Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Emekliliğin Psiko-Sosyal Boyutu (12)

image003

Üçüncü Bölüm

Emeklilik Sürecine İlişkin Temel Sorunlar

Emeklilik süreci bireylere yeni bir yaşam biçimi mi sunmaktadır? Yoksa birey aynı yaşam biçimi ve mevcut sorunlarını geride bırakıp yeni bir sayfa mı açmaktadır yaşamında? Bu yaşam dönemi öncekinden ne kadar farklı olacak, hangi yönleriyle eski yaşam biçimine benzeyecektir? Yaşama kalitesi düzeyi ne olacaktır? Emekli olan kişi çalışma arkadaşları tarafından unutulacak mıdır? Emekli olan kişi mesleğine ilişkin her şeye son mu vermiştir? Emeklilik sürecine ilişkin olarak pek çok soru sorulabilir. Her soru emekliliğin ne denli karmaşık ve çok boyutlu bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu karmaşık ve çok boyutlu süreç aynı zamanla yeni ve kendine özgü sorunları da içermektedir. Emeklilik yaşamının mümkün olduğunca sorunsuz ve mutlu geçirilmesine yönelik önlemlerin alınması bakımından, emeklilerin yaşayabileceği temel sorunların çeşitli açılardan incelenmesi gerekmektedir.

1- Emeklilik Sürecinde Bireyin Psiko-Sosyal Değişimi ve Psikolojik Sorunlar

Emeklilik sürecinde yaşanan psiko-sosyal değişim ve sorunların bir kısmı ileri yaş dönemine ilişkin değişimlerle ilgili iken, bir kısmı çalışma yaşamının sona ermesi ve yaşamın dönüşüme uğramasıyla ortaya çıkan değişim ve sorunlardan oluşmaktadır. Bu dönem, psikolojik yönden hafızanın zayıfladığı, ruhsal sıkıntıların daha belirgin olarak ortaya çıkmaya başladığı, bütün bunlara bağlı olarak motivasyonun eksildiği, uykusuzluk, çabuk sinirlenme ve umutsuzluğa kapılma gibi problemlerin yaşanabildiği bir gelişim dönemidir (Koç, 2002, 276). Ericson’un Psiko-Sosyal Gelişim Kuramı’ na göre insanın gelişim aşamaları içerisinde son aşamayı ifade eden ileri yetişkinlik döneminde birey iki farklı görünüm sergileyebilir. Bunlardan biri önceki dönemlerin olumlu birikimi sonucu benliğini tam olarak bulmuş, mutlu, kendine güvenen, çevresi tarafından sevilen, aranan bir kişi görünümüdür. Bir diğeri ise önceki dönemleri sağlıklı olarak geçirmeme sonucu çeşitli umutsuzluklar taşıyan, aksi bir insan profilidir. Buna göre genel olarak yaşamın ve çalışma yaşamının nasıl geçirilmiş olduğu ileri yetişkinlik dönemine denk gelen emeklilik yaşantısını da büyük ölçüde etkilemektedir.

Bununla birlikte toplumun yaşlısına bakış açısı bireylerin emekli olarak bir köşeye çekilmeleri gerektiğini ya da artık her şeyi yapmak için bolca zamana sahip oldukları için daha aktif olmaya yönlendirebilir. Yaşlılıkla ilgili kalıp yargıların, toplumun emeklilere ve emekli bireylerin kendilerine ilişkin algılamalarını etkilediği düşünülmektedir. Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda bu döneme ilişkin bazı kalıp yargılar temelde altı baslık altında toplanmıştır (Butler’ den aktaran Koç: 2002:289):

  • Yaşlılığın bizzat kendisi: Bu kalıp yargı, kronolojik olarak yaşlanmayı ifade eder. Hâlbuki psikolojik, sosyolojik ve fizyolojik etkenlere bağlı gelişim ve değişimler, bireyler arasında farklılıklar gösterebilir.
  • Üretim dışı olma: Bu kalıp yargıyla da emekli olma kastedilmiştir. Aslında hastalık gibi aktiviteyi engelleyici bir unsur bulunmadıkça, yaşlı bireyler üretime katılma istek ve eğilimindedirler.
  • İlişkisizlik: Bireylerin kendi başlarına kalma, yalnız yasama isteğini açıklar. Ancak toplumsal yaşamdan kopmayı, dönemin karakteristik özellikleri arasında gösterecek yeteri kadar araştırma mevcut değildir.
  • Esnek olmama: Bununla, tahammülsüzlük kastedilir. Oysa bireyin toplumsal hayata bakış açısı ve uyum yetisi, kişiliğiyle ilgilidir. Bu konuda yaşlı birey, yaşlılığından önce nasıl bir kişilik özelliğine sahipse bu dönemde de o özelliğini büyük ölçüde devam ettirir. Yani söz konusu kalıp yargı, sadece yaşlılık dönemiyle sınırlı değildir.
  • Bunaklık: Bu döneme özgü bir ruhsal rahatsızlığı ifade eder. Ancak yaşlıların hepsi bu rahatsızlığı yaşamayabilirler. Onlarda da diğer gelişim dönemlerindeki bireylerde görülebilen anksiyete, depresyon ve paranoid gibi ruhsal rahatsızlıkların yanı sıra döneme özgü psikolojik rahatsızlıklar da görülebilir.
  • Huzur: Geliştirilen bu son kalıp yargıyla da, dönemin öznel bir barış ve sükunet çağı olduğu vurgulanır. Halbuki bu dönem bireyleri, diğer dönemlerdeki bireylerden daha fazla stres yaşarlar ve bu durum onlar için daha yıkıcı bir psikolojik etki gösterebilir. Bu bağlamda bunaklık kalıp yargısında sözü edilen psikolojik rahatsızlıklar aslında dış streslere karşı içsel dirençlerdir.

Yukarıda belirtilen kalıp yargılar, birey tarafından içselleştirildiğinde, yaşamını biçimlendirme konusunda isteksiz ve olayları kendi haline bırakıp kontrol duygusundan uzak yaşayan emekliler görünümüne neden olabilmektedir. Köknel (2009), yaşamının toplumsal boyutunu yitiren ve çevresiyle iletişimi bozulan bir emeklinin endişeli, sıkıntılı, tedirgin duygulanım durumu göstereceğini, bitkinlik, halsizlik ve yorgunluktan yakınacağım belirtmektedir. Bu dönemde sağlıklı bir bireyin geçmişine yönelik olumlu bir bakış geliştirebilmiş olması ve kalıp yargıların olumsuz etkilerinden kendisini kurtarabilmiş olması psiko-sosyal bakımdan iyilik halini sağlayabilecek ön koşullardır. Üretken geçirilmiş, genç yaşlarda belirlenmiş hedeflere büyük ölçüde ulaşılmış, arzu edilene yakın bir yaşam biçimine sahip olabilmiş kişiler emekli olduktan sonra yaşam doyumu açısından aksi durumdaki bireylerden daha şanslıdırlar. Hollahan (1988), yaşamlarında amaçlarının birçoğunu gerçekleştirmiş olmaları yaşlı bireylerin psikolojik iyilik halleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu belirtmiştir. Diğer bireyler yaşamlarında istediklerini elde edememiş olmanın verdiği doyumsuzluk ile emekli olduktan sonra bu boşluğu doldurmak ve yaşamlarında yeni bir sayfa açmak isteyebilir, ya da umutsuz biçimde yaşamının bu dönemini geçirebilir. Bu noktada değişime açıklık, esneklik ve yaratıcılık gibi kişisel değerlerin emeklilerin yeni yaşamlarında karşılaşacakları ekonomik ve sosyal zorlukların üstesinden gelmelerinde, kendileri için alternatifler geliştirmelerinde önemli ölçüde etkili olduğu ve bunun da psikolojik iyilik halini güçlü bir şekilde etkilediği belirtilmiştir (Burr vd., 2009:7). Bu görüş ve araştırma bulgularını destekleyen bir başka çalışmada ise yaşamın bütünsel akışı perspektifinden yola çıkılarak, çocukluk, erken yetişkinlik ve ileri yetişkinlik dönemlerindeki ekonomik, sosyal ve kişisel kaynakların emeklilik öncesi ve sonrasındaki psikolojik iyilik hali üzerindeki etkili olduğu saptanmıştır (Silver ve Susman, 2009: 18-20).

Yaşlılık döneminde sıklıkla gözlenen yaşlanmaya bağlı fiziksel ve zihinsel yeti yitimi, ekonomik zorluklar, yaşam tarzındaki değişikliklerin depresyona olan yatkınlığı arttırdığı ve yaşam hedeflerine ulaşılamamış olması ve buna paralel benlik doyumunun sağlanamamasının bu dönemde depresyon riskini arttırdığı belirtilmektedir (Tamam ve Öner, 2001: 51). Emeklilik olgusu, söz konusu ekonomik zorlukların, yaşam biçimindeki değişimin temel nedenlerinden biri olarak düşünüldüğünde, özellikle yaşamında belirlediği hedeflere ulaşamamış ve çalışma veya iş ile benlik duygusunu doyuramamış bireyler açısından depresyon riskinin ortaya çıktığı yaşlılık dönemi sorunları ile kesişmektedir. Bir başka deyişle, depresif belirtiler ile yaşlanmanın doğal bir parçası olarak hastalık, fiziksel ve zihinsel yeti yitimi, eşin kaybedilmesi, yalnız yaşama gibi diğer nedenlerle ortaya çıkabileceği gibi, emeklilikle birlikte değişen yaşam koşullarından da kaynaklanabilir. Emeklilik ve yaşlılık psikolojisi araştırmalarında söz konusu sorunların emeklilikle ne kadar ilişkili olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Emeklilik sürecinde bireyin yaşayabileceği muhtemel psiko-sosyal sorunlara işaret eden duygu durumunu Uslanmazoğlu (2010) şu sözlerle dile getirmiştir: “Emeklilik yaşamı, sancılı bir dönem. Düşünün, bir ömür boyu çalışıp didindiğiniz işinizden birdenbire kopuyorsunuz… Yüksek kayalardan boşluğa düşmek gibi bir şey… Sizi gün boyu uğraştıran ve meşgul eden hiçbir şey yok artık… Her taraf boş ve sessiz gibi…! Var olup iş denilen şeyler ise eften püften şeyler… İçinizdeki boşluğu doldurmaktan çok uzak…“. Kadınlar açısından emeklilikle birlikte başlayan psikolojik boşluk sorunu, evdeki çocukların eğitim, çalışma veya evlilik gibi nedenlerle evden ayrılmaları durumunda yeni bir boşlukla birleşmektedir. Bu durum “boş yuva sendromu” olarak ifade edilmektedir (Osborne, 2009: 14).

İlk gününden itibaren emekliliğin bireyde travmatik bir yaşantıya dönüştüğü ve psiko-sosyal kimliğini olumsuz etkilediği, yaşanan değişimin ve hızlı bilgi akışının emekli olan bireyin bilgilerini geçersiz kılarak gençlere danışmanlık yapmalarının önünde engel teşkil ettiğine dair iddialar söz konusudur (Can vd., 2008). Yaşlılık döneminde fiziksel ve zihinsel sağlıktaki bozulma ile birlikte depresyon ve psikolojik iyilik halinin kötüleşmesine tanık olunmaktadır. Ayrıca yaşlılıkla birlikte toplumun diğer gruplarından ve aileden uzaklaşan bireyler açısından yalnızlık olgusu, yaşam kalitesini düşüren ve olumsuz psikolojik sonuçlar doğuran bir durum ortaya koymaktadır. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük bir bölgede 359 yaşlı ile yapılan bir araştırmada, yaşlılarda görülen depresif belirtileri etkileyen en önemli etmenin yakınları-dostları ile görüşme sıklığı olduğu saptanmıştır (Keskinoğlu vd, 2006). Depresyonun belirtileri, duygusal alan, vejetatif alan ve kognitif alan olarak üç alanda görülmektedir (Güz ve Çolak, 2002: 65):

  • Emosyonel Alan: Depresif duygu durum, hiçbir şeyden zevk alamama,
  • Vejetatif Alan: İştahta azalma / artma, uykusuzluk / aşırı uyuma, psikomotor gerileme, yorgunluk bitkinlik, enerji kaybı,
  • Kognitif Alan: Suçluluk, değersizlik düşünceleri, konsantrasyon güçlüğü, dikkatte azalma, ölüm düşünceleri.

Emeklilik yaşlı bireyin yaşam doyumu üzerinde derin etkileri olan en temel yaşam olaylarından biridir. Rol teorisine göre emeklilerin, kariyerlerinden kaynaklanan rolü kaybetmiş olma hislerinin psikolojik iyilikleri üzerinde olumsuz bir etkisi vardır. Emeklilikle beraber kritik öneme sahip iş rolünün ve çevrenin kaybedilmesi, işin ve çalışmanın kişinin en önemli ilgi odağı olması ve işe ve çalışmaya bağlılığın yüksek olması durumlarında morali azaltmakta ve depresif belirtilerin artmasına neden olabilmektedir (Kim ve Moen, 2002:213). Ülkemizde yapılan bir araştırmada emeklilik süresi uzadıkça, gündelik yaşama ilişkin etkinliklerin azaldığı, bununda depresyon eğiliminde bir artışa yol açtığı gözlenmiştir (Can vd., 2008). Ancak bir başka açıdan emeklilik iş baskısının ve iş yükünü ortadan kaldıran bir dönüşüm olarak bireylerin iş stresinden kaynaklanan sorunlarını azaltacak böylelikle psikolojik iyilik halini olumlu etkileyecek bir boyuta da sahiptir. Araştırmalar her iki düşünceyi de destekleyici bulgular ortaya koymuştur. Bu nedenle emeklilik çeşitli faktörlere bağlı olarak bireylerin hem psikolojik sorunlara yol açabilecek hem de psikolojik iyilik halini olumlu etkileyebilecek içeriğe sahip bir dönüşüm süreci olarak kabul edilmelidir. Emekliliğin getirdiği sorunları başarılı bir şekilde çözebilmek bireyde kontrol duygusunu artırarak, psikolojik iyilik halini yükseltip depresyon eğilimini azaltacaktır. Süreklilik teorisinden hareketle çalışma yaşamında işle ilgili sorunları çözmede kontrol duygusuna ve özerk kararları ile sorunları çözme becerisine sahip olan kişilerin emeklilik yaşamında karşılaştığı sorunları benzer biçimde çözebildiği ileri sürülmektedir (Drentea, 2002: 169).

Warr ve diğerlerine göre (2004) aktif olmak üç nedenle psikolojik iyilik halini etkilemektedir: Bunlardan birincisi; aktivite, kişisel amaçların başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesiyle birlikte ortaya çıkmaktadır. Bireyin kendisine amaçlar tespit etmesi bu amaçlara ulaşması yeterlilik duygusunun, kendini onaylamanın, iyi zihinsel sağlığın başlıca yönleridir. İkincisi; olumlu değer atfedilen aktiviteler psikolojik sağlık üzerinde olumlu etkiler yaratma potansiyeline sahiptir. Üçüncüsü iyilik hali bireyin aktiviteyi gerçekleştirmesinin ötesinde söz konusu aktivitenin sonucundan olumlu etkilenmektedir. Örneğin dini mekân ziyaretleri ruhsal sonuç ve yararları kadar sosyal ve pratik yararlar da getirmektedir (Warr vd, 2004: 173).

Emekliliğin istenen ve beklenen bir süreç olması ile emeklilik öncesi psikolojik iyilik hali emeklilerin psiko-sosyal durumlarını etkileyen bir başka faktördür. Araştırmalarda gönülsüz emekli olanlarda depresyon ve intihar oranlarına gönüllü emekli olanlardan daha fazla rastlanmaktadır (Richardson, 1999: 58). Emeklilik öncesi psikolojik iyilik hali iki farklı yoldan etki yaratması bakımından değerlendirilebilir. Birincisi emeklilik öncesi psikolojik iyilik hali yüksek düzeyde olan bir bireyin emeklilik sonrasında da benzer düzeyde iyilik haline sahip olması, hatta emeklilik dönüşümünden hemen sonra iyilik hali düzeyinde artışın meydana gelmesi durumudur. İkincisi, stresli iş ortamından veya meslekten ayrılarak emekliliğe geçişin bireyin yaşadığı iş yükü ve stresinden uzaklaşarak psikolojik iyilik halinin yükselmesi yönünde etki yaratacağı düşüncesidir. Yapılan araştırmalarda karmaşık sonuçlara ulaşılmıştır. Kim ve Moen’in (2001) henüz yeni emekli olmuş, uzun süre önce emekli olmuş ve halen çalışmakta olanlardan oluşan 762 kişi üzerinde yaptığı araştırmada, depresif belirtilerin uzun süre önce emekli olanlarda, yeni emekli olanlar veya halen çalışmakta olanlara göre daha fazla görüldüğü saptanmıştır.

Buraya kadar ele alınan emekliliğin bireyler üzerinde meydana getirdiği psiko-sosyal değişim ve sorunlar, emekli olmanın bir statü değişiminden ibaret olmadığını göstermiştir. Emeklilik yaşamı, bireylerin çalıştıkları, ürettikleri, ailelerine ve topluma kattıklarına karşılık, mutlu, doyumlu geçirilmesi gereken bir yaşam dönemidir. Yaşam doyumunun yüksek olması ise bireylerin bu döneme ilişkin ekonomik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarının yeterli ölçüde karşılanması ile mümkündür. Emeklilerin beklentilerine ilişkin bir araştırmada, devletten beklentileri arasında emekliliğe hazırlık eğitimi verilmesi gerektiği saptamıştır (Sevim ve Şahin, 2007). Bu bulgu bireylerin emekliliğe psikolojik açıdan tam olarak hazırlanmaları gerektiğinin ancak bunu gerçekleştiremediklerinin farkında olduklarını göstermektedir.

2- Emeklilik Sürecinde Sosyal Yaşama İlişkin Sorunlar ve Boş Zaman Faaliyetleri

Atchley (1976) emekliliğin sadece belirli bir sosyal pozisyona bağlı belirli hak ve görevleri içeren sosyal bir rol olmadığını, aynı zamanda diğer insanlarla emekli arasındaki spesifik ilişkileri de içerdiğini belirtmiştir. Bununla birlikte emeklinin üstleneceği roller giderek azalmakta ve kendisi için en önemli rol olan çalışan rolünü kaybetmiş olmaktadır. Emeklilikle birlikte toplumsal ilişkilerini sağlıklı sürdüremeyen, iletişim kuramayan insanda zamanla toplumdan soyutlanma ve yabancılaşma baş göstermektedir (Köknel, 2009). Emeklilik genellikle çalışan kişi, onun eşi ve diğer aile üyeleri tarafından yıllarca hevesle beklenen bir olay olarak görülmektedir. Bu olay, iş baskısı, sorumluluklar ve zaman kısıtlarından kurtulma bakımından bir fırsat olarak görülür.

Moen ve diğerlerinin (2000a) araştırmasında emekli olan kadınların emekli olmayanlara göre enformel ilişkiler ve ailevi ilişkilerle daha fazla ilgili olduğu, akraba ve komşularını daha sık ziyaret ettiği, hasta veya yatalak eşlerine bakım hizmeti verdikleri saptanmıştır. Bu bulgular emeklilik ile başlayan süreçte söz konusu ziyaret ve ilişkilere ayrılacak zamanın daha bol olmasından ve emekliliğin hasta ve bakıma muhtaç eş nedeniyle gerçekleştirilmiş olmasının doğal bir sonucu olarak yorumlanabilir. Benzer şekilde erkekler arasında da emekli olanların diğerlerine göre arkadaşlar, eski çalışma arkadaşları, komşular, dernek üyelikleri gibi sosyal rollerinin ve ilişkilerinin emeklilik yaşamlarını biçimlendirme işlevleri vardır. Ancak kadın ve erkek arasında emeklilik yaşamı boyunca da toplumsal cinsiyet rolünün sürdüğüne yönelik düşünceler ve kanıtlar söz konusudur. Hansson vd.’ne (1997) göre, kadının bakım rolü çalışma yaşamını ve bütün olarak yaşamını etkilediğinden emeklilik dönemi de bu etkiyle biçimlenmektedir. Emeklilikte kadından beklenen sosyal roller büyük ölçüde genç yetişkinlik ve ebeveynlik dönemlerinde beklenen rollerle benzerlik göstermektedir. Emekliliğe kadar çoklu rollerini yerine getiren kadın, emekli olduğunda çalışan kadın rolünden vazgeçip, torunlara, daha yaşlı veya hasta aile üyelerine bakım ve tüm aile üyelerine destek rolünü sürdürmeyi tercih etmiş olarak algılanmaktadır (Mortiger, 2008: 9). Bu durum özellikle üç neslin bir arada bulunduğu ailelerde daha çok göze çarpmaktadır.

Ülkemizde yapılan bir araştırmada emeklilik sonrası sosyal ilişkilerdeki değişimin emeklilerin eğitim düzeyine göre değiştiği tespit edilmiştir. Yüksek eğitimli emeklilerin sosyal ilişkilerinde artış olduğu, eğitim düzeyi daha düşük olanların sosyal ilişkilerinde ise nitelik ve nicelik olarak önemli ölçüde düşüş olduğu saptanmıştır (Sevim ve Şahin, 2007). Söz konusu araştırmada eğitim ve gelir seviyesi yüksek olan üniversite mezunlarının, sosyal ilişkilerinin düzeyini yüksek tutmak için, derneklere katıldıklarını, siyasi faaliyetlerle uğraştıklarını, yaz tatillerinde kampa gittikleri belirtilmiştir. Bu araştırma emeklilik sonrası sosyal yaşamın emeklilerin eğitim ve gelir seviyesi ile yakından ilgili olduğunu kanıtlamaktadır. Genel olarak araştırmalar emeklilerin aktif ve verimli bir yaşamları olursa emeklilik statüsünün de sosyal açıdan değerinin artacağını göstermektedir. Hastalık, işten çıkarılma, aile içi bakım sorumluluğu gibi nedenlerle emekli olmuş kişilerin hem daha fazla ekonomik zorluk içinde oldukları hem de sosyal yaşamdan uzak kaldıkları ve bundan dolayı yaşam doyumlarının
daha düşük olduğu saptanmıştır (Kloep ve Hendry, 2006′. 571).

Yaşlılıkta önemli olan, “artık işe yaramaz” olduğunu hiçbir zaman düşünmemektir. Bu işe yaramazlık düşüncesinden kurtulmanın en iyi yolu ise, kişinin kendine mutluluk veren, keyif aldığı faaliyetlere katılmasıdır. Çünkü boş zaman faaliyetlerine katılım yaşlılık sonucunda kişinin yaşantısında meydana gelen değişikliklerle baş etmesine yardım eden önemli bir faktördür ve yaşlı bireylerin yaşam kalitesinin önemli belirleyicisidir (Şener, 2009: 7)

Çalışma yaşamı açısından boş zaman kavramı, insanların çalışma dışındaki zamanlarını ifade etmektedir. Bu tanımlama çalışmayı esas almakta ve yaşamda diğer zorunlu faaliyetleri dikkate almamaktadır. Daha geniş bir perspektifle boş zaman kavramı, bireyin çalışmak ve çalışmanın dışında uyumak, yemek gibi diğer yaşamsal ihtiyaçlarına ayırdığı zamandan arta kalan zaman dilimi için kullanılmaktadır (Bull, 1982: 477). Bu tanımlama genel olarak toplumun çalışmayan grubunu oluşturan emekliler ve yaşlı bireyler açısından daha uygun bir yaklaşıma sahiptir. Gordon ve diğerleri (1976), boş zaman faaliyetlerinin işlevlerini beş grupta coplamıştır. Bunlar; rahatlama, oyalanma ve eğlenme, gelişme, yaratıcılık ile duygusal coşkudur. Faaliyetlerin yüksek maliyet, fiziksel yaralanma riski ve suçluluk duyma gibi olumsuz değer taşıyan yönleri bulunduğu da vurgulanmıştır (Gordon vd, 1976: 316). Hobiler bireylerde başarı ve doyum duygusu uyandıran, kendilerini yaratıcı biçimde ifade etmelerini sağlayan, benlik duygusunu güçlendiren nitelikler taşır (Mortimer, 2008: 45).

Boş zaman faaliyetleri insan aktivitelerinin en az kısıtlandığı alanlardır ve kişiye büyük ölçüde seçim yapma özgürlüğü sunar. İş ortamındaki zamansal ve mekânsal kısıtlamalardan uzaklaşan emekli için boş zaman aktiviteleri, sadece fiziksel sağlığa katkıda bulunmaz aynı zamanda kişinin kendi kendine seçim yapma özgürlüğünün bir sonucu olarak psikolojik sağlığa da katkıda bulunur (Şener, 2009: 9). Caldwell ve diğerleri tarafından (1992) yapılan araştırmada da aktif boş zaman faaliyetlerine katılımın fiziksel, mental ve sosyal sağlık ile yakın ilişkili olduğu bulunmuştur Bu nedenle özellikle emeklilikten sonra yaşlıların boş zamanlarını kendi potansiyellerini geliştirecek yönde kullanmaları hayati bir önem taşımaktadır. İnsanlar geleneksel olarak nasıl ki işe yönelik olumlu bir tutum geliştirmişlerse, boş zamana yönelik olarak da yeni olumlu bir tutum geliştirmeyi öğrenmelidirler (Aiken, 1995).

Emeklilik dönemi kısmi süreli çalışmalar ve emeklilik sonrası ekonomik zorluklar nedeniyle çalışmanın tercih edilmesi dışında ilke olarak çalışılmayan bir zaman dilimidir. Ancak işsizlik, hastalık, annelik gibi insanları belirli sürelerle çalışmadan uzak tutan diğer olaylardan farklıdır (Carp, 1966: 18). Söz konusu durumlarda çalışmama bireyin özgür iradesinden çok içinde bulunduğu durumun bir sonucu iken, emeklilikte birey genellikle statü değişimini kabullenerek çalışma yerine yaşamın diğer aktiviteleri veya dinlenme seçeneklerini tercih ettiği bir döneme girdiğini bilmektedir. Moen ve diğerlerinin 298 erkek ve 264 kadın üzerinde yaptığı araştırmanın emekliliğin nedenlerine ilişkin bulgularına göre hem kadınlar hem de erkeklerin “başka şeyler yapmak için emekli oluyorum” yanıt oranı 70’tir (Moen vd., 2000: 5). Peki artık sabahları erken kalkmak, işe yetişmek, iş elbiselerini giymek, işin niteliğine göre evde çalışmak zorunda olmayan birey gününü nasıl geçirecektir?

Boş zaman faaliyetleri emeklilikle gelen dönüşüm üzerinde bireyin kontrol duygusuna sahip olmasını sağlayan bir işlev görür. Boş zaman faaliyetleri ile emekliliğe uyum ve emekliliğe ilişkin tepkiler arasındaki olumlu ilişki, bize boş zaman faaliyetlerini planlayan kişilerin daha zevkli bir emeklilik deneyimi geçirdiklerini, emeklilikle gelen yaşamsal dönüşümü başarılı bir şekilde gerçekleştirmede kendilerine daha çok güvendiklerini göstermektedir (Taylor Carter, 1997: 276).

Emeklilikten sonra yaşlıların boş zamanlarını kendi potansiyellerini geliştirecek yönde kullanmaları ve zevk alacakları faaliyetlerle geçirmeleri bu dönemin doyumlu bir biçimde geçirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak önemli olan bireylerin boş zamana sahip olmak kadar, boş zamanlarını organize edebilecekleri uğraşlara ve ilgi alanlarına da sahip olmaları ve yaratıcı eylemleri keşfedebilmeleridir. Köknel (2009), gençlik ve yetişkinlik çağında türlü ilgilerin ve istekleri olan ve bunları gerçekleştirmeye fırsat bulamamış kişiler açısından söz konusu ilgi ve isteklerin toplumla iletişimi sürdürmenin de bir yolu olduğunu belirtmiştir. Tredgol boş zamanları kullanabilmek için bazı imkânlara ve bunların nasıl kullanılacağına yönelik eğitime ihtiyaç duyulduğunu savunmuştur (Tredgold, 1970: 107). Gerçekten de belirli faaliyetler daha fazla finansal kaynağa ihtiyaç varken bazı faaliyetler ise küçük bir bütçe ile hatta harcama olmaksızın gerçekleştirilebilir. Warr ve diğerleri (2004), sosyal aktiviteler ve kişilerin psikolojik iyilik durumları üzerine 50-74 yaş aralığındaki kişilerle yaptıkları araştırmada, emekli bireylerin sosyal aktivitelere katılım düzeylerinin halen çalışmakta olanlardan ve işsizlerden daha yüksek olduğunu, bunda ise alınan emeklilik aylığının önemli bir etkisinin bulunduğunu saptamışlardır. Aylığı yüksek olan emeklilerin hayır işleri, müzik ve drama, spor gibi daha maliyetli aktivitelere katılımları daha yüksek bulunmuştur, ev ve bahçe işleri ise daha az uğraşılan ilgi alanı olarak tespit edilmiştir. Örneğin tenis ya da golf oynamak gibi sporlar için belirli bir bütçeye gereksinim duyulur ve bu sporu yapanlar genellikle emeklilikten önce de söz konusu faaliyet içinde olanlardır. Dikiş veya el sanatları, resim gibi ilgiler kişisel yeteneklerle yürütüleceği gibi emeklilik sonrası dönemde belirli bir eğitim almayı da gerekli kılabilir. Özellikle kadın emeklilerin, toplumsal cinsiyet rollerinin emeklilik yaşamına da getirdiği bir sonuç olarak ev içi faaliyetlere ve ailevi bakım hizmetlerine daha çok yönelmesi beklenebilir. Yapılan araştırmalarda kadınların aile üyelerinden birinin sağlığı ile ilgili sorunlar nedeniyle emekli olmaları durumuna daha çok rastlandığını göstermektedir (Moen vd., 2000)

1977 yılında Fransa’da çalışanların emekliliğe karşı tutumlarını ortaya koymayı amaçlayan ve en az on yıldan beri çalışan 1000 katılımcının yer aldığı bir araştırmada, emeklilikte boş zamanların değerlendirebileceği faaliyetler içerisinde, aile içinde kendi kendine uğraşacak bir şeyler bulmak, okumak, televizyon seyretmek, bahçe işleriyle uğraşmak, aktif olarak sosyal işlere katılmak, aktif olarak politikaya ve sendikal faaliyetlere katılmak ders vermek sayılmıştır. Bunlar içerisinde en yüksek orana sahip olan faaliyetler 67’lik bir oranla aile içerisindeki faaliyetler, 60’lık bir oran ile televizyon seyretmek ve okumak gibi bireysel
faaliyetler ve 56’lık bir oran ile bahçe işleriyle uğraşmak olmuştur (Deygas, 1977, çeviren Ayhan, 1982: 518).

Ülkemizde Şener vd. (2007) tarafından tümü erkek ve eğitim düzeyi yüksek olan 231 kişilik örneklem üzerinde gerçekleştirilen araştırmada boş zaman faaliyetleri; okuma (kitap, dergi, gazete vs.), izleme ve dinleme (televizyon, radyo vs.), hobiler (koleksiyon, müzik enstrümanı çalmak vs.), dışarıda yapılan faaliyetler (koşu, bahçe işleri vs.), spor ve egzersiz, seyahat, sosyal faaliyetler (akraba ziyaretleri, arkadaş toplantıları vs.), kültürel faaliyetler (tiyatroya, sinemaya gitmek vs.), hayır işleri ve gönüllü işlere katılım, demek, kulüp veya sosyal organizasyonlara üyelik biçiminde on gruba ayrılmıştır. Araştırma bulgularına göre katılımcıların % 34’ü izleme-dinleme,  % 25’i okuma faaliyetlerini “sıklıkla” gerçekleştirirken, bazen okuduğunu belirtenlerin oranı % 67, spor ve hobilerle ilgili faaliyetlere “nadiren” katıldığını belirtenlerin oranı sırasıyla % 78 ve 60’tır. Aynı araştırmada yaşam doyumunu en çok etkileyen faktörün boş zaman faaliyetleri olduğu, ardından algılanan sağlığın iyi olması, gelirin yükselmesi ve boş zaman faaliyetlerinin planlanmasının yaşam doyumunu etkilediği tespit edilmiştir (Şener vd., 2007: 33). Bu araştırma emeklinin boş zamanlarını aktif bir biçimde geçirmesinin yaşam doyumu üzerindeki olumlu etkisini ve ruhsal sağlık açısından önemini Türk emeklileri için de geçerliliğini ortaya koymuş ve aktivite teorisini destekleyici bulgular sağlamıştır.

Düzenli egzersiz ve spor yapmanın yanı sıra boş zamanlarını eğlenceye yönelik okumak, el işleri, bahçe işleri yapmak, gezilere katılmak, sosyal ilişkiler kurmak, bilmece, sudoku gibi rekreatif aktiviteler ile geçirmek ve bunları bir yaşam biçimi şekline dönüştürmüş olmak, yaşla birlikte ortaya çıkan kognitif sorunlara karşı da etkin bir önlem olarak kabul edilmektedir. Aktif bir yaşam süren yaşlı kişilerin yaşam kalitelerinin daha yüksek olduğu ve yaşamlarından daha fazla zevk aldıkları da rapor edilmektedir (İnal, 2009: 67). Bu durum emeklilerin kendilerince de istenen ve beklenen bir yaşam biçimidir. Yine ülkemizde emeklilerin sosyo-ekonomik durumlarını saptamaya yönelik yapılan bir araştırmada emeklilerin gün içinde daha çok evde oldukları kültürel etkinlik, sinema ve tiyatroya gidemedikleri kitap ve günlük gazete okumadıkları ve tatil yapamadıkları ilk sıralarda yer almıştır (TÜED Emekli Profili).

Emeklilerin ilgilerini ve sorunlarını paylaşabilecekleri alanlar sadece aile ve komşularla sınırlı olmayıp, çeşitli mesleki veya sosyal örgütlenmelerin de bu açıdan önemli bir işlev yerine getirdiği görülmektedir. Emeklilerin başkalarına yardım ederek gönüllü faaliyetlerde bulunabilecekleri mekanizmalar sivil toplum örgütleri ile gerçekleştirilebilecekleri türden faaliyetlerdir. Cornell Üniversitesinin 240 kişi ile yaptığı emeklilik araştırması raporuna göre, emekliler ayda ortalama 19,2 saatini gönüllü faaliyetler ve hayır işleriyle geçirmektedir (Moen vd., 2000b: 19). Bunlardan % 14’ü ayda 40 saat ve üzerinde, % 9’u 30-39 saat gönüllü faaliyet içerisinde yer almaktadır. Ülkemiz açısından gönüllü faaliyetlerde emeklilerin geçirdiği zamanı tespit eden bir çalışmaya rastlanmamıştır. Ülkemizde emeklilerin ulusal çapta örgütlendiği belirli dernekler mevcuttur[3], ancak meslek esasına dayanan ve gönüllü faaliyetlerin gerçekleştirildiği emekli örgütlenmelerinin yetersiz olduğu gözlenmektedir.

[3] Türkiye Emekliler Derneği, Türkiye Emekli Subaylar Derneği, Türkiye
Emekli Astsubaylar Derneği