Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Okuma(Ma)k Üzerine Bir Yazı…

image002

Neydi bizi sevk ve teşvik eden o sözler?

 “Söylesem te’siri yok, sussam gönül razı değil…” (Fuzuli) 

Şair Orhan Veli KANIK’ın

“Neler

yapmadık şu vatan için!

Kimimiz öldük;

Kimimiz nutuk söyledik”sınıflaması içinde, ikinci grubun bir üyesi olarak, çektiğimiz nutukları masaya yatırdık .“Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor.” demiş, James B. CONONT.

Nice “boşa giden” ile ilgili kanayan yaramız olan “okuma(ma)” { yani hem yersiz, hem de şuursuz akan kanlar, boşa dökülen terler, karavanaya giden eforlar } etrafında kendimizi Leonardo Da VİNCİ’nin “Anatomi” isimli tablosunda resmettiği gibi masaya yatırıyoruz. Boşa gidip gitmemeye dair şöyle bir örnek verelim:

Bir polisin, askerin “şehit” olması ile ideolojik veya diğer “ölümü hak etmeyen idealler” uğruna bir insanın “telef” olması aynı şey değildir. “Telef olmak” , ağzımızdan kaçmadı. Koyunlar telef olur, ama sadece onlar değil;  bir de yanlış çobanın sürüsüne dahil olup “sürü psikolojisi” ile hareket edenler…

1-TEBLİĞ- TEBELLÜĞ BAHSİ

 Şurada bir “iç sızı” mı paylaşmak isterim. “Tebliğ ve tebellüğ”,  resmi bir kurum olan Teşkilatımızın önemli bir ritüelidir. Personelin, bildirilerden, duyurulardan haberdar olması için kullanılan yöntemdir. Şimdilerde, konferanslarda “tebliğ”  sunuluyor. Karşı tarafın bilmesi istenilen her şeye “tebliğ” denebilir.  Konuşmacının bildirmek istediği bu “tebliğ” lere dairdir benim derdim.

 Düşünüyorum da, “asıl duyması gerekenler” çoğu vakit duymuyor söylenenleri… Mesela, “uyuşturucu” hakkında bilgilenmesi gerekenler, “bağımlılar” olmuyor çoğu zaman. “Asayiş” konusunda bildirilere muhatap olanlar, suça bulaşmamış insanlardan oluşuyor. Katılımcılar zaten aşağı yukarı o konuları bilen veya bilme imkanını haiz insanlar. “Eğitim” konusunda, dinleyiciler seviyesi belli bir kitle oluyor ve hakeza… “Muhtaç” olan ihtiyacı ile kalakalıyor. Öyle ise bu tebliğler nasıl “faal” hale gelir? Cümlemiz şu:

-En iyi tebliğ; “tebellüğ”dür.

Yani “bildiride bildirileni” beden dilinle göstereceksin. Anlatılmaz,yaşanır…. Anlaşılmaz, yaşanmaz ise… Sende görmüyorsa, senden duymaz… Andre GIDE’nin şu sözüne hayran kalmamak elde değil:

 “Büyük dediğimiz kitaplar, klasik dediğimiz kitaplar; herkesin, kendini okumuş farz ettiği, fakat kapağını dahi açmadığı kitaplardır.”

 İşte, bizde  reklam kahramanı kitapların kapalı gişe satması, “okunası” olduğundan değil, “başkaları alıyor” un baskısı ile ortaya çıkan “Pandora’ nın Kutusu’nu”  açma merakıdır. Bu merak ise, “kapağı açmak” ile ya giderilir, ya giderilmez… Eh, onca üne sahip bir kitabı eleştirmek kimin haddine! (açıp okusa eleştirecek ya aslında, ama eleştirirken ya okumadığı anlaşılırsa?) 

  “Matbaa şunca sene sonra geldi”, diyorlar; “okuyucu” yu kaç asır bekleyeceğiz?”

2-OKUYANIN IZDIRABI “OKUMAYAN”; OKUMAYANIN BELASI “OKUYAN”

Anlıyoruz ki; Türkiye’de “okuyan insanlar” ın en büyük bir  ızdırabı “okumayan insanlar” dır. Okuyanın kazandıkları, okumayanın kaybettiklerini düşündürür ona. Zira; başkalarını düşünmekle sonuçlanmayan her satır, egoizmin cilalanmasına yarar. “Diğerkâm” bir okuyucu, elbette herkesin okumasına taraftar olacaktır. Aksi yönde bir istek, bencillik ve ben-merkezciliğin palazlandığı insan teklerine özgüdür ki, yalnızca kendinin “bilgi ve ilgi odağı” olmasını ister, başkalarının cehaleti ile cesaret bulur. Meydan, okuyanlara kalmasın ister ki, meydan okuyabilsin. Kimisi de yasakçı olur.  “Sak” olanın “yasak” ile işi olmaz idi halbuki…

 “Yasaklama” nın görünürdeki zaferi, “Piron zaferi” dir. “Antitezi yok sayarak” kendi tezini üstün kabul etmektir. “Pirus zaferi”, antitezi yok saymaz; pek ferahlatıcı bir galibiyet değilse bile “kötünün iyisi” meselesinden bir zaferdir, mağlubiyet değildir en azından… “Piron zaferi” hepten faciadır, düşmanı görmezden gelen kişi, gözü kapalı bir şekilde ipte yürüyor demektir. Onun çıkardığı seslerin desibeline aldanmayın;  karanlık insanlardır ve fakat seslerinin yüksekliği karanlıktan korkan çocukların misalidir; ne kadar bağırsa o kadar cesaretlenir…

Türkiye’de “okuma” ya olan bu anlamsız “istiğna” (kendini yeterli görmek, “ben ve bilgim bana yeter!” demek) elbette ki çok sebeplere dayandırılabilir. Okumamak kabahatinin her özrü, “özrü kabahatinden büyük” olanlara hastır. Okumak, “mutluluk” a talip olanların harcıdır; sair çoğu bilgi edinme yolları (!) gibi “haz” çerçevesine sıkışacak kadar “az” değildir bu işin önemi. Mutluluk “ev” e, haz “5 yıldızlı otel”e benzetilebilir. Okumak, araya vasıta koymadan, birebir kitapla, yani bilgi ile canciğer olmaktır.

3-TAŞ İSEM, BARİ KİLOMETRE TAŞI OLAYIM

Bir konu hakkında fikrine başvurulacak insanlar, o alanda uzman, yeterli, doyurucu, hayatını o konuya adamış insanlar olmalıdır. Mahkemelerde “hüküm” vermek için “bilirkişi” lere müracaat edilmesi şu iddiamızın ispatıdır.

Hem sonra biz polisler olarak, “Doktor Raporu” nu “Olay Yeri İnceleme Şubesi” nden almak olmaz; parmak izlerini de hastanede alamazsınız. Demek ki her konuyu o işin “pir” ine sormak gerek. Ve fakat günümüz garabetlerindendir ki, bir futbol yorumcusunun sağlıktan siyasete görüş serd ettiğini görebilirsiniz, bir ses sanatçısının köşe yazarlığı yaptığını müşahede edebilirsiniz (yapamazlar demiyorum; yaptıklarına bakın;  yorumu siz yapın…); Bırakın elalemi işte bir polisin de kanunda olmayan bir görevi deruhte edip yazı yazdığını gördükten sonra “sapla saman” ın iyice karıştığı aşikar… Ama “sap” lığımı bile doğru bir baltaya sap olarak yapmak gayretim var. Kaldı ki sizler de sapla samanı karıştıracak insanlar değilsiniz. Hem ayrıca;

Hukuk, kanunu döver!.

Biz, elmas dimağların yanında “taş” gibiyiz ve fikir heykeltıraşlarının yontmasına amadeyiz. “Taş “ olurken bile öğrenmek yolunda bir “kilometre taşı olalım” ki, bilmek yolunda mesafe kat’ etmek isteyenlere bir gıdım yararımız dokunsun. Onun için işin pirlerinden örnekler vermek istiyoruz.

 Okumak uğruna gözleri kapanan ve fakat gözümüzü açmaya büyük yararı olan Cemil MERİÇ şöyle bir örnek veriyor:

***Napolili bir asilzade, “Aristo, Dante’ den büyüktür!” diye defalarca düello etmiştir. Nihayet , yaralanmış , ölecek.

“Yahu, demişler , sahiden daha mı güzel Aristo?”

“Allah ikisinin de belasını versin! Ne birinden tek satır, ne öbüründen tek satır okudum” der.

Bizde de sağ-sol böyle.***

“Sağ-sol” un bahsi geçmiş orada, ama mesaj “kitap okumamak” üzerinedir… Meydan okumayı biliyoruz, lanet okumayı söylüyoruz, şarkı okumayı diyoruz da “kitap” okumak neden ihmal ediliyor, gelin siz söyleyin! Bu noktada makul gibi görünen bir soru bizim yakamıza yapışabilir? 

SORU: Onca kitap, bir dolu da hedef var? Hangi birini okuyup, hangi birini uygulayacağız?

CEVAP: En başta diyebiliriz ki; “Bir çok hedefe çalışmak” değil; “bir hedefe çok çalışmak” , en doğru seçimdir. Çok hedef bir insanın harcı değildir; bir hedefin harcı ise çok insanların birlik oluşuna bakar.

Okurken, duayen bir ismi seyahatinizde kılavuz olarak seçmek ve manzaraya, dünyaya o kılavuzun tasvirleri ile bakmak, “diğerleri” ni tanırken o kılavuzun verdiği bilgilerden yararlanmak gerektir. Ve illa ki bu işin “password” u “word” tür. İşin şifresi kelimelerdir yani… Kitaplar, mağaradaki hazine gibidir. Bir zahmet “açıl susam açıl!” demeyi öğren de, haramilere kaptırma! Bir noktadan sonra, “büluğ çağı” na erince zaten bir “açı” kazanılır.  Zira kâğıtta durduğu gibi durmaz yazılanlar. Seni de olduğun yerde bırakmazlar.

 4-SONYARGILAR

 Bir de “son yargılar” meselesi var tabii ki… 

 -Haydaaa! Önyargı yetmedi, bir de bu “son yargı” lafı mı çıktı?

 -Celallenme hemen! Bak; harc-ı alem bir fıkrayı anlatayım sana: 

*** Bir operatör, kurbağanın sıçrama kapasitesini saptamak için deney yapmaya karar vermiş. Kurbağayı masanın üzerine koymuş, elini çırpmış, kurbağa sıçramış. Operatör yazmış:

‘‘Dört ayaklı kurbağa el çırpınca 40 cm. sıçrıyor.’’

Sonra makası almış, kurbağanın bir ayağını kesmiş. Yine elini çırpmış, kurbağa sıçramış. Operatör yazmış:

‘‘Kurbağa, bir ayağını kesince 30 cm. sıçrıyor.’’

Sonra kurbağanın bir ayağını daha kesmiş, elini çırpmış, kurbağa zar zor sıçramış. Operatör yazmış:

‘‘Kurbağa, iki ayağını kesince 15 cm. sıçrıyor.’’

Üçüncü ayağını kesip deneye devam edince,

‘‘Kurbağa üç ayağını kesince ancak 5 cm. sıçrıyor’’ yazmış.

Deneyin sonuna gelmiş artık. Son bacağı da kesmiş. Elini çırpmış, kurbağadan hiç hareket yok. Bir daha çırpmış, yine bir hareket yok. Operatör yazmış:

– ‘‘Kurbağa, dört ayağını da kesince “sağır” oluyor.’’

İşte, olmaması gereken “son yargı” ya bir örnektir bu operatörün çıkardığı sonuç… Suya gidip susuz gelme türünden bir sonuç. Olmaması gereken bu, peki ya olması gereken?

Nice “okuyan”, yazarının hayattaki macerasında bir istikrar, bir tutarlılık, bir haklılık, sağlıklı bir amaç olup olmadığını incelemeden balıklama mı atlıyor bu denize? “Marjinaller”, eser gürler, sonra gümler. “Orijinaller”  ise eser bırakır! İyi bir eser… Önyargısız okumanın vermesi gereken doğru “son yargı” :

İnsanları “ayırmayı” değil  “bir araya getirmeyi”; eline “silah, sigara… vs.”  değil “kalem” almayı; “biliyorum” demeyi değil “bilmiyorum” demeyi hatta “doymak bilmiyorum” diyebilmeyi (bilmek yolunda), birinci tekil şahsı “gizli özne” kılıp, ikinci ve üçüncü tekil / çoğul şahısları çok daha fazla düşünmeyi ve bu çizgideki duygu ve düşünceleri kendinde toplamayı hedef edinmektir.

“Deniz suyu” ile susuzluk giderilebiliyorsa, okuyan insan için “deniz bitebiliyor” demektir. Deniz demişken; okuyanın derdi “inci” dir; “incik” değildir… O, derinlerden çıkaracağı mücevherin derdinde iken, en lezzetli bu et parçası aklına bile gelmez… Onun ideali, “derya içre olup deryadan haberi olmayan” balıkların alık bakışları arasında dalyanlıktır. 

5-SONDAJ METODU

İnsan, okuduklarını yerken “gövdeye indirmek” değil, “hücrede sindirmek” niyetiyle okumalı. Çok okumak marifet değildir. Hatta denebilir ki;  “sondaj usulü” ile az okusa  bile her okuduğunda bir artezyen kuyusu bulabilir. Bu da, “az okusun” demek değildir; okumayı azımsamasın, azmetsin ve de hazmetsin! demektir belki… “Sondaj usulü” tabirini “Arama Mevzuatı”nda görmüştüm. Nöbetçi Savcıya hep ölüm-kalım, gözaltı ile konuları sorardım, o gece bu “sondaj usulü” nü sordum.

*Aranılacak, tetkik edilecek çok nesne, insan, evrak… vs. olduğunda duruma göre içlerinden biri / birkaçı numune seçilir ve onların derinlemesine incelenmesi ile hüküm verilir imiş.

Bu usul, okumakta da geçerli olabilir. Çok okumaya (hele de bahane keşşaflarının bini bir para iken) vakit olmayabilir. Sağlam bir düşünce insanının kitapları, temelde bir veya o bir ile ilgili birkaç konuda toplanır. Diğer kitapları o konunun diğer anlatımları, diğer örnekleridir.

Ana fikre bak, kızını al!

 Mesela; bir okuyucu, birinin peşinden gider, önce hayaller dünyasında gezer, sonra biraz yürümeyi öğrenir ve fakat uyurgezer, en nihayet uyandığında gezemeyecek kadar yaşlıdır. Ve gerçeklerin dünyasında gezemeden kalakalır.

Mesela bir diğeri, kafanın içine değil dışına bakar, tüm insanlığı kuşatıcı bir vizyondan mahrum olmanın yansıması olarak,  belli bir ırka ancak sevgisini verebilir, kalan kısımları nefret ile doldurur. Yaş gelip, sular çekilip, fırtına dinip “pişmanlık tortusu” ile baş başa kaldığında mazide insanlara olan bakışı, kimsenin gözünün yaşına bakmaması ile son bulur…

 Sonra yine bir diğeri, kariyer için neler yer neler… 

Ötekisi, “olay, kuvvet sahibi olmaktır” der… Okuduğu “error” olursa, yaptığı “terror” olabilir.

Bir başkası, yersiz davranışlar ile bir “yer” sahibi olmaya çalışır.

 Geçin öteki tarafa, bir diğeri “temiz” olmaktan bahseder; suya sabuna dokunmadan…

 Genel olarak da çoğu, bir “İZM” in peşine takılır, ve diğer “izm” lere topyekun savaş açar ; onlara karşı , bile isteye düşmanlık eder…Oysa belirtmeli ki;

-Hayatı “düşmanlık” la geçenin, mematı “pişmanlık” la geçer… “Dost aramak” derdinde olmalı insan. Her insan teki “potansiyel dost” bilinip potansiyeli yoklanmalı. Düşmanını önce sen seçme; o istemesen de seni seçer zaten.

En iyi “sword”, “word” tür.       

Bu “iştahı bol, icraatı az” insanlar bana, Lev TOSTOY’un “İnsan Ne ile Yaşar?” kitabında bahsettiği bedbahtı hatırlatır. Diyorlardı ki o adama; 

“Şu arazide güneş batana kadar, yürüyerek ne kadar toprağın etrafını çevirirsen hepsi  senin olacak.”

Adam iştahla başlar, yürür yürür, “biraz daha, biraz daha” diyerek en nihayet güneş guruba yaklaştığı zaman aklı başına gelmeye başlar, ani bir dönüş ile başlangıç noktasına ulaşmaya ve hiç olmazsa o çevrelediği kadarına sahip olmaya çalışır, ama “akılsız başın cezasını çeken ayaklar” a kara sular inmiştir artık ve o yorgunlukla vardığı yerdeki kuyunun içine yuvarlanır… “Ne denir bunun gibilere: “Kendi düşen ağlamaz!”

 “Zam”, fazlalık demektir malum… “Zaman” da fazlalıklı bir kelimedir;“An” dan fazlası yoktur, kanaat-i acizanemce… 

6-VERİMLİ DÜŞÜNMEK İÇİN “GÜBRE METODU”

Madem artezyen kuyusunu bulabiliyor, yani santrifüj aleti gibi her okuduğunda su çıkarabiliyorsun; sulama işi tamamdır; bir de “gübreleme” işi var. “Gübre”den kastımız; fikri camiada görüşsüz kalmamak amacı ile okunan her türlü kitaptır. Anlatabilmek için “anlayacak” olanı anlamak gerekliliği, farklı tellerden çalmayı zaruri kılmaktadır. “Sorunlu” nun hakkından “sorumlu” gelir ancak…

Yetiştirilen ürünün verimli olması için, temeli sağlam her okur, bir ayağı kendi dünyasında diğer ayağı başka alemlerde dolaşabilir. “Sek”; yani susuz içildiğinde zararlı olan bu gübreyi, kendi fikir dünyasının sulama kanalları ile ürünün lehine çevirebilir. Rüzgârı arkasına alabilir ve “yön” derdine düşmüşlerin yelkenini doğru sahile çıkarabilir. Doğru esen rüzgar, “rüzgar ne yöne esse o yöne giden” leri doğru yöne ulaştırabilir. 

7-VERİM ALMAK İÇİN “AYNA METODU”

 “Ayna metodu”, yani yazarken kendimize bakıp kendimizi muhatap almak, kendimizi eleştirmek… Ayna metodunu esas alarak kendisi ile ciddi konuşan bir insanı herkes dinleyebilir. İlk öğrencisi kendisi olmayan öğretici , bir şey öğrenmiş sayılmaz ki bir şey öğretsin! Dükkanında “özeleştiri” bulunmayan bir insanın dükkanında;

 “her şey bulunur, derde devadan gayrı…” (Orhan Seyfi ORHON’un Çengelköy isimli şiirinden)

“Ayna ayna söyle bana, benden daha kötü insan var mı?” sorusunun cevabında, aynada kendinden başka bir görüntü gören insan “kör” olmuştur. Nam-ı diğer “aynasız” biri olarak diyorum ki, bilcümle aynasızların kulakları çınlasın!