Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

HİLAFETİN KALDIRILMASI


M.Yavuz ELBİRLER

                                                                                          1.Sınıf Emniyet Müdürü

                                                                                                Polis Başmüfettişi

‘’Ey Türk Milleti , sen yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih kurduğun medeniyetlerin övgüleriyle doludur. Varlığına kasteden siyasi ve toplumsal etkenler birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da  on bin yıllık fikir ve kültür mirası ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor, hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında layık olduğun yeri sana parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel…

Bu senin için hem bir hak hem de bir görevdir.’’

 

                                                                                          Mustafa Kemal ATATÜRK

Tarihi her geçen gün bilimsel araştırmalar sonucu, on bin yıldan öteye giden, Orta Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’ya genişleyen coğrafyada İslam öncesi ve sonrası onlarca devletler ve imparatorluklar kurmuş, bin yıldır anayurt olarak mesken tuttuğu Anadolu’da milli varlığını pekiştirmiş Türk Milleti;  1919’dan itibaren Türk’ün onurunu, namusunu, ezilmişliğini, verdiği milli mücadele ile kurtarmış, bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmuş, hür ve muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmayı hedefleyen yeni bir toplum yaratmış ve yapılanları devam ettirebilmek için tarihinin en büyük inkılaplarını gerçekleştirmiştir.

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti varlığını ve bekasını sağlayan Türk milleti ve Türk vatanı, kökü dışarıda uzantıları içeride çeşitli kılıklar ve görüntüler altında tehdit  ve tehlikelerin hedefi halinde; Tehdit unsurlarının amaç ve çıkarları doğrultusunda; komünistlerin, nasyonal sosyalistlerin, faşistlerin, emperyalistlerin, kapitalistlerin, hilafet taraftarlarının, yobazların sahte softaların önceleri ayrı ayrı, son zamanlarda birlikte; Türk Milletini etnik azınlıklara bölmeyi, kültür mozaiği safsataları ve modaistliğiile Anadolu’nun siyasi kültürel birliğini parçalamayı Türk milletini ümmet düzeyine indirgemeyi öngören davranış ve eylemleri açıkça  görülüyor.

Atatürk İlke ve İnkılapları ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Temel nitelikleri tek tek göz ardı edilerek kurumlar etkisizleştirilmek için planlı bir şekilde yıpratılmaya çalışılırken Türk Milletinin temel yapısı ,aileden başlayarak, toplumun Milli Kültür değerleri her yol denenerek yok edilmeye çalışılıyor.

Bir kısım sözde aydınlar, siyasetçiler ve siyasi kadroları, medya patronları, kendi  çıkarları, hırsları, yabancılaşma özentileri sonucu demokrasi ve insan hakları örtüsü altında tehdit unsuruna uygun ortamlar hazırlıyor, destek oluyorlar.

Bu sebeple; Hilafetin kaldırılışının (3 Mart 1924) yıldönümünde, hilafetin ne olduğunun ve neden kaldırıldığının önce ATATÜRK’ün NUTUK ta yaptıkları açıklama ve sonrada devrin Adalet Bakanı Seyyid Bey’in T.B.M.M.’de yaptığı açıklamalar ışığında öğrenilmesinin yerinde olacağını düşünerek teşkilat mensuplarının  bilgisine sunmayı bir görev addettik.

Atatürk,  Hilafetin kaldırılması konusunda nutukta şöyle demektedir;

‘…Bu yazışmadan sonra savaş oyunları dolayısıyla İsmet Paşa ve Milli Müdafaa Vekili bulunan Kazım Paşa’da İzmir’ e gelmişlerdi.Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’ da zaten orada bulunuyordu. Hilafet’in kaldırılması lüzumunda kanaatimiz birleşmişti. Aynı zamanda Şer’iye ve Evkaf Vekaletlerini de kaldırmak ve öğretimi birleştirmek kararında idik.

1924 yılı Martının birinci günü Meclis’in  tarafımdan açılması gerekiyordu.

24 Şubat 1924 günü Ankara’ ya dönmüştük. Orada da gereken kimselere kararımı bildirdim.

Meclis’te, bütçe görüşmeleri devam ediyordu. Hanedanın ödeneği ve Şer’iye ve Evkaf Vekaletlerinin bütçeleri üzerinde durulmak gerekiyordu. Arkadaşlar bu maksada göre konuşmalara ve tenkitlere başladılar; görüşmeler ve münakaşalar uzatıldı. 1 Mart günü, Büyük Millet Meclisi’nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim nutukta, şu üç noktaya özellikle belirttim:

1- Millet, Cumhuriyetin bu gün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve ebedi olarak korunmasını istemektedir. Milletin isteği, Cumhuriyetin, tecrübe edilmiş ve müspet neticeleri görülmüş olan bütün prensiplere bir an   önce ve tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir.

2-Millet umumi efkarında tespit olunan eğitim ve öğretimin birleştirilmesi prensibinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz.

3-İslam dininin, yüzyıllardan beri yapıla geldiği gibi bir siyaset vasıtası olarak kullanılmaktan kurtarılması ve yüceltilmesinin şart olduğu hakikatini de tespit ediyoruz.’’

2 Mart günü Parti Grubu toplantıya çağrıldı. İşaret ettiğim bu üç mesele ortaya konularak görüşüldü. Esaslar üzerinde anlaşmaya varıldı. 3 Mart günü, Meclis’in birinci oturumunda gelen evrak arasında, şu önergeler okundu:

1-Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı  Hanedanının Türkiye’den çıkarılması hakkında,Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının kanun teklifi.

2-Şer’iye   ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye Vekaletlerinin hakkında Siirt mensubu Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının kanun teklifi.

3-Eğitim ve öğretimin birleştirilmesi hakkında Manisa mebusu Vasıf Bey ve elli arkadaşının önergeleri  verilmiştir. Başkanlık kürsüsünde bulunan Fethi Bey:

-Efendim, birçok imzalarla gelen bu kanun tekliflerinin derhal görüşülmesi hakkında teklifler vardır. Yüksek oyunuza sunacağım dedi ve kanun tekliflerinin ilgili komisyonlara gitmeden hemen görüşülmesini oya koydu ve kabul edildiğini bildirdi.

İlk itiraz Kastamonu mebusu  Halil Bey tarafından yapıldı. Görüşmeler sırasında Halil Bey’e bir iki kişi daha katıldı. Tekliflerin lehinde uzun konuşmalar yapan bir çok değerli konuşmacılar kürsüye çıktılar.

Önerge sahiplerinden başka, rahmetli Seyit Bey’in ve İsmet Paşa’nın ilmî ve inandırıcı konuşmaları her zaman için okunmaya değer. Görüşme ve münakaşalar beş saat kadar devam etti. Saat 18.45’te, görüşmeler bittiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429., 430. ve 431. kanunlarını çıkarmış bulunuyordu.

Bu kanunlara göre ‘Türkiye Cumhuriyeti’nde millet işleriyle ilgili kanunları yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümete ait’’ ve ‘’Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmış’ oldu.

Halife, vazifesinden uzaklaştırıldı ve Hilafet makamı kaldırıldı ve uzaklaştırılan Halife ve tarihten silinmiş Osmanlı saltanatı hanedanın bütün mensuplarına, Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturmak hakkı ebedi olarak yasaklandı.

Hilafet makamının muhafazasında dini ve siyasi menfaat ve zaruret bulunduğunu zannedenlere verdiğim cevap: Müslümanları bir Halife  korkuluğuyla hala uğraştırmak ve aldatmak gayretinde bulunanlar bilhassa Türkiye’nin düşmanlarıdır.

Efendiler, Hilafet makamının muhafazasında dini ve siyasi menfaat ve zaruret bulunduğunu zanneden bazı kimseler, arz ettiğim kararların alınmakta olduğu son dakikalarda, Hilafet’in benim tarafından yüklenilmesi teklifinde bulundular. Bu gibilere hemen gereken cevabın vermiştim. Sırası gelmişken diye bir noktayı da  arz edeyim. Büyük Millet Meclisi Hilafet’i kaldırdığı zaman, Antalya mebusu , din bilginlerinden Rasif Efendi Kızılay adına Hindistan’da bulunan bir heyetin başkanlığında bulunuyordu.Rasif Efendi, Mısır’a uğrayarak Ankara’ya döndü. Benden görüşme isteyerek şunları söyledi: ‘Gezdiği memleketlerde, Müslüman halk benim halife olmamı istiyormuş… Yetkili İslam heyetleri Rasif Efendi’ye, bana bu hususu bildirmek için vekil tayin etmişler.’ Rasif Efendi’ye verdiğim cevapta; Müslümanların bana olan bağlılık ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra dedimki: ‘Zatıaliniz din bilginlerindensiniz. Halifenin devlet başkanı olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan Müslüman halkların bana ilettiğiniz arzu ve tekliflerini, ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem bana o halkların başında bulunanlar razı olur mu?  Halife’nin emir ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler, emirlerimi yerine getirmeye muktedir midirler? Bu durumda manası, fonksiyonu olmayan asılsız bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı? ’

Efendiler, açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslümanları bir halife korkuluğuyla hala uğraştırmak ve aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve bilhassa  Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyun üzerinde hayal kurmak da ancak cahillik ver gaflet eseri olabilir.

Rauf Beylerin, Vehip Paşaların , Çerkes Ethem ve Reşitlerin, bütün yüzelliklerin , kaldırılmış hilafet ve saltanat hanedanı mensuplarının bütün Türkiye düşmanlarınınelele vererek aleyhimizde alabildiğine uğraşıp durmaları, din gayretiyle midir? Sınırlarımıza yapışık merkezlerle, hala Türkiye’yi mahvetmek  için ‘Mukaddes İhtilal’ adı altında haydut çeteleri , suikast tertipleriyle çılgınca aleyhimizde çalışanların maksatları  hakikaten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu gafil olmak lazımdır.

İslam ümmetlerini ve Türk Milletini, bu kadar aşağı sanmak ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakter saflığından aşağılık ve canice maksatlar için faydalanmak yolunda devam etmek, artık o kadar kolay olmayacaktır; küstahlığın da bir derecesi vardır. ‘’ demektedir. Burada önce Şeyh Safvet Efendi ile elli üç arkadaşının hilafetin kaldırılması ile ilgili kanun teklifini gerekçesi ile birlikte gördükten sonra, devrin Adalet Bakanı Seyfi Beyin TBMM de yapmış olduğu konuşmayı teşkilat mensuplarının bilgilerine sunuyorum:

‘Hilafetin Kaldırılmasına  Osmanlı Hanedanının Türkiye dışına çıkarılmasına  ilişkin Urfa milletvekili Şeyh Safvet Efendi ile elli üç arkadaşının kanun teklifi gerekçesi.’

Yüce Başkanlığa,     

Türkiye Cumhuriyeti içerisinde hilafet makamının varlığı Türkiye’yi iç ve dış politikasında iki başlı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve milli hayatında ortaklık kabul etmeyen  Türkiye’nin görünüşte ve dolaylı bile olsa ikiliğe katlanması mümkün değildir. Asırlardan beri Türk Milletinin felaket sebebi ve sonunda bir Türk İmparatorluğu’nun doğrudan ve anlaşma ile çökmesinin vasıtası olan hanedan olan hanedanın hilafet kılığı içerisinde Türkiye’nin varlığına daha etkili bir tehlike olacağı katlanılan deneyimlerle kesinlikle kanıtlanmıştır.

Bu hanedan Türk milletiyle ilişkisi olan her durum ve milli varlığımızın kuvveti için tam bir tehlikedir. Gerçekte hilafet, islamın ilk dönemindeki yönetimde hükümet anlam ve göreviyle ortaya çıkarılmış olduğundan dünya ve dini bütün görevlerin yerine getirilmesiyle yükümlü olan zamanımız Müslüman hükümetleri yanında ayrıca bir hilafetin varlık sebebi yoktur. Gerçek bundan ibarettir. Türk Milleti güvenliğini korumak için gerçeklere uymaktan başka bir hareket tarzı seçemez. Biriken Karışıklıkların açık ve kesin bir şekilde çözümü için aşağıdaki maddelerin bugün hemen ve acele görüşülmesiyle kanuni yet kazanmasının öneririz.3 Mart 1924’’

Kanun Teklifi Metni

‘’Madde 1- Halife tahttan indirilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet anlam ve kavramında esasda var olduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır.

Madde 2-Tahttan indirilen halife ve yıkılan Osmanlı saltanatı ailesinin erkek ve kadın bütün üyeleri ve damatlar Türkiye Cumhuriyet’i ülkesi içerisinde oturma hakkından sonsuza dek yasaklanmışlardır. Bu aileye bağlı kadınlardan doğan kimselerde Osman Hükümdar ailesinden sayılır.

Madde 3- İkinci maddede adı geçen kimseler bu konunun ilanı tarihinden başlayarak en çok on gün içerisinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarını terke mecburdurlar.

Madde 4- İkinci maddede adı geçen kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hakları kaldırılmıştır.

Madde 5- Bundan böyle ikinci maddede adı geçen kimseler  Türkiye Cumhuriyeti içerisinde taşınmaz malları tasarruf edemezler. İlişkilerinin kesilmesi için bir yıl süreyle vekil aracılığı ile devletin mahkemelerine baş vurabilirler. Bu sürenin geçmesinden sonra hiçbir mahkemeye başvurma hakları yoktur.

Madde 6- İkinci medde de  sözü geçen kimselere yolculuk giderlerine karşılık bir defaya mahsus ve servetleri derecesine göre birbirinden farklı olmak üzere hükümetçe uygun görülecek paralar ödenecektir.

Madde 7- İkinci maddede  sözü geçen kimseler Türkiye Cumhuriyeti toprakları içerisinde bütün taşınmaz mallarını bir yıl içerisinde hükümetin bilgi ve onayı ile tasfiyeye mecburdurlar. Bu taşınmazları  tasfiye etmedikleri durumda, bunlar hükümet tarafından tasfiye olunarak bedelleri kendilerine verilecektir.

Madde 8- Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde tapuya bağlı taşınmaz malları millete intikal etmiştir.

Madde 9- Kaldırılan padişahlık sarayları ve köşkleri  ve diğer oturulan yerler içerisindeki mefruşat, takımlar, tablolar, sanat eserleri ve diğer tüm taşınır mallar millete intikal etmiştir.

Madde 10- Padişah malları adı altında olup evvelce millete devredilen mallar ile birlikte kaldırılan  padişahlığa ait bütün mallar ve geçmiş padişah hazineleri içindekileri ile birlikte saray , köşkler ve diğer oturulan yerler ve toprak millete intikal etmiştir.

Madde 11- Millete intikal eden taşınır ve taşınmaz malların tespit ve korunması  için bir tüzük düzenlenecektir.

Madde 12- Bu kanun ilan tarihinde yürürlüğe girecektir.

 Madde 13- bu kanunun  yürütülmesine Bakanlar Kurulu görevlendirilmiştir…..’’

Kanun Teklifi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi  Genel Kurulunda  Görüşülmesi sırasında Adalet Bakanı  Seyyid Bey’in yapmış oldukları konuşma metni.

‘’İzin verirseniz bendeniz de bu  halifelik meselesi hakkında biraz açıklamada bulunayım. Mesele pek önemli olduğundan ve hatta tarihimizde ve belki de bütün sosyal olaylar arasında en büyük bir devrim demek olduğundan bu yolda ne kadar söz söylense yine azdır. Diyebilirim ki; İslam tarihinde çok büyük bir devrim yapıyoruz. Bu devrimin büyüklüğündendir ki zihinler bununla pek meşguldür. Kalbler endişe ve tereddüt içindedir. Onun için cümlemizin vicdanı ve anlayışı arzu ediyor ki, mesele tamamıyla aydınlansın. Yar ve ağyar  ne yaptığımızı ve ne yapmak istediğimiz bilsin. İdrak ederek, bilerek mi, yoksa anlamadan bilmeyerek mi yağıyoruz anlasın. Yüce Meclis, halifelik meselesinin şer’i mahiyetini  siyasal hakikatini bilerek mi karara bağlıyor yoksa bilmeyerek mi? Bu cihetler tamamıyla anlaşılsın. Çünkü tekrar ediyorum, mesele hakikaten gayet önemlidir. İslam dünyasında, daha şimdiye  kadar böyle bir devrim yapılmamıştır. Değil İslam dünyasında, belki dünya kara yuvarlağında meydana gelmiş devrimlerin en büyüğü, en önemlisidir. Bunun için zihinlerde, fikirlerde şüpheler kaygılar bulunmamak lazım gelir. Meseleyi bilerek çözmek gerekir. Gerek dini yönden ve gerek siyasi yönleriyle bizim bilmemiz gerekir.

Bu cihetler bilirsek ne yapmak istediğimizi, ne yapacağımızı bilmiş oluruz. Benim asıl maksadım meselenin dini yönünü, İslamlığın halifelik meselesi  hakkındaki yaklaşımını aydınlatmaktır. Siyasi yönünü açıklamak, maksadımın dışındadır. Ben ona karışmam. O yönü yüce meclis çözer.

Önceden şu yönü arz edeyim ki halifelik meselesi, dini olmaktan ziyade dünyavi bir meselesidir. Ve inanma  meselelerinden değil, millete ait haklar ve kamu işlerinden biridir. İnançla ilgisi yoktur. Her ne kadar  inançlara dair yazılmış İslami eserlerde dahi bu meselelerde uzun uzadıya söz edildiği görülürse de, fakat bu , halifelik meselesinin İslam inançlarından sayıldığı için değil, belki bu mesele etrafında sonradan meydana gelen bir takım düzmece ve yanlış fikirleri yok etmek, ortadan kaldırmak içindir. Bu noktayı İslam bilginleri kitaplarında açıklıkla gösterirler. Bilirsiniz ki Hz. Peygamber zamanından sonra İslam aleminde muhtelif partiler ve inanç mezhepleri meydana çıkmıştır. Onlardan birisi de Şii Fırkası’dır. Bu Şii Fırkası sonradan çeşitli kollara dallara ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmına ‘İsmailiye’ partisi denir ve aynı zamanda bu parti ‘Batınıye’ gizli ve ‘Ta’limiye’ öğretici ve ‘Seb’iye’ yediler adları da verilir.

Bunlar kendi halifelerine imam adı verirler ve kendi imamlarının Allah olduğu inancından yana olurlar. İmam bilginleri ve marifetleri doğrudan doğruya Allah’tan alır derler. İmamdan sonra (Hüccet-delil) denilen zat gelir. Ondan sonra (Bab-giriş) ondan sonra (Mümin-inanan) gelir. Allah, imama , imamda hüccete ,hücette de bab-a , babda mümine öğretir, derler. Onun için bunlara (ta’limiye-öğreticiler) partisi adı verilir. Bunlarca Kuranı Kerim’in hem açık , hem de gizli anlamı vardır.  Üzerinde durulan gizli anlamıdır, dedikleri için bunlara (Batınıye-gizliciler) dahi denilir. Bunların inançları baştan aşağıya düzmecelikten ibarettir. Haddi zatında bunlar dinsizdirler.En cerbezeli ve cin fikirli başkanları ün almış (Hasan Sabah)’dır. Bu adam doğu Selçukilerinden Alparslan zamanından ‘Kazvin’ cihetlerinde yüksek bir dağ başında olan ‘Elemud’ kalesinde karşı koymak için yerleşmişti. Alparslan bununla çok uğraşmıştır.  Bu gün Anadolu dağlarında tahtacılıkla, odunculukla meşgul olan bir takım kişiler (batınıye) partisinin artıklarıdırlar. Fakat bunlar artık kendi  mezheplerini unutmuşlardır.

İran’a bu gün yerleşmiş bulunan (imamiye) partisi de  ‘mehdi’nin var olduğuna inanır. Bunlara göre ‘mehdi’ sağdır. Münasip  gördüğü bir zamanda ortaya çıkacak, bütün dünyayı adaletle hakla dolduracaktır. İşte bunlar ve bu gibi fırkalar bu Halifelik meselesi hakkında türlü türlü düzmeliklere inanmışlardır. Onun için ehli sünnet bilginleri kendi  inanç kitaplarında ‘imamlık’ adı altında halifelik meselesinin söz konusu yapmışlardır. Kasıtları , istekleri bu mesele etrafında dönen düzmeleri ret ve boşa çıkarmaktır.

Yoksa halifelik meselesini bir inanç meselesi olmak üzere açıklamak değildir.Nitekim sünnet gibi bilginlere, demin dediğim gibi yönü açıkça gösterirler.

Bu yönler bu suretle bilindikten sonra şimdide halifelik meselesinin asıl dinsel olan iç yüzünü  açıklayayım. Her şeyden evvel şu noktayı arz edeyimki ‘Hilafet –Halifelik   hükümet demektir. Doğrudan doğruya millet işidir.’ Zamanın gereklerine tabidir. Onun içindir ki, Peygamberimiz Efendimiz  vefat ettiklerinde dünyadanahirete göçtüklerinde hayatında iken sohbetinde bulunmuş olanların büyüklerine bu halifelik meselesini açıklamamışlardır. Şiddetli bir hararet içinde vefat etmişlerdir. Bir aralık ‘Bana kalem kağıt getiriniz, size bazı tavsiyelerde bulunmak isterim’ demişlerdi. Bazı sahabeler hemen kağıt kalem getirmek istedilerse de Hz. Ömer engelledi. ‘hararetin şiddetinden sayıklıyor’ dedi. ‘Bize (kitabullah) kafidir. Allah’ın kitabı bize yeter’ demiştir. Bunu üzerine biraz gürültü oldu. Peygamber Hz.’leri ‘gürültü etmeyin , dışarı çıkın , beni yalnız bırakın’ buyurdular. Ondan sonra ağız açmadılar. Zannedersem o gün veya ertesi gün vefat ettiler. Kur’an-ı Kerim’ de Halifelik hakkında ayet yoktur. Kuran ülke yönetiminde iki düstur gösterir.

Asıl din kanunu olan Kur’an-ı Kerime başvurursanız görürsünüz ki, bizim halifelik şekli hakkında yani İslam Halifeliği hakkında hiçbir ayeti kerime yoktur. Kur’an-ı Kerim, hükümet etmekte , yani memleket idaresi hususunda bize iki düstur gösteriyor.

Bir bugün medeni alemde  yürüyen meşveret  kaidesi  ki, bunu Kur’an-ı Kerim bize 1300 yıl evvel koymuştur. Oda (ve emruhum şura beynehüm) düsturudur.Müslümanların işi kendi aralarında meşveretle görülür. demektir. Gerçi bu ayete celile Medine ahalisi hakkında inmiştir. Medineliler müşterek olan işlerini memlekete ait işlerini kendi aralarında danışarak  görürlermiş. Hazret-i Kur’an onların bu halini iyi, güzel buluyor ve beğeniyor, taktir ediyor. Demek ki, memleket idaresi hususunda meşveret usulü Allah’ın taktirine mashar olan güzel bir usuldür. Bir usul kaidesi vardır. Husus sebep umum el faza mani değildir. (sebebin hususi olması kaleminin umumi anlamında alınmasına engel olmaz) diğer bir deyimle ( itibar lafzın umum ve şümulü nedir, sebebi nüzulün hususiyetine değildir) Değer vermek kelimenin tamamına ve kapsamınadır. Ayetin inmesi hususi sebeple olmasına değildir, denir. Bu itibarla söylenen ayeti celile  doğrudan doğruya İslam olanların memleketi idarede yapmaları lazım gelen hareket yollarını gösteriyor, denebilir. Şüphe yoktur ki,Allah’ın  övgüsüne ermiş bir hareket yolu İslam için riayeti gerektiren bir harekettir. Hülasa,  meşveretle iş görmek. Allah’ın beğendiği bir keyfiyettir. Nasıl ki, bütün medeni alemde bugün bu danışma usulü kabul edilmiştir. Bizde ona uyarak kararlar alıyoruz. Bireylerin haklarını memleketin selametini en ziyade üzerine alan idare usulü de budur. Kur’an’da sözü edilen ikinci düstur (Ulil emre itaat)emir eden büyüğr itat etmek , ona uymak düsturudur. Kur’an-ı Kerimde (etiuluhe ve etiurresüli ve ulil emre min küm ) ayeti celilesidir. Yüksek anlamı (Allah’a ve peygambere ve sizin içinizden emir sahibi olanlara ram olunuz, uyunuz) demektir. İşte bu ikinci düsturdur. Bu da anarşiyi, hükümetsizliği ortadan  kaldırmak yok etmek içindir.Memleketin sükun ve huzurunu emniyet altına almak içindir ki hükümetin emirlerine uymanın din bakımından lazım olduğunu bildirir. Bu ayet ferdlere  salahiyetli devlet adamlarının emrine uymak hususunda dinsel bir görev yüklüyor. İşte memleket idaresinde Kur’an-ı Kerimde bu iki ayetten başka bir ayet yoktur. Vekıa emanetleri, yani memuriyetleri , hükümet görevlerini  bilene vermek  hakka, adalete riayet eylemek gibi hususlara dahil Kur’an ayetleri vardır. Lakin bunlar doğrudan doğruya idare usullerine dair değildir. İkinci derecededir.