Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

FEVZİ ÇAKMAK’IN GÖZÜYLE 30 AĞUSTOS “SON HESAP GÜNÜ”

 

Dr. Kemal  SARIDAĞLI

Emekli Emniyet Müdürü

  

Türk askeri ve siyaset adamı Fevzi Çakmak 1876 İstanbul ‘da dünyaya gelmiştir. Başarılı bir öğrenci olan Mustafa Fevzi Çakmak Kuleli Askeri İdadisi’ni bitirdikten sonra(1893) Harbiye Mektebi’ne geçerek yüzbaşı rütbesiyle kurmay subay oldu. Böylelikle askerî hayata adım atan Fevzi Çakmak ordunun en önemli kademelerinde yer almış ve büyük başarılara imza atmıştır. Bu görevlerin arasında ; Taşlıca’daki (Sırbistan) askerî birliğin komutanlığı(1908), Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı (1910) 5. Şube müdürlüğü,aynı yıl Garp(batı) Ordusu’nun  Kurmay Başkanlığı,VardarOrdusu Harekat Şube Müdürlüğü’ne getirildi.(1912). Albay rütbesiyle 2.Nizamiye Tümen Komutanlığı’na atandı(1913).1915’te Çanakkale CephesiAnafartalar  grup komutanlığı görevini başarıyla yerine getirdi. Çanakkale’nin İtilaf Devletleri tarafından boşaltılmasından sonra Doğu Cephesindeki 2.Kafkas Kolordusu’nun (1916) Diyarbakır’daki 2.Ordunun (1917),sonra da Filistin’deki 7.Ordunun komutanlığına atandı. Filistin’deki başarılarından ötürü korgeneralliğe yükseltildi.(1918). Aynı yıl Genelkurmay Başkanlığı Karargahında görevlendirilince İstanbul’a döndü. Osmanlı Hükümeti’nin kararıyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarına öğüt vermek için Anadolu ‘ya gönderilecek kurula katıldı.(1919).3 Şubat 1920’de Harbiye Nazırı oldu. İkinci İnönü Zaferi’nden sonra orgeneral oldu(1921) 

Genel Kurmay Başkan Vekili olarak görev yaptığı Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanması üstüne Büyük Millet Meclisi tarafından rütbesi Mareşalliğe yükseltilen (1922), 1923’te Genelkurmay Başkanlığı’na atanan Mareşal Fevzi Çakmak, 1925 yılı sonuna kadar Kozan milletvekili olarak Meclis üyeliği görevini de sürdürdü. O tarihte alınan bir kararla askerlik ile siyaset adamlığı arasında bir seçme yapmak durumunda kalınca, askerliği seçip, görevi yaşı sınırına gelmiş olması nedeniyle emekliye ayrıldı, 1944’e kadar Genelkurmay Başkanlığı yaptı. 

Emekli olduktan sonra siyasete atılan Fevzi Çakmak, 1946’seçimlerinde bağımsız aday olarak girdiği Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili seçildi; ama çok geçmeden yöneticileriyle görüş ayrılığına düştüğü bu partiden ayrılarak (1947), Millet Partisi’nin kurucuları arasına katıldı; yöneticilerini yeterli bulmadığı bu partinin de onursal genel başkanı olmakla yetindi.(1948); 10 Nisan 1950’de Teşvikiye Sağlık Yurdu’nda öldü.

Bu büyük asker ve siyaset adamının yaşamını kısaca özetledikten sonra görüyoruz ki bu zaferin önemli mimarlarından birisi de Fevzi Çakmaktır. Burada birde onun gözüyle bu zaferin nasıl kazanıldığına şahitlik edelim.

ALLAH ALLAH SESLERİ SEMALARI ÇINLATTI

“25 Ağustos 1922 gününden itibaren Ankara’nın bütün dünya ile telgraf haberleşmeleri kesilmişti. Genel karargâh, savaş noktasına yakın bir yere nakledilmiş, iki yüz top yerlerini almış, birlikler gündüzleri saklanıp geceleri yol alarak belli noktalara kaydırılmıştı… 

26 Ağustos sabahı 4’den itibaren Afyonkarahisar ve Ahir dağları arasındaki düşman mevziine karşı şiddetli bir topçu ateşi ile umumi taarruzumuz başladı. İstanbul’dan yeni gelmiş bulunan bol miktarda top mermileri bütün toplarımızı doyuracak kudrette idi. Ve düşmanlar hiçbir zaman böylesine bol cephanemiz olabileceğine inanmamışlardı.      

Bu göz açtırmayan ve düşman mevzilerini hallaç pamuğu gibi atan şiddetli bombardımandan sonra hazır bekleyen birliklerimiz “Allah …Allah!” sesleriyle ileri atıldılar. Ve kendilerine gösterilen hedefleri çabucak ele geçirdiler. Düşmanın zayiatı pek büyüktü. Esir kafilelerinin ardı arkası alınmıyordu. Savaş ganimetleri sayılamayacak kadar çoktu.  

 Baskın şeklinde taarruzumuz tam bir başarı ile başlamış ve gelişme yolunu tutmuştu.

27 Ağustos’ta 4. ve 1. kolordumuz pek sert savaşlardan sonra Çataltepe’den başka düşmanın bütün mevzilerini ele geçirmiş ve düşmanı şimale doğru atmıştı

Akşama doğru Çataltepe’de ele geçmiş ve 8. tümenimiz Afyon’a girmiş bulunuyordu.

28 Ağustos’ta ise süvarilerimiz geriye kalan ve kaçmaya çalışan düşman kuvvetlerini ricat hatlarını kesmişti. Yani üç gün süren amansız bir savaştan   sonra düşman ordusu sarılmış bulunuyordu..

29 Ağustos’ta düşmanın garba doğru Alaşehir istikametinde çekilmek istediği anlaşılarak bütün gayretlerle bunu önlemeye çalıştık ve muvaffak olduk. Maneviyatını olduğu gibi kaybetmiş bulunan düşman ordusunu Dumlupınar’a doğru sürdük.

30 Ağustos ise son hesap günü oldu. Burada verilen meydan muharebesi aynı zamanda Yunan ordularının Türk ordularına son karşı koyuşları olmuştu.

O gün 1. kol ordumuz Dumlupınar’dan garba(batıya) yayılan düşman grubu üzerine taarruza devam ederek bilhassa hat boyundaki sol cenahını perişan etmiş ve Kaplangı dağında karşı taarruzlarla tutunmaya çalışan düşmanın da Yenice’deki sağ cenahı 6. tümenimizin tazyiki karşısında çökerek ertesi günü perişan bir halde Uşak ovasına dökülmüş ve bir iki bataryadan mürekkep olan bütün toplarını da terk ederek Uşak’tan darmadağın bir halde İzmir istikametinde kaçmaya koyulmuştur.

Büyük taarruz , bütün tahminlerimizin üstünde bir başarı ile sona ermiş bulunuyordu. Yunan ordularının başkomutanı ve bütün Genelkurmay  beraber esirler arasında bulunuyordu.

 Artık kurtulmuştuk. İzmir’e kadar yolumuz açılmıştı. Ben yaptığım savaş planında, baskında başarı kazanır ve düşman birliklerini yok edersek Mehmetçiklerin on beş gün sonra İzmir’e ulaşabileceğini hesaplamıştım. Ama Mehmetçik beni utandırdı. İzmir’e beş gün önce 9 Eylül’de girdi. İşte büyük taarruz planında yanıldığım tek nokta bu olmuştur.

Başkumandanlık meydan muhaberesini kazanınca Mustafa Kemal Paşa, ben ve İsmet Paşa bir yerde buluştuk. Hepimizde büyük ve heyecanlı bir sevinç içindeydik. Birbirimizi candan kutladıktan sonra savaş planına devamlı İzmir üzerine mümkün olduğu kadar hızlı yürümeye karar verdik. Bir defa bozguna uğrayan bir kuvvetin peşini bırakmamak gerektiğini ve onu yok edinceye kadar veya teslim olmaya zorlayıncaya kadar kovalamak lazım geldiği en basit askerlik bilgilerindendir.

Elbette bu kararı verecektik. Zaten Başkomutan Mustafa Kemal Paşa da meşhur günlük emrinde;    

  -“ Ordular ilk hedefimiz Akdeniz’dir ileri!” emrini vermemiş miydi?

İKİ NOKTA

Türk tarihinin en parlak zaferlerinden biri olan bu zafer hakkında o kadar çok şiirler yazılmıştır ki daha fazla üzerinde durmak istemiyorum. Sadece şu iki nokta üzerinde isterim.

Birinci nokta kazanılan pek büyük zafere karşılık zayiatımızın pek az oluşudur. Şehit ve yaralı olarak bütün zayiatımız on bini bile bulmuyordu. Buna karşılık Yunanlılar yalnız ölü olarak 100.000 kişi kaybetmiş bulunuyorlardı. Hal bu ki savaş kanunlarına göre taarruz eden ordunun kaybı, müdafaada kalan ordunun kaybından 3 kat fazla olması gerekirdi.

Kaydetmek istediğim ikinci nokta şudur. Büyük zaferden sonra İzmir’e biran önce varmak için süvari ve piyadelerimiz arasında amansız bir yarış başlamış ve bu yarış beraberlikle sonuçlanmıştır. Güzel İzmir’e piyade birliklerimiz, kudretini göstermişlerdi.

“Bu da sanıyorum ki dünyada benzeri olmayan bir olaydır:”