İYİMSERLİK KÖTÜMSERLİK*
| Metin Murat ARSLAN Emniyet Amiri Bartın Emniyet Müdürlüğü |
Kişilerin iyimser veya kötümser olması;olayları, durumları,objeleri birinci faktör kişinin ruh hali başta olmak üzere kültür,yer,zaman,statü ve rol faktörleriyle bileşkeli algılayışıdır(fenomen olarak isimlendiriliyor).Bu algılayış mutlak objektif olmayıp,subjektif ve görelidir. Fakat bu algılayışı kısır döngü gibi kişinin bakış açısından kaynaklanırken sonuç itibariyle kişinin kendisini,fiziki ve ruhi yapısını etkilemekte ve etkileme alanı genişleyerek çevresini ve olayları da etkilemektedir.
Aynı ortamda bulunan insanlar;aynı fiziksel çevre içinde bulunmakla birlikte;kişilerin duyumladığı dünya,yani algılama ve yaşantı dünyaları aynı değildir. Yani aynı fiziksel çevre içinde birbirinden farklı fenomenlere sahip insanlar var demektir. Örnek vermek gerekirse;aynı fiziksel çevre içinde bulunan iki kişi farklı objeler dikkatlerini çekmek durumu söz konusu olduğundan birisi uçmakta olan kargayı ve gak etmesini duyarken diğeri farkında olmayabilir. Alman Filozofu Edmund Husserl “kişinin farkında olması ile farkında olduğu şey arasında sıkı bir ilişkinin varolduğunu;her bilincin kendine özgü bir niyet geliştirdiği ve bu niyetinin de bilincinin neyi algılayıp nasıl anlamlandıracağını etkileyeceğini “ ifade etmektedir.[1]
İnsanlar karşılaşmış oldukları güçlükleri ne şekilde ele aldıkları iyimserliğini veya kötümserliğini göstermektedir .İyimserleri ele aldığımızda;her türlü güçlüğe karşı kolayca karşı koyabilirler ve güçlükleri çok fazla önemsemezler,kendilerine güvenleri vardır ve hayata karşı kolayca mutlu bir tavır takınabilirler;hayattan çok fazla şey beklemezler,çünkü kendilerini iyi bir şekilde değerlendirirler ve kendilerini önemsiz yada ihmal edilmiş bir kimse olarak görmezler. Böylece hayatta karşılaşmış oldukları güçlükleri yalnızca kendilerinin zayıf ve güçsüz olduklarına inanmalarını haklı gösterecek yeni kanıtlar olarak gören başka tipten insanlarla karşılaştırıldıklarında,bu gibi iyimser kimseler güçlüklere daha kolay katlanabilirler. Daha güç durumlarla karşılaştıkları zaman ise;hataları düzeltmenin her zaman mümkün olduğunu düşünürler. İyimserleri tavır ve hareketlerinden hemen tanımak mümkündür. Ürkek değildirler;açık ve serbest bir şekilde konuşurlar;ne alçak gönüllüdürler,ne de kendilerini engellenmiş ve tutuk hissederler. Bu gibi kimselerin bir heykelini yapmak isteseydik,onları kolları açık,başka insanları kucaklamaya hazır bir halde gösterirdik. Başkaları ile ilişki ve dostluk kurmada hiçbir güçlük çekmezler,çünkü güvensiz değildirler. Konuşmaları tutuk değildir;tavırları,hareketleri,yürüyüşleri tabii ve rahattır. Bu tipin katıksız örneklerine çocukluğun ilk yılları dışında seyrek olarak rastlanır;bununla birlikte,iyimserliğin ve sosyal ilişkiler kurma yeteneğinin bir çok dereceleri vardır ki,bizi yine de tatmin edebilmektedir.
Kötümserler ise;büsbütün farklı bir tiptirler. En büyük eğitim problemleri bu gibi kimselerde karşımıza çıkar. Bunlar çocukluk yaşantılarının ve izlenimlerinin sonucu olarak “aşağılık kompleksi” edinmiş olan kimselerdir. Bu gibi insanlar için her çeşit güçlük,hayatın hiçte kolay olmadığı duygusunu kuvvetlendirmektedir. Çocukken görmüş oldukları hatalı eğitimle desteklenmiş olan kötümser dünya görüşlerinin sonucu olarak,her zaman hayatın kötü yanlarını görürler. Hayatın güçlüklerini iyimserlerden daha çok fark ederler ve kolayca cesaretlerini yitirirler. Bir güvensizlik duygusundan rahatsız oldukları için,hiç durmadan,kendilerine destek olacak birini ararlar. Başkalarından yardım görmek için yapmış oldukları çağrı dış davranışlarından bellidir. Çocukken sürekli olarak annelerinin peşindedirler ve annelerinden ayrılır ayrılmaz ağlamaya başlarlar. Annelerinin peşinden ağlamaları ileri yaşlarda da devam eder. Dış davranışlarındaki çekingenlik ve ürkeklik,bu tipten olan kimselerin anormal tedbirliliğini açığa vurmaktadır. Bu kötümserler,her zaman,pek yakında ortaya çıkabilecek tehlikeleri düşünüp dururlar. Hiç şüphesiz,bu tip insanlar iyi uyuyamazlar. Uyku,gerçektende bir insanın gelişme derecesini ölçme imkanını verecek kusursuz bir standarttır,çünkü uyku bozuklukları,bir güvensizlik duygusu karşısında büyük bir tedbirliliğin belirtisidirler. Bu gibi insanlar sanki kendilerini hayatın tehlikelerine karşı daha iyi savunabilmek için hep tetikte gibidirler. Bu tip bir insan hayattan ne kadar az tat alır ve hayatı ne kadar az anlar !Hayat onun sandığı kadar acı ise;uyku gerçektende iyi bir çare olmazdı. Kötümser bir insan,hayatın bu gibi tabii olaylarına düşmanca bir tavırla yaklaşma eğilimini göstermekle ,yaşamaya iyi hazırlanmamış olduğunu açığa vurmaktadır. Bir insanın hiç durmadan odasının kapısının kilitlenip kilitlenmediğini düşündüğünü,rüyasında hep hırsızlar ve haydutlar la boğuşup durduğunu gördüğümüz zaman,böyle bir kötümser eğilimin varolduğunu tahmin edebiliriz. Gerçekte böyle bir insanı uyurken bedeninin almış olduğu durumdan da tanımak mümkündür. Bu gruptan olan insanlar çoğu zaman oldukları yerde büzülerek ya da yorganlarını başlarına çekerek uyurlar.[2]
Hayat akıp gidiyor. İnsan onun içinde yuvarlanıp gidiyor. Hayatın seyri bize rağmen değişmiyor. Olaylar bazen lehimizde,bazen de aleyhimizde gelişiyor. Çok iyi şartlar mevcut;kendilerinde faydalanılması için bizi bekliyor. Hayat seyrinin içinde yaşadığımız şartların iyi olması,hep bize bağlı. Yani iyimser düşünmemize bağlı. Açık ve berrak zihne sahip olanla,olayları iyi görenler,hayattan zevk alanlardır;mevcut şartlardan faydalanamayanlar,zihnen mahpus kimselerdir. İçlerinde karışıklıklar,problemler vardır. Hayat bazıları için iyi,bazıları içinde kötü değildir. Ona atfedilen sıfatlar bizim yakıştırmalarımızdır. Bizim ona yakıştırdığımız sıfatlar;içinde bulunduğumuz şartlara,kültürümüze,mizacımıza ve düşüncelerimize göre verilmiştir. Mesut olduğumuz zaman hayat güzel,sıkıntıda olduğumuz zaman da kötüdür. Öyle ise,onun kötülüğü veya güzelliği izafidir(görelidir).
Güzel yaşayabilmek,hayattan zevk alabilmek için (bu zevk elbette meşru bir zevktir),insanın ruh ve zihin sağlığına sahip olması lazımdır. Sağlığımız için,hayattan zevk alabilmek için,olayları değerlendirme tarzımız önemlidir. Çünkü bu değerlendirme tarzımız,düşüncelerimizi ve davranışlarımızı şekillendirecek,psikolojik ve biyolojik hayatımızı yönlendirecektir. Bilindiği gibi,güzel ve çirkin;iyi ve kötü izafi kavramlardır. Bana göre iyi olan başkasına göre kötü;başkasına göre güzel olan bana göre çirkin olabilir. Ama insanın hayattan zevk alması için her şeyin ve her olayın iyi ve güzel yanlarını bulması gerekir. Yani insan iyimser olmalıdır. Kainatta yaratılış itibariyle her şeyin bir gayesi vardır;bu gaye idrak edilince bir çok husus kendiliğinden iyileşir ve güzelleşir. Güzel düşünmek,olayları iyi değerlendirmemize ve ruhi sağlığımıza tesir eder.[3]
Hayatta iyimserliğin faydalarından bahsederken,kendimde olduğu gibi iletişimde bulunduğum bazı kişilerce polyannacılık oynadığımız;her an aldatılabilme riskinin olduğu ifade ediliyor veya edilebilir. Fakat her aldatılabilme riskini şüpheci bir bakış açısıyla kronikleştirirsek diğer insanlarla iletişimimiz tabii seyrini terkederek kendimize ve çevremize zarar verir konuma getireceği de muhakkaktır. O halde her olay ve durumda bir güzel yan görebilmek gerekir. Umutların tükendiği yerde bütün yaşam enerjisi biter. Umutları tüketmemek için güzelliği görmeli ve hayatı sevmek yaşamın enerji kaynağı olacaktır. Nasıl ki bir anlık kızgınlıkla hareket,istenmeyen ve pişman olunacak sonuçlar verebiliyorsa;kötümser bakış açısı da kötümser sonuçlar üretecektir. Çok tekrarlanan bir fıkra da şöyledir:
4-5 arkadaş yolda giderken bir köpek ölüsüne rastlıyorlar. Bir tanesi “bakın kuyruğu çürümüş”,bir tanesi “bakın karnı deşilmiş” bir diğeri”bakın tüyleri dökülmüş!”derken birisi de”bakın dişleri ne kadar parlak” diyerek o kadar çirkin görülebilecek durumlarda dahi bir güzelliğin olacağı yönü ve iyimserliğin bakış tarzını göstermiştir.
Bu tarz bakış açısına bir başka örnek de :
Adam yolda yürürken büyük bir gökdelen inşaatının yanında durdu. İnşaatın girişinde bir şeylerle isteksizce uğraşan bir işçi gördü.
-“Kolay gelsin “ dedi.
-“Bu sıcakta mı?” dedi.
-“Doğru işiniz çok zor.”
-“Bütün gün mahvoluyoruz. Bu Allah’ın belası yerde çimentoyla uğraşıp,toz içinde yüzüyoruz. Bir iki saat içinde yorgunluktan bitiyorum,sonrası bir sürü angarya,getir .götür.”
-“Allah kolaylık versin!” dedi ve adam yoluna devam etti. Kaldırımı döndüğünde,aynı inşaatın diğer tarafında çalışan başka bir işçi gördü.
Yüzünde gülümseme,ıslık çalarak,diğer işçinin yaptığı işi yapıyordu.
-“Kolay gelsin” dedi adam.
İşçi gülümseyerek döndü ve “Sağol” dedi.
-“İşiniz çok zor değil mi?”
-“Zor ama iyi yapıyoruz” dedi işçi. “Bu bina şehrin en büyük binalarından biri olacak ve bunu biz yapıyoruz. Kesinlikle kolay değil,ama hep beraber başaracağız. Yoruluyorum,ama bu başarıya ortak olduğum için yorgunluğumu unutuyorum” dedi ve gülümsedi.
Adam uzaklaşırken “Ne kadar garip” diye düşündü. “Aynı işi yapan iki işçi ve ne kadar farklı düşünüyorlar. Birisi yaptığı işten bıkmış,diğeri bir başarıya ortak ve mutlu.”[4]
Elbette ki hayatta bir çok olumsuzlukla;güçlünün güçsüzü ezmesi;haksızlıklar olabilmektedir. Fakat unutulmamalıdır ki;kötümserlik çare üretmemek de,olabilecek çareleri yok etmektedir. İyimserlik ise;çare üretebilme imkanı verebilmektedir.
D.Cüceloğlu, The Awekened Warrior isimli kitapta Terry Dobson’un makalesinden aktardığı olay konumuza ilginç boyut kazandırmaktadır. Terry Dobson,Aikido’nun kurucusu ve dünyanın en büyük dövüş ustası olarak bilinen japon Usta Ueshiba’nınbaşasistanlığına kadar yükselmiş birisi. Asistanlığı sırasında uzun yıllar Japonya’da kalmış Başından geçen olay anlatılmakta.
“Bir gün Tokyo’da hayatımın dönüm noktalarından birini yaşadım. Bir bahar gününün öğleden sonrası idi ve tren oldukça boştu. Çocuklarıyla alışverişe çıkmış birkaç ev kadını,yaşlı iki üç çift vardı vagonda. Tren istasyonlar da duruyor,pek inen binen olmuyordu. Bir istasyonda içeriye avazı çıktığı kadar bağıran,pis ve leş gibi kokan amele kılıklı sarhoş birisi geldi. Sendeleye sendeleye içeri girdi .Üzerinde ki kusmuk kurumuştu ve ekşi ekşi kokuyordu. Önüne çıkan ilk kişiye –bu kucağında bebek tutan bir kadındı-bir yumruk salladı. Kadın geri çekildiği için yumruk omuzuna isabet etti ve onu vagonun öbür ucundaki yaşlı bir çiftin kucağına savurdu. Yumruğun bebeğe vurmaması bir mucizeydi. Yaşlı bir kadın kalkıp sarhoştan uzaklaşmaya çalışırken adam ona da bir tekme savurdu. Kadın tekmeden kaçarken sarhoş “seni pis orospu!” diye küfrediyordu. Vagonun ortasındaki demiri yerinden çıkarmak istedi ve sağ eli kanıyordu. Herkes korkuyla sinerken o kime saldıracağını kestirmek üzere etrafa göz attı.
“Oturduğum yerden kalktım. O zaman 1.90 boyunda,100 kilo ağırlığında,günde 8 saat aikido eğitimi gören biriydim. Kendime güvenim tamdı. Henüz gerçek dövüş için kendimi denememiştim. Aikido hiçbir zaman bir saldırı aracı olarak kullanılmamalıydı,hocam bana sürekli aikidonun bir barış gücü olarak kullanılmasını;ancak başkalarını korumak gerekirse dövüşme aracı olarak kullanılacağını söylemişti. Hocam,aikido,çatışmayı çözmek için kullanılır,çatışma yaratmak için değil derdi. Hocama saygım o kadar yüksekti k,birkaç kere sokak serserileriyle kavga etmemek için kaldırım değiştirdiğimi hatırlıyorum. Fakat içimden “Şöyle haklı bir durum çıksa da;başkalarını haksız yere rahatsız eden,zayıfları ezen biri üzerinde bildiklerimi bir uygulayabilsem” arzusu geçerdi.
“İşte dedim;şimdi bildiklerimi uygulamanın tam zamanı. Bu terbiyesiz hem sarhoş,hem küfürbaz,hem de kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan küstahın teki. Ona haddini bildirmezsem,şimdi bir masumun canını yakacak,içim rahat olarak onun pestilini çıkarabilirim.
“Beni ayakta görünce bana şöyle bir baktı ve “Bu yabancı piçinin Japonlara nasıl saygı gösterildiği konusunda bir derse ihtiyacı var.” diyerek ağzından tükürükler saçarak konuştu. Ben onu kızdıracak şekilde vagonun tavanındaki demirinden tutmuş hafifhafif sallanıyordum. Ona önemsenmeyen küçümseyen bir şekilde baktım. Soğukkanlıydım,çok iyi eğitilmiştim ve ne yapacağını iyi bilen birinin güveni içindeydim.
“Sana bir ders vereyim de hiç unutma,pezevenk!” diyerek üzerime yürüdü. Hiç yerimden kıpırdamadım,hatta ona gözlerimi süzerek bir ibne öpücüğü gönderdim. Bana saldırmak üzere tam tavrını aldı. Saldırmadan birkaç saniye önce,birisi “hey!” diyerek ona seslendi. Hem ben hem sarhoş döndük ve küçük bir ihtiyar adamı gördük. 70 yaşlarında olmalıydı,kimono ve hakaması içinde tertemiz giyimli biriydi. Bana hiç bakmıyordu,ama sarhoşla sanki önemli bir sırrı paylaşacakmış gibi gözlerinin içi gülerek bakıyordu.
“Buraya gel”diye eliyle işaret yaptı. “buraya gel ve benimle konuş”. Sarhoş sanki kendine ip bağlanmış kukla gibi yaşlı adamın yanına gitti. Önünde durdu,yukarıdan bu küçük adama baktı ve”Ne istiyorsun içi kurumuş adam bozması,osursam seni düşürürüm” dedi. Sarhoş yaşlı adama saldırmaya kalksa onu hemen altıma alacaktım. Ama yaşlı adam gözlerinin içi hiç korkusuz “Ne içiyordum sen arkadaşım?” diye gülerek ona sordu.
“Saki içtim,maymun yüzlü moruk. Benim içtiğimden sana ne?” diye yaşlı adama hakaret etti. Yaşlı “Oo,çok güzel,gerçekten çok güzel,çünkü ben sakiyi severim. Her akşam üstü ben ve karım -o şimdi 76 yaşında-biraz saki ısıtır,bahçemize büyükbabamın öğrencilerinin onun için yaptığı divanın üstüne oturur,yavaş yavaş sakimizi içeriz. Günün batışını seyreder ve hurmalarımıza bakarız. Geçen yıl ki soğuklardan hurmalarımız hırpalandı. Benim büyükbabamın dedesi o hurmayı dikmişti. Sakimizi içerek hurmaya bakarız,güneşin batışını izleriz.” Güleryüzlü bir dostun diğeriyle konuşmasında ki rahatlık ve sevecenlik le sarhoşun yüzüne bakıyordu.
“Sarhoş,bu yaşlı adamın söylediği şeylerin ayrıntılarını takip etmeye çalışırken yüzü yumuşamaya başladı. Sıkı yumrukları gevşedi ve yaşlı adam sözünü bitirince. “Ben de saki severim.”dedi ve sesi yumuşadı eski haşinliğini kaybetti.
“Yaşlı adam”Evet eminim senin de harika bir hanımın vardır.”
“Sarhoş hüzünlü hüzünlü başını sallamaya başladı. “Hayır,ben de karı yok,aile yok.” Trenin sallanmasına uyan bir baş sallamasıyla sözünü tekrar etti. Biraz durdu ve biraz önceki haliyle hiç uyuşmayacak bir yumuşak sesle “Ne karım var,ne evim var,ne elbisem var,param yok,işim yok,yatacak yerim yok,kendimden utanıyorum”dedi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Birdenbire kendimden utandım. Temiz elbiselerimden,tutumumdan utandım;kendimi o sarhoştan daha kirli hissettim.
“Yaşlı adam”vay,vay gerçekten de kötü bir şanssızlık olmuş” diyerek onu anlayışla dinledi Ama,onun mutlu ve coşkulu gözleri yine aynıydı.”Gel şuraya otur,hadi bakalım,bana hepsini anlat.”
Bu esnada ineceğim istasyona gelmiştim. Vagondan dışarı çıkarken yeniden adama dönüp baktım;sarhoş bir çuval gibi kanepeye yığılmış ve yaşlı adamın kucağına başını koymuştu. Yaşlı adam kurumuş kusmuklu başı okşuyordu,gözlerinde anlayış ve şefkat vardı.
“Tren istasyondan ayrılırken oradaki kanepeye oturup,bu yaşantıyı yeniden gözden geçirmek istedim. Benim,kasla ve kemikle başarmaya çalıştığımı,yaşlı bir adam gülümseme,anlayış ve şefkat dolu birkaç cümle ile başarmıştı. Gerçek aikidoyu şimdi gördüğümü anladım .Kurucusunun dediği gibi”aikido bir uzlaşma sanatı” idi,bir dövüş aracı değil. Kendimi ahmak,saldırgan ve kaba hissettim. Bu olaydan sonra tamamiyle farklı bir anlayışla aikido çalışması yapmam gerektiğini görebiliyordum.”
Kendi milletimizin tarihsel sürecine baktığımız da;bir çok kötümserlik kaynağı olabilecek,umutlar artık tükendi denebilecek anlar da dahi bir umut,iyimserlik ve sabır taşıyarak diğer insanlarımıza ve gelecek kuşaklara örnek teşkil etmişlerdir.
Gelişen olaylar bizi kötümserliğe götürmesi sözkonusu olduğunda bireysel ve toplumsal başarıyı engelleyeceği bir gerçektir. Bu tarzdaki kişilerin düşüncelerine baktığımızda:”Hiçbir işi başaramam,işe yaramayacağını biliyorum,çok beceriksizim,benim yeteneğim yok,hiç yararı yok,bu gün günümde değilim,asla kazanamam,tek sahip olduğum şans kötü şans,bu imkansız”olmaktadır.
O halde ne yapmalı? İlk başta sosyal değişim konusunda inançlı,bilgili ve aksiyoner olmak gerekir.
İyimserliğin başarıyı davet etmesini örneklerle açıklayalım. Ayakkabı pazarlamasıyla uğraşan bir satıcı, ayakkabı satmak için bir adaya gittiğinde gözleri fal taşı gibi açılır. Ve derhal şirkete telefon açar. “Ben hemen geri dönüyorum. Burada kimse ayakkabı giymiyor.” 2 ay sonra aynı adaya giden başka bir ayakkabı pazarlamacısının da gözleri, adadakileri gördükten sonra fal taşı gibi açılır. Ve o da şirketine telefon açar ve şunları söyler. “Bana derhal 10 bin çift ayakkabı gönderin, bu adada da kimse ayakkabı giymiyor.”. Olaylara bakış açımız bizim önümüzde en büyük engel olduğu gibi, bazen de en büyük yardımcımızdır.
Jean Dominique BAUB, 8 Aralık 1995 günü geçirdiği beyin kanaması sonucunda derin bir komaya girnişdi. Belki de o hayatı boyunca böyle bir şeyi hayal olarak bile zihin dünyasına misafir etmemişti. Komadan bütün hayat fonksiyonlarını kaybetmiş olarak uyandı. Hareket edememekte,yemek yiyememekte hatta nefesini bile zor almakta idi. Sadece ona vefalı davranan tek organı gözü idi. Ve o varım demek için garip bir yol seçti kendine. Yardımcısı ona alfabeyi okuyor,o ise durmasını istediği yerde gözünü kırpıyor,böylece kelimeler ve cümleler oluşuyordu. Tıpta”Locked in syndrome” adı verilen hastalığa yakalanan yazar böylelikle ölümüne dek süren,umutsuz,ızdırap dolu haftalarını,yılmadan,tek iletişim organı olan gözünü kullanarak insanlığa ulaştırmayı başardı. Kitabı “kelebek ve Dalgıç Giysisi” adıyla ülkemizde de çevirisi yayınlanmıştır.[5] Gözlerinden başka bir organı faaliyette olmayan bir insan iyimserliğini elden bırakmadan bir kitap yazıp insanlığa hediye edebiliyorsa acaba biz sağlamlar ne yaptık,ne yapmadık,ne yapmamız lazım diye hiç düşünüyor muyuz! İşte bu çok önemli bir ibret sahnesi!
Sonuç itibariyle;hayatta başarının sırrını yakalamak ,iyimser bakış açısından geçmektedir. Tarih de ki birçok ümitsiz görülen süreçlerin aşılması, yeni ümitlerin yeşermesi,hep iyimser olmakla mümkün olmuştur. Diğer türlü ne koca tarih yazılırdı,ne kurtuluş savaşı kazanılabilirdi. Bizler bu yönde değişim yapmak için adım atarsak görün bakın neler değişecek!
* Metin Murat ARSLAN,Bartın İl Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Emniyet Amiri,Sosyolog.Abant İzzet Baysal Üni. Eğt.Prog.ve Öğr.A.B.D. Doktora Öğrencisi. polbim@e-kolay.net.
[1] Doğan CÜCELOĞLU,”Savaşçı”,Sistem yay.,s.26,1999 İstanbul.
[2] Alfred ADLER,”İnsan Tabiatını Tanıma”,T.İş B.Yay.,s.306-309,1998 İstanbul.
[3] Hayrani ALTINTAŞ,”İnsan ve Psikolojisi”,Kül.Bak.Yay.,s.2871989 Ankara.
[4] A.Şerif İZGÖREN,”İş Yaşamında 100 Kanguru”,Acedemyplus Yay.,s.78,199 Ankara
[5] Kaan BÖKE,”Sınırları Dinamitleyin”Fonart Yay.,S.66-68,İstanbul 2000.