İnsan Hakları ve Özgürlükleri
(Geçen Sayıdan Devam)
Haşim YALÇINKAYA§
|
3.11.Adalete İlişkin Haklar;
3.11.1.Hukuki Bir Yola Başvurma ve Adil Yargılanma Hakkı;
Herkes, daha önceden yasa ile tesis edilmiş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul bir süre içinde yapılacak adil ve kamuya açık bir duruşma yapılması hakkına sahiptir. Herkes, kendisine bilgi verilmesi, savunulması ve temsil edilmesi fırsatına sahip olmalıdır. Gerekli imkanlara sahip olmayan herkese, bu yardımın adalete etkin bir şekilde ulaşılmasının sağlanması için gerekli olması koşulu ile hukuki yardım sağlanacaktır.
Adil yargılama hakkı adı verilen bu kavramı İHAS uygulamaları ile tanımlayabiliriz. Adil yargılanma hakkını düzenleyen İHAS’nin 6. maddesi iki ana grupta değerlendirilmelidir. Maddede önce sanıklar dahil bir uyuşmazlığa taraf tüm kişilerin ve daha sonra özellikle sanıkların yararlanacağı haklar düzenlenmiştir. Yalnız her iki grupta yer alan hakların varlık amacı kişilerin adil biçimde yargılanmalarını sağlamaktır.
Mahkeme terimi AİHM’nce “maddi tanımı içinde görevine giren konularda hukuk kurallarına ve usul kurallarına dayanarak karar vermek demek olan adli fonksiyonu ile karakterize edilen, bunun dışında bağımsızlık (özellikle idareden), tarafsızlık, üyelerinin görev süreleri ve birkaçı 6. maddenin 1. fıkrasının metninde görünen usulü güvenceler gibi başka bazı gereksinimleri karşılaması gereken bir kurum” olarak tanımlanmıştır.
Genel olarak AİHM içtihatlarında ise mahkeme kanunla kurulan; yürütme organı ve taraflar önünde bağımsız ve tarafsız; yargılama usulü güvencesine sahip bir makamı ifade etmektedir. Mahkemenin en önemli özelliği önüne gelen mesele ile ilgili uygulanması zorunlu karar alabilmesidir. Sadece mütalaa vermek veya tavsiyede bulunmakla yetkili kılınmış makamlar, bu mütalaalar veya tavsiyelere uyulmuş dahi olsa, mahkeme olarak adlandırılamazlar.
Bağımsızlık, bir kişi yahut organdan emir almamak, özellikle yürütme erki ve tarafların etki alanı dışında olmak demektir. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hakimlerin bağımsızlığı kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
AİHM bir mahkemenin tarafsız olup olmadığı hususunu 1982 yılında Piersack / Belçika kararı ile geliştirdiği objektif ve sübjektif olmak üzere iki ayrı kritere göre incelemektedir. Sübjektif tarafsızlık, mahkeme üyesi hakimin birey sıfatıyla, kişisel tarafsızlığı demektir. Bu kriter vasıtasıyla mahkeme üyesinin tarafsızlık açısından durumu incelenirken ortaya delilleri ile konması gereken, üyenin başvurucuya karşı kişisel önyargı ile davranıp davranmadığı hususudur. Bu bağlamda aksi yönde bir delil ortaya konuncaya kadar mahkeme üyesinin sübjektif tarafsızlığının var olduğu kabul edilir.
İHAS’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi, sanığın isnadın niteliği ve sebebinden ayrıntılı olarak bilgilendirilmesini gerektirmektedir.
6. maddenin 3. fıkrasının (c) bendi sanıklara “kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafiin veya eğer bir müdafi tayin için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek” hakkını tanımaktadır.
3.11.2.Masumiyet Karinesi ve Savunma Hakkı;
1. Kendisine karşı ithamda bulunulan bir kişinin, yasaya göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum olduğu kabul edilecektir.
2. Kendisine karşı ithamda bulunulmuş olan bir kişinin savunma haklarına saygı gösterilmesi teminat altına alınmalıdır.
T.C. Anayasası 38’nci maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” hükmü getirilmiştir.
İHAS’nin 6. maddesinin 3. fıkrası sanığa, kendini iddia ile aynı derecede savunmasını mümkün kılacak ve savunmasını hazırlaması ve yürütebilmesi için gerekli olan bazı hakları düzenlemektedir. Bu fıkrada sayılan haklar kendine yönelik isnadı öğrenme savunmasını hazırlama için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma, kendi kendisini savunmak veya savunmasını bir savunucu yardımı ile yapma, tanıkları davet etme veya ettirme ve sorguya çekme, ücretsiz tercüman yardımından yararlanma haklarıdır.
3.11.3.Suçların Ve Cezaların Orantılı Olması ve Yasada Tanımlanması İlkeleri;
“1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Hiç kimseye, suçu işlediği zaman verilebilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Cezayı gerektiren bir suçun işlenmesinden sonra yasanın daha hafif bir ceza öngörmesi durumunda bu ceza uygulanır.
2. Bu madde, işlendiği zaman uluslar topluluğu tarafından tanınmış genel ilkelere göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsenin yargılanmasına veya cezalandırılmasına engel değildir.
3. Cezaların şiddeti, cezayı gerektiren suçla orantısız olmamalıdır.”
T.C. Anayasası 38. maddesine “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” hükmü getirilmiştir.
3.11.4.Aynı suçtan iki kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı;
“Hiç kimse, daha önce yasaya göre içinde kesin olarak beraat ettiği veya mahkum olduğu bir suç nedeniyle mahkemede yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz.
3.12.Hakların Uluslararası Korunması;
Türkiye’deki yargı organları, yani mahkemeler, kişiler arasındaki anlaşmazlıklara, uyuşmazlıklara çözüm getiriyor. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay, kişileri ve kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak için de denetim yapıyorlar. Bir yasa yada yürütme işlemi, hakları ihlal ederse, iptal ediyor veya yürürlükten kaldırıyorlar. Çağımızda “insan hakları” kavramının salt iç hukuku aşan bir yapısı var. Yani bir ülke, kendi vatandaşlarının haklarını ihlal ederse, diğer ülkeler ‘bize ne, bizim vatandaşımız değil ya’ diyemezler. Bu nedenle son yıllarda, bu anlayıştan kaynaklanan uluslararası hukuk çok gelişti. Artık insan hakların, hukuk haline geldi ve ulusal hukukları aşan, onların üzerinde, hatta onları da denetleyen bir hukuk dalı oldu. Bunun için, özellikle demokratik Devletler, birçok anlaşmalar yapıyorlar. Türkiye de bu anlaşmalardan çoğuna taraf oldu, imzasını koydu. Ama bu anlaşmalardan en önemli olanı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesidir.
Önemi, ülkelerin hepsini bağlaması. Bu anlaşmanın taraflarından bir tanesi de Türkiye. İkinci olarak da bu Sözleşme, bazı haklara yer veriyor ki, bahsedilen hakların çoğu, bizim Anayasamızda da yer alıyor.
Bir devlet bireyin hakkını ihlal ederse bir devlet, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin çizdiği sınırlarla belirlenen haklardan birini ihlal eden bir davranışta bulunursa, örneğin bir yasa çıkarıp bir hakkı ihlal ettiği saptanırsa, bu Sözleşme sayesinde, hakkı ihlal edilen bireyin, hakkını arama olanağı sadece ulusal hukukla sınırlı kalmıyor.İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi uyarınca kurulan mahkeme, devletlerin iç yasalarını kural ve işlemlerini inceleyip, bireyin haklarının o ülkedeki hukuk kurumlarınca ihlal edilip edilmediğine ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin çizdiği hukuka uygun karar verilip verilmediğine bakabiliyor.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi uyarınca kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, (AİHM) siyasal bir kurum değil. Tam da tersine tam anlamıyla hukuksal bir kurum. Bu nedenle Avrupa ülkelerinin siyasal içerikli çifte standartlı uygulamalarına rastlanmıyor. Hatta defalarca tazminat ödemeye mahkûm edilmiş olan İngiltere, Almanya, Fransa gibi, ülkeler hakkında verilen yargı kararları, giderek ulusal hukuk(lar) için de emsal teşkil ediyor.
4.TEMEL İNSAN ÖZGÜRLÜKLERİ
4.1.Düşünce ve İfade Özgürlüğü;
İnsan düşünen bir varlık olması dolayısıyla hayvanlardan farklıdır.[1] İnsan yalnızca insan olması nedeniyle özgürce düşünme ve düşündüklerini ifade etme hakkına sahiptir. Çağdaş Demokrasilerde Düşünce Suç Olamaz; Düşünceyi İfade Özgürlüğü Kısıtlanamaz. Düşünce özgürlüğü; bir kişinin, içinde yaşadığı grupta yaygın olarak “doğru” kabul edilen bilgilere aykırı düşen bilgiler, veya geçerli olan “genel” düşüncelere aykırı düşünceler savunduğu zaman, o kişinin temel ve diğer haklarına zarar verilmemesidir.
Kanaat ve ifade özgürlüğü ise; bir kişi bir konuda kendi kanaatini oluşturup dile getirdiği ve onun bu kanaati aynı konudaki yaygın kanaate aykırı düştüğü zaman, o kişinin temel ve diğer haklarına zarar verilmemesidir. Demokrasilerde bireylerin, siyasal sistemi her an benimsemek, anayasal düzene uygun düşünmek zorunlulukları yoktur. Bireyin, yurttaş olarak yükümlülüğü, anayasal ve hukuksal kurallara uygun davranmaktır. Bu nitelik ve özellikleri ile çağdaş demokrasilerde düşüncenin açıklanmasına sınır konulmamaktadır. Taraf olduğumuz AGİT-Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi de, “Demokrasi, insan kişiliğine saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanır. Demokrasi, ifade özgürlüğünün, toplumdaki tüm kesimlere hoşgörü gösterilmesinin ve fırsat eşitliğinin güvencesidir” anlayışı etrafında oluşmuştur. Düşünceyi açıklama özgürlüğü, halkın bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkının yaşama geçirilmesini sağlayan vazgeçilemez bir değerdir. Propaganda (düşünceyi yayma), açıklanan düşünceye yandaş sağlayarak, hukuka uygun yöntemlerle geçerliliğini yaygınlaştırmaya yönelik bir eylemdir. Bir düşüncenin propagandasının yasaklanması gerçekte düşüncenin yasaklanması anlamına gelir. Düşünceye ulaşabilme, düşüncelerinden ötürü kınanmama ve bunları serbestçe açıklayabilme ve yayabilme hakkı, bir bütün oluşturur; bunların tümü, sade olarak, düşünce hakkı veya düşünceyi ifade hakkı olarak tanımlanır. Düşünceleri ifade (açıklama) özgürlüğü, tüm ülkelerin Anayasaları yanı sıra;
– BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19.,
– Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmenin 19.,
– Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.,
– Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13’üncü maddeleri ile,
– 1975 tarihli Helsinki Sonuç Belgesi ve onunla başlayan AGIT süreci içinde yer alan (Kopenhag insani Boyut Toplantısı Belgesi, Yeni bir Avrupa için Paris Şartı, Moskova Belgesi gibi) tüm belgelerde, demokrasinin temel unsurlarından biri olarak düzenlenmiştir.
Düşünce özgürlüğü, düşüncenin bireysel veya kitlesel iletişim araçları, toplantılar, gösteri yürüyüşleri ve demokratik kitle örgütleri aracılığıyla açıklanması olanağı sağlandığında gerçekleşebilir.
Düşüncenin ifadesine, ancak, kamu düzeni ve kamu güvenliği, ulusal güvenlik, ülkenin bütünlüğü, genel ahlak gerekçeleri ile kısıtlama getirilebilmektedir. Burada sınırlanan, düşüncenin kendisinden çok, somut olarak, onun açıklanış biçimi, yeri zamanı, zeminidir. Kısacası koşullarıdır. ABD Yüksek Mahkemesi’nin bu konuda kural haline getirdiği ölçüt, “açık ve mevcut tehlikenin” varlığıdır.
Bir kere düşünce özgürlüğü düşünceyi açıklama özgürlüğü olmadığı gibi, ifade özgürlüğünü de düşünceyi açıklama özgürlüğüne indirgemek mümkün değildir; yada düşünceyi açıklama özgürlüğünün kapsamını ifade özgürlüğünü içine alacak biçimde genişletme imkanı bulunmamaktadır.
Özellikle düşünce özgürlüğü kavramı literatürde sıkça düşünceyi açıklama özgürlüğünün yerine kullanılmaktadır. Oysaki her iki özgürlük bağımsız, birbirinden açıkça farklılık arz eden, birbirine karıştırılmaması gereken temel haklardır. Düşünce özgürlüğü içsel bir işlem, düşünceyi açıklama özgürlüğü ise bu içsel işlemin dışa aktarılmasıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü dışsal dünya üzerinde bir etki doğururken yada doğurmayı amaçlarken, düşünce özgürlüğü bir forum internum olarak kalır ve dışsal dünyada bir etki doğurması mümkün değildir. Düşünce özgürlüğünün sınırlanması mümkün değil, sınırlama denemesi insan onurunu zedeleyici bir uygulamaya yol açar. Ancak düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokratik sistemlerde ve insan haklarına ilişkin uluslar arası Özellikle düşünce özgürlüğü kavramı literatürde sıkça düşünceyi açıklama özgürlüğünün yerine kullanılmaktadır. Oysaki her iki özgürlük bağımsız, birbirinden açıkça farklılık arz eden, birbirine karıştırılmaması gereken temel haklardır. Düşünce özgürlüğü içsel bir işlem, düşünceyi açıklama özgürlüğü ise bu içsel işlemin dışa aktarılmasıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü dışsal dünya üzerinde bir etki doğururken yada doğurmayı amaçlarken, düşünce özgürlüğünün sınırlanması mümkün değil, sınırlama denemesi insan onurunu zedeleyici bir uygulamaya yol açar. Ancak düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokratik sistemlerde ve insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerde bazı nedenlerle sınırlanabileceği kabul edilmektedir.
Bu ayrım İHAS’nde düşünce özgürlüğünün 9. Maddede sınırsız olarak ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün de 10. maddede, ancak ikinci fıkrasında belirlenen sınırlama nedenlerine paralel olarak düzenlenmesi biçiminde kendini göstermektedir. Aynı yaklaşımı 1966 tarihli Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Paktının 19. maddesinde de görmek mümkün. Maddenin birinci fıkrası düşünce özgürlüğünü, ikinci fıkra ise düşünceyi açıklama özgürlüğünü de kapsayacak biçimde ifade özgürlüğünü düzenlemektedir. Üçüncü fıkraya göre yalnızca ikinci fıkradaki ifade özgürlüğüne sınırlar çizilebilmesi tutarlıdır, çünkü düşünce özgürlüğü iç dünyaya ilişkin bir işlemdir ve bu niteliğinden dolayı hiç bir siyasal iktidar müdahalesine elverişli değildir. Bu yaklaşım Türk Anayasası tarafından benimsenmiş; düşünce ve kanaat özgürlüğü 25.maddede herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmeden düzenlenmişken, düşünceyi açıklama özgürlüğü, haberleşme, kitle iletişim özgürlüğünü de içine alacak biçimde 26. maddede düzenlenmiş ve çeşitli sınırlandırma nedenlerine tabi tutulmuştur.
Her iki olgunun ayrı maddelerde düzenlenmesi onlar arasında bir ilişkinin olmadığı anlamına da gelmemektedir. Dikkat edilmesi gereken nokta, düşünce özgürlüğünün, düşünceyi açıklama özgürlüğünün temelini oluşturduğudur. Çünkü bireyin düşüncelerini özgürce oluşturması ve ona sorunsuz ve endişesizce bağlanabilmesi/savunabilmesi, düşünceyi açıklama özgürlüğünün ön şartıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğünün düşünce özgürlüğü olmaksızın, yada ona müdahale edilmesi durumunda bir anlamı kalmayacaktır.
İfade özgürlüğü ise düşüncelerin açıklanmasının yanında, ifadeye konu olabilecek tüm unsurların dış dünyaya aktarımına ilişkin geniş nitelikli bir özgürlüktür. Haber aktarımı, duygusal nitelikli açıklamalar, dini kanaatlerin açıklanması bu kapsamda değerlendirilmelidir. Düşünce özgürlüğü, düşünme işlemi sonrası oluşan ürün olan düşünceyi korumakta iken, kanaat özgürlüğü iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin benzeri olgular arasında bir tercih, bir taraf tutma işlemini/seçimini korumaktadır.
4.1.1.Düşünce Kavramı;
Anayasanın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak yada vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine başlanmasına engel değildir.” Bu norm düşünceyi açıklama özgürlüğünün iki ana unsurunu, yani düşünce ve haberlerin açıklanması ve yayılması unsurlarını dile getirmektedir.
Düşünce Ridder’e göre, rasyonel düşün işlemlerinin ürünü, insanın kendi zihinsel ameliyeleri yoluyla bir biçimde rasyonel olarak somutlaştırılabilir ve ifade edilebilir kılınmış kanaat ve sanatsal bilinç özü, sonuçta sesli, idrak edilebilir/duyulabilir düşünme yada sanatsal yaratmanın kendisi, her halükarda bunları dışarı vuran insanın kendi zihinsel başarı ve eseridir. Buna paralel olarak düşünceyi, mütalaa, bir şey olarak görme/kabul etme, yargılama unsurlarıyla biçimlenmiş olarak algılamak gerekir. Yani bireyin olaylar, ilişkiler, ideler veya kişilere ilişkin olarak oluşturduğu öznel görüştür. Ayrıca bu özgürlük, öncelikle sübjektif bir özgürlük olduğundan, bireysel algılamaya dayandığından, özgürlük kapsamına giren düşünceler açısından “değerli”, “yararlı”, “iyi”, “etiğe uygun” veya “anayasaya uygun” düşünce ayrımcılığını yapmak tutarlı olmadığı gibi, özgürlüğü özgürlük olmaktan da çıkarır. Bu bakımdan Türk hukuk literatüründe bir biçimde yansımasını bulan, yalnızca “demokratik yaşam için vazgeçilmez düşüncelere” vurgu yapılmasının anlamı yoktur. Bu anlayış özgürlüğü objektif-kurumsal alanla sınırlayan, buna karşın her şeyden önce bireysel bir olgu olduğunu unutan bir anlayıştır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü demokratik-kamusal-objektif bir özgürlüktür; ancak öncelikli olarak bireysel-sübjektif bir özgürlüktür.
Dar anlamda düşünce, görüş, yaklaşım, gözlem, muhakeme, ide, kanaat, mütalaa, yargıyı vs. kapsar. İnsanın, toplumsal olaylar yada kişisel problemler karşısında, beyin fonksiyonları yoluyla biçimlenmiş pozitif, negatif yada nötr tutumu, düşünce kavramını kısmen tanımlamaktadır.
Düşünceyi açıklama özgürlüğünün objektif bir özgürlük olduğu ve toplumsal yaşamı ilgilendiren esaslı sorularda önemli rol oynadığı doğrudur, ancak eksik bir yaklaşımdır. düşünceyi açıklama özgürlüğü her şeyden önce kişiliğe bağlı, devredilmez, vazgeçilmez temel haktır. Bu hakkı politik açıdan önemli sorunlara ilişkin olarak yada iki kişi arasındaki bir tartışmada karşı tarafı eleştiri amacıyla yada yalnızca monolog biçiminde kullanması tamamen kişinin takdirine aittir. Düşünceyi açıklama özgürlüğünün bu yönü onun her şeyden önce sübjektif bir özgürlük olduğunu gösterir. Zaten tersine bir yaklaşıma 26. maddenin izin verdiğini iddia etmek mümkün değildir. Özgürlükçü yaklaşım –anayasaya hakim özgürlük anlayışına rağmen–, daha etkin bir garanti sağlamak için, düşünceyi açıklama özgürlüğünün geniş geçerlilik alanının kabulünü gerekli kılar. Bu nedenle “hukuksal olarak korunan düşünceler kategorisi” anlayışına fırsat vermeden düşünce kavramını geniş anlamda kabul etmek, tam bir hukuksal denetimden geçirilip üçüncü kişilerin haklarını veya hukuksal olarak korunan diğer değerlerin ihlal ettikleri andan itibaren ancak, hukuksal koruma alanı dışına çıkarmak en doğru yol olsa gerektir. Aksi yaklaşım, zaten anayasaya hakim olan ve devlet otoritesi karşısında özgürlüklerin geri adım atmasını gerektiren anlayışa paralel olarak, özgürlüğün koruma alanını daha da daraltacaktır. Yalın haber aktarımını düşünce açıklaması biçiminde algılamanın zorluğu ortadadır; ancak bunların da 26. madde kapsamında aynı korumadan yararlandığı açıktır. Bununla birlikte haber yalın olarak aktarılmıyor ve birey bir biçimde bu habere bir anlam yüklüyor ve sahiplenebiliyorsa bu durumda entellektüel katkı sağlandığı için geniş anlamda düşünce kapsamında değerlendirilmelidir. Yine yönlendirici, eleştirel ve bazen de yanıtı içinde olan sorulara yapılan bireysel entelektüel katkı ortada iken, bunları düşünce kavramı içinde değerlendirip düşünce açıklama özgürlüğünün koruma alanına almamak mümkün değildir.
Ticari/reklam nitelikli açıklama da, öncelikli olarak bir bilgi aktarımı niteliğinde iken, açıklayanın buna kendi olumlu yargısını kattığını yadsımamak gerekir. Bir düşünce açıklamalarında motife dayalı olarak ayrımcılık yapılması tutarlı değildir. Açıklayanın bununla bir kazanç sağladığının temel hak korumasında bir rolü olamaz. Aksi taktirde yine “değerli-değersiz”, “topluma yararlı-yararsız” biçiminde özgürlüğün esprisiyle bağdaşmaz ayrımlara kapı açılmış olunur. Bu nedenle bir düşünce açıklamasına temel teşkil eden ticari yararlar da düşünceyi açıklama özgürlüğünün koruma alanına girer. Bu yaklaşım İHAM yargısında da yansıma bulmuştur. Mahkemeye göre bir düşünce açıklamasının övücü/reklam yapıcı etkisi de aynı şekilde sözleşmenin 10. maddesinin koruma alanına girer.
4.1.2.İfade ve Haber Alma Özgürlüğü;
Herkes, ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü içerir. Basının özgürlüğü ve çoğulculuğuna saygı gösterilmelidir.
AT’nin Nisan 1989 tarihli “sınır tanımayan televizyon” yönergesi, Avrupa Konseyi’nin tamamlayıcı bir sözleşmesine paralel olarak, bütün üye ülkelerden yapılan yayınların kısıtlamaya uğramadan iletilebilmesi ve izlenebilmesi ilkesini getirmiştir. Bu yönerge, haksız iddialardan zarar gören kişiler için “cevap hakkı” getirmekte, reklamlara ayrılan süreyi sınırlandırarak haberleşmede çoğulculuğu teşvik etmekte ve küçüklerin korunmasını öngörmektedir.
İfade özgürlüğünün 3 temel boyutu vardır. Bunlar:
1. Bilgi ve düşüncelere ulaşabilme,
2. Edinilen düşünce ve kanaatlerden dolayı kınamama.
3. Düşünceleri tek başına veya toplu olarak, yasal her türlü yoldan serbestçe yayabilme. İfade özgürlüğü sınırları ve kullanım biçimleri son derece geniş bir hak olarak ortaya çıkmaktadır. Kişi kendini, düşüncelerini sayısız yoldan ifade edebilir.
Anayasa madde 26: Herkes düşünce kanaatlerini söz, yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapar. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi madde 10: Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu hak görüş oluşturma ve kamu otoritelerinin müdahalesi olmaksızın ve ülkelerarası sınır gözetmeksizin düşünce ve haberleri edinmeyi de içerir.
Anayasa’nın 25. Maddesine göre herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz denilmektedir.
İfade özgürlüğünün bazı özel kullanım biçimleri bağımsız hak kategorileri olarak düzenlenmiştir. Bunlar basın özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıdır. Ayrıca dilekçe hakkı da, bir boyutuyla, ifade özgürlüğünün bir uzantısı olarak kabul edilebilir.
4.2.Din ve Vicdan Özgürlüğü;
Toplum içinde çeşitli insan ve grupların huzur içinde yan yana yaşayabilmesi için, herhangi bir dine ve inanca sahip kişilerin bunun gereklerini yerine getirme özgürlüğüne sahip olmaları gerekir, ancak bizimle aynı inancı paylaşmayanların günlük yaşamlarını diledikleri gibi sürdürme hakkına sahip olduğunu da kabul etmemiz şarttır.
Anayasamızın birinci maddesinde Cumhuriyet’in “laik” olduğu belirtiliyor. “Laiklik” kavramı 1937’den beri anayasal bir ilke olarak Türk hukuk sisteminde mevcuttur. Laiklik; ne kendine özgü kutsal bir şeydir, ne vicdansızlıktır, ne de bir kutuplaşma konusudur. Laiklik, siyasal iktidarla din arasındaki ilişkilerin belli kurallara göre biçimlenme şeklidir. Devletin temel yapısı herhangi bir dinin inanç sistemi ve görüşlerine göre biçimlenmez. Dinsel görüşler arasında ayrım yapılmaz ve kişisel inanç sistemleri devletin güvencesi altındadır.
Dinsel inançlarımıza ve ibadet özgürlüğümüze karşı bir takım fiillerde bulunulursa, devlet buna müdahale eder. Türk Ceza Kanunu’nun 175, 176 ve 177. Maddeleri “Din Hürriyetine Karşı Cürümler”i düzenler. Dinî işlerin ya da ibadet ve ayinlerin yapılmasına engel olanlar ve ihlâl edenler; dinlerden birini tahkir maksadıyla bu dinlerce kutsal sayılan mabetleri, mezarları, buna benzer yerleri ve bu yerlerdeki eşyaları yıkan, bozan ve zarar verenler; ibadethanelerdeki mevcut süslemeleri ve eserleri tahrip edenler çeşitli para cezalarına çarptırılır. İbadethaneleri her ne suretle olursa olsun kirletmek ise üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Ülkemizde yaşayanların büyük bir çoğunluğu İslam dinine inanır. Ancak hukuk sistemimizde Müslüman olmayanların da hakları korunmuştur. Lozan Antlaşması’nın 38. maddesi Türkiye’de oturan herkesin, her inancın, her dinin, her mezhebin kendi inanç sistemine göre serbestçe ibadet etmesini sağlar.
Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitimi ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Anayasamızın 24. Maddesinde, “ Din ve Ahlak Eğitimi ve Öğretimi devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 9. Maddesi şöyledir;
Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile açık veya özel biçimde ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinin ve inancın açılma özgürlüğünü de içerir.
Herkes, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını tek başına veya topluluk halinde, aleni veya gizli olarak ibadet etme, öğretme, uygulama ve gereklerine uyma şeklinde açığa vurma özgürlüğünü içerir.
4.3.Haberleşme ve Basın Özgürlüğü;
İletişim özgürlüğü, en geniş anlatımıyla; haber almak, haber vermek, yazılı ve görsel basın ve yayın yoluyla düşünceleri ifade edebilmek anlamına gelir. Görsel-işitsel ve yazılı basın kişinin hem bilgilenme ve görüş oluşturma hem de ifade hak ve özgürlüklerinin önde gelen kaynaklarıdır. Günümüzde kısaca ”medya” olarak özetlenen kesim bu gücünü kullanırken kişi ve kişilik haklarını gözetmek durumundadır. Bu nedenle kişilerin özel yaşam alanlarıyla ilgili haber verirken mutlaka uyulması gereken kurallar mevcuttur. Her şeyden önce, verilen bir haber hukuka aykırı olmamalıdır. Bu nedenle haberin verilmesinde;
- · Gerçek olması,
- · Toplumu ilgilendirmesi,
- · Güncel olması,
- · Verilmesinde bir kamu yararı bulunması gerekir.
Bu nedenle gerçek olmayan haberler kadar, yersiz eleştiriler, amaca uygun olmayan tarzda haber yansıtmak da hukuka aykırıdır. T.C. Anayasası, Madde 28: Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın özgürlüğü kavramı günümüzde yalnızca bilgi yada haberlerin özgürce yayınlanmasını değil, basının bizzat kendisinin de özgürleştirilmesini kapsamaktadır.
4.4.Yerleşme ve Seyahat Özgürlüğü;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dördüncü protokolünün 2. Maddesi yerleşme ve seyahat özgürlüğünü düzenlemiştir. Buna Göre;[2]
Madde 2.1. Bir devletin ülkesi üzerinde yasal olarak bulunan herkesin orada serbestçe dolaşma ve ikametgahını serbestçe seçme hakkı vardır.
Anayasa’nın 23. Maddesine göre herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
4.5.Toplantı, Dernek ve Sendika Kurma Özgürlüğü;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. Maddesi yasal amaçlarla dernek kurma özgürlüğünü güvence altına almıştır. Buna göre dernek ya da birlik kişilerin gönüllü olarak kendi iradeleriyle ortak bir amaca yönelmeleri şeklinde tanımlanmaktadır.
Herkes, barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile her düzeyde, özellikle`siyaset, sendika ve yurttaşlıkla ilgili konularda örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu, herkesin kendi çıkarlarını korumak`için sendika kurma ve sendikalara girme hakkını da içerir. Birlik düzeyindeki siyasi partiler, Birliğin vatandaşlarının siyasi iradesinin ifade edilmesine katkıda bulunurlar.
T.C. Anayasası 34. maddesinde “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlığı altında şöyle bir düzenleme getirmiştir.: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” Yeni yapılan Anayasa değişikliğine uygun olarak ilgili yasalarda da düzenleme yapılması gerekecektir. T.C. Anayasası 33. maddesine göre “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma yada üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.
Sosyal devlet ve sosyal haklar denilince ilk düşünülmesi gerek sendikal haklardır.[3] “T.C. Anayasası 51. maddesinde ise “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya yada üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.[4]
Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.” şeklindeki düzenlemeyle sendika kurma hakkı tanınmıştır. Haklara getirilen kısıtlamalar kamu düzeni gereklerine ve hakların özüne aykırı olmamak durumundadır.
Dernek kurabilmek için 7 kişi yeterlidir. Kurucular olarak ilk yapmanız gereken iş bir tüzük yazmak olmalıdır. Bu tüzükte derneğinizin amacı, bu amaca ulaşmak için gerçekleştirebileceği faaliyet türleri, derneğin organları, bu organların yetkileri gibi temel konular yer almalıdır. Dernekler Kanunu’na göre, devletin bütünlüğünü bozmak, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak, dil-ırk-sınıf-din ve mezhep ayrımına dayanmak, suç işlemek ve suç işlemeyi özendirmek, Atatürk’ü küçük düşürmek, devletin manevi kişiliğini kötülemek gibi amaçlarla dernek kurulamaz.
* Uluslararası faaliyette bulunmak amacıyla dernek kurulması bakanlar kurulunun iznine tabidir.
* Yüksek öğrenirn kurumlarında birden fazla öğrenci derneği kurulamaz.
* Öğrenci dernekleriyle, kamu hizmeti görevlilerinin kuracakları derneklerin amaçları kanunda gösterilenlerle sınırlıdır.
* Tüzükle birlikte kuruluş bildirimini derneğin merkezi olarak saptadığınız adresin bulunduğu yerdeki kaymakamlığa verdiğiniz anda derneğiniz hukuken kurulmuştur.
* Kuruluş bildirimi ile birlikte derneğin tüzüğü incelemeye alınır. Kanuna göre bu incelemenin bir ayı geçmemesi gerekir.
* İncelemeler bittikten sonra dernek merkezine bir yazı gelir.
Bu yazıya göre:
1) Tüzükte her şey tamamdır. Bu yazıyı almanızı izleyen 15 gün içinde tüzüğünüzü bir yerel gazetede ilan etmelisiniz. İlanı izleyen 6 ay içinde ilk genel kurul yapılmalıdır.
2) Tüzükte bir eksiklik ya da kanuna aykırılık vardır. Bunları bir ay içinde gidermek gerekir. İdare’nin bu konudaki kararını hukuka aykırı buluyorsanız, süresini kaçırmadan idari yargı yoluna başvurabilirsiniz.
3) Derneğiniz kanunen ‘yasak’ bir amaç gütmektedir. İdare derneğin faaliyetlerinin durdurulmasına karar vermiştir ve otomatik olarak mahkemeye gidilir.Vakıf Kurma Vakıflar ülkemizde çok köklü bir geleneğe sahip örgütlenme biçimidir. Son yıllarda sayıları giderek artmaktadır. Vakıf kurmak için ilk önce mahkemeye başvurmak gerekir. Mahkeme gerçekleştirilmek istenen amacın vakfedilen malla orantılı olduğunu kabul ederse, vakfın kurulmasına izin verir. Sendika Kurma; Türk vatandaşı, medeni hakları kullanmaya ehil, sendikaların kurulacağı iş kolunda fiilen çalışan, kamu hizmetlerinden men edilmemiş, Türkçe okur-yazar ve belirli suçlardan hüküm giymemiş en az 7 kişi sendika kurabilir. Kurucular hazırladıkları
Vakıf Kurma;
Vakıflar ülkemizde çok köklü bir geleneğe sahip örgütlenme biçimidir. Son yıllarda sayıları giderek artmaktadır. Vakıf kurmak için ilk önce mahkemeye başvurmak gerekir. Mahkeme gerçekleştirilmek istenen amacın vakfedilen malla orantılı olduğunu kabul ederse, vakfın kurulmasına izin verir.
4.6.Bilim ve Sanat Özgürlüğü;
Anayasa’nın 27. Maddesine göre herkes, Bilim ve Sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Sanat ve bilim özgürlüğü “Sanat ve bilimsel araştırma, kısıtlamaya tabi olmamalıdır. Akademik özgürlüğe saygı gösterilmelidir.
Yayma hakkı, Anayasanın 1. 2. ve 3. maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz. Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.
Fikri Mülkiyet, Avrupa Birliğine giriş sürecinde bulunan ülkemiz için hukukun uyumlaştırılması çalışmalarının yoğunlaştığı bir odak noktası olarak karşımıza çıkmaktadır.
1951 yılında hazırlanan ve o günün şartlarına göre çok ileri düzeyde bulunan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, uluslararası anlaşmalar ve Avrupa Birliği tarafından hazırlanan yönergelerde belirlenen kurallara uygun olarak yapılan değişiklikler sonucunda en son halini almış bulunmaktadır.
Yapısı itibariyle karışık bir görünüm arz eden yasa, getirmiş olduğu yeni düzenlemeler ve kavramlarla Avrupa Birliği’nde yer alan ülkelerin hukukuna bir ölçüde uyum sağlamıştır. Son yapılan değişiklik ile, özellikle “İşlenmeler”, “Komşu Hak”, “Kiralama” gibi yeni kavramlar ortaya çıkmıştır. Yanı sıra, bilgisayar yazılımları da açıkça “Eser” olarak belirlenmiş ve fikri mülkiyet kapsamına alınmıştır.
Şu an Fikri Haklar konusunda hukukumuzda, Kablolu Yayıncılık ve Uydu Yayınları konusunda eksiklikler bulunmaktadır. Yasanın açıklanmasına geçmeden önce Fikri Mülkiyet hakkının konusunu teşkil eden “Eser” kavramının açıklanması gerekmektedir. “Eser, sahibinin özelliklerini taşıyan ve bir fikri çalışma sonucunda meydana getirilip, yasada belirtilen tanımlamalara uyan şeydir”. Bu noktada, birbirine yakın olmakla birlikte, farklı kavramları ifade etmeye yarayan Keşif ve Buluş’tan da söz etmemiz gerekmektedir.
Buluş ve eser insan zekasının veya düşüncesinin sonucu olan ürünlerdir. Ancak buluş, sanayide tatbik kabiliyeti olan, yenilik taşıyan ve mevcut fen ve ilimde ilerleme kaydeden şeylerdir. Buluş bir tanedir ve buluşu ilk yapanın tescil hakkı geçerlidir. Her ne kadar buluşlarla ilgili tescil söz konusu ise de, bu patent haklarını ilgilendirdiğinden Fikir ve Sanat Eserleri konusu içinde ele alınmamıştır.
“Keşif”, bir doğa yasasının veya zaten var olup ta bilinemeyen bir şeyin ortaya çıkartılması, açıklanmasıdır. Keşif, keşfi yapanın adıyla anılmakla birlikte, herhangi bir şekilde tescil edilmesi veya ticari nitelik kazanması mümkün olamayacağından, hukuken Fikri Mülkiyet Hakkı olarak koruma altına alınamaz.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile “Eser” ve “Eser Sahibinin Fikri Hakları” koruma altına alınmıştır. Yasada, öncelikle “Eser”in tanımı yapılmıştır. Sayılanlara uymayanlar “Eser” olarak nitelenemeyecek ve yasada belirlenen haklara sahip olamayacaklardır.
Sürecek…
- § Başkomiser, Van İl Emniyet Müdürlüğü.
[1] Remzi KINCAL,Vatandaşlık Bilgisi,Micro Yayınları,Ankara,2000,s.64
[2] Remzi KINCAL,Vatandaşlık Bilgisi,Micro Yayınları,Ankara,2000,s.69
[3] Serap PALAZ/KOCAK,Demokrasi Dosyası,Ofset Fotomat,Ankara,2001,s.426
[4] Serap PALAZ/KOCAK,Demokrasi Dosyası,Ofset Fotomat,Ankara,2001,s.427