Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Hz. Peygamber Tarafından Övülen Yedi Sınıf İnsandan Diğer İkisi

image002 (4)Geçen sayıda Hz. Peygamber’in mahşer günü hiçbir gölgenin bulunmadığı anda Allah’ın arşın gölgesinde gölgelendireceğini bildirdiği yedi sınıf insandan Adaletli devlet başkanı ve Allah’a ibadetle büyüyen genç başlıklarını ele almıştık. Bu sayıda ise kalbi mescitlere bağlı kimse ve “Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru davetine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit” başlıklarını ele alacağız:

Şu bir gerçektir ki, büyük amellerin mükâfatları da büyük olmaktadır. Kalplerin mescitlere, camilere bağlı olması da en büyük amellerden sayılır. Mescitler, camiler Allah’a secde edilen yerlerdir ve Allah’a secde hali insanın ibadet olarak ulaşabileceği son noktadır. Böyle bir ibadetin yapıldığı yere kalbin bağlılığı insan için muazzam bir derecedir. Ama müjde büyük olduğu için bağlılık da öylesine değil, ezanı her duyuşunda imkânı varsa oraya koşmak, imkânı yoksa da kendisini orada hissetmek şeklinde bir bağlılık şeklinde olmalıdır. Allah Teâlâ’nın (cc) “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır” (Tevbe 18) ayeti, bu hususu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Mescitlerin mamur edilmesi, binasını yapmak, ihtiyaçlarını temin etmekle olduğu gibi esas itibariyle namaza mescitlerde devam etmek anlamına gelmektedir. Ebu Said’den (r.a.) rivayete göre, Resulullah (sav): “Bir adamın mescitlere devam ettiğini görürseniz, onun imanına şahitlik edin” (İbn Mace, Mesacid, 19) demiştir.

Mescitlere kalbin bağlılığı ne kadar büyük bir müjdeyi beraberinde getiriyorsa, tam tersine mescitlere uzak olup düşmanlık yapanlar da çok büyük azapla tehdit edilmektedir: “Allah’ın mescitlerinin içlerinde O’nun adının anılmasını men eden ve onların (mescitlerin) harap olmasına çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (başka türlü girmeye hakları yoktur) Onlara dünyada rezillik, ahrette de pek büyük bir azap vardır” (Bakara, 114) ayeti de bunu açıkça vurgulamaktadır.

Mescitler, camiler İslam’ın alamet-i farikaları olan muazzam sembolleridir. 24 saat içerisinde Allah ve Rasulü’nün isimlerinin ezanla göklere yükseldiği yerlerdir mescitler. Akif’in:

“Ruhumun Senden İlahi şudur ancak emeli:

Değmesin ma’bedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar ki, şehadetleri Din’in temeli,

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli”

mısralarında dile getirdiği gibi sadece yurdumuzda değil, dünyanın her yerinde mevcut mescitler sayesinde bu muhteşem olay gerçekleşmektedir.

Mescitlere bağlılık, beraberinde cemaatle namazı da getirmektedir. Müslümanlar mescitlerden uzak kalmasınlar diye Allah Rasulü (sav) cemaatle kılınan namazın ferdi kılınan namazdan 27 kat daha sevap olduğunu belirtmiştir. “Her kim, güzel bir şekilde abdest alır, sonra da bu mescitlerden birisine giderse, attığı her adım için, Allah ona bir sevap yazar, derecesini bir kat yükseltir ve bir günahını da siler” diyerek kalbin mescitlere nasıl bağlanabileceğinin yolunu göstermiştir. Esasında Ramazan ayı bunun için bir fırsattır. Beş vakit namaz ve Cuma namazı dışında teravih, mukabele ve yapabilecek durumda olan Müslümanlar için i’tikâfyoluyla bağlılığı takviye etmek mümkündür.

Allah Rasulü (sav) mahşer günü hiçbir gölge bulunmayan günde Allah’ın, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği yedi sınıf insandan birinin de güzel ve mevkî sahibi bir kadının gayr-i meşru davetine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit olduğunu belirtmektedir. Böylesine bir davete içinden veya açıkça “Ben Allah’ın emrine muhalefet etmekten veya O’nun azabından ve gazabından korkarım” diyerek yaklaşmayan, nefsini koruyan kişi gerçekten büyük bir yiğitlik göstermiştir. “Allah’tan korkan kurtulmuştur” müjdesi gereği onun da ödülü ahiretteki sıkıntılardan kurtulmaktır. Bu husus, her türlü gayr-i meşru kadın-erkek ilişkilerinin kitle iletişim ve haberleşme vasıtalarıyla yaygınlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde çok daha büyük önem arz etmektedir.

İslam kadın erkek ilişkilerinde evliliği ve nikâhı oldukça değerli bir yere oturtmuş, “aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir. Allah lutfu geniş olan ve her şeyi bilendir” (Nur, 32) buyurarak, bu önemli müessesenin toplumun önde gelen insanlarınca geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. “Zinaya yaklaşmayın. Zira zina, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur” (İsra, 32) buyurarak da toplumun bozulmasında zinanın ne kötü bir etken olduğunu vurgulamaktadır.

Zina, şartları oluşmuş olan bir nikâh akdinin dışında bir erkekle bir kadının cinsel ilişkiye girmesi demektir. İslam bu yüzden zina ile birlikte, yukarıdaki ayetten ve pek çok hadisten de anlaşıldığına göre zinaya götürücü yolları da yasaklamıştır. Doğrusu bu yollara tevessül edildikten, yani insanı zina etmeye zorlayan ve cinsî arzuları kabartan bir ortama girdikten sonra, artık bu arzuların ağır baskısı karşısında iradenin gücü oldukça yetersiz kalır ve zinadan korunmak son derece güçleşir. İnsanın bu psikolojik zaafını dikkate alan Kur’an- Kerim, prensip olarak insanı kötülüklere sevkedici sebepleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Buna “sedd-i zerîa” yani sebebi yok etmek, vasıtayı ortadan kaldırmak prensibi denir. Bu vesileyle insanımızın nefis terbiyesine tâbi tutulması, haram-helal konularının gençlerimize öğretilmesi son derece önemlidir. Müslüman anne babalara bu konuda büyük görev düşmektedir. Çocuklarına yukarıda övülen, zinaya gitmemek suretiyle Arş’ın gölgesinde gölgelenmekle müjdelenen yiğit gencin taşıdığı ruhu anlatmaları gerekir. Müslüman’ın kelime olarak “Allah’ın emrettiği şeyleri yapmaya, yasakladığı şeyleri de yapmamaya söz veren, teslimiyet gösteren insan” anlamına geldiğini hep telkin etmeliler çocuklarına. Ancak yatak odalarında rastlanılacak bazı hal ve hareketlerin sokaklarda, üniversite kampüslerinde hatta liselerin çevrelerinde bile Müslümanlığı ile övünen bizim insanlarımızın çocukları tarafından yapılıyor olması, bizi düşündürmeli, sabahlara kadar uyutmamalı, “biz nerede yanlış yaptık, çocuklarımızı Kur’an ve Peygamber ahlakından bu kadar uzaklaştıran şeyler nelerdir vs” sorularını sorarak yeniden muhasebe yapmamıza vesile olmalı. Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru davetine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit gençlerimizin sayılarının artması temennilerimle.