İNSANI LEKELEMEK KOLAYDIR…
Kemal ÇELEBİ[*] |
1978-1983 Yıllarında Emniyet Genel Müdürlüğü, Yabancılar Şube Müdürlüğü görevini deruhte ettim. Orada çalışan eski bir başkomiserin deyimi ile “Atisi parlak” bir yerdi. Atisi parlak olduğu kadar da çok netameli, işlemleri yasa hükümlerinden çok bakanlık takdirlerine göre yürütülürdü. Gerek şubede gerekse aynı daireye bağlı diğer şubelerde Daire Başkanından masadaki memura kadar uzmanlaşmış personel vardı.
Şubede tutum ve tavırlarından hoşlanmadığım yardımcım ve bir çok personel vardı, ne var ki; birilerinin himayesinde olduklarından katlanmak zorunda olduğum gibi, Daire Başkanı da benden hoşlanmadığı halde, birilerinin himayesinde olduğumdan o da bana katlanıyordu. Ancak her fırsatta beni harcama çabasına giriyordu. Fakat ben asla ona istediği fırsatı vermiyordum. Birlikteliğimizde hep böyle olmuştur.
Bir defasında, birkaç ticaretle iştigal eden arkadaşımla, birin yazıhanesinde oturup sohbet etmiş, tavla oynadıktan sonra lüks bir gazinoya gitmiştik. Sahne alan zamanın gözde sanatçılarından biri, sanatını icra ederken masamıza gelerek mikrofonu teker teker bize uzatmış, bizlerde kendisine eşlik etmiştik. Sonrada evlerimize dağılmıştık. Ertesi günü işe geldiğimde günün akşamında Başkan bir vesileyle beni çağırttı, odasına girdiğimde odada, sevmediğim yardımcım, diğer şubelerden birkaç rütbeli personel ile mutat olduğu üzere birkaç tane de merkez Emniyet Müdürü oturuyorlardı. Göstermelik babından hizmetle ilgili bir iki konu dile getirildi, tam çıkacakken Başkan bana hitaben “ Gyavur Hacı, hele biraz dur bakalım…..” herkesin görebileceği bir şekilde bir resim göstererek; “Buna ne diyeceksin, bununla seni çarşafa çeviririm, ama seni affediyorum. Bir daha görürsem, mahvederim seni, ayağını denk al.” Dedi. Orada hazır olanların istihza dolu bakışları arasında resmi seyrettim. Bahsettiğim gazinodaki sanatçıya eşlik ederken çekilmişti. Kim çekti, kimler Başkana ulaştırdı, demek ki bu gibi fırsatları kolluyormuş ve beni devamlı izletiyormuş. Kendisine hitaben “Ben bir Allah’tan bir de evimdeki eşimden korkarım, onlara karşı sorumluluk duyarım, bu hususta başka kimseye hesap vermem.” Deyip çıktım odadan. Demek ki adam beni harcamak için bu denli basit komplolara girebiliyormuş, bunu anladım. Tabiidir ki asla falso yapmamaya hep özen gösterdim. Saygıda asla kusur etmedim. Gerek astlarım ve üstlerimce sevilen bir şahsiyet olarak görev ifa ettim.
Üstlerim ve amirlerimin itimat ve teveccühlerine mahzar olmuş olmalıyım ki, bir çok önemli ve kritik görevlere layık görüldüm, bu meyanda zamanın ilgili Devlet Bakanının özel talimatlarıyla mesele ve sorunları yerinde görmek, tespit etmek ve rapor sunmak üzere hacca gönderildim. Onur duydum.
Bu görevler meyanında 1980 yılında İstanbul İli ile civarındaki 8 ili kapsayan komiser yardımcılığı sınavı başkanlığımdaki 5 kişilik komisyona verildi. Çok netameli ve zor bir görevdi. Sınav, İstanbul Florya Polis Okulunda yapıldı. Yazılı sınav sonuçları İstanbul’da okunup açıklanacak, mülakatta orada yapılacakken, sınav günü akşamı değerlendirme ve mülakatın Ankara’da yapılması hususunda emir geldi, biz de ertesi günü yola çıkmak üzere Balta Limanındaki polis evine gittik. Bir gece kalacağımızdan çok sevdiğim ve saygı duyduğum zamanın İl Emniyet Müdür Yardımcısı Sayın Ünal Erkan bize akşam yemeği verdi. Yemekte birçok tanıdık şube müdürü de vardı. Hoş sohbet ortamında yemek yenirken salona amca oğlu girdi, 5-10 dakika oturduktan sonra, topluluğa hitaben “Amca oğlum Kemal Bey ile ufak bir özel görüşmem gerekiyor, müsaade eder misiniz?” diyerek, beraber kalktık, polisevine girişteki araç parkına geçtik. Hava karanlıktı ve aydınlatma oldukça zayıftı. İstanbul’da iş adamı olan Amcaoğlum Ahmet’le park etmiş aracının yanına gitti. Aracı açtı, içerde hanımı vardı, selamlaştık, el sıkıştık, bu arada Ahmet Bey araçtan bont çantasını çıkardı, ön kaportaya koyup açtı, içinden bir deste para çıkarıp sayarak bana verdi ve “Lütfen filan şahsa götürün biraz gecikti ama kusura bakmasın, pasaportu kargoyla göndermiştim.” Dedi. Kendisiyle vedalaştık, kucaklaştık, el sallayıp yolcu etim. Parayı da giriş kapısından girerken emaneten dış cebime koydum ve masaya tekrar döndüm. Yemek geç saatlere kadar sürdü, yemek sonrasında oturma salonunda münferit sohbetlere müteakip istirahata çekildik, sabah erken saatte de Ankara’ya hareket ettik.
Ankara’ya avdetimi de sınav kağıtlarını okuduk, listeleri düzenleyip illerine gönderdik, İstanbul’u sona bırakarak civar illerden yazılı sınavı kazananları belli bir takvim düzenleyip Ankara’ya çağırdık. Arada birkaç gün süre sure bulunduğundan şubedeki görevime geldim. Üst düzey yetkililerden biri beni çağırttı ve odasına girdimde doğrudan ve ciddi hatta sert bir ifadeyle, “sana çok güvenimiz vardı ama layık olamadın, rüşvet aldığını tespit etmişler, hem de alenen ve pervasızca…..” demesin mi? Önce afalladım, şaşırdım. Çabuk topladım kendimi ve nasıl ve nerde, kimden rüşvet aldığımı sorduğumda; “Polis evinin otoparkında filan saatte, filan kişiden deste deste para almışsın ve yan cebine koymuşsun, bana ne diyeceksin bakalım?”deyince, meseleyi anladım ve güldüm. Amca oğlum Ahmet’ten aldığım parayı kast ediyordu, rahatladım. Çünkü izahı vardı.
Beni sıgaya çeken yetkili meseleyi anlayıp ikna olunca bana hitaben; “kardeşim sen akıllı kişisin, filanla da aran iyi değil, adamın her yerde gözü kulağı var, İstanbul Polis evinde de adamı vardır. Bak nasıl takip etmişler, seni görüp hemen yetiştirmişler, o da bizlere yetiştirdi tabi, sen sen olda dikkatten uzak durma, zaten yapmazdın, sana itimadımız tamdır ancak önceden üzülmedim desem yalan olur” dedi.
Evet yetkiliye karşı aklandım ama, sağda solda fısıltı şeklinde de olsa bir iki yerde gerek yüzüme karşı ve gerekse gıyabımda şaibeli sual ve konuşmalar beni bir hayli üzmüştür.
O karalayanlar nasıl aklayacaklar, aklamak lekelemek kadar kolay mı ki..?