16. HUKUK İHTİSAS SEMİNERİ
“Terör, Örgütlü Suçla Mücadele ve İnsan Hakları“
(Geçen Sayıdan Devam)
Prof.Bahri ÖZTÜRK
9 Eylül Üniversitesi
Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanı
3. Değerlendirme Yasakları (m.254/2 CMUK
a. Genel Olarak
3842 sayılı kanunla CMUK ya delil yasakları konusunda getirilen üçüncü hüküm ise değerlendirme yasaklarına[28] ilişkindir. Buna göre Kovuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz” (m. 254/2 CMUK).
Böylece her türlü takdir yetkisini ortadan kaldıran MUTLAK BİR DELİL DEĞERLENDİRME YASAĞI yaratılmıştır. Bir hak ihlâline yol açmayan en küçük kanuna şeklî aykırılıkların dahi “mutlak delil yasağı” ile karşılanmasını, 3842 sayılı kanun için örnek teşkil eden Miranda Kararında ve onu geliştiren diğer kararlarda[29] dahi bulmak mümkün değildir.
İnsan haklarını korumak amacıyla kabul edildiği anlaşılan CMUK m. 254/2’deki değişikliğin, HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN diğer iki unsurunu yani ADALETİ ve HUKUKÎ GÜVENLİĞİ (BARIŞI) gerçekleştirmekten uzak olduğu ve bu haliyle insan haklarını da koruyamayacağı açıktır.
Türk Ceza Muhakemesi Sistemi henüz CMUK m.254/2 de yer alan ve 1992 yılında yürürlüğe sokulan bu düzenlemeyi son 10 yıl içinde hazmedememişken; 2001 yılında Anayasada yapılan malum değişiklikler çerçevesinde Anayasanın 38’nci maddesine, CMUK m. 254/2 de yer alan düzenlemeyi de aşan bir hüküm eklenmiştir. Buna göre:
“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”.
Görüldüğü gibi, CMUK m.254/2 de bir MUTLAK DELİL DEĞERLENDİRME YASAĞI ÖNGÖRÜLMÜŞKEN; AY m.38/6 da MUTLAK BİR DELİL YASAĞI yaratılmıştır. Zira CMUK m.254/2de geçen HÜKME ESAS ALINAMAZ ibaresinin manası budur. Buna karşılık AY m.38/6 da DEĞERLENDİRME DEĞİL,YANİ HÜKME ESAS ALINIP ALINMAMA DEĞİL; DELİL SAYILMAMA SÖZ KONUSUDUR.
Buna rağmen biz AY m.38/6 hükmünü CMUK m.254/2 ile mukayese ederek inceleyebilmek için, her ikisini de çalışmamızın bu bölümünde ele alacağız.
Gerek Anayasa ve gerekse CMUK m. 254/2’ye 3842 sayılı kanunla eklenen düzenlemenin ifadesi kesin ve mutlaktır; Anayasa m.38’de “DELİL SAYILMAZ”, CMUK m.254/2 de “hükme esas ALINAMAZ” denilmesini başka türlü izah etmek mümkün değildir.
O halde, delil elde edilirken, ağırlığına veya hafifliğine; bir temel hak ve hürriyeti zedelemiş olup olmadığına bakılmaksızın, herhangi bir hukuka aykırılığın herhangi bir şekilde yapılmış olduğu saptandığında, bu suretle elde edilen deliller ceza muhakemesinde kesinlikle kullanılamayacaktır; hükme esas alınamayacaktır; alınacak olursa, bu şekilde kurulan hüküm Yargıtay tarafından mutlaka bozulacaktır.
Ne var ki Yargıtay Ceza Genel Kurulu, m.254/2 de yer alan düzenlemenin yürürlüğe girmesinden sonra 4.10.1993 günü verdiği, bu konu ile ilgili olup yayınlanan İLK KARAR olması sebebiyle de son derece önemli olan kararında[30] CMUK m. 254/2’yi CMUK m.135a ile sınırlama gayreti içine girmiştir. Yüce mahkeme, 18.10.1993 tarihli ikinci kararında da aynı tutumu sürdürmüştür[31].
Halen devam eden Yargıtay’ın bu tutumu hukuka uygun değildir. Çünkü, CMUK m. 135a ile m. 254/2 birbirinden müstakildir.
İFADE ALMA VE SORGU ile sınırlı bir düzenleme getiren CMUK m. 135a’ya aykırılık halinde, yukarıda da açıklandığı gibi, bunun sonucunun ne olacağı yine aynı maddede gösterilmiştir. Bu suretle elde edilen ifadeler, rıza bulunsa dahi ceza muhakemesinde kullanılamaz.
O halde CMUK m.254/2’de yer alan mutlak delil yasağının CMUK m. 135a’da öngörülen durumların dışındaki haller için geçerli olacağı açıktır. Aynı açıklama şimdi Anayasaya dahil edilen düzenleme için de geçerlidir.
b. Anayasa m.38/6 ve CMUK m. 254/2 de Öngörülen Mutlak Delil Yasağının İncelenmesi
Burada bu delil ve delil değerlendirme yasağını kusur, suç, deliller ve nihayet iddia ve savunma makamları bakımından olmak üzere dört açıdan incelemek istiyoruz.
aa ) Kusur
Burada delil elde edilirken yapılan hukuka aykırılığın kusurlu (kasten veya taksirle) veya kusursuz olmasının; herhangi bir temel hak ve hürriyeti ihlâl etmiş olup olmamasının hiç önemi yoktur; bir şekilde hukuka aykırı olarak elde edildiği ortaya çıkan delil, ceza muhakemesinde kullanılamayacak; hükme esas alınamayacaktır; alınacak olursa, söz konusu hüküm Yargıtay tarafından mutlaka bozulacaktır.
Bu, hukukî barışı, sosyal disiplini sağlamak mecburiyetinde olan bir hukuk devletinde kabul edilebilecek bir durum değildir.
Her ne kadar bir hukuk devletinde, devletin bütün işlerinin hukuka uygun olması lâzım gelirse de, hata yapmak, insanlara mahsus bir özellik olduğundan, insanlar tarafından yapılan işlemlerde hata bulunabilecektir. İnsanların, bu tür hatalardan, temel hak ve hürriyetleri ihlâl etmeyenleri ile yaşamasını öğrenmeleri gerekir. Ceza muhakemesi uygulamasında da, özellikle delil elde edilirken sık sık hukuka aykırılıklar yapılmaktadır. Suç kolluğu bulunmayan ülkelerde bu hukuka aykırılıklar daha sık ve yaygın bir şekilde ortaya çıkabilmektedir.
Burada temel hak ve hürriyetleri ihlâl etmiş bulunmayan basit bir hukuka aykırılık, elde edilen bu önemli delilleri kullanılamaz duruma sokacak; anılan deliller hükme esas alınamayacaktır. Bu sonucun, insan haklarını fiilen gerçekleştirmek yanında suçlarla mücadele etmek, sosyal disiplini ve hukukî barışı sağlamak mecburiyetinde olan bir hukuk devletinde kabul edilmesi mümkün değildir.
Bazen öylesine acil durumlarla karşılaşılır ki, kanunda öngörülen şekli bir şart yerine getirmek o an için fiilen olanaklı bulunmayabilir. Örneğin, yukarıda da açıkladığımız gibi, Anayasada yapılan son değişiklikler çerçevesinde Anayasanın 20’nci maddesi de değiştirilerek üst baş ve eşyada arama ve el koyma için, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de YETKİLİ MERCİİN YAZILI EMRİ ARANMAKTADIR. Bu durumda bir canlı bombanın polis tarafından fark edilmesi halinde derhal etkisiz hale getirilmesi mümkün olamayacak; bu durumda dahi yazılı emir alınması gerekecektir. Keza bir okul önünde uyuşturucu madde satmaya çalışırken görülen bir kimsenin üstünde veya çantasında, yazılı emir olmadan arama yapılamayacaktır. Belki de, arama yapamamanın sakıncasını gidermek için, aramadan daha da ağır bir koruma tedbiri olan yakalama cihetine gidilecektir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde dahi kanunla yetkili kılınmış merciin YAZILI EMRİ olmadan arama ve el koyma yapılması halinde, bu suretle elde edilen deliller, ceza muhakemesinde delil olarak kullanılamayacaktır.
Öte yandan, yukarıda da açıkladığımız gibi, Anayasanın 21’nci maddesi değiştirilerek KONUTTA arama ve el koyma yapmak için gecikmesinde sakınca bulunan hallerde dahi kanunla yetkili kılınmış merciin YAZILI EMRİ ARANMAKTADIR. Bu durum uygulamada ciddi sıkıntılar yaratacaktır.
Bu durumda örneğin, aynı apartmanda oturan bir şahsın yan dairede Hizbullah militanlarınca bir kişinin domuz bağına bağlanmış bulunduğunu görüp de devriye gezen polisi acilen yardıma çağırması halinde, ekibin derhal konuta girerek arama yapması ve suç aletlerine el koyması mümkün olmayacaktır. Zira bunun için önceden YAZILI EMİR alınması gerekecektir.
Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde dahi kanunla yetkili kılınmış merciin YAZILI EMRİ olmadan KONUTTA arama ve el koyma yapılması halinde, bu suretle elde edilen deliller ceza muhakemesinde delil olarak kullanılamayacaktır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
bb ) Suç
3842 sayılı kanun, mutlak değerlendirme yasakları bakımından suçlar açısından herhangi bir sınırlama getirmiş değildir. Kabahatlerden cürümlere, para cezasını gerektirenlerden ölüm cezasını gerektirenlere, bireysel olanlardan örgütlü (organize) olanlara kadar, her suç bakımından mutlak değerlendirme yasakları geçerlidir. Bilindiği gibi, özellikle, mafya yöntemleriyle işlenen suçlarla terör suçlarında, başka bir deyişle ORGANİZE SUÇLARDA delil elde edilmesi son derece zordur. Zira, bu suçları işleyenler son derece teknik çalışarak delil bırakmamaya çalışırlar. Bu ve buna benzer suçlarda basit bir hukuka aykırılığın bin bir güçlükle elde edilmiş bulunan delilleri kullanılamaz duruma sokması kabul edilemez. Aynı sonuç adi suçlar için de geçerlidir. Örneğin, bazı adam öldürme fiillerinin faili olduğu ileri sürülen bir kimsenin bir iş yerinde yeni bir suç işleme hazırlığı içinde olduğu ihbar edilse; polis de bu işyerinin telefonlarını, gecikmesinde sakınca olduğu için savcı kararı ile dinlemeye alsa (m. 92/2 CMUK) ve bu sayede faili, telefon dinleme kararından itibaren iki gün içinde silâhları ve çok değerli delilleri ile birlikte eylem hazırlığı halinde yakalasa; ancak, daha sonra savcının, 3842 sayılı kanunla CMUK m. 143’de yapılan değişikliklerden sonra, müdafiin hazırlık soruşturması sırasında da dava dosyasını serbestçe tetkik edebileceği, müvekkiline telefonun dinlenmekte olduğunu söyleyebileceşi, bu suretle delilleri karartabileceği endişesi ile telefon dinlemeye ilişkin kararını dava dosyasına koymayıp, hâkimin tasdikine kadar (üç gün) (m. 92/4 CMUK) bürosunda muhafaza ettiği müdafi tarafından tespit edilse; ve böyle bir davranışın hukuka aykırı olduğundan bahisle müdafi duruşmada, bu suretle elde edilen delillerin hükme esas alınmamasını talep etse; mahkemeye Anayasa m.38/6 ve CMUK m. 254/2’nin açıklığı ve mutlaklığı karşısında bu talebin gereğini yerine getirmekten başka seçenek kalmamaktadır.
Keza, siyasî iktidara yakınlığı ile tanınan saygın bir işadamının bir terör örgütü veya suç organizasyonu ile ilişkisi bulunduğu, örgüte (organizasyona) para desteği sağladığı ileri sürülse; polis de, bu iddiayı pek ciddi bulmamakla birlikte dedikodulara engel olmak için işadamının evinde bir arama yapsa; arama sırasında söz konusu iddiayı kanıtlayan çok önemli deliller ele geçirilse; ve fakat daha sonra, hâkim veya savcı hazır olmaksızın kapalı bir yerde polis tarafından yapılan bu aramada, o yer ihtiyar meclisinden iki kişinin bulundurulmadığı (m. 97/2 CMUK) anlaşılsa; bu basit hukuka aykırılık yüzünden işadamını mahkûm edebilmek mümkün olmayacaktır.
Nihayet, kolluk bir adam öldürme suçu ile ilgili olarak hâkimden aldığı “GÜNDÜZ” arama yapma kararına göre sanık (S)’nin köşkünde arama yapsa; bunu yaparken hiçbir hukuka aykırılık yapmamaya, köşkte oturanlara rahatsızlık verecek bir davranış içine girmemeye özen gösterdiği için, köşkte bulunan (S)’ nin yakınlarının büyük takdirini kazansa; arada bir de yemek yenildiği için UZUN SÜREN aramada, tesadüfen SUÇ ALETİ ve CESET bulunsa; kolluk saat 22.00’ye doğru, bulduğu delillere yine hukuka uygun bir şekilde el koyarak köşkü terk etse; bu bulunan deliller ceza muhakemesinde kullanılamayacaktır. Çünkü arama GÜNDÜZ yapılması gerekirken GECE de devam etmiştir (m. 96 CMUK). CMUK da bu konuda açıklık bulunmaması; bu suretle elde edilen delillerin, Anayasa m.38/6 ve CMUK m. 254/2 nin mutlak ifadesi yüzünden ceza muhakemesinde kullanılamaması sonucunu doğuracaktır. Oysa gündüz başlayan aramanın gece de devam etmesi işin niteliğinden kaynaklanan bir durumdur[32]. Keza, KOLLUK tarafından GÜNDÜZ yapılan aramada iki yerine BİR KOMŞUNUN bulundurulması dışında başka hiç bir hukuka aykırılığın söz konusu olmadığı bir arama neticesinde elde edilecek delillerin de ceza muhakemesinde kullanılması mümkün olmayacaktır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
cc. Deliller
Bu da delil çeşitleri ve delillerin dolaylı ve doğrudan doğruya elde edilmesi bakımından olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmelidir.
aaa. Delillerin Çeşitleri Bakımından
CMUK m.254/2’de bulunan ve ELDE EDİLEN DELİLLER konusunda hiçbir sınırlama getirmemiş; örneğin, yalnızca ikrar, tanık beyanı gibi delillerden söz etmemiş; “deliller” ibaresine yer vermiştir. Bu durumda, hukuka aykırı elde edilen belirtiler dahi ceza muhakemesinde kullanılamayacak; hükme esas alınamayacaktır.
Buna karşılık Anayasanın 38’nci maddesinin altıncı fıkrasında “delil” yerine “bulgu” ibaresine yer verilmiştir.
Acaba burada geçen “bulgu” kavramı ne anlama gelmektedir? Bununla sadece iz ve eser anlamında emareler mi ifade edilmek istenmiştir? Yoksa maddi olan olmayan tüm deliller mi kastedilmiştir?
Burada sadece emare anlamındaki iz ve eserler yani maddi deliller düşünülmüş bulunulsa idi, buna açıkça yer verilirdi. Maksat m.254/2 hükmünü genişleterek Anayasaya sokmak olduğundan, BULGU, maddi olsun olmasın tüm delilleri ifade etmek amacıyla bilinçli olarak seçilmiş bir terimdir.
bbb. Delil Yasaklarının Uzak (Dolaylı) Etkisi Bakımından (Zehirli Ağacın Meyveleri Açısından)
Anglo-amerikan Hukukunda zehirli ağacın meyveleri olarak anılan delil yasaklarının uzak (dolaylı) etkisi tartışmalı bir konudur. Örneğin, sanık, işkence neticesinde suçunu ikrar eder ve bu sırada suç aleti veya başkaca delillerin yerlerini de gösterirse, dolaylı (işkence ile sağlanan ikrar vasıtasıyla) elde edilen bu delillerin muhakemede kullanılabilinip kullanılamayacağı ciddi bir sorudur. Anglo-Amerikan Hukukunda bu delillerin de kullanılması kabul edilmemektedir[33]. Almanya’da ise, delil yasaklarının uzak etkisi son derece tartışmalı bir konudur[34].
Anayasanın 38 ve CMUK m. 254/2’de yer alan mutlak değerlendirme yasağına ilişkin düzenleme karşısında delil yasaklarının uzak (dolaylı) etkisi meselesi Türk Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından da halledilmiş olmaktadır.
Gerçekten Anayasanın ve kanunun bu düzenlemesi karşısında hukuka aykırı delillerin elde edilişlerinin doğrudan doğruya veya dolaylı olmasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Burada önemli olan delil veya delillerin elde edilmesi sırasında, bir şekilde herhangi bir kanuna aykırılığın yapılmış olmasıdır. O halde, örneğin işkence ile bir ikrar elde edilmiş; bu ikrar sayesinde de suç aleti ve başkaca önemli deliller ele geçirilmiş ise suç aleti ve başkaca önemli deliller hukuka aykırı bir yöntemle elde edildiklerinden ceza muhakemesinde kullanılabilmeleri; hükme esas alınabilmeleri kesinlikle mümkün değildir[35].
CMUK m.135a/son da yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler, delil olarak değerlendirilemez denilmiş olmasına dayanarak, bazılarınca, ifade veya sorgu sırasında veya hukuka aykırı olarak elde edilen BEYAN vasıtasıyla dolaylı olarak elde edilen ve İFADELER (BEYANLARIN) DIŞINDA KALAN DELİLLERİN yani MADDİ DELİLLERİN ceza muhakemesinde kullanılabileceği, burada DELİL YASAKLARININ UZAK (DOLAYLI) ETKİSİNİN bulunmadığını ileri sürülmektedir. Örneğin sanığa işkence edilerek bir ikrar elde edilse ve bu sırada sanık SUÇ ALETİNİN yerini göstermiş bulunsa, böyle bir delil, uzak etkiyi kabul etmeyenlere göre ceza muhakemesinde kullanılabilecektir. Bu yaklaşımın kabul edilmesi bir hukuk devletinde mümkün değildir. YASAK SORGU METODLARI KULLLANILARAK ELDE EDİLEN DELİLLER, BU ELDE EDİŞ İSTER DOLAYLI İSTER DOĞRUDAN OLSUN, HİÇBİR SURETTE CEZA MUHAKEMESİNDE HATTA HİÇBİR MUHAKEMEDE KULLANILAMAZ. ZEHİRLİ AĞACIN MEYVALARI ibaresi bu durumu en güzel bir şekilde açıklamaktadır Gerçekten zehirli ağacın meyvaları da zehirli olur. Bunun aksini ileri sürmek insan hakları ihlâllerine yol açabilecek [36] muamelelerin dolaylı olarak kabul edilmesi anlamına gelir ki, böyle bir sonucu hiç kimse kabul edemez. KALDI Kİ, DELİL YASAKLARININ UZAK ETKİSİ SORUNUNUN ÇÖZÜME KAVUŞTURULDUĞU MADDE CMUK m.135a DEĞİL, aşağıda da görüleceği gibi, CMUK m.254/2 dir.
Burada bir başka önemli konu üzerinde daha durmak istiyoruz. O da şudur: Acaba CMUK m.135a hükmü ihlâl edilerek elde edilen bir delilin BAŞLANGIÇ ŞÜPHESİNE TEMEL TEŞKİL EDEBİLMESİ MÜMKÜN MÜDÜR? Örneğin, sanığa işkence tatbik edildiği sırada, onun tarafından bir başka suç daha işlenmiş olduğu veya sanıktan başka kimseler tarafından başka suçların işlenmiş olduğu öğrenilirse, bu suretle ortaya çıkan başlangıç şüphesi üzerine hazırlık soruşturması yapılabilir mi? Aynı durum, hukuka aykırı olarak yapılan arama veya telefon dinleme veya başkaca bir delil yasağı halinde ortaya çıkarsa ne olur? Görüldüğü gibi, burada sorun delil yasaklarının uzak etkisi ile ilgilidir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, İŞKENCE MUTLAK DELİL YASAĞINA YOL AÇAN SORGU YÖNTEMLERİNDEN BİRİSİDİR; ve bu yolla elde edilen deliller hiçbir muhakemede delil olarak kullanılamaz. Ne var ki, ülkemizdeki uygulamada, uzak etki söz konusu olduğunda, buna dikkat edilmemektedir. Oysa Almanya’da Stuttgart Yüksek Eyalet Mahkemesinin bir kararına göre, hukuka aykırı olarak yapılan el koymada elde edilen delil, hazırlık soruşturmasının başlatılmasında ve yürütülmesinde kullanılamaz. Alman Yargıtay’ına göre ise, bir telefon dinleme olayında, dinleme sırasında, Alman CMUK m.100a da yer alan ve telefonların hangi suçlarda dinlenebileceğini gösteren katalog içinde yer almayan başka bir suçun işlenmiş olduğunun anlaşılması halinde, bu suretle elde edilen delil, ceza muhakemesinde delil olarak kullanılamaz[37].
Bizce burada delil elde etmenin, doğrudan veya dolaylı oluşuna bakılmaksızın şu şekilde düşünmek gerekir: Bir defa başlangıç şüphesine başka bir ifade ile hazırlık soruşturmasının başlayabilmesine temel alınmak istenilen delil mutlak delil yasağı ihlâl edilerek, örneğin işkence ile elde edilmişse, bunun her ne sebeple ve her ne ad altında olursa olsun, muhakemenin hiçbir safhasında kullanılamaması gerekir. Çünkü, imzalayıp onaylayarak usulüne uygun bir şekilde yürürlüğe soktuğumuz İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayri insani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 15. maddesine göre, işkence ile elde edilen delil, işkenceci aleyhinde yapılan hariç, hiçbir muhakemede kullanılamaz. Keza CMUK m.135a da bu konuda son derece açıktır. Buna göre de, YASAK SORGU YÖNTEMLERİ VASITASIYLA ELDE EDİLEN İFADELER rıza olsa dahi DELİL OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ ! Görüldüğü gibi, burada hükme esas alınamaz veya ceza muhakemesinde kullanılamaz ibareleri ile yetinilmeyip DELİL OLARAK KULLANILAMAZ denilmektedir. O halde bu gibi deliller, başlangıç şüphesine de temel teşkil edemezler.
Buna karşılık delil, nisbî delil yasağı ihlâl edilerek, örneğin kanuna aykırı olarak özel hayatın gizliliği (hayatın gizli alanı değil) ihlâl edilerek yapılan arama ile elde edilmişse, bunun başlangıç şüphesine temel teşkil edebilmesi kabul edilmelidir. Bu konuda Alman Yargıtay’ının görüşü üstün tutularak, delil yasakları doktrininin öngördüğü nisbî delil yasaklarını muhakemenin daha bu aşamasında, ceza ve emniyet tedbirleri muhakemesinin bütününü yapılamaz duruma sokması kabul edilemez[38]
KAYNAK
[28] Dencker, Verwertungsverbote im Strafprozeß, Köln vb. 1977, s. 13 vd.; Önder/Cihan, Özet Ceza Muhakemesi Hukukuna 1992 Değişiklikleriyle ilgili Ek, İstanbul 1993, s. 25 vd.; Herrmann, Aufgaben und Grenzen der Beweisverwertungsverbote, Festschrift für Jescheck 1985,2.Halbband, s.1291 vd.; Öztürk, Grundlagen der Beweisverbote im türkischen und deutschen Strafverfahrensrecht, ZStW 1992, s.667 vd.; Öztürk, Koğuşturma Mecburiyeti, s. 54 vd.; Bradley, Beweisverbote in den USA und in Deutschland, GA 1985. s. 99.
[29] American Casebook Series, Hornbook Serise and Basic Legal Texts Butshell Series of West Publisching Company, Minnesote 1986, s. 542 vd.
[30] YKD Mart 1994 s.450 vd.
[31] Yar. CGK. 18.10.1993, 6-236/255, YKD Mayıs 1994, s.804 vd.
[32] Kunter/Yenisey, no.387 II.
[33] Roxin, § 24 no.44; yine bkz. Demirbaş, Hazırlık Soruşturması, s.298 vd.
[34] Alman Federal Mahkemesi genellikle delil yasaklarının uzak etkisini kabul etmemektedir (BGHSt 27, s. 358; 32, s. 71; 34, s. 346 vd.). Buna karşılık doktrinde, uzak etki genel olarak kabul edilmektedir (Roxin, § 24 no. 57; Kühne, no. 541). Bir diğer görüş ise, somut olayın özelliklerini göz önünde bulundurmakta; bir taraftan ihlalin ağırlığı, diğer taraftan da ceza koğuşturması menfaatini dikkate almak suretiyle bir sonuca ulaşmaya çalışmaktadır (Karlsruher Kommentar, vor § 48 no. 45 vd.; Kleinknecht/Meyer-Gossner, Einl. no. 57).
[35] Tahin, s.231 vd; Demirbat, s.303 vd.; Erman, Kunter Armağanı, s. 78; aksi yönde İçel, Kunter Armağanı, s.123 vd.
[36] Karlsruher Kommentar, s.543
[37] Bunun hazırlık soruşturmasına başlanabilmesine, başka bir ifade ile başlangıç şüphesine temel teşkil edemeyeceği konusunda bkz. Öztürk, Koğuşturma Mecburiyeti, s.60
[38] Öztürk, Koğuşturma Mecburiyeti, s.61
Sürecek…
[41] Örneğin bkz. Yar.4.CD. 26.9.1994 7114/7264
[42] Yar.CGK. 19.12.1994, 6-322/34326