Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

TÜRK ERGENEKON BAYRAMI – NEVRUZ

 

 

     M. Yavuz ELBİRLER 

 

                                                                                                           1. Sınıf Emniyet Müdürü

 

  

 

                                                                                              Ergenekon yurdun adı;

                                                                                              Börteçine kurdun adı,

                                                                                              Dört yüz sene durdun, hadi,

                                                                                              Çık, ey yüz bin mızrağımız.

 

                                                                                                                            Ziya GÖKALP

 

Daha küçük bir çocuk iken, hatırlarım. Mardin İli’nin Savur İlcesi’nde sonra da İzmir’in Karşıyaka’sında, her yıl 21 Mart’ta ateşler yakılır, yanan ateşlerin üzerinden atlanır, oyunlar oynanır, dileklerde bulunulur idi. Rahmetli babam ve bugün yetmişli yıllarını yaşayan Anam da böyle hatırlardı ve böyle anlatır eli öpülesi Anam ve der ki bu bizim bayramımız.

Bu bizim bayramımız da unuttuk mu? vaz mı geçtik? Birçok kültürel değerimizi unutup vazgeçtiğimiz, dahası birilerinin isteğiyle birilerine kaptırdığımız gibi.

Benim duyduğum, okuduğum bildiğim, Türk Milleti beş bin yıldan öteye bir zamandır varolduğu, yaşadığı, hükmettiği Çin Seddi’nden, Adriyatiğe Rusya Steplerinden Kuzey Afrika’ya uzanan coğrafyada bu bayramı kutlamış ve kutlamaktadır.

Asya Hunları, Tsı-mach’nin Tarihi Hatıralar isimli eserinde belirttiğine göre “Her yılın birinci ayı olan yılbaşında (Mart ayı) Hun beyleri Tan-Hu ordugâhında toplanmakta, kendi âdetlerine göre kutlamalar yapmakta, ibadetlerini yerine getirmektedirler.” Fan-Ye’nin Sonraki Han Sülâlesi Tarihi (M.S. 25-200) adlı eserinde “Hunlar örf ve âdetlerine göre Mart, Ağustos, Aralık olmak üzere yılda üç defa toplanıp Tanrı’ya kurban sunup törenler yaparlardı.” denilmektedir.         

Tabagaçlar (315-557), Kök-Türkler (552-774), Uygurlar (745-840), Kırkız Kağanlığı (840-920) ve İlhanlılar (1220-1350) da bu geleneğin devam ettiği eski Türk takvimine göre birinci ay olan Mart ayında yeni yıl, yılbaşı, ilk bahar bayramının törenlerle kutlandığı tarihi kaynaklardan görülmekte ve bilinmektedir.

Baharın karşılanması ve yılbaşı, Yenigün yani nevruzla ilgili olarak bilinip söylenen Türk Destan ve efsanelerini de hatırlayalım.

Ebulgazi Bahadır Han, Türk Seceresi adlı eserinde şöyle anlatır. “Türk illerinde Kök-Türk oku ötmeyen, Kök-Türk oku ulaşmayan yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek, Kök-Türkler’den öç almak için yürüdüler. Türkler, çadırlarını, sürülerini bir yerde topladılar; çevresinde hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular. Kök-Türkler üstün geldi.

Bir gün düşman bütün iller hanları ve beyleri av yerinde konuştular. Kök-Türkler’e hile yapmazsak işimiz yaman olur dediler. Tan ağarınca baskına uğramış çeriler gibi, ağır yüklerini kötü mallarını bırakıp kaçtılar. Türkler, bunların vuruşma güçleri gitti, kaçıyorlar diyerek arkalarından varıp yetiştiler.

Kök-Türkler’i görünce düşmanları birden geri döndüler. Tekrar ikisi vuruştular. Düşmanlar galip geldi. Kök-Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını mallarını aldılar. Yağmadan hiçbir yurt kurtulamadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edinip herkes birini alıp gitti.

Kök-Türk Hanı İl-Han’ın oğullar çoktu, savaşta hepsi öldü. “Kılan/Kayan” adlı küçük bir oğlu vardı, o yıl evlenmişti. İl-Han’ın “Negüş/Tukuz” adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kişilerin eline düşmüşlerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular.

Eğer, İl’e varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. İyisi odur ki dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Oda öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü. Eğer ayağını yanlış bassa parça parça olurdu.

Vardıkları yerde akar sular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar. Hayvanlarının, kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler.

O yere Ergenekon adını koydular.

Burada bu ikisinin çocukları çoğaldı, Kıyan’ın evlâdı çok oldu, Nögüş/Tukuz’un ki ondan daha az oldu. Kıyan’ın çocuklarına “Kayat/Kıyat” dediler. Tukuz çocuklarına iki ad koydular. Bir nicesine “Tukuzlar” dediler. Bir nicesine “Türülken” dediler. Çok yıllar bu iki kişinin çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.

Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar. Bu sebepten bir yere toplanıp oturup konuştular. Dediler ki, atalarımızdan işittik. Ergenekon’un dışında geniş yerler, güzel yurtlar olurmuş. Bizim yurdumuz eskiden o yerler imiş… dağların arasında yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım, her kim bize dostum derse onunla görüşelim. Düşmanlarla görüşelim dediler.

Hepsi bu sözü beğenip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar.

O zamanlar bir demirci derdi ki: burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini eritsek bir yol olurdu. Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını böylece doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerden kurdular. Ateşleyip körüklediler.

Tanrı’nın gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akı verdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar.

O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir. O günü “bayram” sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bu günü mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlardı.

Ergenekon’dan çıktıkları zaman Kök-Türkler’in Kağanı Kıyan soyundan “Börte-Çine” idi. Börte-Çine, bütün illere elçi gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bunu bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler.

Kök-Türkler, eski düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler. Böylece dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.”

Sui devri (581-617) Çin tarihinde Köktürklerin türeyiş efsanesini şöyle anlatır; “Erkek veya kadın, yaşlı veya genç, istisnasız olarak hepsi düşman devletin askerleri tarafından öldürülmüşlerdi. Bir küçük oğlan çocuğu hayatta kalmıştı. Ona acıdılar ve onu öldürmediler. Fakat ayaklarını ve ellerini keserek onu orada bulunan bir bataklığa attılar. Bataklıkta bir dişi böri (kurt) yaşıyordu. Dişi böri çocuğa yiyecek ve et getirdi. Et yiyerek çocuk ölümden kurtuldu. Sonra dişi böri ile münasebeti oldu ve dişi böri gebe kaldı. Komşuları olan düşman devlet bir adam yollayarak çocuğu öldürdü. Yanındaki böriyide öldürmek isteyince, o anda, dişi böri sanki ruhani bir hüviyet aldı. Kendini ilk önce “Bat Denizi”nin doğusunda, sonra Turfan’ın kuzey batısında bir dağda buldu. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Dişi böri mağaranın içine girince orada bir çayırlık buldu. İki yüz il kadar genişlikte idi. Bu çayırlıkta dişi böri on çocuk dünyaya getirdi. Birinin adı A-shi-Na (Asena) idi. Börinin çocuklarının en akıllısı olan A-shi-Na Hakan seçildi. Hakan ordusu kurdular ve önüne bir direk ve tepesinde böri başı tasviri diktiler…

Birkaç yüz aile olmuşlardı. Hep beraber mağaradan çıktıkları zaman, Ju-Jular (Avarlar)’ın hizmetine girdiler. Altın-Dağ’ın güneş eteklerinde yaşarken demircilik ederlerdi.”

Aynı mealde bir çok efsane, destan, rivayet ve inkâr edilemez tarihi kaynaklar mevcuttur ve bundan dolayıdır ki bütün Türk illerinde nevruz bahar bayramı olarak yüzyıllarca yıldır kutlanıla gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Ergenekon/Nevruz bayramı resmi bayram niteliğinde kutlanmakta idi. 1925 yılında Ankara’da nevruz münasebetiyle Mustafa Kemal Atatürk’ün huzurunda yapılan bir resmi geçitte askeri kıtaların önlerinde “Göksancaklar, Alsancaklar” olduğu halde törene katıldıkları bilinmektedir.

Ancak! Ne hikmetse biz bunları unuttuk daha doğrusu unutturmaya çalıştılar. Biz nevruz’u kendi halimizde kutlamakta iken birileri her yıl 21 Mart’ta Nevruz geceleri düzenlemeye, gazete, dergi ve bildirileriyle yazılar ve şiirler yayınlamaya başladılar. Bu nevruz bildiğimizden başka bir nevruz idi.

Kurtuluş için ileri gazetesi, 30 Mart 1977. 5. sayılı nüshasında:

“… Nevroz, Kürt ulusunun tarihinde zulme, baskıya, boyunduruğa karşı özgürlük, bağımsızlık mücadelesini simgeleyen bir içerik taşır. Ezilen bir halkın özgürlüğe susamışlığını yansıtır… Nevruz zulme, baskıya ve boyunduruğa karşı mücadelenin bir örneğidir. Nevruz, bir kürt bayramıdır… Nevruz sömürge ulus için bağımsızlık ve kurtuluş sembolüdür…”

Devrimci Demokrat Gençlik Gazetesi; 9 Mart 1978, 2 sayılı nüshasında;

“Devrimciler, sömürgecilerin politikalarına karşı çıkmak ve kendi halkının tarihi geçmişine ve ilerici öz taşıyan değerlerine sahip çıkmak zorundadırlar. Hele bu değer, zulümden kurtuluşun, özgürlüğe, mutlu bir yaşama kavuşmanın ve yeni bir günün sembolü olan Nevroz gibi bir günse, ona sahip çıkmanın ve onu yaşatmanın değeri kat kat artar… Halkımızın yürütülen mücadelesinin (!) bir parçası olarak 21 Mart’ları kutlamak, onun anlam ve önemini kitlelere kavratmak zorundayız…”

1978 yılında Munchen (Münih)’te yayınlanan “Newroz ve Kürtler” adlı broşürde ise şöyle deniyordu:

“Her sene Mart ayının 21’inde Kürtler Newroz’u kutlar… Bundan 2589 yıl önce zulüm ve baskı altında olan, zalim despot bir tiran tarafından ezilen halk, ayaklanmış ve tiranı devirmiştir. İşte Newroz bu ayaklanış ve kurtuluşun sembolü olarak her sene kutlanıyor… Bu olay, MARKSİST tarih anlayışına uygundur… Devrimci Kawa’lanın başlattığı mücadele çağımızda yeni boyutlar kazanarak dünya devrimci hareketinin bir parçası olarak devam ediyor.

Kürt yurtseveri, MARKSİST-LENİNİST ÖRGÜT’te birleşin. Bizim yüreklerimiz, önümüzdeki Newroz bayramlarımızı… Kutlamak umuduyla dopdolu. Munchen (Münih) Newroz Tertip Komitesi.”

Evet! Türkiyeli Marksist-Leninist Kürtler Örgütü böyle bir broşür yayınlamış. O yıllardan bu güne yüzlerce bu ve buna benzeri yazılar var. Peki! Kim bu devrimci Kawa, tiran? İran’ın milli şairi Firdevsi’nin otuz yıl emek vererek XI. yüzyılda hazırladığı atmış bin beyit tutarındaki Şehname adlı eserinde bu devrimci Kawa efsanesini bulabiliriz. İşte bu efsaneyi Marksist görüşe uygulayıp yazdılar, anlattılar ve benimsettiler.

Benimsettiler ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’mun öz be öz Türk evladı on binler Kürt diye ayrı bir milletten olduklarına inanıp ilkbahar bayramını, kurtuluş, başkaldırı v.s. düşüncelerle kutlamaya devam ede gelmektedir.

Yazımı Köroğlu gazetesi şairi Tahir Karaoğuz’un “Kızıl elma şair-i Muhteremine” diyerek Ziya GÖKALP’e ithaf ettiği şiirle bitirmek istiyorum. Allah rahmet eyleye…

                                               Ergenekon Bayramı ve İkinci Büyük Ergenekon    

 

 

                        Nice yıldan beri Türk’ün

                        Üzerinde doğmadı gün,

                        Ona matem, ile düğün,

                        Dünya Türk’e zindan idi.

 

                                               Erdi kafir dileğine

                                               “Ergenekon oldu yine”

                                               Türkün demir bileğine

                                               Hançer vuran düşman idi.

 

                        Gözlerimiz kapanıktı,

                        Türk uyur, el uyanıktı…

                        Ah! Bağrımız pek yanıktı,

                        Türk’ün evladı nalan idi.

                                              

                                  

                                               Zulm ordusu geldi, çatdı,

                                               Altın yurda el uzatdı.

                                               Türk kalbine zehir katdı,…

                                               Düşmanımız cihan idi.

 

                        Kaplamıştı İslâm’ı yas,                                              

                        Gitti elden Kırım, Kafkas,

                        Mısır, Tunus, Cezayir, Fas…

                        Parçalanan İran idi.

 

                                               Şen yurtlarda o güllerden,

                                               Öten nazlı bülbüllerden,

                                               Nişan yok, mor sümbüllerden…

                                               “Büyük Turan” viran idi.

 

                        Ne dertliymiş Türk’ün başı,

                        Dinmiyordu hiç göz yaşı,

                        Rumeli’nin dağı, taşı,

                        Kan içinde püryan idi.

 

                                               “Zulm ve vahşet” boğdu bizi,

                                               Rumeli’nden koğdu bizi…

                                               Acep nerde “Kurd”un izi?

                                               Onu gören çoban idi.

 

                        “Yurd girince yâd eline”

                        “Ergenekon oldu yine”

                        Ah! Nerede “Börteçine”,

                        O, şanlı bir arslan idi.

 

 

                                               Türk yurdunu, Türk soyunu,

                                               Kurtarmıştı bir Türk oyunu,

                                               Cihangirlik. Onun sonu…

                                               Bugün “Cengiz” Kaan idi.

 

                        Ah! Nerede o zamanlar?

                        O “Bozkurt”lar, “Oğuz Han”lar

                        Arslan canlı kahramanlar,

                        Çektiğimiz hüsran idi.

 

                                                                                              27 Mart 1331

 

 

Kaynakça :    1) Nevruz. Prof. Dr. Abdulhaluk ÇAY

                            Tamsa Yayıncılık. Ankara 1999 (sekizinci baskı)

                        2) Nevruz. Hayri BAŞBUĞ

                            Türk Dünya Araştırmaları Sayı:34 Şubat 1985

        

                

 

                                                                                                      



[*] 1.Sınıf Emniyet Müdürü, Polis Başmüfettişi.