Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

SAVAŞA HAYIR DA…

 

        İbrahim PEKBAY

         Gazeteci Yazar

       Yeni Kayseri Gazetesi

Elbette ki “Savaşa Hayır” dileğine tüm gönlümüzle katılıyoruz. Bu yazıyı okuduğunuzda, burnumuzun dibinde Irak savaşı çıkmış olacak mı, onu bilmiyorum. Dileğim tutmuş olacak mı, onu da bilmiyorum.

Dünyanın neresinde olursa olsun, insan telefiyetine neden olan “Silahlı eylem”in her türüne karşıyız. Hele hele böylesine kapsamlı bir silahlı eyleme, ki adı “Savaş” tır, bizim burnumuzun dibinde olması da, karşıtlığımızı pekiştirir.

Gelin görün ki, savaşa doğru sele kapılmış gibi gidiyoruz. Tüm umudumuz, aksiyon filimlerinde olduğu gibi, tam son saniyede bombanın etkisiz hale getirilmesi gibi bir sonucun olabileceğini de göz ardı etmiyoruz.

Bu savaş, Türkiye’ye  ne getirir, ne götürür, bunu yazmaya gerek yok. Günlerden beri herkes bunu anlatıyor, bunu konuşuyor… Belli ki, her halde de en çok zararı görecek ülke, Irak’tan sonra Türkiye’dir.

Ya ABD “İnadım inat” diye bu savaşı başlatırsa?!…

Bu noktada, kendi kendime soruyorum, bizim günahımız ne?…

                                    x                                              x                                              x

Bir gün, mesai arkadaşlarımla birlikte “Gezelim, görelim, görgü ve bilgilerimizi artıralım” programıyla Türkiye turuna çıkmıştık. Benim o meşhur 70 model Chovrelet marka arabam ve yedi kişi…

Programın İzmir durağında, sabah erken kalktık ve bir “İşkembe çorbası içip, yola düşelim” dedik. Çorbacıya da gittik. Herkes çorbayı ısmarladı ama bizim “Gözlük Niyazi” işkembe çorbası içmezmiş, bir simit ile yetindi.

Varış hedefi İstanbul… Ancak, yol üzeri tüm incelenecek yerlerde de inceleme yapılacak.

Yola düştük. Lafı uzatmayalım, Gözlük Niyazi’nin bütün sızlanmalarına rağmen, hiç yemek yemeden gece geç saatlerde İstanbul’a ulaştık.

Akşama kadar yemek yemedik ya, arkadaşlara bir kıyak yapayım dedim ve “Gelin sizi bir yere götüreyim. Hem yemek, hem müzik…” Sabahtan beri suratları asık gezenler “Yemek ve Müzik” deyince biraz neşelendiler. Niyazi “Hele bir Kayseri’ye varalım, ben size sorarım…” itirazlarına ve tehditlerine rağmen, yemekli ve müzikli mekana gittik. Taksim Sıraselviler caddesinde…

Girdik mekana “Yer yok..” dediler. Epey de bozuldum. Çocukları akşama kadar aç gezdirdik, bir keyif yapsınlar istedik, olmayacak…

Tam bu arada bir ses; “Ooooo… İbrahim Abi… Bu ne sürpriz?…”

Eyvah… Yakalandık… Bu bizim VI. Murat… İyi arkadaştır, hoştur, delikanlıdır ama, iki kadehten sonra, muhafaza altına almak gerek.

“İyiyiz valla Murat Bey…  Siz nasılsınız?…”

“Sizi gördük iyi olduk. Hayrola?…”

“Bir yemek yiyelim diyorduk, yer yokmuş… Gidiyoruz”

“O ne demek?… Yer olmaz mı!…” Garsona döndü  “Bak oğlum, abilerime benim masanın yanında yer ayarla…. Hem de hemen…”

Neyse uzatmayalım, yerimiz ayarlandı, geçtik oturduk. Yemek bir taraftan, Türk Sanat Müziği bir taraftan, üstat sanatçılar bir taraftan, güzel bir gece… Ve… Gece yarısı çoktan geçti… 

Kalktık… VI. Murat da kalktı .

“Abi nereye?…”

“Vallaha Murat’ım, sabahtan beri yoldayız, yorulduk, artık uyumaya…”

“Olur mu abi… Daha gidecek yerimiz var…”

Ne kadar itiraz ettiysek, fayda etmedi. Geçtik bir gece kulübüne (!)… Murat, “iki kadeh” sınırını çoktan aşmıştı. Sahneye laf atmalar, garsonlarla dalaşmalar, etraftakiler ile muhabbet(!) sonrası sanırım sabaha bir saat kaldı. Sonunda kalkabildik ve dışarı çıktık. Arabamızı bulduk, içine oturduk. Bekleriz ki Murat da gelsin, evine bırakalım. O vaziyette ortada kalmasın.

Ama Murat bir türlü gelemiyor… Merak ettim, girdim tekrar içeri. Bir de ne göreyim… İki tane kapı gibi adam, Murat’ı sokmuşlar tuvalete, tartışıyorlar. Bunlar, biraz önce laf attığı adamlar. Anladık ki az sonra kavga çıkacak.

Hemen adamın birinin yanına vardım ve dedim ki;

“Yav kardeş, bizim ne kabahatımız var da dayak yiyeceğiz?….”

Adam pel pel bakındı. İçinden “Ne diyor bu adam” diyor besbelli.

Tekrar ettim; “Yav kardeş, ne kabahatımız var ki dayak yiyeceğiz diyorum…”

“Ne dayağı kardeşim, sen ne diyorsun?…”

“Bak kardeş… Şimdi siz bu adamı dövecek misiniz?…”

“Heee… Döveceğiz, ne var?…”

“Siz onu döveceksiniz de, biz bu arkadaşın misafiriyiz. Anadolu’dan geldik. Siz şimdi bunu dövmeye kalkışırsanız, biz de ister istemez delikanlılık adabı içinde, bu kavganın içine gireriz. Belli ki, bu kavganın sonunda da dayak yiyen biz olacağız… Gelin siz bundan vazgeçin. Biz şimdi bu arkadaşı alıp gidelim, siz sonra bulur döversiniz. Biz de yoktan yere dayak yemeyiz…”

Adam şöyle bir durdu, gülümsedi ve arkadaşını çağırdı; “Hadi gel…”

Arkadaşı ne olduğunu anlamadan itiraz edip duruyordu. Belli ki kendini “Dövme” için iyiden iyiye hazırlamıştı. Sonunda, arkadaşının ısrarı ile ne olduğunu da anlayamadan gittiler…

Bu arada bizim Murat, daha hala küfürlere devam ediyordu. Çevreden de herkes saldırmaya hazır. Fakat konuştuğum kişinin uyarıları ile kimse bir şey demedi ve ben Murat’ı zorla alıp arabaya bindirdim ve çıktık gittik…

Böylelikle de dayak yemekten kurtulmuş olduk… Ekip, sonradan işin farkına vardı. Fakat, Niyazi’nin canı daha da sıkılmıştı, “Yemeğin üzerine tatlı niyetine bir de dayak mı yiyecektik” deyip burnundan soluyor ve “Bir daha sizinle seyahat mı, tövbe…” diye söyleniyordu…

Murat, o dayağı sonradan yedi mi bilmem, ama daha sonra bir karşılaşmamızda, Murat’ın içkiyi tümüyle bıraktığını ve kendini düzelttiğini, hayata bağlandığını görmekle mutlu olmuştum…

O gün biz de dayak yeseydik!…

Hani hakim, kadına sormuş “ E be kadın, madem gönlün yoktu, ne geziyordun Abdullah’ın hayatında?…”

Bizim de o gün, na’pıp yapıp, Murat’tan kurtulmamız gerekiyordu…

                                    x                                              x                                              x

ABD’nin, IRAK ile savaşa girme hevesi, sonuç olarak Türkiye’yi derinden etkileyecektir. Burada “Bizim bu konudaki kabahatımız ne?…” sorusunu kendimize sorarken, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel dış politikalarında, bu güne kadar yapılan yanlışlıklarının gözden geçirilmesinde yarar var.

Türkiye, uluslararası ve bölgesel dış politikalarında tutarlı ve etkili olsa, belli ki bu dayağı yemeyeceğiz.

Bu arada, tuhafıma giden bir şey var…

Gazetelerde ve televizyonlarda, bu konuyla ilgili haberlerin veriliş biçimi, son derece rahatsız edici ve endişe verici.

Hani aslanlar avı yakalar yerler de, artığına leş kargaları ve akbabalar sonradan gelir ya…