyük bir ilin Emniyet Müdürlüğü için geçmişti ve bunların hepsi de olumsuz sonuçlanmıştı. Kendisine bunun nedenlerini sorduğumda “Diğerleri ile aynı şartlarda yarışmıyoruz, biz akşamları evimize çoluk çocuğumuzun yanına giderken onlar hep benim ilkelerime uymayan işlerle meşgul oldular, tasvip etmediğim yerlere takıldılar. Hayatım boyunca onların takıldıkları yerleri ve beraber oldukları kişileri hep sevimsiz bulmuşumdur. Meğer bu işin yolu oralardan geçiyormuş. Bunu geç anladım ama ben yine de ilkelerimden taviz vermeyeceğim.” demişti. O dediği gibi ilkelerinden taviz vermedi ama beklentisi olduğu üzere bir yerlere de gelemedi.

Hayata sıkı sıkıya bağlıydı, ihtiyaç fazlası müdürlerin emekli edilmeleri gündemde olduğu dönemde “Emekli edilirsem avukatlık stajına başlayacağım.” demişti. Doğrusu o yaşta bu azim ve kararlılık takdir edilecek bir davranıştı.

Çevik Kuvvet müdürlerine, alanının en iyileri olan eğitimciler önderliğinde ‘Lider Yöneticilik Eğitimi’ verilmişti. Müdürler çok memnun kalmışlar ve eğitimin hedefine ulaşabilmesi için İl Müdürlerine de aynı eğitimin verilmesi gerektiğini söylemişlerdi. Bu öneri aklına yatmıştı. Hatta “Onlarla birlikte ben de eğitime katılırım.” demişti. Bunun üzerine çok özenle seçilen ifadelerle yaklaşık 15 büyük ilin müdürüne yazı yazılmış; ‘Lider Yöneticilik Eğitimi’nin yönetimi geliştirme adına yararlarından söz edilerek, benzer bir eğitimin İl Emniyet Müdürlerine de düzenlenmesinin faydalı olacağı belirtilmiş ve konu ile ilgili görüşlerini bildirmeleri istenmişti. Gelen cevapların büyük bir çoğunluğu olumlu idi. Fakat içlerinden iki tanesi özet olarak: ‘Siz yıllarca Teşkilatın değişik birimlerinde çalışmış, tecrübe kazanmış bunca birikim sahibi bir müdüre nasıl böyle bir eğitim verme teklifinde bulunuyorsunuz’ türünden cevaplar vermişlerdi. Bu cevapları okuyunca acı bir tebessüm etmiş ve ardından “Yöneticilerimiz henüz bu eğitimi alabilecek seviyeye gelememişler. Anlaşılan bu tür faaliyetler için  bir süre daha beklememiz gerekecek.” demişti ve müdürlerin bu tepkileri nedeniyle eğitim düzenlenememişti.

Maiyetinde çalışanları tek tek tanırdı ve onlara isimleriyle hitap ederdi. Bu davranışın bir ast için ne anlama geldiğini gayet iyi bilirdi. Astın hatasını gördüğünde onu kırmadan, yapıcı, kararlı ve etkili bir şekilde ikaz ederdi. Hata karşısında bağırma, azarlama davranışının hataların azalmasını sağlamayacağını, bilakis, hatanın üstünün örtülmesine neden olacağını bilirdi. Ayrıca, yüksek sesle azarlama davranışının astın cesaretini kıracağına ve daha çok hataya neden olacağına inanırdı. Koridorda kendisiyle karşılaşanlar ondan kaçmaz, aksine, göz göze gelip onunla selamlaşmak ve moral bulmak isterlerdi.

Teftiş Kurulu Başkanlığında iken kendisini ziyaret ettiğimde sohbetimiz yöneticilik konusuna gelmiş ve bana bir Emniyet Müdürü büyüğünün; “İnsanları motive ederek, onlara değer vererek, sabır göstererek yöneticilik yapmak zordur. Siz zor bir yöneticilik anlayışı seçmişsiniz. Oysa bu işin çok daha kolay bir yolu var: Koridora çıkar bir bağırırsınız herkes kaçacak delik arar, odanıza gelenlere sert davranır ve azarlarsınız. Bu şekilde herkes sizden çekinir ve disiplin sağlanır. Bağırarak hiç zorlanmadan yöneticilik yapmak varken siz zor olanı seçmişsiniz.” dediğini aktarmıştı. Gerçekten de o, çok zorda kalmadıkça sesini yükseltmezdi.

Kendisinden değil ama üçüncü bir şahıstan duymuştum: Zamanın Genel Müdürü bir toplantıda: “Taner ARDA hariç hiç biriniz beyinlerinizi çalıştırmıyor, bana rutin işler getiriyor, orijinal şeyler ortaya koyamıyorsunuz. Sıyırın beyninizin küllenmiş kısımlarını da bana alanınızla ilgili farklı önerilerle gelin.” demiş. Bence onun bu farklılığı; emrinde çalışan herkesi bir danışman olarak algılamasında, onların görüş ve önerilerini yönetime yansıtmasında yatmaktaydı.

Zaman zaman yazılarımda iyi yönetici profilini anlatmam gerektiğinde ilk aklıma gelenlerin başında o olurdu. Okumuşsa hissetmiş olabilir ama ben bunu ona doğrudan söyleme fırsatı bulamamıştım. Keşke telefonla ya da yüzyüze “Bakın burada sizi anlattım.” diyebilseydim. Bunu sağlığında yapamadım ama ölümünün ardından yapıyorum. İyi yönleri gelecek kuşaklara örnek olsun diye.

Bazıları bu bilgilerin biraz abartılı olduğunu düşünebilirler. Varsın biraz da abartılı olsun, hiç önemli değil. Bence o, özellikle burada anlatılan örnek tavırlarıyla gelecek kuşaklar için iyi bir yönetici profiliydi. Ruhun şad olsun Taner ARDA.