Seviyoruz Ağlamayı Acı ve Acıklı Yaşamayı
Hani acı ve acıklı yaşam beklentisi de yok değildir çoğumuz için; “Saat üç oldu hala gülüyorum hadi hayırlısı bakalım” sık sık duyduğumuz cümlelerdir bir acı beklentisi gerçeğinin belirtisi olarak.
Şehir içi minibüsün iç panelinde görmüştüm yıllar önce; “Allahım benim canımı öyle bir sonbahar akşamı al ki o hain sevgili mezarıma getirebilecek çiçek bulamasın!..”
Bir başka tarihte de şehir içi trafikte görmüştüm; kaportası delik deşik olmuş, en iyi olasılıkla 74 model Murat 124’ün bir ucu yerde sürünen tamponunda:Yıkılmadım Ayaktayım…
Seviyoruz arabesk yaşantıyı. Yaşam stilimiz olmuş diyebilirim. Kaybedenlerin ve kaybetmeyi kabullenip “elimden birşey gelmez ben bu durumu düzeltmek için bir şey yapmayacağım” ın kabulleniş tepkisidir bu aslında.
Bir yakınım sinemaya gitmiş ve belli ki çok beğenmiş filmi. Sordum nasıldı film? Diye. İç geçirerek cevap verdi “çook hoştu”.
Tekrar sordum: Neden? “bi ağladık bi ağladık hiç sorma”. Ağladığı için çok mutlu olmuş. Seviyoruz ağlamayı acıyı ve acıklı yaşamı.
Peki nerden kaynaklanıyor bu arabesk tepkiler?
Çok acı çektiğimizden mi? Siz dünyanın rahat ama bizim hep zor şartlarda olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Yoksa hayatın sizinle inatlaştığını mı? Acaba kader sadece size mi gülmüyor? Ya da tüm terslikler sizi mi buluyor? Bu sorular uzar gider.
Bence bu arabesk tepkilerimiz büyüdüğümüz ailede yani anne babalarımızdan öğrendiğimiz bir yoldur. Nasıl mı? Anlatayım.
Nerde bu devlet: Gittin Geldin O salak Halalarına Çektin!
Çocuğunuz 4-5 yaşlarında olsun. Sizden bir şey istesin.
Örneğin; “baba bana oyuncak al” demiş olsun.
Sizin tepkiniz muhtemelen şöyle olur “oğlum sana niye oyuncak alayım? Bak geçen hafta aldığım oyuncağı naptın? Kırdın. Kırmasaydın alırdım sana oyuncak.”
Çocuk tekrar eder “baba bana oyuncak al”
Baba cevap verir: “oğlum sen anlamıyor musun bin kez dedim. Kırmasaydın oyuncağını alırdım sana. Çocuk: “baba bana oyuncak al”. Baba hiddetlenir oğlum sen anlamıyor musun? Gittin geldin o aptal dayılarına çektin (oğluyla muhatap olan anne ise “Gittin geldin o salak halalarına benzedin” der). İhtiyacı karşılanmayan çocuk ağlamaya başlar.
Anne yada baba çocuklarını susturmak için “tamam tamam ağlama iş dönüşü sana bir oyuncak alalım” der.
Bu tarzdaki örnekleri çoğaltabilir. Bu durumda karşımıza çıkan senaryo nasıldır?
1-Çocuk bir şeye ihtiyaç duyar.
2- İhtiyacı giderilsin diye ağlar ve;
3- İhtiyaçları büyükleri tarafından karşılanır.
Bu davranışlarını anne baba sık sık yapınca çocuk bir sorunla karşılaştığında yada birşeye ihtiyaç duyduğunda ağlamaya başlar. Çünkü anne baba böyle öğretmiş oldu. Bu çocuk büyür otuz yaşına gelir bir sorunla karşılaştığında da “nerde bu devlet” der. Bu tipik ağlama sendromudur.
Bir Ağlama Sendromu: Sandy Kasırgası:
Aile ortamında öğrendiğimiz; bir sorun karşısında “ağlama” mızmızlanma gibi davranışları doğal felaketlere maruz kaldığımızda da sergiliyoruz maalesef. Bunun en güzel örneğini Amerika kıyılarını vuran Sandy Kasırgası’nda gözlemledim. Kasırga sırasında New York da Brooklyn’deydim. Saat 20.15 civarında tam etkisini gösteren kasırga gece yarısı şiddetlenerek sabahın erken saatlerine kadar sürdü. Uyandığımızda, bulunduğum semtte binlerce ağacın köklerinden sökülmüş, binlerce aracın ve okyanus kenarındaki işyerleri evlerin sular altında kalmış, ulaşımın durmuş,
çoğu yerde elektriğin gitmiş metronun da çalışmadığını gördüm. Belki, 1999 da yaşadığım depremdeki kadar kaybedilen insanlar yoktu ama manzara Marmara depremine çok benziyordu. İkinci gün bu sorunlara bir de benzin yokluğu sorunu da eklenmişti dünyanın en gelişmiş ülkesinde. Fakat oradaki insanların olaylara vermiş olduğu tepkiler bizden çok farklı geldi bana. Ertesi gün çoğu felaket yerlerini dolaştım. Sadece ben değil Amerikalılarında büyük bir çoğunluğunu yollarda felaket yerlerinde gördüm. Ama ne ağlayan gördüm, ne gitti tüm mal varlığım diye kendini yerden yere atan ne de battım bittim nerde bu devlet yada belediye diye bağıran gördüm. Hemen hemen herkesin ellerinde fotoğraf makinası ya da telefon sürekli kayıt yapıyor poz verip fotoğraf çekiniyor. Sanki felaket değil de bir panayır var. İnsanlar bir öncesi gün de güldüğü gibi gülüyor şakalar yapıyor sular altında kalmış işyerinin önünde hem de iş yeri sahibiyle pozlar verip fotoğraflar çektiriyorlardı. Siz diyeceksiniz ki: hocam ama bunlar ve iş yerleri sigortalı ondandır. Hayır efendim o gün Amerikalılarla birlikte benim de öğrendiğim şey: okyanus felaketleri için 40 dolar daha para yatırıp ayrı sigorta yaptırmaları gerçeği. Çünkü çoğu yatırmadığı için o parayı sigortadan para alamayacaklardı. İnsanlar şunu biliyor: o ülkede ağlamak yada kendini yere atmak sorunları çözmediği için daha sağlıklı bir tepki yolu geliştirmiş olmaları. Düşünsenize adamın iş yeri ve geleceği sular altında ve siz o iş yerinin önünde fotoğraf çektiriyorsunuz. Bu yetmiyormuş gibi bir de adamı dekoratif olarak kullanıyorsunuz “gelin siz de aramıza birlikte çekilelim” diye. Maazallah cinayet sebebidir bu davranış ülkemizde, sen benim derdimle dalga mı geçiyorsun diye.
Ama yaşadığım bir güzellik de ikinci günden sonra New York’da bulunan Türk derneklerinin ve okullarının (yanlış hatırlamıyorsam Lise düzeyinde bir okuldu) sokaklarda Türk bayraklı montlarıyla ücretsiz felaketzedelere çorba-ekmek dağıtmalarıydı…