Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

SUÇ-EĞİTİM İLİŞKİSİ

 

Taner ÇAM

Komiser

Samsun İl  Emniyet Müdürlüğü

Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fak.

Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi

Suç hakkında yaradılıştan tek olan veya ayırt edilen hiçbir şey yoktur. Bir çok davranış biçimi evrensel olarak suç sayılmaz. Suç faaliyeti doğuştan olan veya sonradan kazanılan özellikleriyle değil, içinde cereyan ettikleri sosyal durumla tanımlanır.[1]

Reid’e göre suç, tümüyle tanımsal bir faaliyettir, suç kavramı vardır çünkü bazı faaliyetler bu şekilde tanımlanmışlardır. Sosyal tepki dışında bu faaliyetler benzer hatta aynı tür davranıştan açıkça ayırt edilemezler. Çünkü suç doğal olarak suç olmayan ile benzerdir. Bir davranış bazı kişiler tarafından yapılınca suçtur, başka kişiler tarafından yapıldığı zaman suç değildir.[2]

Hukuk açısından suçu, kanunların cezalandırdığı fiil olarak tanımlayabiliriz. Genel olarak suçlar cürüm ve kabahatler olarak ikiye ayrılır. Suçların ağır bir çeşidi olan cürümlerde suçun oluşması için fiilin genel olarak kasten irade ile işlenmesi gerekir. Kabahatlerde kasıt aranmaz, daha çok ihmal ve kusur unsuru aranır.

Eğitim, bireye davranış kazandırma, bireyde istenilir davranış değişikliği meydana getirme faaliyetidir. Bu değişiklik belli bir kişinin ya da kurumun isteği doğrultusunda olabilir. Yankesici çırağına yankesicilik öğretirken eğitim yapmaktadır. Bir aile, kendi içinde geliştirdiği değerlere uygun davranışları öğretirken eğitim yapmaktadır.

Eğitim, insanın doğumundan itibaren başlayan ve ölümüne kadar süren bir süreçtir. Aile ile başlar, okulla , çevreyle devam eder. Eğitimde temel amaç, suç işlemeden tedbir almak, insanlara suç işlememeleri yönünde bir şeyler verebilmektir. Tabi bundan eğitimin sadece suç öncesi için gerekli olduğu anlaşılmamalıdır. Eğitim, suç sonrası da suçluların ıslahına, topluma kazandırılması için gerekenlerin yapılmaya, iyi halin muhafazasının sağlanmaya çalışıldığı ömür boyu devam edecek bir süreçtir.

Tabiatta her şey bir dengeye dayanır ve o denge sayesinde her şey düzenli ve uyumludur. Toplumun normlarına ve kendi iç dünyasındaki psikolojik unsurlara uyduğu sürece insanın psiko-sosyal dengesi var demektir. Psiko-sosyal denge bozulduğu anda insan suç işlemektedir. İnsanda psikolojik dengeyi sağlayan faktörler kendisine doğuştan verilmiştir. Bunlar zeka, idrak, dikkat, hafıza, zihin, akıl, şuur, irade, şuuraltı kontrol altında tutulabilen ihtiyaçlar, güdüler, dürtüler, iyiliklerin kaynağı vicdan denilen sağduyudur. Bunlar arızasız işlediği zaman insan normaldir ve o kişi psikolojik açıdan sağlıklıdır, Dengelidir. Bunlar insanda suça karşı direnebilecek psikolojik savunma mekanizması meydana getirir.

Psikolojik savunma mekanizması suç öncesi eğitim ile şekillenir, gelişip kuvvetlenir. Aksi halde insan iç dünyasından ve çevresinden gelecek etkilere, baskılara dirençli olamaz. Suça itilmeme konusundaki görevini yapamaz. Düzenli aile, yüksek kültür ve eğitim, iyi arkadaş, sağlam bir çevre, yeterli bir refah, kalıcı sağlam terbiye, okul, disiplin, adalet, eşitlik, iş imkanları, dayanışma, yardımlaşma, hoşgörü, sevgi, saygı gibi sayılamayacak kadar bir çok faktörü de sosyal dengeyi pekiştirip devam ettiren unsurlar olarak belirtebiliriz. İnsanın psiko-sosyal dengesinin arzulanan düzeye gelebilmesi için içinde bulunduğu toplumun manevi değerlerine ve saydığımız tüm faktörlere uygun şekilde yetiştirilmesi, eğitilmesi  ana kural olarak görülmektedir. Psikolojik ve sosyal dengeyi sağlayan unsurlar bir araya gelince, daha doğrusu birbirini tamamlayınca insanda psiko-sosyal denge kurulur ve insan bunun sayesinde toplum kurallarına uyan medeni bir insan olur. Psiko-sosyal denge bozulunca da insan suç işler, sosyal bir varlık iken asosyal bir varlık durumuna düşer, çok iyi bir eğitim ve öğretimle bu denge sağlanabilir.[3]

Aile çocuğun dünyaya gözlerini açtığı ilk yer olması hasebiyle çok önemlidir. Temiz bir sayfa olarak dünyaya gelen çocuk ilk mektebi ailede, dolmaya başlar. İlk öğretmeni annesi, sonra babasıdır. Onlardan gördüğü, onların ona vereceği her şey onun açısından çok önemlidir. Çünkü küçük bir çocuk için aile her şeydir. İnsanın psiko-sosyal gelişiminin başladığı ilk yer olan ailede bilinçli bir eğitim verilmeli, kabiliyetler uygun bir şekilde yönlendirilmeli, tutarlı davranışlarda bulunulmalı ve iyi örnek olunmalıdır.

Anne ve babalar çocuk eğitim konusunda hazırlıklı olmalıdır. Eşler birbirini görüp beğenmekte, evlenmektedirler. Bu aşamada çocuk olması, çocuğun başarılı bir şekilde yetiştirilip yetiştirilemeyeceği tamamen ikinci planda düşünülmektedir. Genel durum böyle görülmektedir. Halbuki evlenmeye karar verildiğinde, bazı ön bilgilerin olması gereklidir. Bu sadece çocuk refahı açısından olmayıp, evlilik psikolojisi, kadın psikolojisi, sevme sanatı, hayat psikolojisi, beşeri münasebetler ilmi ve diğer alanlarda da kendisini göstermelidir.[4]

Çocukların tabiatları ve ihtiyaçları konusunda derin bir bilgisizlik olduğu taktirde bu alanda başarı elde edilmesi tesadüfi olacaktır. Örneğin çocukların babaları hakkında düşünceleri yaşlarına göre farklı farklıdır. Çocuğun (insanın) gözünde baba (aynı baba, aynı insan) bakınız onun yaşlarına göre ne denli farklılıklar göstermektedir. 

Çocuklar babaları hakkında ne düşünürler:

6      yaşında – Babam her şeyi biliyor,

10    yaşında – Babam çok şey biliyor,

15    yaşında – Bende babam kadar biliyorum,

20    yaşında – Şu muhakkak ki babamın öyle pek fazla bir şey bildiği yok,

30    yaşında – Bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak,

40    yaşında – Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor,

50 yaşında  – Babam her şeyi biliyor,

60 yaşında  – Ah babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilseydim.

6 yaşında ( bu 3 yaşından itibaren başlıyor kabul edilir) baba ve anne figürü çocuk için çok önemlidir. Çocuğa göre onlar hata yapmaz, onlar büyüktür, onlar örnektir. Bu nedenle babalar özellikle bu devrelerde – bu durum 12 yaş buhran dönemine kadar sürebilir – çocuklarına karşı çok daha tutarlı davranmak zorunda olmalıdırlar. Aksi taktirde çocukta abide olarak bildiği baba figürü yıkılabilir. Cemiyette gördüğümüz çeşitli davranış kusuru gösteren insanlar işte böyle bu ve buna benzer türlü psiko-sosyal nedenlerle bu yollara düşmektedirler.[5]

“Bir mektebin açılması bir cezaevinin kapanmasıdır” Yalnız bu sözün değeri yani bir cezaevi kapatabilmek, suçlu adedini azaltmak, her şeyden evvel açılan mektebin mahiyetine bağlıdır. İlk öğretimin suçluluğu azalttığını zannetmemeliyiz. Ferri’nin dediği gibi: “Alfabe ve gramerin suçluları azalttığını zannetmek hayal peşinde koşmaktır.”[6]

Okulun mahiyeti, insana verecekleri, insanın karakterini şekillendireceği şeyler çok önemlidir. Ancak iyi bir okulda, kendini iyi insan yetiştirmeye adamış eğitim-öğretim kadrosuyla dengeli ve sağlıklı nesil yetiştirilebilir. Bilgiyle beraber sosyal telkin bütünleştirilirse, aile ve okul eğitimi çocuğun iyi yönde gelişmesi hususunda birleşirse eğitim adına olumlu neticeler alınabilir. Her şeye rağmen insanların öğrenim düzeyi arttıkça suç işleme oranları azalmaktadır. İstatistikler bunu göstermektedir.

1983 yılı sonunda Adalet Bakanlığı tarafından Ülkemiz ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde yapılan taramalar neticesinde çocuk, kadın ve erkekler olmak üzere tüm hükümlü ve tutukluların sayısı 78076 olarak tespit edilmiştir.

      78076 hükümlü ve tutukludan

      % 10.58’i cahil

      % 72.35’i okur yazar ve ilkokul mezunu,

      %  9.09’u  ortaokul mezunu,

      %  6.56’sı lise mezunu,

      %  1.38’i yüksek okul ve fakülte mezunu,

      %  0.04’ü lisansüstü eğitim mezunu suçludur.[7]

Tablodan da anlaşılacağı üzere suçluların büyük bir bölümünün cahil, okuryazar ve ilkokul mezunu olduğu, eğitim ve öğretim seviyesi yükseldikçe suçluluk oranının azaldığı görülmektedir.

İnsan psiko-sosyal dengesini muhafaza ettiği sürece uyumlu, mutlu, sabırlı ve dayanıklı olur. Suça karşı direnebilecek psikolojik savunma mekanizması olduğu müddetçe suçtan uzak kalır. Psikolojik savunma mekanizması ise suç öncesi eğitim ile şekillenir.

Eğer bu şekillenme tam olarak sağlanamaz, geliştirilip kuvvetlendirilemez ise insan çevreden gelecek denge bozucu ve suça itici baskı, olay ve etkenler karşısında dayanamaz. Aileden başlayacak iyi bir eğitim okullar sayesinde geliştirilip üst seviyelere çıkartılırsa, toplum kurallarına uyan dengeli ve medeni insanlar yetiştirilebilir. Öğrenim durumunun artışı suçluluk oranlarını düşürdüğünden dolayı da  insanlarımızın eğitim seviyesini ne kadar yükseltirsek, suçluluğun o denli azalabileceği kanısındayız. Elbette her seviyedeki okulda verilecek eğitim ve öğretim, insanımızın medeni bir insan olmasını sağlayıcı içerikte ve yeterlilikte olmalıdır.



[1]  İÇLİ, Tülin, Kriminoloji

[2] a.g.e

[3] TURGUT,Hüseyin,”Suçlu Kimdir? Suçlu Çocukların Eğitim ve Topluma Kazandırılması” isimli çalışma

[4] ÇAKMAKLI,Kemal, “Aileler için sosyal hizmet”

[5] a.g.e

[6] EREM,Faruk, “Adalet Psikolojisi”

[7] TURGUT,Hüseyin, “Suçlu Kimdir? Suçlu Çocukların Eğitim ve Topluma Kazandırılması” isimli çalışma