Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

AB İnsan Hakları ve Polis


Kemal YAZICIOĞLU

Ordu Valisi

Türkiye ile AB ilişkileri neredeyse yarım asırdır süregelmektedir. AB’nin temelleri 1951 yılında Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg arasında imzalanan Paris anlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatı ile atılmıştır. Bu oluşum; yaşanan 2. Dünya savaşından alınan derslerin bir sonucudur. Avrupalının Avrupa kıtasında kalıcı barışın sağlanarak bir  daha bu tür insanlık dışı olayların yaşanmasını imkansız kılacak koşulların oluşturulmasını sağlayacak şekilde yeniden yapılanma çabalarının ilk adımıdır. 1957 yılında bu altı ülke Roma antlaşmasını imzalayarak. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmuşlardır.

Türkiye 1959 yılında Roma Antlaşmasının yürürlüğe girmesinden 19 ay gibi kısa bir süre sonra AET’na ortaklık için başvuruda bulunmuştur. O tarihten bugüne kadar bazen çeşitli nedenlerle kesintiye ugrayan Türkiye AB ilişkileri bazen de olumlu seyir izlemiş, imzalanan anlaşmalar ve protokollerle ilişkilerde mesafe alınmıştır. Böyle inişli çıkışlı devam eden süreçte AB ile ilişkiler her zaman ülkemiz kamuoyunu meşgul etmiştir.

Bu dönem içinde AET da çeşitli gelişmeler ve genişlemelere konu olmuştur. 1992 yılından itibaren üye ülkeler arasında siyasal birlik yönünde ilerlemeyi hedefleyen Maastricht Antlaşması imzalanarak Avrupa Birliği (AB) kavramı kullanılmaya başlanmıştır.

Avrupa’da 1951 yılında başlayan birleşme çabaları ancak 1992 de sonuç vermiş ve AB’nin temelleri atılabilmiştir. Sürecin bu kadar yavaş işlemesinin çeşitli nedenleri vardır. Ancak temel nedenin ülkelerin kendi egemenlik haklarından bir bölümünü AB’nin çeşitli organlarına devretmeleri ve üye ülkelerce ortak yönetim esaslarının kabul edilmesinin gerekmesi olduğu söylenebilir. Bu nedenlerden dolayı Birliğe üye ülkelerin sayısının artışı uzunca bir döneme yayılmıştır. 1951’de altı ülke ile yola çıkmış, 1972’de İngiltere, İrlanda ve Danimarka, 1981’de Yunanistan, 1986’da İspanya ve Portekiz, 1995’te ise İsveç, Finlandiya ve Avusturya Birliğe üye olarak kabul edilmiştir. Bugün AB’ne dahil olah bu ülkelerin tümünde üyelik öncesi önemli tartışmalar yaşanmış, toplumun önemli kesimleri ciddi kuşkular taşımışlardır. Bazı ülkelerde üyelik için yapılan referandumlardan ancak % 50 civarında oy çıkmıştır.

AB’ne giriş için adaylık sürecini yaşayan ve AB Komisyonu tarafından hazırlalan Katılım Ortaklığı Belgesi paralelinde 2000 yılında hazırladığı Ulusal Program ile üyelik çalışmalarına hız verip taahhütlerini gerçekleştiren ülkemizde bu günlerde yaşanan tartışmalar şimdi AB üyesi olan ülkelerin adaylık sürecinde yaşadıklarından çok farklı değildir.

Ülkemiz bağımsızlığına çok önem veren, vatandaşlarının geçmişte bu uğurda çeşitli fedakarlıklara katlanan ve hala bağımsızlığı ve ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bütünlüğünün koruması için maddi ve manevi çeşitli bedeller ödeyen bir ülkedir. Ülkemiz coğrafyası tarih boyunca çeşitli güçlerin oyunlarına sahne olmuştr ve günümüzde de benzer oyunların temkinli yaklaşmasını doğal karşılamak gerekir. Ancak bununla birlikte gelişen dünya değerleri serinkanlılıkla ve sağduyuyla değerlendirilmeli, ülkemiz menfaatleri doğrultusunda sağlıklı kararlar alınmılıdır. Bu kararların alınması kadar uygulanması da önem art etmektedir. AB’ne adaylık sürecinde ülkemizin bazı taahhütleri olmuştur. Bazı kriterler gerçekleştirilmeden üyelik söz konusu olmayacaktır

Gerekli anayasal, yasal ve idari düzenlemeler yapılmaktadır. Bu çalışmalardan bir kısmı insan hakları ihlalleri ile ilgilidir. Bu konuda bazı Avrupa’lı yetkililerin ülkemizdeki denetimleri toplumda rahatsızlığa neden olmaktadır. Oysa anayasamızda T.C. Devletinin insan haklarına saygılı bir devlet olduğu daha 2. Maddesinde belirtilmektedir. Ayrıca Türkiye bazı uluslar arası anlaşmalar taraf olmaktadır ve anayasanın 90. maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulması durumunda miletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu belirtilmektedir. Örneğin 1942 yılında insan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1954’ İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, 1988’de İşkenceyi ve İnsanlık Dışı yada Aşağılayıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesine ilişkin Avrupa Sözleşmesi imzalanmıştır. Böylelikle bunlar kanun gibi bağlayıcı hükümlerdir. Yani AB adaylığı sözkonusu olmasa bile T.C Devleti insan haklarıyla saygılı olma ilkesinin geregini mevzuat olarak yerine getirmiştir. Uygulamanın da bu yönde sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için ilgili birimlere büyük görev düşmektedir.

Bu konuda en büyük özeni göstermesi gereken kuruluşlardan birisi de Emniyet Teşkilatımızdır. Ülkemizin geleceği açısından son derece önemli olan siyasal ve ekonomik bakımdan çeşitli neticeler alınabilecek imkanların değerlendirilmesi için; uygulayıcı durumunda olan arkadaş-larımızın azami gayret göstermeleri gerekmektedir. Çeşitli kesimlerce  istismar edebilen münferit hadiseler görülebilse de Emniyet Teşkilatımız çağın gereklerine göre kendini sürekli yenilemekte, gerek eğitim çalışmaları gerekse alınan diğer tedbirlerle herhangi bir baskı sonucu değil, görevinin gereği olarak kalitesini artırmaktadır. Polisimiz toplumun en problemli suça meyilli kesimiyle muhatap olmakta, aykırı davranışlar gösteren suç işleyerek toplumsal düzeni bozan veya bozmaya eğilimi olan kişilerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu kesimler etkileşim halinde olmanın sonucu olarak arkadaşımız toplum düzenini sağlama uğruna ve diğer vatandaşların haklarını sağlama uğruna çoğu zaman bilinçsiz olarak, kötü niyetli kişilerce istismar edilebilecek tavırlar sergileyebilmektedirler.

AB’ne adaylık sürecinde bulunup uyum çalışmalarını sürdürdüğümüz günümüzde Polis Teşkilatımız da kendini yenilemeye devam edecektir. Ancak bu onun görev anlayışının ve vatandaşına karşı olan sorumluluğunun bir gereğidir. Türk Polisinin görevinin gereği olarak gerçekleştirilen uygulamaların AB üyeliği önünde engel gibi sunanlara en güzel cevabı, çağdaş uygulamaları ile yine Türk Polisi verecektir.