KARANLIKTAN AYDINLIĞA
Yekta Güngör ÖZDEN Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından |
Yoksunlukları göğüsleyerek, sapkınlıkları önleyerek, isyanları bastırarak büyük özverilerle yürütülen Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın utkuyla sonuçlanmasının 79.yıldönümünü kutlarken, en yansız, en gerçekçi, en yararlı ders bilinen tarihin içimizde yankılanan sesini bir kez daha dinlemeliyiz. Ölüm-kalım savaşıyla yoktan var edilen bir ulus yaşamını, namusun, onurunu kurtarmakla kalmamış, geleceğin ışıklı yollarını da açmıştır. “Ulusal sınırlar içinde yurt bir bütündür. Ulusal güçler etken, Ulusal istenç egemen olacaktır” ilkesiyle girişilen savaşta yalnız çıkarları için kendi egemenliklerini kurmak amacıyla saldıran yayılmacı ve sömürgeci dış güçler değil, Türklüğü dışlayarak halkın hak ve özgürlüklerini zincirleyen, ümmet ve kulluk düzenini sürdüren baskıcı, dinsel ağırlıklı kişisel yönetimde odaklaşan iç düşman da yenilmiştir. “Özgürlük Ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen ve “Ya bağımsızlık ya ölüm!” özdeyişiyle halkına kurtuluş ufkunu gösteren Mustafa Kemal, 14 Ekim 1922’de “Bu Anadolu zaferi tarihte, bir ulus tarafından tam olarak benimsenen bir düşüncenin ne denli büyük ve dinç bir güç olduğunun en güzel örneği olarak kalacaktır.” Sözleriyle tarihsel olguyu özetlemiştir.
Gençlerimiz Mustafa Kemal’in 15-20 Temmuz 1927’de CHP.2.Büyük Kurultayı’nda 36 saati aşan bir sürede yaptığı Büyük Söylevi’ni iyice okusalar, özümseseler günümüzde üzüntüyle izlenen kimi çarpıklıklara, çelişkilere, aykırılıklara ve şaşkınlıklara tanık olunmazdı. 30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Savaşı, yalnız bir askerlik başarısıyla kaldırılan işgalin sonu değil, usa ve bilime dayanan bir aydınlanma savaşının, barışı olmayan yepyeni bir ulusal uğraşan başlangıcıdır. Dinsel sömürüyle sürdürülen uygarlık karşıtlığına son verilerek çağdaş düzeyde kendimize yaraşan yeri alma çabalarının kaynağıdır. Ekonomik güçlükleri gidermek amacıyla katlanıldığı izlenen baskı, gözdağı, dayatma ve buyruklar döneminde geçmişi anımsamanın sayısız yararları vardır. Sevr’i gerçekleştiremeyen dış güçler, silahla yapamadıklarını parayla yaparak Lozan’ın intikamını almak için değişik oyunlara başvurmaktadırlar. Her yönden başarısız siyasal iktidarların, çıkarlarına düşkün sözde demokrat, sözde ilerici, kendini çağdaş ve bilgili sanan laiklik paranoyası, Atatürk, Atatürkçülük, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi düşmanı, geçmişleri uyduluk ve uşaklıkla geçmiş, insan haklarını ve demokrasiyi kalkan olarak kötüye kullanmış kimi aymaz, sapkın, dönek, ikiyüzlülerin kışkırtma ve desteğiyle muhalefet boşluğundan da yararlanarak duraksamalar ve zikzaklar içinde bocaladığını görmek üzücüdür. Kendi yozluk, boşluk ve bozukluklarını, bilgisizlik ve yüzeyselliklerini demokrasiyi başıboşluk ve kuralsızlık biçiminde algılayıp savunarak örtmeye çalışanların değerlere, kavramlara ve kurumlara saldırısı artarak sürmektedir. Kimi kavramları kavramadan o konuda önerme ötesi öğretmeye kalkışmak ölçüsüzlüğü yanında bugün ve yakın geçmişte eleştirilecek birçok kişi ve olayı bırakıp kurtuluş ve kuruluş dönemini gerçekdışı söylemlerle eleştirmek, tarihi çarpıtmak, terbiyeye aykırı anlatımlarla ulusal kimliğini yadsımak densizlikleri beceri sayılmaktadır. Böylece bir ortamda başta bilim adamları, gerçek aydınlara büyük sorumluluk düşmektedir. AB’nin ikilemlerine karşı uyanık olmalıyız.
Anlamsız ve gereksiz, oyalayıcı ve gündem değiştirici tartışmalarla zaman yitirmek sakıncalıdır. Ulusal onurumuza yaraşır bir eşitlikle katılacaımız ortaklıklara kimsenin bir diyeceği yokken, kendileri yıllarca yapıcı, olumlu hiçbir adım atmamışken, 2945 sayılı Yasa’nın 2.maddesiyle öngörülen ülkemize özgü gerçekleri yadsıyarak ulusal güvenlik sendromu bahanesine sarılmak, siyasetimizin düzeyine yeni bir kanıttır. Yaşanan ve yakınılan güçlükleri, kötülükleri kimlerin yarattığı, kimlerin neden olduğu, kimlerin giderip önlemesi gerekirken başarısızlığını uluslar arası para kuruluşlarının borçlarıyla başarı gibi savunduğu üzerinde durulmalıdır. Kendilerine binlerce soru sorulması gerekenlerin yeni sorunlar yaratarak kaçmaya çalıştığı, kimlere ve niçin göz kırptığı iyice saptanmalıdır. Demokrasiye ayakbağı olanların etnik ve dinsel terörün yaptıklarını ve yapacaklarını gözardı edip kabadayılığa ve kahramanlığa özenmesi ilginçtir. Acaba Lahey’de çalışan uluslar arası ceza mahkemelerinin (Raunda ve Yugoslavya soykırım olaylarıyla ilgili) yargıladığı insanlık dışı vahşetlerden bilgileri var mı? AİHM’nin Refah Partisi’yle ilgili kararının demokrasinin ön koşulu laiklik karşıtlığı yoluyla demokrasiye yönelik büyük tehlike kanısına dayandığını anladılar mı? Cehenneme dönen Afganistan, Çeçenistan, Cezayir, Saraybosna, Makedonya, Endonezya, Yemen, Mısır, İran, Irak, Habeşistan vd.ile değişik yıksınluklar ve adaletsizlikler içinde çırpınan öbür ülkelerde neler yaşandığını biliyorlar mı? Bağımsızlık olmadan özgürlükten dinsel görevleri yerine getirme güvencesi laiklikten, laiklik olmadan bağımsızlık ve uygarlıktan söz etmenin olanaksızlığın ayırdındalar mı?
Usla, ahlak-sağduyu-vicdan birlikteliğiyle düşünüp kanıya varmalıyız: Mustafa Kemal Samsun’a çıkmasaydı, Amasya Genelgesi’ni yazıp yayımlamasaydı, Erzurum ve Sivas Kongreleri’ni düzenlemeseydi, TBMM’ni toplamasaydı, Sakarya Savaşı’nı kazanmasaydı, Saltanatı kaldırmasaydı, 30 Ağustos Başkomutan Meydan Savaşı’nda zafer sağlamasaydı, Cumhuriyeti ilan etmeseydi, Lozan Barış Antlaşması imzalanmasaydı, Hilafet kaldırılmasaydı, Türk Devrimi Atatürk İlkeleri temelinde gerçekleştirilmeseydi ne olurdu, ne olurduk?
Büyük Atatürk, ulusunun kararına ve silahlı kuvvetlerinin kahramanlığına her zaman güvenmiş, Türkiye’yi yönetenlerin her şeyden önce Türkiye’yi düşünmelerini istemiştir. Nice anlamlı, unutulmaz sözleri hepimize ışık tutmakta, güç vermektedir. Özellikle tam bağımsızlık, savaş, zafer, cumhuriyet, ulusal egemenlik ve barış konusundakiler her gün yeniden okunmalı ve anımsanmalıdır. Tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkesiyle, ekonomik atılım asla unutmamalıdır.
Gerçekleri içtenlikle açıklamalı, çözümleri uygarca tartışmalıyız. Bozuk, sakıncalı ve zamanı geçen cumhuriyet, parlamenter sistem değil, eğitim, ekonomi, siyaset, hukuk, ahlak, laiklik anlayışı, medya ağırlıklı bir çok alandır. Gerçek yenilenme ve değişme zorunludur. Güvensizlik, güçlüklerin nedenidir. Finans sektörü, reel sektör kayırması, ayırması olmadan, uluslararası düzenleyici kuruluşların cenderesinden, hiç ölmeyen müdafaa-i hukuk ruhu, hiç sönmeyen kuva-yi milliye ateşiyle çıkabiliriz. Krizlerin kaosa dönüşmemesi özveri ve öz güvenle önlenebilir., safsata ve şamatayla değil. Gümrük Birliği’nin nelere mal olduğu ortada. Yönümüzü ve yolumuzu belirleyen Atatürk ilkelerini günümüze göre yorumlayarak, Atatürkçe düşünüp Atatürkçe çalışarak sonsuza koşacağız. Atatürk yolu yerine şeriat-tarikat, ABD, AB yolu ya da Baas yolu önererek değil. Korkutarak, aldatarak, atıp tutarak, saldırıp kaçarak hiç değil. Şeriata ve çıkara yaslanarak, ulusal egemenliği yozlaştırıp yargıyı suçlayarak asla. 30 Ağustos’ta karanlıktan aydınlığa çıkan Türk Ulusu onursuz yaşayamaz. Her tür yolsuzlukla, soygunla, yalanla her zaman savaşacak, hangi katta, hangi konumda olursa olsun ulusal birliğimizi ve onurumuzu simgeleyen cumhuriyete gölge düşürenleri dışlayacaktır. 30 Ağustos bu inancın ve istencin anıtlaştığı kutsal gündür.