BELİMİZDEKİ İP
| Bahri DURABAY[*] |
Zaman insanları başkalaştırdı. Kendine ve kendi içine döndürdü. Keşke bu dönüş, bir oto kontrol için, kendi kendini ölçmek için olsaydı. Ama öyle olmadı. Bu dönüş kendinden başkasını düşünmeyen, sadece kendi menfaatini düşünen bir karanlık dehlize dönüş oldu.
Her şey parayla ölçülür oldu. Her durumdan maddi bir menfaat umulur oldu. “bana ne faydası olacak” veya “bana ne kazandıracak” soruları “insanlığa ne kazandıracak” veya “insanlara ne verebilirim” sorularının yerini almaya başladı. Hatta aldı da.
Kendini kurtarmayı yeterli gören, başkalarının durumu ile ilgilenmeyen, benden gerisi tufan diyen, herkes kendi başının çaresine baksın diyerek diğerlerine el uzatmayan ve hele hele “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığı ile yaşayan insanlar gerçekten hüsrandadırlar. Bu insanlar gerçek mutluluğu yakalamaktan uzak, kalbinde insan sevgisi olmayan talihsiz insanlardır. İşin en korkuncu ise rahatsızlıklarının ana kaynağını da bilmemektedirler.
Çevresine karşı duyarsız, insanlara karşı duyarsız, olup biten olaylara karşı duyarsız veya sadece kendileri ile ilgili olduğu kadarıyla duyarlıdır bu insanlar. Tabi ki ona da duyarlılık denirse.
Halbuki insanlar tabiatları gereği mükemmeli arzularlar. Nasıl ki fert olarak mükemmeli arzuluyorsa, toplum ve cemiyet olarak da mükemmeli arzulamalıdır. Bunun için de önce duyarlı birer insan olmalıdır.
İyi işler yapmaya çalıştıkları zaman, insanların yararlanacakları şeyler yapmaya başladıkları zaman farklı bir huzur hissedecekler. Bu hareketleri insanları sevmelerini ve bu sevgi de daha çok insanlar için çalışmalarını sağlayacak.
Kıyafetinden oldukça varlıklı bir aileden geldiği belli olan küçük kız, avucundaki parayı sımsıkı tutarak rafları inceliyordu. Burası şehrin en büyük oyuncak mağazası idi. Aranan her şeyin bulunabildiği, gezmekle bitirilemeyen raf koridorlarının bulunduğu mağazalardan biri..
Nihayet bir rafın önünde durdu. Ne harika bir bebekti bu? Çok güzel yüzlü ve ipek elbiseli harika bir bebek. Babasına dönerek avucundaki parayı işaret etti..
“Avucumdaki para yeter mi?.”
Babasını başını “evet” anlamında salladı. Bebeği kucakladı, kasaya doğru yürüdü ve tam bu sırada kendisi gibi, babası ile alışverişe çıkmış bir küçük çocuk gördü. Kısa pantolonlu bu çocuğun gömleği iyice eskimişti. Çocuğun elinde az bir para vardı. Raftaki oyuncaklardan birinin önünde heyecanla durdu.
“İşte istediğim bu baba” diye sevinç çığlığı attı ve avucundaki parayı gösterdi
“Yeter mi?..”
Babasının başı önüne doğru eğilirken, “Yetmez” diye sallandı. Çocuk avucundaki paraya baktı. Oyuncağı rafa yerine koydu. Babasının elini tuttu ve koridorun ucuna doğru yürüdü..
Küçük kız kucağındaki bebeğe bir kere daha baktı. Sonra çocuğun seçtiği oyuncağa doğru yanaştı.. Bebeği yerine koyup, çocuğun beğendiği oyuncağı eline aldı.
“Yeterli param var mı baba” dedi..
Babası yine başını “evet” anlamında sallayınca kasaya gittiler, parayı ödediler. Küçük kız, kasadaki adamın kulağına bir şeyler fısıldadı.
Küçük kız ve babası kasanın gerisinde beklemeye başladılar. Az sonra oğlan ve babası, ellerinde bir boyama kitabı ile geldiler.
Kasiyer; “Kutlarım sizi” diye bağırdı.. “Bugünün bininci müşterisi olarak bir hediye kazandınız..”
Ve oyun kutusunu küçüğe uzattı. “Harika” diye çığlık attı oğlan..
“Baba, bu benim en çok istediğim oyuncaktı biliyorsun..” Baba oğul, mutluluk içinde dükkanı terk ettiler.
Diğer baba kızına;
“Çok cömertsin kızım” dedi.. “Sana bu kararı verdiren ne oldu?..”
“Baba.. Annemle birlikte bana bu parayı verirken “Seni en çok mutlu edecek şeyi al”
demediniz mi?..”
“Elbette öyle dedik, canım kızım!..”
“Ben de aynen öyle yaptım baba.. Şu anda ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin..”
İşte küçük kız diğer insanları sevindirmenin nasıl bir mutluluk kaynağı olduğunu daha o körpecik haliyle anlamış ve bunu tüm ruhuyla yaşamıştı.
İnsanlar o kadar duyarlı ve hassas olacaklar ki kendilerini unutacaklar ve milleti için kendi yaşamını feda edecek duruma gelecekler. Onlar “mum dibine ışık vermez” sözünün tam temsilcisi olup, mum gibi yanarak çevrelerini aydınlatacaklar. Bu arada eriyip gidecekler belki, ama kendi diplerini aydınlatmayı hepten unutacaklar. Başkaları onlar için daha önemli olacak.
Memleketinden ayrılıp Mısır’ a gittiğinde evinde eşya namına sadece birkaç kanepe, iki demir ayak üzerine oturtulmuş birkaç tahtadan ibaret olan karyola vazifesi gören bir şey, bir hasır seccade, bir nalın ve eski bir divit vardı. O bir milletin mücadelesini en iyi dile getiren ve “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” diyen İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif ERSOY. Kendisine yazdığı İstiklal Marşı karşılığı 500 lira teklif edilmiş, o bunu fakir kadın ve çocuklara bakmak için kurulan “Dar’ül Mesai” ye bağışlamıştır. O zaman 140 liraya Ankara’dan bir çiftlik alınabiliyordu.
Bu parayı almayı bir samimiyetsizlik kabul eden Akif’in sırtında soğuk günler için bir paltosu bile yoktu. Arkadaşı Baytar Şefik KOLAYLI’ dan yağmurluğunu ödünç alıyor ve yağmurlu günlerde onunla idare ediyordu. Arkadaşı bin gün kendisine; “Hiç olmazsa bir palto bari alsaydın” deyince onunla iki ay konuşmamıştır.
Hayat bir mücadeledir. Güzellikler mücadelesiz elde edilemez. Bazen ciddi zorluklar ile karşılaşılır. Ama buna da sabırla yaklaşmaktır esas olan. İşte cefasız sefanın kalıcı olmadığına inanan bu insanlar sabırla koruğu üzüm yapma azmine girer ve diğer insanlara hep sabrı aşılarlar.
Her olayı, her durumu, her fırsatı insanlara yardımcı olma için bir nimet kabul edecek bu insanlar işte bizim özlediğimiz ve bu zamanın sahip olması gerektiğini düşündüğümüz insanlara hep doğruyu tavsiye ederek onları hep doğruya sevk etmeye çalışan insanlar.
Acaba biz neredeyiz, konumumuz nedir? Kendimizi ölçme adına buyurun size son bir hikaye daha;
Hikaye, yüzyıllar önce gözlemlenen bir olayı anlatır. Bir bilge,araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına gitti. Çünkü, kültürlerin, yaşam kalitesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu. Gözleri, mezar taşlarındaki rakamlara takıldı. Mezar taşlarında 5, 542, 456, 22, 5645, 8 gibi birbirleriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü bilge; fakat bu rakamların sırrını çözemedi.
Bilge, köyün en yaşlı kişisine gitti ve ona bu rakamların anlamını sordu ve devam etti: “Bu rakamlar saat midir, ay mıdır, yıl mıdır? Ne anlatır bu rakamlar Allah aşkına?”
Yaşlı adam gülümseyerek, “Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız.” Dedi. “Hayatı boyunca yaptığı her iyilik için o ipe bir düğüm atarız. İnsanlar öldükten sonra da belindeki düğümleri sayarız, düğümlerin sayısını mezar taşına yazarız”
Yaşlı adam karşısındaki bilgenin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü: “Böylece onun, ne kadar yaşamış olduğunu anlarız. Çünkü aslında yaşamak insanlara yapılan iyiliklerle ölçülür.”
Düşünün ki bizim belimizde de bir “ip” var. Ölünce acaba kaç düğüm çıkar bizim ipimizden.
[*] Başkomiser, Rize Bilgi İşlem Şube Müdür V.