TÜRKİYE’DE ASLİ KURUCU İRADE DİĞER BAZI ÜLKE ÖRNEKLERİYLE
A.Haluk TARHAN[*] |
The word is enough, if it scarce,
For the one who understands its meaning,
But is never enough for the one
Who sees only appearances.
To him, the words are weak and pale.
M.C.R.
SUNUŞ
Hukukla olan tanışıklığım Polis Koleji 2.sınıfta fizik dersinden sınıfta kalmamla başladı. Bütünleme sınavında geçer not almayı bekliyordum. Sonuçlar açıklanınca hüsrana uğradım. Bunun düzeltilmesinin yolunun yargı olduğunu çok geçmeden el yordamıyla bulacaktım. Hemen aile çevresinden bir hukukçuya dava dilekçesi yazdırıldı ve reşit olmadığımdan benim adıma davayı Rahmetli Babam açtı. Daha sonraları benim ve yakın arkadaşlarımın açtığı davalarda dilekçeleri bizzat yazacaktım. Tabi mezkur davayı da kazandım. 12 Eylül öncesi ortam bilenlerin kolayca anımsayacağı gibi idari yargıda hakkını aramak bir medeni cesaret işiydi. Adama takarlardı. Nitekim tüm meslek yaşantım boyunca bazıları bana da takmışlardı. Ama hiçbir dönem yılmadım. Hukuku bazı “hukuksuzlar” a karşı etkin bir silah olarak kullandım. Ama üzülerek şunu da belirtmeliyim ki hukukun beş para etmediği zamanlarda oldu. Bu zamanlarda dahi güçlü bir devlet geleneğimizin olduğunu bildiğim için hukuka olan inancımı yitirmedim.
Daha Enstitü’ye geçmeden lise derslerini es geçerek , aynı yerleşkeyi paylaştığımız ağabeylerimin başta İdare Hukuku, Anayasa Hukuku ders notları olmak üzere merak sarmıştım. Binbir badireden sonra yeni ismiyle Akademi’ye geçtiğimde hukuk benim için bir beyin jimnastiğine dönüştü. Bazı arkadaşlarım ise Polisliğe dair derslerde kımıldayamazken- ki bu dersleri Emniyet Müdürleri verirlerdi- sivil savunma öğretim üyelerinin derslerinde bir “sutre” gerisinde uykuya daldıklarını hatırlıyorum.
Şimdileri bilmem ama o zamanlar Enstitü, kalite hocaların toplandığı bir yerdi. Ankara Üniversitesi Hukuk-Siyasal Bilgiler Fakülteleri, AİTİA ve TODAİE ’nin en seçme öğretim üyeleri bizim okulda derslerimize girerlerdi. Bir kısmı edebi yete intikal etmiş bu akademisyenleri rahmetle , hayatta onları minnetle anıyorum. Bu kısa çalışmayı yapmaya cesaret edebilmemin zeminin hazırlayan, Anayasa Hukuku derslerini veren Prof. Dr. Ergün Özbudun, Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ı özellikle belirtmeliyim. Tabii bu akademisyenlerin, bilimsel olduğunu düşündüğün bu çalışmadaki yanlışlarda hiçbir sorumluluklarının olmadığı da aşikardır.
Bu kısa çalışmayı neden yaptım? Medyanın tekelleşmesi nedeniyle, ülkenin temel meselelerinde neredeyse tek taraflı bir beyin yıkama almış başını gidiyor. Bu yetmiyormuş gibi bu tek taraflı beyin yıkama artık yüz yüze yürütülme aşamasına ulaşmıştır. Yaşadığım Tekirdağ merkezde geçen eğitim ve öğretim yüksek öğretimde yürütülen AB’ci faaliyetlerin bu eğitim ve öğretim yılında orta öğretime sıçradığına tanık oldum. Reşit olmayan gençleri, tartışmalı konularda tek yönlü bir etkileme faaliyetine, bilimsel anlamda yanıt verebilmeliydim. (Ama daha önce bir veli olarak itirazımı yetkililere bildirmeyi de unutmadım.)
Bu çalışmamın ana fikrini geçen yıl yerel bir kanalda katıldığım bir açık oturumda ifade etmiştim ve hukukçuları bu konuda görüş açıklamaya çağırmıştım. Dikkati çekmemiş olacak ki daha sonra canlı olarak yine aynı kanalda yaptığım ”Bu Yürüyüş Devam Edecek….” İsimli programlarımdan birisinde yineledim. Yine düşünce açıklayan olmadı. Şimdi ise daha geniş bir çevreye ulaşacağımı düşünerek yazılı hale getirme ihtiyacını hissettim.
“Birinci Vazife” kapsamında olduğunu düşündüğüm bu çalışmayı yayınlayacak, orta öğretim dahil daha üst eğitim kurumlarında dağıtacak kişi ve kuruluşlara şimdiden teşekkür ediyorum.
A . Haluk TARHAN
10 Ocak 2004 Tekirdağ
TERMİNOLOJİK KATKI
“ Asli Kurucu İrade”, yürürlükte bir anayasa bulunmadığı veya yok sayıldığı; devletin yeniden kurulduğu ; yıkılan düzen/devletin dışında olan; hiçbir sınırlayıcı kurala bağlı olamayan, kendisini toplumca benimsenen temel hukuksal düşünce ile bağlı sayan; genellikle yöntem olarak devrim yapan iradedir.
“Kurucu İrade”, bir siyasal kriz/ bunalım neticesinde; yeni bir metin hazırlamakla birlikte “Asli Kurucu İrade”ye bağlı; yeni bir devlet kurma amacına yönelik; demokratik veya anti demokratik yöntemle hareket eden iradedir.
“Değiştirici İrade”, ise, mevcut anayasanın yürürlükte olduğu; bu anayasa metnindeki değiştiriliş kurallarına göre hareket eden; asli kurucu iradenin temel siyasi kararları dışında ayrıntı sayılan konularda değişiklik yapan iradedir.
Bu terminoloji, Türkiye özelinden hareketle, Genel Anayasa Hukuk terminolojisine büyük ölçüde bağlı kalınarak yapılan bir denemedir.
Siyasi otoritenin örgütlenmesinin adı devlettir. Devlet kavramı iktidar ve iktidarı kullanan ajanların varlığı ilkelerini içerir. Bu bizi tarihsel süreç içinde her devletin bir anayasası olduğu sonucuna ulaştırır. Anayasa terimi iki anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamda, devletin temel yapısını, kuruluşunu ve işleyişini düzenleyen kuralların tamamıdır. Bu kurallardan bir kısım yazılı hukuk kurallarıdır. Geri kalanları ise gelenekler, uygulamalar ve hukuk üstü anlayışlardır. Dar anlamda ise, bir-bazen birden fazla-belgede bir araya getirilmiş yazılı-temel hukuksal normlardır. Amerikan Bağımsızlık ve Büyük Fransız Devrim Hareketlerinden sonra bir belge-metinler “anayasa” adını almıştır.
Temel norm olan anayasalarda, kendilerine de kaynaklık eden “üstün normlar”ı kendi metinlerinde işaret edebilirler. Bu halde bunların pozitif hukuk açısından varlığı kayda geçmiş demektir. Bu saptama anayasaların üstünde bazı pozitif hukuk normlarının var olduğunu göstermektedir.
17 Eylül 1787 tarihli Birleşik Devletler Ana
yasa’ sının,Anayasanın Onaylanması başlığını taşıyan VII. Maddesi, bu Anayasanın “Birleşik Devletlerin bağımsızlığının on ikinci yılına kabul edildi ”ğini vurgulayarak, Anavatan İngiltere ile savaş halinde bulunan 13 Amerikan kolonisinin temsilcilerinden kurulan Filadelfiya Kongresi’ne, bu kongrenin 4 Temmuz 1776 tarihinde yayınladığı “Birleşik Devletler Bildirisi”ne dolaylı bir gönderme yaparak, “Asli Kurucu İrade”yi göstermiştir.
4 Ekim 1958 tarihini taşıyan Fransız Cumhuriyeti Anayasası daha ilk cümlesinde “1789 Bildirisi ile saptanmış” ifadesine yer vermekle “Asli Kurucu İrade “yi işaret etmiştir.
17 Ocak 1975 tarihli Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’nın Birinci Bölüm Genel İlkeler başlığı altında İkinci Maddesi:
“Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi, milletimizin düşüncesine yol gösteren teorik temeldir” diyerek “Asli Kurucu İrade”yi vurgulamıştır.
7 Kasım 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Anayasa metnine dahil olan başlangıç kısım asli kurucu iradeyi kişiselleştirerek(Atatürk), eylemiyle (Atatürk İnkılabı/Türk Devrimi), düşünce sistemiyle(Atatürk İlkeleri) Anayasa’nın temelinin temeli olan bir ilke olarak 2.madde de göstermiştir. 4.Maddede ise bu ilke değiştirilmezlik seviyesine çıkarılmıştır.
TÜRK DEVRİMİ İLKELERİ
Türk Devrimi’nin İlkeleri:Siyasi ve ekonomik sistemle ilgili 6 İlke;milli vatan;milli politika;milli devlet olarak sıralanır(1[†]).
Devletlerin kuruluş ve işleyişlerinin dayanağı asli kurucu iradedir. Asli kurucu iradenin by-pass edilmesi yada değiştirilmesi ancak yeni bir asli kurucu irade ile olanaklıdır. Böyle bir irade toplumların tarihsel dönemeç anlarında, nesnel koşulların var olduğu zeminde, buna yön veren güçlü lider ve kadrolarla oluşur. Nesnel koşullar mecazi anlamda bir kasırga, dokuza yakın büyüklükteki bir depremdir. Bir meltem esintisinin, herhangi bir sarsıntının böyle bir iradeyi doğurması mümkün değildir. Hele toplumsal iradeye yön verecek karizmatik bir önder ve inandırıcılığı olmayan kadroların böyle bir irade beyan etmelerinin kıymeti yoktur.
Anayasa üstü bir belge olarak Birleşik Devletler objektif hukukunda yer almış, asli kurucu irade beyanı olan Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirisi şu hususun altını çizmiştir:
“Büyük Britanya Tacı’na karşı her türlü itaatten azade olduklarını; kendileriyle Büyük Britanya Devleti arasında her türlü siyasi bağın bütünüyle ortadan kalktığını ve gerektiğini, öteki hür ve bağımsız devletler gibi, bunların da, savaş ilanıyla barış akdetmekte, anlaşmalar yapmakta,ticareti düzenlemekte ve bağımsız devletlerin yapmakta tam yetkili olduklarını resmen açıklayıp ilan” etmiştir.
Bugün Birleşik Devletler ’de hiçbir kurum,kuruluş,Anavatanları İngiltere ile bir birleşme fikrini hayata geçiremez. Zaten ABD’nin devlet politikası bırakın bir birleşmeyi, uzun yıllar Avrupa devletlerinin işlerine karışmama ve Avrupa devletlerinin kendi aralarında birlik olmaları yönünde olmuştur(2[‡]). Amerikan İhtilali’ni çok geçmeden Avrupa Kıtasında Büyük Fransız İhtilali izlemiştir. Bu ihtilaller S.P.Huntington’un söylemiyle “Birinci Demokratlaşma dalgası”nın kökleridir. Fransa’da İhtilalden sonra, Kurucu Meclis tarafından 26 Ağustos 1789 tarihinde 17 madde olarak onaylanan ve açıklanan İnsan ve Yurttaş Hakları bildirisi kendinden sonraki dönemde de derin izler bırakmıştır. Bugün bütün ülkelerdeki demokratik kazanımların kaynağı, kendinden önce yayınlanan Amerikan Bill Of Right’lar gibi orijinal bir belge olmamasına rağmen “1789 Bildirisi”dir.
İnsanlık hafızasına kazınan böyle bir bildirinin Fransız toplum ve devlet yaşamındaki etkisi doğal olarak diğer toplum ve devletlerden çok daha fazla olacağı açıktır. Bunun nedeni Fransız halkının bu kazanımlarının bedelini çok ağır olarak, fazlasıyla ödemiş olmasıdır.
Fransa’dan ayrı bir etnik ve dinsel yapıya sahip bir Akdeniz adası olan Korsika konusunda parlamentoya sunulan yasa tasarısının son derece önemli hükümleri Fransız Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmiştir. Fransız Anayasa Konseyi öncelikle ulusal egemenlikle Fransız halkı arasında zorunlu bağlantıya dikkat çekmiş, ardından 1789 Bildirgesi,1946 ve 1958 Anayasaları başlangıçlarında yer alan “Fransız halkı” tanımının anayasal değere sahip bir hukuki tanım olduğunu belirterek ilgili hükümleri iptal etmiştir(3[§]).
Çin Halk Cumhuriyeti anayasasında, anayasa üstü norm olarak yer alan Marksizm-Leninizm-Mao Zedung düşüncesi ışığında şunu söyleyebiliriz;Anılan asli kurucu irade, ülkede kaynakların merkezi planlamaya göre dağıtılmasının gerektirir. Ancak değişen koşullar nedeniyle şu sorular aklı gelebilir: Acaba Çin Halk Cumhuriyeti kapitalist ekonomiye geçebilir mi? Ekonomisindeki değişiklikler Çin’e siyasi çoğulculuk getirir mi?
Çin’de makro-ekonomik politikada dönüşümlere rağmen asli kurucu iradenin ıskalanamadığı görülür. Soğuk savaş döneminin kapanmasından çok daha önce “piyasa”nın varlığının tanınmasına-ki piyasa aktörleri planlı ekonominin temel prensiplerine göre hareket şartına bağlıydı-rağmen bu durum bizi teyit etmektedir. On dördüncü parti kongresinde, izlenecek ekonomik stratejinin temel kavramının “ Sosyalist piyasa ekonomisi” olduğu belirlenmiştir.
İkinci sorunun yanıtını, Birleşik Devletlerde Çin konusunda çalışan gözlemcilerden Sinolog Robert Scalopino 8 Şubat 1993 tarihli “International Herald Tribune”deki yorumunda bulabilir:”ABD’nin anladığı anlamda bir demokrasinin bütün dünyada kök salacağına inananlarla aynı kanıda değilim. Evrensel bir yönetim şekline hiçbir zaman sahip olamayacağız.”
TÜRK DEVRİMİ’NİN ÜRÜNÜ OLAN ANAYASA ÜSTÜ BELGELER
Türk Devrimi’nin ihtilal dönemindeki temel belgeleri üç tanedir. Birinci Anayasa Genelgesi ikincisi,Erzurum ve Sivas Kongresi kararları üçüncüsü, Misak-ı Milidir. Bu belgeler Anayasa Üstü Belgelerdir.
Türkiye Cumhuriyeti, bir ihtilalle kurulmuştur. İhtilali başlatan bildiri, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın silah arkadaşlarına- karasızlık gösterenler olmuştur-iradesini kabul ettirmesi sonucu 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya’da yayınlanmıştır. Bu Genelge (Tamim)’nin Birinci maddesinde belirtilen, “Vatanın tamamiyeti, milletin istiklali tehlikededir…Milletin istiklalini yine milletin azmi kararı kurtaracağı ilkelerinin altının çizilmesi gerekir. Bu ilkelerde geçen kavramlar ise ,”vatan bütünlüğü”,”millet bağımsızlığı” ve ”millet egemenliği”dir.
Erzurum’da 23 Temmuz 1919 tarihinde beş vilayetten elli dört delegenin katılımıyla toplanan kongrenin aldığı kararlar 7 Ağustos 1919 tarihinde yayınlandı. 4 Eylül 1919 tarihinde 38 delegenin katılımıyla açılan Sivas Kongresi kararları 12 Eylül’de halka açık bir toplantıda açıklandı. Buruda alınan kararların esası Erzurum Kongre kararlarının aynısıdır. Toplanış şekil ve aldığı kararlar itibariyle ulusal bir kongre olduğu, çok geçmeden Amasya Görüşmeleri ve Protokolleriyle(20-22 ekim 19199kesinleşmiştir.
Ulusal Kongre karaları birinci maddesinde vatan ve millet “gayri kabili tecezzi ve hiçbir sebeple iftirak etmez bir kül teşkil eder”(ayrılması mümkün olmayan ve hiçbir sebeple bölünme kabul etmez bir bütündür);ikinci maddesinde, “Kuvayi Milliyeyi amil ve İradei Milliyeyi hakim kılmak esası kat’idir.” ( Ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak, kesin esastır.); yedinci maddesi ”devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklal ve vatanımızın tamamisi malıfuz kalmak şartı” (devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartı) birer ilke haline getirilmiştir. Buruda vurgulananları sıralarsak:
- Vatan bir bütündür.
- Milli irade egemen kılınacaktır.
- Manda ve himaye kabul edilemez.
Misak-ı Milli: Son Osmanlı Parlamentosunun 17 Şubat 1920 tarihinde kabul ettiği metin.TBMM 18 Temmuz 1920 tarihinde Misak-ı Milliye bağlılık yemini etmiştir. Ulusal Andın esası:
- Tanımlanan vatanın, hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütün olduğu,
- Siyasi,adli, mali ve diğer gelişmeyi engelleyecek bağlara karşı olduğu.
Devrimin ihtilal dönemindeki temel belgeleri yukarıda sıralanmıştır. Anlaşılması açısından temel ilke ve kavramlarının altı çizilmiştir. Bu belgeler anayasa üstü değer taşır, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na kaynaklık eder, ruh verir. Bu belgelerin yadsınması, ıskalanması, tebdili, tağyiri, ilgası pozitif hukuk ötesi sonuçlar doğurur.
Bu belgelerdeki ilkeler “Devlet”i kuran iradenin açık seçik yazılı beyanlarıdır. Bu ilkelerden çıkan, açık olan diğer bir husus da kurulan devletin “milli devlet” olduğu gerçeğidir.
Ulusal devletin tanımlanmasına yardımcı olmak için, arka plan için şunları aktarabiliriz(4[**]). Ulusalcılık, 19.yüzyılda Avrupa’da gelişen bir öğretidir. Ulusalcılık, insanlığın doğal olarak uluslara ayrıldığını ve tek meşru yönetim biçiminin bu ulusların kendi kendilerini yönetmeleri olduğunu savunmaktadır. İnsanlar, bu ilkeye göre oluşmuş ulusal cumhuriyetler içinde kendi kaderlerini belirleme özgürlüğüne sahip olacaklardır. Fransız Devriminden sonra dünyada hızla yayılan bu öğreti açısından en kritik olan, ulusun nasıl temellendirileceğidir. Bunu temellendirme yollarından biri dil,kültür,ırk vb. etnografik özelliklerin aynılığına dayanmak olmuştur. Yayılmacı siyasetlerin desteğini alan bu etnografik temellendirmeler, hem var olan nitelikleri farklı ulusal devletlerin varlık nedenlerini açıklamada yetersiz kalmış, hem de büyük savaşlara gerekçeler oluşturmuşlardır. Daha 1882’de Ernest Renan, bu tür temellendirmenin yetersiz olduğunu görerek kişinin iradesiyle temellendirme yolunu yeğlemiştir. Renan’a göre, kişiler yaşamları boyunca yaptıkları seçmelerle hem kendi kaderlerini belirlerler hem de ulusun üyesi olmayı yeğlerler. Bu görüş sonucunda ulusların her gün yapılan bir plebisitle yeniden belirlediği noktasına ulaşılmaktadır. Renan’ın ulusların belirlenmesini kişinin iradesine bağlıyan görüşü, beraberinde iki önemli sonuç getirmektedir. Bunlardan ilki, ulusların üyelerinin anonimliği, ikincisi ise geçmişteki bağlarına ve kimliklerine ilişkin büyük bir unutuşu içermesidir.
Tek bir cümle ile ”milli devlet”, tek bir millete dayanan devlet demektir. Milli devlet kavramına dair ilkeleri ise şöyle sıralayabiliriz: ilki, başka ulus/ulusların iradesine tabi olmama;ikincisi, demokratik yönetim;son olarak,tek bir millete dayanmalıdır.
Ulusal devlet, uluslar arası sistem içinde yalnız başına yaşamaya çalışan, içine dönük ve kendisi hakkında kendi karar veren bir varlıktır. Davranış kalıbı daha çok kendi içinden gelir. Kaynaklarını sadece kendi gereksinimleri için kullanır ve davranışlarının sonucuna kendisi katlanır. Bütün durumları sadece kendisi açısından değerlendirir, öteki devletlerle ilişkilerini bu güdüye göre saptar(5[††]).
EGMENLİK KAVRAMI
Devletin üç unsurundan biri olan egemenlik, dilimizde “hakimiyet” sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hükmeden, buyuran, hükmünü yürütebilen üstün bir gücü ifade eder. Kendisinden daha üstün bir gücün varlığını kabul etmemek, egemenliğinin özünde vardır. Egemen bir güç, kendi yetki alanında, herhangi bir üst otoriteye bağlı ve bağımlı olmayan güç demektir. Egemenlik sözcüğü iki değişik tarzda kullanılmaktadır: İlki,”Devletin Egemenliği”, ikincisi ise “Devlet içinde egemenlik”. “Devletin egemenliği”, devletin dışa karşı egemenliği demektir. Uluslar arası hukukun konusudur. Bir devletin egemen olması, o devletin kendisi dışında bir güce tabi olmaması anlamına gelir. “Devlet içinde egemenlik” iç kamu hukukuyla ilgili bir sorundur. Devlet içindeki egemenlik, kendi üstünde bir güç ve sınırlama tanımaz(6[‡‡]).
TÜRK DEVRİM TARİHİ AÇISINDAN EGEMENLİK
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Bülent Tanör Ulusal/Kemalist tez için şu tespitlerde bulunur: Ulusal devlet tezi, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının “Anadolu Günleri”nin ürünüdür. Asıl rol Mustafa Kemal Paşa’dadır. Bu tez ve belgeler dört aşamada oluşmuştur: Amasya(toplantı,karar ve genelgeleri),Erzurum Kongresi(kararları),Sivas Kongresi(karar ve nizamnamesi) ve Misak-ı Milli. Bütün bunlarda, devletin kurucu unsurları titizlikle çizilmiştir. Dış Egemenlik konusunda bu dört aşamadan çıkan düstur çok yalındır. Tam bağımsızlık. Ulusal bağımsızlık eşittir ulusal-demokratik egemenlik. Yani, ulusal özgürlüğe demokrasiyle(ulusal egemenlikle) ulaşılabilecektir. Böylece ulusal bağımsızlık hedefi, içte ulusal-demokratik egemenliği beslemekte, hatta zorunlu kılmaktadır. Çok uluslu, feoral, ümmet ideolojili bir toplumun siyasal çatısı saltanat ve hilafet biçiminde belirtilmişti. Bunların kaldırılmasıyla ulus öncesi veya ulus üstü iki durum yok edilmiş oluyordu. Devlet katında meydana gelen bir başka önemli değişiklik çok uluslu ve yarı-feodal bir imparatorluğun teba anlayışından, bir ulusal devletin vatandaş kavramına geçiştir. Herhangi bir dinsel yada ırksal aidiyeti içermeyen bu yeni anlayışın tarafsız(nötr) bir karakteri vardır. Bunu, Türk ve Millet kavramlarının tanımlanışında da görürüz. 1924 Anayasası’na göre, “Türklük” sıfatının dinsel yada ırksal bir anlım içermediği, yine aynı yıllarda Mustafa Kemal ,”Türkiye Cumhuriyeti”ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” şeklindeki tanımıyla aynı yaklaşımı millet kavramı düzleminde de formülleştirmişti(7[§§]).
Yine Atatürk’ün Dış Politikası ve Uluslar arası ilişkiler anlayışı üzerine bir değerlendirme yapan Prof. Dr. İzzettin Doğan benzer sonuçlara varmıştır(8[***]). Atatürk ulusal egemenlik ilkesinden ve ulusların egemenlik eşitliği ilkesinden hiç ödün vermeyen, kararlarında kesin azimli bir liderdir. Gerçekten, tüm ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca ve Erzurum Sivas Kongreleri sırasında alınan kararlarla saptanan bu iki ilkeden Atatürk hiçbir ödün vermemiştir.
POZİTİF HUKUKA GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DEĞİŞTİRİLEMEZLERİ
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 4.Maddesi aynen şöyledir:”Anayasanın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile. 2.maddesindeki Cumhuriyet’in nitelikleri ve 3.maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” Bu çok önemli ve bağlayıcı hüküm bizi hemen Anayasa’nın 2. maddesine götürür.
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Konumumuz itibariyle yukarıdaki maddede altını çizdiğimiz Anayasanın başlangıcında belirtilen temel ilkeleri açıklığa kavuşturmamız gerekecektir.
Anayasanın “Başlangıç”ı, yaklaşık 400 sözcüklü tek bir cümleyle hem Anayasanın meşruluğu, ana doğrultusu, hem temelindeki temel inançlar, hem benimseniş biçimi anlatılmaya çalışılmıştır. TC Anayasasının “Başlangıç”ındaki temel ilkeler(9[†††]):
- Anayasanın meşruluğu
- Atatürk’e bağlılık
- Ulusal varlığın korunması ve yüceltilmesi
- Doğal haklar
- Ulus iradesinin üstünlüğü
- Gerçek anlamına uygun bir güçler ayrılığı
- Laiklik
- Anayasaya bağlılık ve bekçilik
Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti herhangi bir demokratik,laik ve sosyal bir hukuk devleti değildir. Ya nasıl bir devlettir? Başlangıçta belirtilen temel ilkelere de dayanan bir devlettir. Bu hüküm değiştirilemeyeceği gibi değiştirilmesi teklif bile edilemez.
Aslında Anayasayı yapan “Kurucu irade”nin, anayasanın “Başlangıç” ve 2.maddesiyle bize gösterdiği, “Asli Kurucu İrade”den başka bir şey değildir. Dolayısıyla Anayasanın 4.maddesiyle,2.maddesi kavramı içine giren bütün ilkeler doldurulmuştur. Bu ilkeler demetinin bir kavram olarak ifadesi asli kurucu iradedir.
Bu gerçeği yadsımak isteyenlerde bulunmaktadır. Prof. Dr. Kemal Dal’ın bu konudaki görüşü şöyledir: “Anayasa’nın 2. maddesinin değişmezliğini kabul etmek, pek isabetli değildir. Çünkü, Any. Mah.’nin 21.10.1976 tarih ve 38/46 sayılı kararlarındaki anlayıştan hareket edilirse, 2. maddenin, değişmez hükümler arasına girmesi sonucu, Anayasa’da 2.maddenin kavramı içine giren bütün maddeleri dondurmak olur(10[‡‡‡]).
Nitekim 1982 Anayasası yapılırken Danışma Meclisinin kabul ettiği metinde “değiştirilemeyecek hüküm “ olarak sadece “devlet şeklinin değişmezliği” salt nostalji olsun diye konmasına karşın, Mili Güvenlik Konseyi aşamasında değişikliğe uğrayarak-Ordu’daki kurmayların uyarısıyla olduğuna şüphe yoktur-değiştirilemeyecek hükümler kenar başlığı altında Anayasanın 1,2 ve 3. maddelerini kapsayacak şeklinde 4.madde olarak yeniden düzenlenmiştir. Dolayısıyla asli kurucu iradenin bir açılaması pozitif hukukla güvenceye alınmıştır. Gerçi asli kurucu iradenin bu yolla güvenceye bağlanmış olması, güvence açısından ikincil bir değer taşır. Yukarıda da bir şekilde ifade edildiği üzere sorun bir fiili güç sorunudur.
İşte bu gerçeği en iyi bilenler Türkiye karşı-devriminin bir kanadı olan irticanın “beyin” takımıdır. Yıllardır Türk Ordusuna sızamamanın çaresizliğini yaşamaktadırlar. Pozitif hukukun kendilerine asla geçit vermediğini çok iyi bilmektedirler. Yine bu nedenlerdir ki tüm “Siyasal İslamcılık ”larına karşın on iki havarili AB’ye balıklama atlama isteği, Atlantik ötesinden biçilen rolleri oynamaya çalışmak yada ancak “değiştirici irade” olabilecek bir Meclis’ten, “sanki bir kurucu meclis gibi çalışacak bir meclisle, tamamen yeni bir anayasa yapma” söylemlerini sıkça dile getirdiklerini biliyoruz. Yine onlar ve onların ardındaki Batı şunu çok iyi bilmektedirler ki Türkiye Cumhuriyeti bir ihtilalle kurulmuştur ve ancak ateşli bir güçle yıkılabilir. Başka bir ifadeyle “Asli Kurucu irade” ancak kanla silinebilir. Realite budur.
Türkiye karşı-devriminin bir başka kanadı olan “ Atatürkçü” siyaset erbabı da aynı gerçeği bildiğinden onlar strateji olarak kendilerine Kemalizmi sulandırmayı seçmişlerdir. 11 Kasım 1938’den beri değişik yöntem ve taktiklerle asli kurucu iradenin arkasına dolanmışlardır. Bunda da başarılı olduklarına şüphe yoktur. Ancak mızrağın çuvala sığmadığı noktadayız. Denizinde karanında tükendiği yerdeyiz. Dış ve iç koşullar bizi bu kritik aşamaya getirmiştir…
TÜRK DEVRİM HUKUKU AÇISINDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ AB’YE GİREBİLİR Mİ?
İstanbul Hukuk Fakültesi Karma Kurulunca görevlendirilen Komisyonun “Ortak Pazar ve Türkiye” ile ilgili olarak hazırladığı Rapor(11[§§§]). “Türkiye (Ekonomik ve Politik) bir entegrasyon sürecine girmektedir. Bu entegrasyon sürecinin “mantığı” AET antlaşması, Roma antlaşmasıdır. “Türkiye ile “Ortaklık Antlaşması” birçok maddelerinde AET antlaşmasına atıflar yapmaktadır.(bk.M.12,13,14 ve diğerleri). Bu atıflar, Türkiye ile Ortaklık antlaşmasını AET antlaşmasının ideolojik bütünlüğü ile tamlaştırmaktadır.
Ortak Pazar Politik ve Ekonomik ikili bir sürecin varış noktasıdır. Ortaklık, devletlerin misyonuna giren siyasal nitelikteki kilit alanlarla ilgilidir ve karar merkezlerini milli iktidarların karar merkezleri dışına ve üstüne çıkararak, “politik entegrasyon sistemi” ni öngörmektedir.
Politik entegrasyon sistemi, “milli iktidarların” bazı yetkilerinden feragat ederek, bu yetkilerin kullanılmasını prensip olarak “milli-üstü” bir otoriteye devrettikleri bir sistemdir. Genel çıkarları temsil ettiği varsayılan milli-üstü otorite, devletlerin entegre olunan alanla ilgili her konuda , önceden tespit edilen ölçü ve biçimlerde, kararlarına uymayı kabul etekleri bir otoritedir. Bu tespitin, Milli Mücadeleden Devlet yapısının temelini teşkil eden Milli egemenlik prensibi ve bundan çıkan neticeleri düzenleyen 1961 Anayasası’nın 4.maddesi, “tek-yapılı devleti” öngören “milli devlet” anlayışı (Başlangıç ve 2.m.), “Tabii servet ve kaynakları devletin hüküm ve tasarrufu altına sokarak “ Ekonomik Ulusçuluk anlayışını getiren 130.m. açısından değerlendirmek gerekir.
Siyasi entegrasyon, hukuki entegrasyonla tamamlanarak “azgelişmiş ülkelerde”, paradoksal olarak devrim içi bir nitelik kazanan hukukun olanı değil, olması gerekeni gösteren, var olanı aşan hukuk sistemlerini, anayasal düzende program anayasaları soyut ve boş şemalar haline sokarak geçerliklerini fiilen kaybettirmektedirler.
Devletleri bağlayıcı, “direktif niteliğinde kararlar”(m.189) verme yetkisine sahip olan Konsey, bu kararları birinci dönemde oy birliği, daha sonraki dönemlerde mevsuk çoğunlukla verecektir. Bu şekilde kurulan “milli-üstü” otorite1961 anayasasının “tek-yapılı devleti” öngören, Milli Devlet anlayışına (Başlangıç ve madde 2), Milli Egemenlik ne açıkça aykırı düşmektedir. “Milli karar merkezleri” dışında ve üstünde “Milli-üstü karar merkezleri” kuran AET ‘ katılma kararının Anayasanın bu temel tercihleri açısından yeniden değerlendirilmesi gerekir.”
Üniversitede konunun uzmanı olan akademisyenlerce ortaklaşa hazırlanan bu raporun sondan bir önceki cümlesinde Anayasaya “açıkça aykırı”lıktan bahsedilmesi, son satırında belirtilen, yeniden değerlendirilmesi isteği “arif olan anlar” kabilindendir. Yoksa AB’ye girmenin belli bir konjonk türde pozitif hukuk sınırları içinde Anayasayı İhlal suçunu oluşturacağını bizden önce, gerçek anlamda, bu ülkede devlet adamlığı yapmış olanlar bilmektedir. Bazen duyduğumuz filan tarihte anılan entegrasyona girme şansı ayağımıza gelmişti neden girilmedi türü tezlerin ardındaki sebep sakın bu olmasın? Türk Siyasi Tarihi TCK 146.maddesinin farklı tatbiklerine tanıktır. Konunun objektif hukuk ötesi sonuçlarını değerlendirmek ise başlı başına ayrı bir çalışma konusudur.
Ayrıca bir değerlendirmeye tabi tutmayacağımız 1961 Anayasasının konumuzla ilgili maddelerinin 1982 Anayasasının ilgili maddeleriyle tamamen örtüştüğünü anayasa Hukukçuları gayet iyi bilirler. Anılan raporun günümüzde de geçerli hukuksal tespitler olduğuna, meseleye farklı bakmaya çalışanların varlığına karşın en ufak şüphe yoktur.
Binnetice “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!” tanrı sonumuzu hayır etsin…
Söz, mana ehline az da olsa çoktur,
Uzadıkça uzar, yeter mi yeter,
Fakat suret ehline çok söz bile azdır, kifayetsizdir.
Mevlana Celaleddin Rumi
KAYNAKÇA
ARMAOĞLU Fahir:20.Yüzyıl Siyasi Tarihi(1914-1980),c.1.,Ankara 1993, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
ATEŞ Sami: Milli Hakimiyet Prensibinin Tarihi Gelişimi ve Türk İnkılabındaki Yeri, Ankara 1991, Kemalist Atılım Birliği Yayım.
Avrasya Dosyası,Cilt 2,Sayı 2,Yaz 1995.
ÇAM Esat:Siyaset Bilimine Giriş, İstanbul 1990, Der Yay.
FEYZİOĞLU Turhan: Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Ankara 1988, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını.
GELLNER Ernest:Uluslar ve Ulusçuluk, İstanbul 1992, İnsan Yayınları.
GÖNLÜBOL Mehmet: Uluslar arası Politika, Ankara 1993, Atilla Kitapevi.
KAPANİ Münci, Kamu Hürriyetleri, Ankara 1981, AÜHF Yay.
KAZGAN Gülten: 100 Soruda Ortak Pazar ve Türkiye, İstanbul 1970, Gerçek Yayınevi.
MEVLANA Celaleddin Rumi,Divan-ı Kebir Meter 1,Translated by:Nevit O.Ergin,1995 U.S.A., Current & Turkish Republic Minstry of Culture; Divan-ı Kebir I , Hazırlayan : Abdülbaki Gölpınarlı, Eskişehir, Kültür Bakanlığı Yayını.
NALBANT Atilla: Üniter Devlet, İstanbul, YKY.
ÖZTÜRK Kazım: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (İzahlı,Gerekçeli, Anabelgeli ve Maddeler Göre Tasnifli Bütün Tutanakları İle),C.2,Ankara 1966,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
[*] Emekli Emniyet Müdürü
[†] Özkan Tikveş, Atatürk Devrimi ve Türk Hukuku,İzmir 1975,s.75.
[‡] Çoşkun Üçok, Siyasal Tarih(1789-1960), Ankara 1978,s.7.
[§] Atilla Nalbant,Üniter Devlet,s.253-54.
[**] İ.Tekeli-S.İlkin, Türkiye ve Avrupu Topluluğu,1.Kitap, Ankara 1993,s.11-12.
[††] Mehmet Gönlübol,Uluslar arası Politika,Ankara 1993,s.48.
[‡‡] Turhan Feyzioğlu,Türk Milli Mücadelesini ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği,Ankara 1988,s.3-5.
[§§] Bülent Tanör, Kurtuluş Kurtuluş,s.38-224.
[***] İzzettin Doğan, “Atatürk’ün Dış Politikası ve Uluslar arası İlişkiler Anlayışı”, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, İstanbul 1986,s.141.
[†††] Mümtaz Sosyal, Anayasanın Anlamı,İstanbul 1986,6.Baskı,s.170-172.
[‡‡‡] Kemal Dal,Türk Esas Teşkilat Hukuku,Ankara 1986,s.151-152
[§§§] Gülten Kazgan,100 Soruda Ortak Pazar ve Türkiye,İstanbul 1970,s.283-285.