İşkencenin Tarihi, Yasaklanma Süreci, Uluslar arası İnsan Hakları Metinlerindeki Ve İç Hukukumuzdaki Yeri
(Geçen Sayıdan Devam)
Hasan DOĞANCI§ |
ULUSLAR ARASI İNSAN HAKLARI BELGELERİNDE VE SÖZLEŞMELERİNDE İŞKENCE YASAĞI
A- Bildiriler
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi
10 Haziran 1948 yılında yayımlanan bu beyannamenin 5. maddesinde açık olarak “hiç kimse, işkenceye, zalimane, insanlık dışı, onur kırıcı cezalara yada uygulamalara tabi tutulamaz” bu maddeye göre her ülkenin yasama organı, kendi mevzuatında bu maddeye aykırı hükümleri tespit edip ayıklayacaktır.[1]
Amerikan İnsan Hakları Ve Ödevleri Bildirisi
Birleşmiş Milletler Evrensel bildirisinden birkaç ay önce, Amerikan bölgesinde, 30 Mart – 2 Mayıs 1948 tarihinde düzenlenen Bogota Konferansı’nda, XXX nolu karar ile Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri Bildirisi Kabul edilmiştir.
Bildirinin özellikle iki maddesi işkence ve kötü muamele yasağı, ile daha yakın ilişkilidir. Buna göre, keyfi tutuklama yasağı ile özgürlüğünden yoksun bırakılan kişinin insanca muamele görmesi hakkı (mad. XXV)’de; sanığın hakları arasında sayılan zalimane, utanç verici yada mutad olmayan cezaya çarptırılamayacağı hakkı ise (mad. XXVI)’da düzenlenmiştir.
Bu belgede, işkence terimine doğrudan yer verilmediği, işkence ve kötü muamele yasağı sorununa, sanık hakları üzerinde odaklaşarak yaklaşıldığı görülmektedir.[2]
Avrupa Parlamentosu’nun Temel Haklar ve Özgürlükler Bildirisi
Avrupa insan hakları sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden otuz beş yıl kadar sonra, Avrupa Parlamentosu 12 Nisan 1989 tarihinde aldığı bir karar ile Temel Haklar ve Özgürlükler Bildirisini biçimlendirmiştir. Toplam 28 maddeden oluşan Bildiri’nin ilk 24 maddesinde bir dizi temel hak ve özgürlük yer almıştır. Bu çalışma ile ilgisi bakımından şu hükümler vurgulanabilir: Kenar başlığı “onur” olan madde 1’e göre, kişi onuru ihlal edilemez; kenar başlığı “yaşam hakkı” olan madde 2’e göre, herkesin yaşam, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı vardır ve hiç kimse, işkence yada insanlık dışı yahut aşağılayıcı muamele yada cezaya maruz bırakılamaz, herkes hukuk önünde eşittir ve ayrımcılık yasaktır. [3]
B- Sözleşmeler
Uluslar arası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
BM Genel Kurulunun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı kararı ile kabul edilen ve 23 Mart 1976 tarihinde yeterli sayıda devlet tarafından onaylanarak yürürlüğe giren bu sözleşme 7. maddesinde, hiç kimse işkence yada zalimane, insanlık dışı yahut aşağılayıcı muamele yada cezaya maruz bırakılamaz. Aynı madde de yer alan değir bir hükme göre de, hiç kimse, kendi özgür istenci dışında tıbbi ve bilimsel deneye konu yapılamaz. Madde 10’da ise, özgürlüğünden yoksun bırakılan herkese, insanca ve insan kişiliğinin niteliğinden kaynaklanan kişi onuruna saygı gösterilerek muamele yapılması kurala bağlanmıştır.[4]
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Bir bölgesel örgüt olarak Avrupa Konseyi’nin biçimlendirdiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanmış ve 3 Eylül 1953’de yürürlüğe girmiştir.
Bu sözleşmenin 3. maddesi hükmü, çalışma konumuzla doğrudan ilgilidir: Hiç kimse işkence yada insanlık dışı yahut aşağılayıcı muamele yada cezaya maruz bırakılamaz. Ayrıca sözleşmenin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesi ile kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkını düzenleyen 5. maddesi hükümleri de işkence yasağı ile yakından ilgili hükümlerdir.
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi
Amerikan Devletleri Örgütü (ADO) tarafından biçimlendirilen bu sözleşme 22 Kasım 1969’da son şeklini alarak imzaya açılmış ve 18 Temmuz 1978 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Sözleşmenin “İnsanca Muamele Hakkı” kenar başlıklı 5. maddesi hükmü işkence ve kötü muamele yasağı normunu da içermektedir. Buna göre hiç kimse, işkence yada zalimane, insanlık dışı yada aşağılayıcı ceza ya da muameleye maruz bırakılamaz. Özgürlüğünden yoksun bırakılan herkesin, insanlığın varlığına yerleşik onuruna saygı gösterilerek muamele görme hakkı vardır. Bu maddede ayrıca, herkesin, fiziki, zihni ve moral tümlüğüne saygı gösterilmesi hakkı; cezanın suçludan başkasına verilemeyeceği kuralı; sanık ile mahkumun ayrı tutulması ve farklı muamele görmesi kuralı; küçük suçluların yetişkinlerden farklı muamele görmesi ve farklı ceza usulüne bağlı tutulması ile özgürlükten yoksun bırakma cezalarında, mahkumların sosyal yaşama yeniden uyumlaştırılması amacının bulunması da düzenlenmiştir.[5]
Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı
Afrika Şartı, özellikle Afrika Birliği Örgütü tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda son biçimine kavuşturularak, 21 Haziran 1980 tarihinde imzaya açılmış ve 21 Ekim 1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Şartın düzenlemesine göre, her bireyin, insan olmasından doğan onuruna saygı gösterilmesi ve hukuksal statüsünün tanınması hakkı vardır. Kişinin, her biçimi ile istismarı ve aşağılanması ve bu arada özellikle de kölelik köle ticareti, işkence, zalimane, insanlık dışı yada aşağılayıcı ceza yada muamele yasaktır.[6]
Jenosid (Soykırım) Sözleşmesi
Bu sözleşme, 9 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler genel kururu kararı ile şekillenmiş ve 12 Ocak 1951 yılında yürürlüğe girmiş olan jenosid (soykırım) suçunun yasaklanması ve cezalandırılması ile ilgili sözleşmedir. Bu sözleşmenin ikinci maddesine göre, “bir grubun üyelerine bedeni veya zihni ciddi acı veren eylemler, ulusal, etnik, ırki veya dini grubu tamamen yada kısmen yok etmek amacıyla işlendiğinde olur.[7]
İşkence Ve Diğer Zalimane, Gayrı İnsani Ve Küçültücü Muamele Veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi
Bu sözleşme 10 Aralık 1984 tarihinde 39/46 nolu karala Birleşmiş Milletler genel kurulunca kabul edilmiştir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir çok ülke tarafından onanmıştır. Bu sözleşme işkenceyi en geniş şekilde tarif etmiş, unsurları ve özelliklerini, üye devletlerin yükümlülüklerini ve işkencenin nasıl önleneceğine dair bağlayıcı düzenlemeler getirmiştir.
Bu sözleşme gereğince Birleşmiş Milletler Bünyesinde; Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Komitesi ve bir raportör tayin edilmiştir. Raportöre işkence ile ilgili üye devletlerde araştırma ve müdahale yetkileri tanımıştır. Bu bağlamda 12-23 Kasım 1990 tarihinde 5. oturumda Türkiye raporu görüşülmüştür.[8] Ayrıca BM ‘e bağlı İşkence Mağdurları fonu kurularak işkenceden zarar görenlere yardım edilmeye başlanmıştır.[9]
İşkence Ve İnsanlık Dışı Veya Aşağılayıcı Muamele Yada Cezalandırmanın Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi
İnsan hakları konusunda BM’ce kabul edilen kabul edilen belgeleri daha ileri düzenlemelerle bölgesel düzeyde gerçekleştirmeye çalışan Avrupa Konseyi, İşkencenin önlenmesi konusunda aynı yolu izlemiştir. İşkenceyi yasaklamakla kalmamış, önleyici bir denetime de bağlamayı amaçlayan 23 maddelik bu sözleşme, 26 Kasım 1987 tarihinde imzaya açılmış ve Türkiye tarafından 25 Şubat 1988 tarihinde 3411 sayılı kanunla onaylanmıştır.
Denetim, sözleşmeyle kurulan “İşkenceye karşı Komite” tarafından gerçekleştirilecektir. Komitenin görevi, gerekli gördüğü hallerde, dilediği yerlere ziyaretler düzenleyip, aykırılıkları yerinde denetlemek ve kötü muameleye muhatap olan kişilerin işkence ve insanlık dışı davranış veya cezalardan korunması hususunda tedbirler önermektir.
Söz konusu sözleşme, Birleşmiş Milletler sözleşmesinin aksine, işkence ve kötü muamele ile cezalar konusunda tanımlar içermemektedir. Ancak her iki sözleşmenin de ortak yanı caydırıcı etkisinin çok fazla olmasıdır. Bu iki sözleşmeyle üye ülkeler, ülkelerinde işkence yapmayacağını Uluslar arası camiaya taahhüt etmektedir.[10]
TÜRK HUKUKU’NDA İŞKENCE YASAĞI
A- 1982 Anayasasında İşkence Yasağı
1982 Anayasası işkence ve eziyeti açık ve kesin bir dille “Kişinin Hakları ve Ödevleri” bölümünde yasaklamıştır. Kişinin dokunulmazlığı maddi ve manevi varlığından bahseden 17. maddesinin metni şöyledir;
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz;rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
Anayasanın bu hükmünde de görüldüğü gibi işkence mutlak anlamda yasaklanmıştır.
B- Kanunlarımızda İşkence Yasağı
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) Ve İşkencenin Önlenmesi
Bir sorgulama aracı olarak kullanılan aynı zamanda bizatihi bir suç teşkil eden,her şeyden önce de insan haysiyetine aykırı düşen, insana mahsus değerleri ortadan kaldıran işkence 1992 yılında CMUK’ta yapılan değişiklilerle önlenmeye çalışılmış ve bu hususta aşağıdaki düzenlemeler getirilmiştir. CMUK Mad. 135’e göre;
“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hakim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tespit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.
2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.
3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.
4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.
5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir.
6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade veya sorgu bir tutanakla tespit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.
Yine CMUK Mad. 135/a’ da yasak sorgu yöntemleri açıkça sıralanarak yasaklanmıştır. Buna göre;
“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.
Yine CMUK Mad.136’da Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.
Türk Ceza Kanununda İşkence Yasağı
Türk Ceza Yasasında işkence yasağı, Hükümet memurları tarafından efrada karşı yapılacak sui-muameleler bölümünde ve mad.243’te düzenlenmiştir. Buna göre;
“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimserin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.
Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”
Ayrıca TCK işkence suçundan ayrı olarak Madde 228/1’de keyfi muamele ve 228/2’de de Sert Muameleyi yasaklamış ve bu eylemlere de ceza öngörmüş fakat bunları işkence kapsamında değerlendirmemiştir.
İşkence Yoluyla Elde Edilen Delilin Ceza Muhakemesi Hukukundaki Yeri
Günümüz ceza muhakemesi hukukunda, maddi gerçeğin mutlak surette araştırılmasına “delil yasakları” denilen bazı sınırlamalar getirilmek suretiyle, kişisel ve toplumsal değerler korunmaya çalışılmaktadır. CMUK 238/a maddesinde” delil ikamesi kanun hükümleri mucibince caiz değilse” hükmü getirilmiş, işkence yoluyla elde edilen delillerin red edilmesi ve bu delillerin mahkemede kullanılması yasaklanmıştır.
Ayrıca, CMUK mad. 247’de “sanığın hakim tarafından tanzim kılınan tutanaktaki ifadesi ikrarına delil olmak üzere okunabilir.” Kuralını koymak suretiyle, hazırlık safhasında ikrarı ifade eden tutanağın delil olabilmesi için hakim huzurunda tekrarı gerekir.[11]
Yine CMUK 135/a’da yasak sorgu yöntemleri sıralanmış ve ifade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz. Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez. Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez Hükmünü getirmiş ve böylece Türk Hukuk sistemi yasak sorgu ve ifade alma yöntemlerini ayrıntılı bir şekilde düzenlediği gibi bunların delil de olamayacağını belirtmiştir.
Ayrıca, işkence yapanlar ve işkence ile ilgili AİHM’nce Türkiye’nin mahkum olması durumunda sorumlu şahıslara rücu edilmesi ile ilgili olarak DMK’nun Kişilerin uğradıkları zararlar başlığı altında düzenlenmiştir. Buna göre;
“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.
İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.
12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek yönetmelikle belirlenir.”
Görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti kamu görevlilerinin işkence suçunu işlemeleri için gerekli her türlü hukuki düzenlemeleri yaptığı gibi AİHM’ne müracaat hakkını da tanımıştır.
Ayrıca bu düzenlemelerin yanında işkence suçu ve diğer insan hakları ihlallerini engellemek ve haklarının ihlal edildiğine inanan kişilerin mağduriyetlerini gidermek için insan hakları başkanlığı, il ve ilçe insan hakları kurulları oluşturulmuştur. Bütün bunlara rağmen ülkemiz halen bu yaftadan kurtulamamaktadır. Bunun nedenleri üzerinde durmak ve düşünmek gerekir. Konumuz bu olmadığı için burada sadece kısa öneriler verilecektir.
SONUÇ
İşkence yasağı ile ilgili yapmış olduğumuz bu çalışmadan şu sonuçları çıkarabiliriz.
1-Tarihin başlangıcından bu yana, diğer bir ifade ile devletlerin ortaya çıkmasıyla işkencenin yaşıt olduğu görülmektedir. Sevindirici olan ise 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren dünya devletlerinin önemli bir kısmı işkenceyi yasaklamışlar ve hukuk sistemlerinde yaptıkları değişikliklerle işkence altında alınan ifadelerin delil olmayacağını kabul etmişlerdir. Fakat işkence buna rağmen dünyanın bir çok yerinde halen devam ettiği bilinmektedir.
2- Sağlanan bunca gelişmeye rağmen işkencenin son bulmaması insanlığı başka arayışlara itmiş ve işkence ile devletler muhatap olduğu için bu konuda bir çok uluslar arası sözleşme ve belgeler imzalanarak konu devletlerin iç meselesi olmaktan çıkmış ve bütün insanlığı ilgilendirir hale gelmiştir. Ancak, bu konudaki çalışmalar devam etmesine rağmen bu sözleşme ve belgeler caydırıcı olamamakta daha da geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle işkence ile suçlanan ülkelerin denetim komitelerince denetimleri artırılmalı ve işkencenin önlenmesi ile ilgili bilimsel çalışmalar yapılmadır.
3- İşkencenin toplumsal gelişmesini tamamlayamamış, demokrasi bilincinin yerleşmediği toplumlarda daha sık görüldü tespiti yapılabilir. Bunun yanında ülkemiz gibi bazı ülkelerin maruz kaldığı terör vb. durumların yaşandığı ülkelerde de sıkça yaşandığı bilinmektedir. Dolayısıyla terör ve diğer suçlarla mücadele ederken hukukun dışına çıkılmamalı, bunun yanında terör vb. bahanelerle ülkelerin tamamında veya bir bölümünde olağan üstü hal benzeri düzenlemelerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.
4- İşkenceye karşı mücadele bir devlet politikası haline getirilerek sivil ve askeri bürokrasi bu konuda aynı duyarlılıklara sahip hale getirilmelidir. Ayrıca, işkence iddiaları ile ilgili olarak yargılama basite indirgenmeli, savcılar konu ile ilgili izin almadan dava açabilmelidir. Yine hazırlık soruşturması esnasında Savcılar soruşturmanın her safhasını takip etmelidir. İşi yapan emir ve talimat verenden her zaman daha iyi bilir, dolayısıyla şu anki sistemde pasif durumda yer alan savcılar soruşturmanın bütün safhalarını bizzat kendileri yapmalı veya bizzat başında bulunarak yapılmalıdır. Diğer bir ifade ile Savcılar hazırlık soruşturmasını bizzat yapmalı ve bu doğrultuda yetki ve imkanları artırılmalıdır.
5- İşkence ile mücadele etmek için bu konu ile ilgili ve görevli kişilere yönelik eğitim çalışmalarına ağırlık verilmeli ve toplumu bilinçlendirmek için orta öğretim ders programlarına konu ile ilgili programlar konulmalıdır. Özellikle kolluk kuvvetleri kendilerinin ceza makamı olmadığı konusunda eğitilmelidir.
6- Devletin dev gibi gücü karşısında, vatandaşların birey olarak haklarını arayabilmelerinin önündeki engeller kaldırılmalı ve işkenceye ve benzeri haksızlığa uğrayanların müracaat edebilecekleri kurumlar çoğaltılmalı ve sivil toplum kuruluşları ve toplumun diğer unsurları konu ile ilgili harekete geçirilmelidir.
Son tahlilde en yüce değerin insan ve insanın onuru olduğu unutulmamalı ve bunun önündeki her türlü engel ve engellemeler kaldırılmalıdır.
KAYNAKÇA
1- Mehmet Semih GEMALMAZ : Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunda Yaşam Hakkı ve İşkence Yasağı, Amaç Yayınları, İstanbul, Mayıs 1990
2- Timur DEMİRBAŞ : Türk Ceza Hukukunda İşkence Suçu Kavramı, Ankara 1992.
3- Hakkı AYDIN : İslam ve Modern Hukukta İşkence, Beyan Yayınları, İstanbul 1997.
4- George Ryley SCOTT : İşkencenin Tarihi, Türkçesi; Hamide KOYUKAN, 1.Baskı Ankara Dost kitapevi, 2001, Özgün Adı;A History Of Torture
5- Ali ŞAFAK : Güvenlik Kuvvetleri ve Polis Mevzuatı, Ankara, Kasım 1999.
- § Başkomiser, Ank.Em.Md.Eğitim Şube Md.lüğü, Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Kamu Yön.Yük.Lisans Öğrencisi
[1] H. AYDIN, a.g.k. s.183
[2] Mehmet Semih GEMALMAZ, “Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunda, Yaşam Hakkı Ve İşkence Yasağı,” s.172-173
[3] M. S. GEMALMAZ, a.g.k. s.174
[4] M. S. GEMALMAZ, a.g.k.s. 170-171
[5] M. S. GEMALMAZ, a.g.k. s.176-177
[6] M. S. GEMALMAZ, a.g.k. s.177
[7] H. AYDIN, a.g.k. s.184
[8] M. S. GEMALMAZ, a.g.k. s.334
[9] H.AYDIN, a.g.k.s. 187
[10] H. AYDIN, a.g.k. s.187-189
[11] T. DEMİRBAŞ, a.g.k. s.50