Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

MİLLİ GÜÇ VE MİLLETLEŞME GERÇEĞİ (Geçen Sayıdan Devam)

                           Metin Murat ARSLAN

                                                                                     Emniyet Amiri

                                                                                                         Sosyolog

                                                                                         Bartın Emniyet Müdürlüğü

Türkiye Cumhuriyeti 600 yıl yaşayabilmiş bir cihan şumül devletin harabeleri arasından çıkmış milli bir devlettir. Ancak o beş bin yıllık Türk tarihinin ve yüzlerce Türk devletlerinin bir sürecidir. Kurucusu olan Atatürk’te bu durumu defalarca  ifade etmiştir. Osmanlı kanalı ile de eski Türk medeniyetine  bağlanır. Bu medeniyetin belirgin vasfı Türk inanç ve töreleri ile bunlarla çatışmayan İslam amel ve hissiyatıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni  kuranlar ona millilik vasfını verirken bu kadim medeniyetin kültür unsurlarını  da çağın yeni değerleri ile bütünleştirerek yükselmeyi hedeflemişlerdi. Ülkenin halkı da yine bu medeniyetin mahsulü kabul edilmişti ve gerçekten de öyle idi. Bu gün Türk devletinin bu bütüncül hareketlerine tahammül edemeyenler önce milli kelimesinin yerine ondan  çok farklı bir  mana taşıyan ulus’u  koyup,sonra da ona ideolojilerine göre manalar yükleyerek  vasfını unutturmaya çalışmaktadırlar.(Aslantürk ve Amman,1999-251)

Kimlik meselesi,millet  ve milliyetçilik kavramlarını da davet eder. Ernest Gellner “Milletler ve Milliyetçilik”eserinde milleti baz olarak almış,onun üst  ve alt kısmını ise millet-altı ve millet-üstüolarak belirlemiştir. Millet-üstü kavramlar:Evrensellik,Hümanizma ve Küreselleşme’dir. Millet-altı kültür  ise;daha ziyade,etnik ile yoksulluk’tur.(Türkdoğan,1999b-177)

Yine  Türkiye’nin sosyal bir kanayan   yarası haline gelen problem Alevi-Sünni ayrımını yokedemeyiş,açıklayamayış,birlik ve beraberlik haline getiremeyiş nedeniyle bir takım mihraklarca devamlı kanatılan yara haline gelmesidir. Yüzyıllar boyunca  marjinalde yaşamış olmak,merkezden uzaklaşmış bulunmak,toplum psikolojisinde bir yabancılaşma türü algı alanı yaratabilir. Günümüzdealevilik,bu kenarda kalmaktan ötürü bir inanç  sistemi olmaktan öte,bir “alevilik olgusuna” dönüşmüştür. Bir anlamda alevi inancından önce “alevi olma olgusu”  ön plana geçmiştir. Bu bir savunma mekanizması veya sosyolojik  anlamda toplumsal mobilizasyon yönelimidir. Fakat bizce alevilik ,alevilik olgusunun önüne geçmelidir. Alevi olgusu, sürekli marjinalde  kalma nedeniyle bir AleviRadikalizmi’ne  dönüşmüştür. Aynı şekilde İslam Radikalizmi’de,batılılaşma süreci karşısında otokton yönetimin kendi değerlerinden sapması sonucu,ortaya çıkan bir gerilimin ürünüdür.Ortodoks inancı temsil eden merkezinde,bu tarihi süreci göz önüne alarak,gerçekten bu sevimli,saygılı ve necip insanlarımıza yaklaşması gerekir. Yeni bir kültür ve eğitim felsefesi benimsemek suretiyle toplumsal uyumu,bütünleşmeyi ve birlikteliği sağlayacak dönüşümler yapmak durumundadır.  Özellikle,alevi  olgusunun belirlediği çizgiyi çok iyi tanımaları ve aleviliğe saygı duymak suretiyle  Hoca AhmetYesevi,Hacı Bektaşı Veli,Mevlana ve Yunus Emre gibi kültür ve medeniyet tarihimizin bu ulu kişilerinin görüş ve düşüncelerini halk aleviliğine  aşılamak gerekir. Aleviler de bizim tarihimizin,kültürümüzün,soyumuzun  ve  toplum değerlerimizin  oluşturduğu insanlardır. Bu nedenle onlara kültürümüzle yaklaşmamız gerekir. (Türkdoğan,1996a- 426,427)

Türk toplumu,temelde tek kültür diyebileceğimiz bir yapıyı temsil etmektedir. Ülke çapında kitle iletişim araçlarının etkin bir biçimde kullanılması,bölgeler arası sosyal hareketliliğin yoğunluk kazanması,kentleşme ve endüstrileşmenin coğrafi alanlara yayılması,standart kültür ve eğitim kalıplarının okul öncesi ve okul çağlarındaki gençler üzerindeki uygulanması;etnik özelliklerden dil,kültür,gelenekler ve iktisadi statüdeki yansımaları engelleyebilir. Bunlar arasındaki sosyal bütünleşmenin sağlanamayışı  veya birinin ötekinden hızlı gitmesi “millet yapma” (nation building) yerine,”millet tahribine” yol açabilir.(1999a- 179)

Türkiye,milletleşme süreci içindedir. Altı yüzyılı aşan bir imparatorluk dönemine rağmen,milletleşme olgusunu  belirli  tarihi gelişim  içinde gerçekleştirememiştir. Bunda,kuşkusuz ümmet politikasının etkisi  büyük olmuştur. Arap dünyasında rastladığımız gibi bir  kavim şuuruna (asabiye)  gidilmemiştir.(1999a-178)

Tarihin en eski dönemlerinden beri toplum akışı  hep cemaatten cemiyete doğru olmuştur. İbni  Haldun’dan F.Tönnies’e kadar pek çok sosyolog sosyal değişmenin  bu yönüne dikkat çekmişlerdir. Mesela Avrupa’da 19.yüzyıl başlarında makine  sanayii  sürecinde bu akış görülmüş,sonunda  Avrupa ülkelerinin ananevi sosyal yapılarını tamamen değiştirmiştir. Ancak bu süreç,onların derin buhranlar yaşamasına sebep olmuştur. İşte geri kalmış ülke görünümünden sıyrılmaya çalışan Türkiye,Avrupa’nın bu dönemdeki tecrübesini yaşamaktadır. Köyden şehre göç sanayileşen cemiyetin göstergesidir. Fakat köyden şehre bu derece kesif birgöçün şehirleşme olup olmadığı hususuna gelince,buna tam bir şehirleşme demek mümkün değildir. Türkiye’de köyün  şehire taşınması  ve şehirlerin köyleşmesi süreci yaşanmaktadır. Buna yığınlaşma denilmektedir. Şehirler  hala sosyal bir bütün haline gelememişleridir. Yanı halk cemiyeti  (folk  society)’nden,şehir cemiyeti (urban saciety)  ne geçiş süreci henüz tamamlanmamıştır.(Aslantürk ve Amman,2000-248)

Bölgelerarası  kalkınmışlık farklılığı ve  farkın istismara müsait olan güneydoğu  bölgesinde zaman zaman hükümetlerin ve devletin tenkidine sebep olmuştur.Bu yörede  sosyolojik anlamda bahsettiğimiz cemaatcı yapı yani  aşiret kültürü kendisini güçlü bir şekilde göstermektedir. 

1960-1980’ler arası öğrenci olaylarının  yoğun olduğu dönemlerde,Türkiye’nin ekonomik  ve  sosyal  yapısı,siyasal rejim  sistemi,yönetim modeli ağır kayıplara sahne olmuş,yer altı  örgütlerinin şekillenmesini hazırlamıştır. Uluslar arası terörizm uzmanı Claire Stirling’in yerinde teşhisiyle “Atatürk  ölmüştü;miras bırıktığı  politikası düşüncesiz,mirasyedi,rüşvetçi rejimiyle harcanıp yok edilmişti.claire

12 Eylül öncesi öğrenci hareketleri sırasında sol zihniyeti  temsil  edenlerin yayınladıkları bildirilerde yer alan “Türkiye halkları”  gibi ibareler  bütünleşme yerine çözülme  arzusunu  ortaya koymaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında iktisadi ölçüye  göre sosyal  piramitte üst tabakanın altında yeralan  memur sınıfı ,bugün ortanın altında yer almakta,göç sebebi ile nüfusu sürekli azalan köylüler alt tabakanın üstünde görülmektedir. Ancak bunlar şehirlerin etrafında yeni ve garip bir kimlik ile farklı bir tabaka biçiminde tekrar zuhur etmektedir. Bu  gün ,sanayi cemiyetlerinde orta sınıfı teşkil edenler;aydınlar,serbest meslek sahipleri,avukatlar,doktorlar,gazeteciler,öğretmenler,kamu veözel sektör  bürokratları,mühendis,teknisyen,vasıflı işçi,esnaf,orta büyüklükte toprak sahipleri vb. olmaktadır. Bizde bu sınıfların teşekkülü ileri sanayi ülkelerindeki kadar güçlü değildir. Özellikle orta ve alt tabakalar arasında sosyal hareketliliğe karşılık sanayici,büyük para rantları ile geçinenler,medya patronları,kazanç menşei  meçhul büyük  zenginlerin teşkil ettiği üst tabakada  (iktisadi kriter ve hayat düzeyi bakımından yukarı tabakalarda yer alanlar) statik bir  vaziyeti göze çarpmakta,hatta bazı tabakalarda kastlaşma temayülü sezilmektedir. Tam olarak  ferdiyetçi bir hüviyet kazanmayan cemiyetimiz bu tabaka ve zümrelerin hakimiyetine girmekte,bu hakim zümre veya tabakalar da sık sık yer değiştirmektedir. Cemiyetimiz bu hali ile sabit olmayan cemaatçi yapı özelliği gösteriyor. (Amman.1999-249,250)

1990’lı yıllar,ülkemiz için sosyo kültürel açıdan yorumlandığı takdirde,daha ziyade batılılaşma  tezinin hassas dengeleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak bu oluşuma karşı,milli ve dinimobilizasyon güçleri yeni alternatifler  türetmek suretiyle sesini yükseltmektedir. Bu da milletleşme süreci için isabetli bir başlangıç olmuştur. 

Son yıllarda ülkemizde gözlenen gerginlikler,aslında yukarıda belirtildiği gibi,temelinde aydın-halk ikiliğinden kaynaklanmaktadır. Dünyada,bugün Türkiye’deki toplum modeline benzer ikili bir yapılaşma görmek mümkün değildir. Bu ayrışımın ortadan kalkması için aydın ve yöneticinin halka gitmesi,halkıyla bütünleşmesi gerekir. Bunun içinde her şey den önce milli eğitim kurumlarının batılı ülkelerde gözlediğimiz doğrultuda millileşmesi zaruridir. (Türkdoğan,1999a-36) 

Yığınlaşma,gecekondulaşma,zenginlik ve fakirlik kültürü

Gasset’in yığınlaşma veya  doluluk dediği şey de burada karşımıza çıkıyor. “Kentler artık insan dolu;evler kiracı dolu;mal sahibi dolu;parklar gezen ve dolaşanlarla dolu;doktor muayenehaneleri hastalarla dolu;plajlar yüzenlerle dolu…”. Kitle-toplum böyle oluşmaktadır. Bunlar aslında küçük gruplar gibi belirli bir ilke ve amaçlar etrafında birleşme ve karar alma  yetkisine de sahip almadıkları için şekilsiz,akıp giden  bir su gibi çerçevesiz,hedefsiz oluşumlardır. Çoğu kez,toplumsal sisteme karşı,her an patlamaya hazır,protestocu yığınlardır bunlar. Kitle-toplum,aslında kitle-insanların istatistiği,bir yığılmadır. Zevklerde,dünya görüşlerinde,hatta  sosyal  tercih ve kararlarda yeknesak ve standart bir kimliği ortaya koyarlar. Gasset’in yerinde teşhisiyle “Bir makineyi çalıştırmak için içine yağ konulduğu gibi,bunlara da fikirler dıştan aşılanır.”(1999b-44,45)

Kitle kültürünün öznesi yığınlar veya  kalabalıklardır. Başka bir ifadeyle,kitle veya insan-kitle’dir.Oysa kültürün öznesi fert ve özgür kişiliktir. Bu yüzden,insanın ruhu,kitlenin ise sadece ihtiyaçları vardır. Her kültür insanın yücelmesi,mükemmelleşmesi sürecini yansıttığı  halde,kitle kültürü ihtiyaçların doyurulmasına yöneliktir. Herbert Marcuse,kitlenin bu doyumsuzluğundan ötürü,tek boyutlu insanifadesini kullanmaktadır. Horkheimer  “Kültür ferdileşmeyi hedef alıyor,kitle kültürü  ise ters yönde ahlaktan hatta kültürden ayrılıyor. Çünkü kültür kitlenin değil,halkın yaratmasıdır”. Gökalp,bu anlamda halkın kültürüne milli kültür  diyordu. Kitleleşme;gelenek ve törelerin koruyucu,yön verici ve yönetici,çerçevelenmiş  yapısını kırarak ,ferdi,kalabalıklar içinde yalnız bırakmıştır. Kitle-topulumda,kendini sosyal bir boşlukta hisseden,bunun belirginliğini yaşayan insanlar,kitleleşmeye doğru kaymaktadırlar. Büyük şirketler,teşkilatlar ve bürokratik yönetim biçimlerinin baskıları,bireyi,kişisel görüşü olmayan alelade bir sayı,anonim bir varlık haline getiriyor. (1999b-46,47)

Kitle kültürü;gençlik  kültürü,yoksulluk  kültürü ve zenginlik kültürü gibi problem alanları oluşturmaktadır. Kitle  kültürü bir karşıt kültür alanıdır. Bu yüzden,öteki karşıt kültür alanları gibi hakim kültürü (milli kültürü) tehdit etmektedir. Zevklerde bayağılaşma;demokrasi,gazete ve kitle dergileriyle halkın zihni yaşantısında  kitap okuma alışkanlığının  atılması;basın-kitle eğitimi ve kitle propagandası yoluyla fertlerin giderek daha az düşünmesi vebasının (TV,radyo ve telekominikasyonun ) sunduğunu giderek daha çabuk kabul etmesi;stadyumlarda ayağın zaferinin aklın zaferinin yerine geçmesi,kitle-toplumun özelliklerini oluşturur. Günümüzde kültürün bir tüketim maddesi  haline geldiğini,çağın insanlarının kullandıkları hayat tarzlarının,ideolojilerin,değerlerin ve karizmaların da boş kavramalardan ibaret olduğunu  görülmektedir. Bloom ”Ne  suçluluk duygusu,ne haya. Cinsellik konusunda çocuklara daha erginleşmeden her şey ayrıntılı olarak  öğretiliyor. Üniversite öğrencileri  kızlı erkekli birer şirket oluşturmuşlar. Evlenmiyorlar,ama evliymiş gibi yaşıyorlar.”  demektedir.Yaratıcı olan halk kültürü,kitle kültürü tarafından öldürülmüştür. (1999b-48,49)

Halk kültürü bir nitelik çerçevesi oluşturduğu halde,kitle kültürü daha ziyade nicelik-yığın kavramıyla belirlenir. Bu nedenle,bir şey yapma,bir şey üretme ve bunları bir tarih bilinci içinde muhafaza etme gibi eğilimleri temsil eden halk kültürü karşısında,kitle kültürü,sürekli karşı koyma  ve  düşünceleri doğrultusunda yönlendirme çabası  içerisindedir. Ülkemizde,niceliği temsil eden bu kitle kültürünün oluşumunda gecekondulaşma sürecinin payı büyüktür.  Bugün,bir çok şehirde gecekondulaşma ana nüfusun yarısından fazlasını teşkil etmektedir. Gecekondulaşma,aynı zamanda,kırsal alanlarda yaşayan köy ve kasaba  kökenli milli kültür taşıyıcılarının ,gecekondulu şehirlerde belirli bir süre içerisinde yozlaşarak kitle  kültürü taşıyıcılarına dönüşümünü sağlar. Köylerden,kasabalardan ana kentlere yığılan insanların algı alanları,kısa  zamanda geçirdiği bir kültür şoku ile derin bir darbeye maruz  kalıyor,sersemliyor. Sonra yavaş yavaş  köy kasabadan taşıdığı milli,tarihi kültür değerleri ve inanç sistemleri,bu yeni bu ortamda sosyo-ekonomik,nitelikli tektonik hareketlerle  temelinden sarsılıyor. Oysa,köyler ve kasabalar,bu  çarpık  kentleşme anaforu  içine sürüklenmeseydi,kendi  kültür sahalarında kültürel sürekliliği ve yaratıcılığı nesilden nesile aktarabilecekti. Büyük kentlerin çekiciliği ve kırsal alanların iticiliği   giderek köy ve kasabaların tüketilmesi anlamına gelmektedir. Milli kültürü besleyen,geliştiren gecekondulaşma değil,köylülük ve gelenekli kasaba duygusudur. Gecekondulaşma,milli kültürden  sapmanın bir görüntüsüdür. Gecekondulaşma;hem halk kültürünün tüketildiği,hem de şehirlerde bir yığılmayı oluşturduğu için kitle kültürünün güçlenmesi anlamını da taşır. (1999b-52,53)

Yurdumuz da haberleşme ağının gelişmesi,köyde yaşayanların şehir hayatını tanıması,cemaat biçimindeki yapı içinde sosyal kontrolün dışına  çıkma arzuları onları şehirlere yönlendirmektedir. Özellikle büyük şehirlerin etrafında acılı türküler,arabesk müzikleri,vurdulu-kırdılı filmler  soyuttan çok somuta ve  kaba  gözleme yatkın anlayışları ile derme çatma evlerde yaşayan insanların temsil ettiğiYoksulluk  Kültürü şeklinde isimlendirilen bir kültür kuşağı oluşmuş ve  oluşmaktadır. Bu  kuşağın mensubu olan  insanların çok az  bir  kısmı şehir  kültürüne uymayı başarabilmekte,bir kısmı köyden getirdikleri kültür unsurlarının hiç  birini muhafaza edemeyerek uçlardaki ideolojik cemaatlere katılmakta,asıl büyük  kitlede köyden getirdiği adet,töre ve oraya mahsus hayat üslubunun bazı  unsurlarını  dinzannederek,şehirde  de devam  ettirmektedirler. Yine kendi aralarında  çıkan bir kişinin liderliğinde dini cemaatler meydana getirmektedirler. Hatta şehir hayatına ve dine uymayan sosyal hayat anlayışı,fikir ve tavırları ile şehir cemiyetine katılamamakta;aydınlanma fırsatı bulamamaktadır. Böylece hem  din istismarcılarının,hem de çeşitli kurumlara sızmış provakatörlerin ve cemiyetine yabancılaşmış bazı aydınların devlete karşı  kavga  malzemesi olmaktadırlar. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem içeride  demokrasi açısından büyük  tenkitlere uğrayacak icraatların temsilcisi olmakta,hem de kalkınmış,demokratik,hürriyetçi   bir dünya ailesinin dışına itilmekte ve soyutlanmaktadır. Bunun yanı sıra şehirlere göç eden köy kesiminin insanları,biz de hala önemli bir şuur hali olan aşirete mensubiyet şuurunu güçlü bir şekilde muhafaza etmekte;varoşlarda marjinal  sahalar oluşturarak sosyal bütünleşmeyi geciktirmektedirler. Son yıllarda daha bariz bir şekilde ortaya çıkan siyasi gerginlikler sebebi ile  de bunlar kullanılmakta,böylece gecekondulaşma sıkıntısı aşılamamaktadır. (A.Amman,1999-254) 

Kimliksizlik ve Sosyal Yapı Problemleri Karşısında Sosyal Bütünleşme ve Milletleşmenin Yolları 

Sosyal tabakalaşma açısından ele alındığında  Cumhuriyet’in ilk yıllarında yıllarca süren savaşların ve belli bir dönemde uğradığı işgallerin tesiriyle büyük bir yoksulluk içinde bulunduğunu,şehirlerin bile  sosyal ve hayat üslubu bakımından köylerden farklı olmadığını görüyoruz. Bu durum sınıflar ve  tabakalar  arasında esaslı bir sosyal mesafenin mevcut olmadığını da  ifade etmektedir.

Batılılaşma,özellikle kendine yönelik milli değerlerini ve kültürel potansiyelini gündeme  çıkaracak elitist kadrolar yoluyla gerçekleştireceği yerde,dış  kaynaklı  önerme,inanç sistemi ve  normlar düzenini ithal yoluna gitmiştir. Özellikle Osmanlı’da  başlayan ve devam eden;hiçbir hazırlığı  olmadan  kendi kapasite   ve yeteneklerine göre bir batılı yaklaşım tarzı;aydınımızı,Toynbee’nin ifade ettiği gibi, bir iç proletarya durumuna düşürmüştür. Özellikle,sanayileşme  ve batılılaşma süreci içinde akültürasyon sonucu ortaya çıkan  değişmelerde, dini dayanışmacı kimliği batıda kalktığından bizde de kalktığı için,toplum yapısında önemli yarılmalar meydana gelmiştir. Ortaya çıkan kültürel boşluk (cultural lag),herhangi bir manevi değerler sistemiyle de takviye edilmeyince yozlaşma derecesi yükselmiştir. Özelliklepozitivist felsefi görüşlere  dayalı fikirler genç dimağlara aşılanmış ve materyalist bir gençlik ordusu yetiştirilmiştir. Üretimden ziyade tüketim ekonomisine yönelik teşvikler kullan-at modelini oluşturarak tasarruf   diye bilinen yağıyla kavrulma  kültürü yok edilmiştir. Yoksullaşma,gecekondulaşma  ve marjinal alanların ortaya  çıkmasında bu tür bir yozlaşmaların derin izleri bulunduğunu unutmamak gerekir. Gelir tabakaları arasında ki derin farklılaşmalar;kolay ve zahmetsizce para kazanma yollarının açık bulunması; bir yanda ekmek kuyruğunda bekleyen,açız diye sokaklara düşen insanların feryadı,bir yanda da bazı medyatik üst zenginlerin ahlak dışı lüks ve fantastik yaşantıları  gibi durumlar  ne yazık ki sosyal çürümenin,kimliksizliğin kendisidir. Tasa da ve kıvançta birliktelik,ortak duyguları paylaşma ancak ve ancak gönül rızası  ile ve  hoşnutlukla  gerçekleşebilir.Şayet bir kısım insanlarımız iş bulamıyor,aç ise,yarınından emin değilse,onları standart norm ve değerler etrafında toplamak son derece   güç olacaktır.(Türkdoğan,1999b-332,334) 

Gerçek anlamda katılımın olduğu demokrasilerde halk kendisine “efendi seçmez”hizmet eden” seçer. O  halde “hürriyetçi parlamenter demokrasiye sahip ülkelerde,devlet milletin emrindedir. Türkiye’de ise millet devletin emrindedir. Türkiye’de devlet  millete devamlı emreder. Milleti beğenmez,milletten korkar ve milletin de   devletten korkmasını bekler. Bu böyle devam edemez. Halk ile kamu hizmetlileri arasındaki uçurumu kapatmaya mecburuz. Bir ülkenin halkı ile kamu hizmetlileri   karşı karşıya gelemez. Birbirine kin,nefret,hınç ile bakamaz” denilmesinde yarar vardır. Aynı konuya parmak basan D.BİNGÖL “Devlet millet için olmalıdır. Millet devlet  için  olmamalıdır. Bu değişim  olmazsa,yönetim isteklerini yalnızca dikte ettiriyor demektir”  değerlendirmesinde bulunmaktadır. (Aytaç  ve Bal,2001-) O halde devlet ile millet arasında varolan Berlin duvarlarını yıkmak gerekmektedir. Böylece kamu hizmetçisi kavramı ortaya çıkabilecektir.

Sen ben anlayışının baskın olduğu bir kültürde,bireye verilen temel mesaj şu olacaktır: Kendi başına bir şey  yapmaya kalkma,senin  kendi başına birey olarak bir değerin,gücün yok. Bir otoriteye sor,onun sözünü dinleyerek hareket et. Otoriteye karşı gelme,aksi halde cezalandırılırsın. Otorite:ailede ana  baba;okulda öğretmen,müdür;işyerinde yönetici;toplum içinde ağa,dayı nüfuzlu kişi,mevki sahibi  kişi  olabilir. Onların “el tutması”  beklenir. Bu tür  toplumlarda birey otorite için vardır. Çocuk ana baba için;öğrenci öğretmen için;işçi patron için;vatandaş devlet için vardır. Otorite mutlaktır. Otorite de “elden tutmalı” anlayışı hakimdir. Bu tür toplum çoğunlukla “aciz insan” yetiştirir. Ben e bilirim,benim elimden bir şey gelmez,benim aklım ermez diyen ve başkasına bağımlı olan insanlar bu  tür kültürün ürünüdür. Aciz insanlar bir anlamda sürekli ağlarlar. Bu toplumun yalnız sokakta ki alelade vatandaşı değil;yöneticisi ,politikacısı,gazete köşe yazarı da bu acizlik  duygusunu değişik biçimlerde yansıtırlar. (Cüceloğlu,2000- 25) 

Kendi kültürümüzü ve değerlerimizi,diğer kültürlere karşı kendi alternatifimiz olarak geliştirmek ve olgunlaştırmak zorundayız.  Ekonomik gelişme  ve maddi refahla ilgilenip,sosyal alan göz ardı edilirse,ileride toplumsal açıdan büyük tehlikelerle karşılaşılması  kaçınılmaz olacaktır. Geleceğimizin güvencesi için,sosyal bütünleşmenin güçlendirilerek korunması  en  doğru bir davranış olacaktır.

Eğitim sistemi,iktisadi ideolojik parlamentarist sistem,entelijansiya ve Türk burjuvazisinin  tutum ve davranış biçimleriyle,Türk  tarihinin geçmişi  ve  geleceği  arasındaki devamlılığın  kesintiye uğraması;kitle haberleşme araçları ve eğitim kanallarının etkin bir biçimde köy  ve şehir zıtlaşmasını yumuşatamaması,hala yurdumuzun belirli  yörelerinde farklı kültür adacıklarının  varlıklarını sürdürmelerine,mezhep ve etnik bölünmelerin dinamikliğini korumasına yol açmıştır. Bu ikili yapının son yıllarda artan coğrafi  hareketlilik  nedeniyle şehir merkezlerine yığılmak suretiyle gecekondulaşma sürecine dönüşmüş  olması,millet olma olgusunu  olumsuz yönde etkilemektedir. Batılılaşma hareketinde taklit ve kopyacılıktan öteye gidilememesi;yenileşme hareketlerinin  Japonya örneğindeki gibi milli değerlerimizle yüksek seviyede bir senteze  ulaşamadığı için ikili bir toplum yapısını meydana getirmektedir. Batı norm ve  değerlerinin ülkemize hiçbir fikir gümrüğüne  tabi tutulmadan girişi,milli kültürümüz karşısında kozmetik kültür veya  pop  kültürünün istilasını sağlamıştır.(Türkdoğan,199b-407)

 Ülkemiz giderek artan bir hızla önemli toplumsal gerginliklere sahne olmaktadır. Bunlardan başlıcaları bahsettiğimiz gibi;Laik-antilaik bölünmeler,Alevi-Sünni farklılaşması,Kürt-Türk ayrışımı,sağ-sol yelpazedeki kutuplaşmalar,ilerici-gerici kalıp yargıları,çağdaş-dinci veya örtülü-örtüsüz  biçimindeki çok yönlü kırılmalardır. Bu tür oluşumlar tarihi süreç içinde sosyal yapıdan kaynaklanmaktadır. Yukarıdan beri bunları açıklamaya çalıştık;Türkiye,ulus devlet dediğimiz süreci (milletleşmeyi) henüz tamamlayamamıştır. Aynı coğrafya üzerinde yaşayan,aynı kültürü,aynı duygu ve düşünceyi taşıyanların bir ortak paydada birleştikleri model milli devlettir. Son yıllardaki etnik marjinalleşmeler,norm bozuklukları da  tamamıyla alt yapıdan kaynaklanan sosyo-patolojik düzensizliklerin bir yansımasıdır. Milletimizin bu dar boğazı aşması gerekmektedir.Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene”   vecizesi de göz önüne alınarak tasada ve kıvançta bu topraklar üzerinde yaşayan insanımız  ortak payda da birleştirilmelidir. 27 Ağustos depremi,medya,halk,asker,polis,yöneticiler  yani tüm toplum kesimlerini bir ortak  payda da birleştirdi.Bu husus yalnızca depremin  sosyolojik sonucu değil;cemaat benzeri bir dayanışma ve bütünleşmenin ürünüdür.(1999a-34) 

Son zamanlarda töreye  bağlı aile yapısının sarsılması ve sahipsiz kalması,kültür naklini sağlayan dilin  bozulması,dış güçlerin yıkıcı faaliyetlerine karşı  ciddi tedbirlerin alınmaması,din ve kültürün birleştirici özelliğinden faydalanılmaması,eğitimin milliyetçilik vasfını kaybetmesi,enflasyonun iktisadi hayatımızdan çıkarılamaması,orta sınıflaşmanın sağlanamaması,aydınların cemiyete yabancılaşması,hukuk devleti anlayışının zedelenmesi,gençliğe yüce  ülküler verilememesi,zaman içinde eskiyen sosyal kurumların yerine yenisinin konamaması gibi sebeplerle cemiyetimizde maddi ve manevi kültür unsurları bir araya  gelememiş,bir mana ifade edecek şekilde işleyememiş,dolayısıyla bütünlük sağlanamamıştır.Bu ise  anomidir  (sosyal çözülme,düzensizlik). İntiharlar,suç oranının  artması,kişilerin birbirine güveninin kalmaması  belirtileri olarak tanımlanabilir.(A.Amman- 255)

Büyük şehirlere yapılan göçlere baktığımızda;aşiret-kabile olgusu  dediğimiz ferdin kendini bir cemaatten hissetmesi şuuru,yani  bir alt  kimlik  edinme ihtiyacı silinemiyor. Varoşların  oluşumu yöresel veya  aşiret olgusuna dayanmakta,dolayısıyla diğer yöre  insanlarıyla kaynaşma,kültürel alışveriş olamamakta ;tabusal  yanlışlıklar  devam ettirilebilmekte ve üst kimlik anlayışı kazanılamamaktadır. Bu ise milletleşme  olgusunu  olumsuz etkilemektedir. Bu  gün bu  aşiret  olgusunu  inceleyecek ve bilimsel çözümler üretecek pozisyonda olan üniversiteler ki,başta Van 100.Yıl Üniversitesinde dahi  aşiret sosyolojisi veya antropolojisi dersi bulunmamaktadır;dolayısıyla bu tür inceleme bulunmamaktadır.(Türkdoğan,1996a-383)

Milletleşmenin  olamaması,etnik kimlik veya alt  kimliklerin kendisini  muhafaza etmesi ve bahsettiğimiz sosyal çözülme ile terörün oluşumuna kaynak  teşkil  etmektedir. Terör;ekonomik  güçlük ve eşitsizlikler,eğitim noksanlığı,çevrenin kötü tesiri,iktidar yetersizliği,aile  ve okulda otorite eksikliği,dış tesirler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Şayet ülkede  iktisadi bunalımlar ve iç istikrar sağlanamamış ve sosyal yapı zayıflamışsa,o zaman  dış baskıların da güç kazandığı görülmektedir. Bu  bakımdan dış baskılar bünyeyi zayıflatacağı  gibi,bünyenin zayıflaması da iktisadi  bunalıma ve  istikrarsızlığa  yol açmaktadır. Teröre bulaşan  kişileri  incelediğimizde;ailevi problemleri olan  bir aileden geldiği;aile,çevre ilgisizliği ve uyumsuzluğu olduğu;aradığını bulamamanın oluşturduğu topluma  yabancılığın arttığı;giderek ilk önce düzene karşı sonra da ideolojik ortam içinde devlete karşı kin ve nefret duyanların olduğu görülmektedir. 

Ülkemizde çok  yaygın olan “hemşehrilik” anlayışı ,aynı kulübe ait olma,aynı cemaate  ait  olma,küçük “Biz”lerin ifadesidir. Küçük “Biz”ler bir millet olma,gerçekten insanlığın  bir parçası olma gibi daha büyük “Biz”e ulaşmamıza engel olur. (Cüceloğlu,2000- 42) Günümüz Türkiye’sinde çözülme belirtilerinin bütünleşme yoluna çevrilebilmesi için,Türk Milletinde varolan dayanışmacı,diğergam (altruist) ve yardımlaşmaya dönük özün pratikte uygulanır hale getirilmesine bağlıdır. Yukarıda örnekleriyle de belirttiğimiz gibi  varolan  dayanışmacılığı ile  komşusu  aç yatarken kendisi tok yatmamakta;ferdi mülkiyeti toplumun menfaatine hizmet ettiği müddetçe meşru ve geçerli saymakta;maddi ve manevi hedefler ve tatminler arasında denge  kurmakta;ferdi cemiyete,cemiyeti de ferde tercih etmemektedir. O  halde bu yapının tesisi için tekrar gayret ve fedakarlıklar göstermemiz gerekmektedir.

Gelişmiş insanın temel ilkeleri ve  evrensel değerler olan  hakkaniyeti,kişisel  bütünlüğü,tutarlılığı,dürüstlüğü,insan  onuruna saygıyı,hizmet üretmeyi,koşulsuz sevgiyi,üstün kaliteyi,potansiyeli değerlendirmeyi,sabrı,gelişimi,destek olmayı,yüreklendirmeyi,girişimciliği dayanışmayı,birin değerini bilmeyi  davranış haline getirmeliyiz.

Doğu  ve güneydoğu  bölgesi  iyi yetişmiş metodik araştırma yeteneğine sahip sosyal  bilimcilerin  araştırmasına muhtaçtır. Dış ve iç kaynaklı propagandistlere  karşı  bilimin gerçekliğine dayalı bir araştırma kampanyasının başlatılmasına ihtiyaç vardır. Özellikle bölge üniversitelerinin ortaklaşa yapacakları bu araştırmalar,daha ziyade lengüistik,etnolojik  ve antropolojik alanlarda yoğunlaştırılmalıdır. Etnik grupların maddi ve manevi kültür  sistemleri,dil yapıları,tarihi gelişim çizgileri en  ince ayrıntılarıyla ele alınmalıdır. Aksi takdirde yöre halkını bilgilendirmeme,aydınlatmama,iç  ve  dış propagandalara yönelik odak noktalarının faaliyetlerinin meşruluğunu ortaya  koyabilir.Tarihi yanılmalara ve çıkar çevrelerinin sömürülerine terk edildiği  sürece PKK’ da çıkar,Hizbullah’da çıkar ve yarın  bunlardan daha tehlikeli felaketleri ülkemizin ufuklarına taşıyabilir. J.F.Kennedy,1963 te suikasta maruz  kaldığında,yapılan araştırmalar sonucu  ciltler dolusu raporda  cinayetten “Amerikan toplum yapısı”  sorumlu tutulmuştur.(Türkdoğan,1999b-393) Bir  ülkede gerilla savaşı veriliyorsa,terörizm büyük kentleri tehdit ediyor,Ö.Sabancı gibi önemle korunan bir işadamı varoşlardan çıkanlarca öldürülüyorsa,bunun temellerinin tüm toplum kesimlerince sorgulanması gerekmektedir. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın  diyemeyiz,bir gün o yılan  döner bizi de sokar. Thomas Hobbes latince “Homo homini lupus” (İnsan insanın kurdudur.) demektedir. Neden  bizler için de geçerli  olabiliyor ? Türk tarihi ve kültür hayatımızı bir  süreklilik içinde ele alan bir tarih felsefesinin devletin resmi felsefesi haline gelmesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 17 ayrı Türk devletleri birbiriyle organik bütünleşmesi izah  edilerek bütüncül düşünce tarzı benimsenmeli ,geçmiş ve geleceğimiz arasında köprü kurulmalıdır. Milli kaynaklarımıza dönmek suretiyle toplumumuzu yeniden canlandırma sürecine tabi tutmak zorundayız.

Milli birliğin zayıflığına,sosyal çözülmeye ve tefrikaya Orkun abideleri çok güzel örnek olduğu gibi;gerek Yavuz Sultan Selim’de,

İhtilaf u tefrika endişesi,

Kuşe-i kabrimde dahi bi-karar eyler beni,

İttihadken savlet-i  a’dayı def’a çaremiz,

İttihad etmezse millet,dağıdar eyler beni. 

(Anlaşmazlık ve ayrılık endişesi,

Kabir köşemde dahi kararsız eyler beni,

Birleşmek iken düşman kuvvetini defetme çaremiz,

Birlik etmezse millet,gönlü  yaralı eyler beni.)

Gerekse Mehmet Akif’te;

Girmeden  bir tefrika bir millete düşman giremez.

Toplu vurdukça yürekler onu  top sindiremez!

Şekillenmekte ve bizlere tarihi dersler vermektedir. Keşke ders  alınabilse! 

Türkiye,bir takım tehditleri içe kapanarak,dünya ile entegrasyonunu geciktirerek değil,tam tersi dışa açılarak,dünya ile bütünleşerek aşmalı,hedeflenen bölgesel çekim merkezi ve bölgesel güç olma arzusuna ulaşılmalıdır. Her türlü yer altı ve yer üstü zenginlikleri ve genç  nüfus potansiyeli ile istikrar içinde güçlenerek bölgenin  güç ve denge  merkezi olmasından korkulan Türkiye,özellikle doğu blokununçökmesi sonucu Balkan’lardan Orta  Asya’ya  uzanan Türk dünyasının hareket merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle dış güçlerin yürüttüğü psikolojik harekat faaliyetlerine hedef ülke olmaya devam edecektir. (Alkan,2000-22)

Japonya,Batı kapitalizmi tarafından sömürge ya da yarı sömürge haline gelmekten kurtulabilen tek Avrupa dışı ülkedir. Bu şans,Baran’a  göre Japonya’nın da fakirliği işe yaramıştır. Fakirlik bu ülkeyi batı iştahından korumuştur. Yine gerek Pazar,gerekse hammadde deposu olarak ta fazla çekici değildi. (Avcıoğlu  1990-94) Fakat bunun yanı sıra Türklerin Viyana kapılarına kadar dayanarak medeniyeti götürmesi ve  Kızıl Elma için çalışmasını Batı  unutmadığı  için her an canlanabilecek bir dev olarak gördüğü  Türkiye’nin başına devamlı gaileler açmış  ve açmaya da devam edecektir. Yunus’un ifadesiyle “Ol mahiler ki,derya içredür deryayı bilmezler (O balıklar ki  deniz içindedir de denizde olduklarını bilmezler) “ misali ne yazık ki milletimiz sahip olduğu milli gücün farkında değildir. Ayrıca belirtmiş olduğumuz kanayan yaraların halen mevcudiyeti ve  ne hikmettir ki hala  sarılamaması dış güçlerin iştahını  kabartmakta ve bu yaralarımızı  kanatmakta ve kanatmaya da devam edeceği anlaşılmaktadır.

 Ülkemiz,1950’lerden bu güne terör olayları ile karşı karşıyadır. 1960’dan 80’li  yıllara kadar sağ-sol,1980’den  sonra ise Türk-Kürt  ve  en  son olarak ta Laik-Antilaik diye bölünerek insanlarımız birbirlerine kırdırılmak istenmektedir. Her şeyden öte bütün bu  olaylar ülkemizin siyasi,ekonomik ve  kültürel yönden büyük bir sıçrama noktasında  olduğu dönemlerinde çıkarılmaktadır.İngiliz devlet adamı Churchill,”Türkiye’nin ağırlığı  35 kg da tutulmalıdır. Türkiye’nin ağırlığı eğer bu kilonun üstüne çıkarsa başına gaileler açarak yeniden 35 kg. a indirilmelidir.”  Sözünü söylemektedir.(Alkan,2000-9,10)

Günümüz insanını bile tarif edebilmesi açısından Ahmet Hamdi TANPINAR’ın (1998-128) Huzur isimli romanı  ibret vericidir.”Biz şimdi bir aksülamel (reaksiyon) devrinde yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu;Dede efendiyi Wagner olmadığı  için,Yunus  Emre’yi Verlaine,Baki’yi Goethe ve Gide  yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz  bucaksız Asya’nın o kadar zenginliği  içinde,dünyanın en iyi giyinmiş milleti bulunduğumuz  halde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya,kültür,her şey bizden yeni bir terkip  bekliyor;biz misyonlarımızın farkında değiliz. Başka milletlerin tecrübesini yaşıyoruz.”

Bu konuda Prof.Dr.Ahmet Akgündüz’ün bir hatırası varolan gerçeği  apaçık  gözler  önüne sermekte ve  bizleri düşünceye sevk etmektedir. “1990’ da gittiğim  Amerika’nın California Eyaleti’nde bir  ekonomi Profesörünün bana söyledikleri hala kulaklarımda çınlamaktadır. Genç  Türk Profesörü!Şu anda dünyada  iki süper güç var;Amerika ve  Japonya. Her ikisi de maddi ve manevi  açıdan sıçrama kabiliyetlerini  kaybetti. Sıçrama yapsak  bile,milimetrelerle ölçülen sıçramalar yapabiliriz. Ancak dünyada maddi ve manevi açıdan metrelerle ifade edilebilecek sıçrama kabiliyetine sahip bir devlet ve bir millet var,o  da Türkiye Cumhuriyeti  Devleti ve  Müslüman Türk Milleti’dir. Tabi Amerika ve Batı köprülerinizi kesmezse…” (Akgündüz,1994-55,56)

Yine ABD Eski Başkanı Bill  Clinton’un 15 Kasım 1999 yılında TBMM’de yapmış olduğu konuşma bizim kendi dinamiklerimizi tanımadığımız ve potansiyelimize güvenmediğimizi belirterek geleceğe yönelik bir ivme açısından ibret teşkil etmektedir. “Osmanlı’nın dağılması  ve  Türkiye’nin yükselmesiyle bu yüzyılın tarihi şekillendi. Yıkıntılardan  yeni milletler doğdu 20.yüzyılı anlamak için Türkiye’nin tarihi bir anahtardır. Türkiye’nin geleceği,önümüzdeki bin yılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de önemli rol  oynayacaktır. Türkiye’nin doğu ile batıyı birleştirmedeki  başarısı bu coğrafya göz önüne alınınca  daha da önem kazanmaktadır. Bölgede ve dünyada milyarlarca  insanın geleceği TBMM’de  25 yıl boyunca alınacak kararlara  bağlı. Bu insanların Türkiye’nin güçlü,laik,geleneklerine saygılı,geçmişinden  gururlu;ama Avrupa’nın  parçası olan bir ülke haline  gelmesinde çıkarları vardır. Bu,çok çalışma ve vizyon isteyen bir görevdir. (Radikal,1999)

Bazı kesimlerce kendileri aydın diye kabul edilen Fikret Başkaya “Milli mücadele,milli bir hareket değildir. Bunun resmi ideoloji tarafından sonradan uydurulduğunu” ;Murat Belge “Ben bir Kürt olsam TC’nin bana dayattığı  bu  kimlik zorunluluğuna  karşı ayrılmayı düşünürüm  ve  Kürt bağımsızlığı  dendiği zaman tüyleri diken  diken olan insanlardan değilim”  diyebiliyorsa (1996b.34-35) elbette ki,bu ülkede bir dikili ağacı,bir  metrekare arsası olmasa da  Anadolu’nun saf ve temiz çocukları her zaman hoşgörülü  olmakla birlikte her metrekaresi atalarının kanıyla yoğrulan bu vatanın  bir metrekaresini vermemek için  yüksek paye olan şehitliği  seçmesini bileceklerdir. Varsın adları bilinmesin,varsın parsayı başkaları götürsün. Onlara Yüce Yaratıcı’nın vereceği  paye yeter diyenler varolduğu müddetçe bu bayrak yere düşmeyecektir. 

Günümüz insanını tarif etmesi ve  geleceğe yönelik mesajları açıından Böke’nin  ifadeleri şiirsel  bir anlam taşımaktadır. Teknolojinin getirdiği rahatlıklarla kendisine daha çok zaman ayırması gerekirken boş vaktinin olmadığından, kendine zaman ayıramayışından şikayet eden çağımız insanını bir kenara koyalım. Karşısına geçmiş dönemlerin insanlarının o kadar çalışmalarına rağmen yine de kendilerine ve çevrelerine zaman ayırabilişlerini, bir konu üzerinde yoğunlaşıp günümüze kadar gelen ölmez eserler bırakmalarını bir kenara koyalım. Ve kendimize şu soruyu soralım? “Sade devirlerin sade insanlarındaki sadelik fikrini ve sade insanlarını nerede ve nasıl kaybettik?” Ve gerçeğin namlusunu bir kez daha kendimize çevirip soralım: “İçinde bulunduğumuz An’ı ne zaman fethedeceğiz?”. Sadeliklerin ve günü aşmışlığın sırrı, bir in ve tek in üzerinde yoğunlaşmanın esrarlı atmosferinde gizli. Ne zaman ki birin üzerine yoğunlaşırsak o zaman çokların tadına bakıp onların ikliminden de zevk alabiliriz. Şu anda yaşadığımız zaman dilimini iyi değerlendire-biliyorsak, yani daima “an”ı iyi yaşayabiliyorsak “an” dan sonra gelecek ayrıntılar içerisinde boğulmayız. Çünkü hayat sonsuz “Şimdi”dir. Ne zaman ki “şimdi” leri tüketirsek kendi kum saatimizle kendimizi rutinliğe hapsetmişiz demektir. (Böke,2001) 

Eflatun’un  Devlet’i,Thomas Morus’un Ütopya’sı,Campenella’nın Güneş Ülkesi’nden daha  güzeli  ve fıtrata en uygun olanını atalarımız yaşadı ve gelecek kuşaklarımızda da yaşanabilir. Yeter ki  inanılsın  ve bu  inancın gereği  yapılsın.Binmekte olduğumuz gemiyi habire  delerek batıracağını bilmeyen safdillerimiz ve bilerek batırmak  isteyen hainlerimizin farkında olan,insan gölüne sevgi mayası  çalmak isteyen ve bu milleti için içi yanan Alperenler’in varolduğunu bildiğimiz için hep iyimser olduk ve iyimser olmaya devam edeceğiz. 

 

KAYNAKÇA

1- Aile Araştırma Kurumu  (1992).Sosyal Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi Ankara.Aile Arş.Krm.Yay.

2- Akgündüz, A.                     (1994).Güneydoğu Meselesi ve Çözüm Yolları                       İstanbul.   OSAV Yay.

3- Akgündüz A.                      (1999).Bilinmeyen Osmanlı                                                       İstanbul.   OSAV Yay.

4- Alkan N.                              (2000).Psikolojik Harekat Terörizm ve Polis.                       Ankara.     EGM Yay.

5- Aslantürk,Z.Amman,M.T.(1999).Sosyolji-Kavramlar Kurumlar Süreçler Teoriler İstanbul.M.Ü.İFAV.Yay

6- Aytaç, Ö.,Bal,İ.                   (2001). Barış Kültüründe Polisin yorumladığı Barış’ın (Manço’nun) Polis olmak                 

                                                        &Amerikan “Polis Akademisi” filmi bağlamında Türk Polisinin

                                                               sorumluluğu. Polis Dergisi 27                                    Ankara.     EGM.Yay.

7- Berkes, N.                            (1965).Batıcılık,Ulusculuk ve Toplumsal Devrimler            İstanbul.

8- Böke, K.                               (2001).Sonsuz Hayat “Şimdi”dir.http://www.dergi.org./Arsiv/dergi net.Kasim-

                                                         aralik 2000.htm.

9- Cüceloğlu. D.                      (2000).İçimizdeki Biz                                                                  İstanbul.   Sistem Yay.

10-Emniyet Genel Müdürlüğü (1999).Polis Okulları Ders Kitapları 1.                               Ankara.     EGM. Yay.

11-Erkal, M.E.                          (1996).Sosyoloji (Toplum Bilimi)                                              İstanbul.   Der.Yay.

12-Kurtkan, A.                        (2000).Türk Milletinin Manevi Değerleri.                             İstanbul.   MEB Yay.

13-Öztuna, Y.                           (1983)  Büyük Türkiye Tarihi                                                  İstanbul.   Ötüken.

14-Radikal Gazetesi                (16.11.1999)

15-Sanay, E.                             (1991).Genel Sosyolji                                                                  Ankara.     G.Ü.Yay.

16-Sevinç, N.                           (1987).Eski Türklerde Kadın ve Aile                                       İstanbul.   TDAV.Yay.

17-Sezen, Y.                             (1990).Sosyoljide ve Din Sosyoljisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar                                                                                               İstanbul. M.Ü.İFAV.Yay

18-Tabakoğlu,A                    (1998). Türk İktisat Tarihi.                                             İstanbul.  Dergah Yay.

19-Tanpınar, A.H.                   (1998).8.Baskı     Huzur                                                               İstanbul. Dergah Yay.

20-Turgut, M.                          (1985).Japon Mucizesi ve Türkiye                                           İstanbul. Dergah Yay.

21-Türkdoğan, O.                (1999a) Niçin Osmanlı Kimliği? Türk Dünyası Araştırmaları                   İstanbul. TDAV Yay.

22-Türkdoğan, O.                   (1996b).Milli Kimliğin Yükselişi                                             İstanbul. Alfa Yay.

23-Türkdoğan, O.                   (1996a).Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği                              İstanbul. Timaş Yay.

24-Türkdoğan, O.                   (1996b).Milli Kültür Modernleşme ve İslam                          İstanbul. Birleşik Yay.