Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

ACI VE TATLI HATIRALAR

 

 

 Mevlüt KARAYEL[*]

 

 

            Yıl 1976, 2 nci Bölge hizmetimi ARTVİN’de tamamlayarak ISPARTA’ya atanıyor ve istihdam yerim olan “Sümer Polis Karakolu”nda Karakol Amiri olarak göreve başlıyorum.Rütbem Komiser, Grup Amirim yok, polis mevcudum (9-10) kişi 12/12 çalışıyorlar. İzin-istirahat nedeniyle gruplara 3-4 kişi ancak düşüyor. Bazı günler personelin azlığı nedeniyle sabahladığım günler oluyor. En erken istirahate çekilişim saat 02’den aşağı olmuyor.

            Sözünü ettiğim üç odadan ibaret olan geçici hizmet binamız, yeni binasına taşındığı için gayri faal olan Sümerbank Halı Fabrikasına ait olup, fabrikanın diğer bölümleri ve tesisleri, kendi korumaları (Bekçi) tarafından korunmaktadır.Bu bekçilerden biriside şehrin yerlisi olan ve özellikle bir olay intikal ettiğinde sık sık karakola gelen AHMET  isminde bekçidir.

            Bu karakolda ve İl’de yeni oluşumdan dolayı karakola girip-çıkanları odamdan izliyor, 16 mahalleden ibaret olan, halı yün ipi ve halı fabrikaları ile halı yıkama tesislerinin çoğunlukta olduğu karakol sorumluluk bölgemi ve sakinlerini tanımaya çalışıyor, bir taraftan da Ahmet ismindeki fabrika bekçisinin maiyetimde çalışan personelle samimiyetlerini merak ve endişeyle izliyorum.

            Maiyetimde çalışan polislerle Çarşı ve Mahalle Bekçilerinin eğitimlerine, halkla ilişkilerin en iyi düzeye çıkarılmasına gayret gösterirken, bir taraftan da önleyici kolluk hizmetlerinin önemini vurguluyor, sorumluluk bölgemde huzur ve güvenin sağlanması için azami çaba sarf ediyordum. Özellikle yaya devriye hizmetlerinin ne derece önemli ve suç işlemeye meyilli sabıkalılara karşı caydırıcı olacağını personele tavsiye ediyordum. Uygulama safhasına gelince, devriye görevlilerine “Haydi çocuklar mıntıkaya çıkın” talimatım üzerine, devriyelerin (2 polis memuru) 20 dakika azami yarım saat içerisinde karakola dönüşlerini hayretle izliyor, verdikleri tekmilde “bekçiler bölgelerinde görüldü” veya “umuma açık yerlerin tamamı kapandı” şeklinde oluyordu.

            Anladım ki ekserisi genç ve tecrübesiz olan polisler, yaya devriye hizmetlerinin nasıl ifa edileceğini layıkıyla bilmiyorlar veya fazla sıkıntıya girmek istemiyorlar. Bu bakımdan, zaman zaman en fazla bir çift çıkardığım devriye polislerin önüne düşüyor, hassas bölgelerde bir süre beklemede kalarak mıntıkada dolaşıyor çevrede görevli mıntıka bekçilerinin düdük sesleri, önleyici kolluk hizmetlerimize ayrı bir ahenk ve verim sağlıyordu. Mıntıkayı dolaşmak 20 dakika yerine en az iki saati alıyordu.

            Sorumluluk bölgemin uzak mesafelerine günde 5 litre benzin istihkakı olan bir gün çalışıp günlerce gayrı faal olan taka bir jeep oto ile ulaşmaya çalışıyordum. Bu gayretlerim kısa zamanda semeresini vermeye başladı. Şöyle ki;

            Karakol personeli arasında ahenkli bir çalışma ortamı sağlandı.

            Özellikle hırsızlık olaylarına karşı alınan etkin tedbirler sonucu, suçüstü veya kısa sürede yakalanarak adalete tevdi edilişleri; Bazı kabadayı geçinenlerle icrai rezalet çıkaran sarhoşların sindirilmeleri, diğer olaylara anında müdahale ve haklarında yasal işlemler yapılması;

            Önceki yıllara ait faili meçhul olayların somut delillerle aydınlatılıp faillerinin yakalanması ve açık ceraimlerin (suç) kapatılması, vatandaşın takdirine mucip olmuş, şahsıma ve polise karşı güven artmıştır. Hatta bazı mahalli gazetelerin “Başarılı Komiser” başlığı altında yayımladıkları yazılar, hatta üstün başarılarımızdan dolayı Valimiz Sayın Sabahattin ÇAKMAKOĞLU tarafından “TAKDİRNAME” ile taltif edilişimiz, oturdukları yerde üfürmekten başka (telsiz cambazlığı) icraatları olmayan İl’de görevli bazı rütbeli ve rütbesiz meslektaşlarımızı kıskandırmış olacak ki, hakkımda Valiliğe ve İçişleri Bakanlığına mesnetsiz ve insafsızca şikayet mektuplarının atıldığını duyuyordum. Bunların kimler olduğunu biliyor, kendilerini işlemiş oldukları günahları ile baş başa bırakıyorum. Çünkü çok çalışmak, bilgili ve becerili olmak, tabiri caizse haramdan ve günahtan korkmaktan başka bir suçum yoktur.

            O yıllarda İl’de, İl Emniyet Müdüründen başka Müdür yoktur.Şubeler Şeflik, Komiser ve Başkomiserler tarafından yönetiliyor. Bir gün sabah 07.00 civarında İl Emniyet Müdürüm Sayın İsmail ÇETİN karakola geldi. İnşaatı tamamlandığından taşınmaya hazırlandığımız lojmanlı ve kaloriferli “Çarşı Polis Karakolundan” söz ederek, “efendim bu günlerde hakkında şikayet çoğaldı” demesin mi! Sayın Müdürüme cevabım şu oldu:

            “Efendim doğru söylüyorsunuz, benim bu yeni karakolun amiri olacağımı, lojmanda oturacağımı, başarılarımı hazmedemeyen bazı meslektaşlarımın iftirası ve yıpratıcı çabalarıdır bunlar” lojmanda oturmak istemediğimi söyledim. 4 adet dairenin de kimlere verilmesi hususunda görüşümü bildirdim. Karakola atanacak Amiri de takdirlerine arz ettim. Sayın Müdürüm aydınlanmıştı. Sinirli olarak girdiği karakoldan gayet sakin bir şekilde ayrıldı, lojmanları görüşüm doğrultusunda dağıttı. Mıntıkamı biraz daha genişleterek bu karakolun da Amirliğine atamakla, iftiracılara iyi bir ders verdi.

            Bütün bunlara rağmen çalışmalarım aynı tempo ile devam ederek, başarılarımız daha da artmaya başladı, olaylara etkin müdahalemiz adli evrak tanzimindeki tekniğimiz, Sayın Savcılarımızın bile takdirini mucip olduğundan, kıskançlık ve uğraşıların sonu gelmiyordu.

            Uzatmayalım Sayın Müdürüm İsmail ÇETİN Eskişehir’e atanıp yeni karakolda ziyaretime geldiğinde “sende bu dürüstlük olduğu müddetçe kimse sırtını yere getiremez, yine de dikkatli ol” demekle hakkımdaki uğraşıları ima etmiştir. Kendisine şükranlarımı arz ediyorum.

            Efendim eski karakolumuzun (Sümer) koruma görevlisi Bekçi Ahmet efendi ile söze başlamıştım, onunla bitireceğim. Çarşı karakoluna taşınmadan kısa bir süre önce karakola bir kız kaçırma olayı intikal etmişti. Bekçi Ahmet efendinin taraflarla birlikte karakola geldiğini kalem odasına geçtiğini fark ettim. O gün hiçbir personelin öğle yemeği için bana izin istemeye gelmeyişi ayrıca dikkatimi çekti. Kısa bir süre ayrılmak ihtiyacı duydum ve kalem odasındaki personele çıkıyorum dediğimde bir de ne göreyim, masanın üzeri kıymalı pidelerle dolu, yemeğe hazırlanıyorlar. “afiyet olsun” diyerek ayrıldım. İşin iç yüzünü az çok kavramıştım. Bekçi Ahmet efendi karakola iş bitirmeye geliyordu. Yarım saat içinde karakola döndüğümde yemekler yenmişti. Bekçi Ahmet efendiyi odama çağırtıp kendisine yer gösterdim.

            Kısa bir hasbihalden sonra, gayet kibar bir şekilde, karakola sık sık geliş sebebini sorduğumda, tuvalet ihtiyacı ve arkadaşları ziyaret için geldiğini söyledi. Bulunduğu bölümlerde de tuvalet olduğunu vurgulayarak, bu gün olduğu gibi Karakola bir olay olduğu zaman geldiğini, bunun yanlış yorumlara (iş bitirme gibi) sebebiyet vereceğini bu gibi durumların personelime ve bana zarar vereceğini müsait lisanla anlatarak bir olay olduğu zaman gelip gitmesinin doğru olmadığını ikaz ederek, ziyaret için kapımızın tüm vatandaşlara açık olduğunu söyledim.

            Yukarıda belirttiğim gibi Çarşı Karakolunda birkaç yıl görev yaptıktan sonra Merkez Karakol Amirliğine atandım, yıllar, yılları kovaladı, 12 Eylül 1980 harekatını hazırlayan olaylar, siyasi nitelikli kavgalar, silahla tarama ve patlayıcı madde atma olaylarının yoğunluk kazandığı yetmiyormuş gibi, Polisin, POL-DER; POL-BİR gibi gruplara ayrılması; sol olaya müdahale edildiğinde Faşist, sağ olaya müdahale edildiğinde Kominist, aşırı dinciler tarafından kafir olarak sıfatlandırılmamızın sıkıntısı, stres, aşırı yorgunluktan mütevellit ani bir rahatsızlıkla Devlet Hastanesine kaldırılıp, üç gün müşahade altında tutulduktan sonra bazı tetkiklerin ayakta yapılması kaydıyle Doktorumun uygun gördüğü 20 günlük raporu kabul etmeyerek bir hafta istirahatle taburcu oldum.

            Asıl konumuz Sümerbank tesis bekçisi Ahmet efendi değimli? 12 Eylül 1980 öncesine rastlayan Temmuz ayı olsa gerek , istirahatli ve sivil giysili olarak Sıra Mağazalar denilen yerden geçerken kendisini yıllarca görmediğim Bekçi Ahmet efendi, kendi resmi kıyafetle karşımdan gelmiyor mu? Tabi ki selamlaştık, müteakiben adı geçen bana gayet soğuk bir şekilde “ne o Komiserim emekli mi oldun yoksa” sorusundan dilinin altındaki baklayı anlamakta gecikmedim. Cevaben “oldum ya Ahmet efendi oldum” diyerek yoluma devam ederken düşünüyordum. Ben bu adama ne yapmıştım. Dövmedim, sövmedim, hakaret etmedim. Personelimin olası bir töhmetle (suçlama) karşılaşmaması için bu efendiyi ikaz etmiştim. Ancak sözündeki incelikten “bu makam sana da kalmadı” anlamı doğuyordu.

            Bir hafta sonra istirahatim bitmiş resmi kıyafetle (Başkomiser) aynı gün aynı saatlerde (öğle vakti) aynı yerden geçerken muhterem muhatabım karşımdan geliyordu, ilk karşılaştığımız nokta da bu defa söze giren ben oldum. “Ahmet efendi emekli olmadım görev başındayım” dediğimde bizimki sessizce hiç cevap vermeden yoluna devam etti. 1976’dan Bursa Polis Okuluna atandığım 1982 yılına kadar bu zatı bir daha görmedim. Ancak bu acı hatıra hafızamdan hiç silinmedi.

            Altı yıl zarfında hatıraların bu kadar mı diyeceksiniz. Hiç olur mu, özellikle 12 Eylül öncesi içinde yaşadığımız olayların her birisi ayrı bir anı konusu teşkil eder. Bu yazımda bunlara değinecek değilim.

            Altı yıllık Karakol Amirliğim sırasında, maiyetimde görev bilinci içerisinde fedakarca ve sadakatle çalışan tüm polis ve Çarşı ve Mahalle Bekçisi arkadaşlarımı kutluyor, emekli olanlara yeni yaşamlarında mutluluk diliyorum.

            Bu süre zarfında kendilerinden takdir gördüğüm İl Emniyet Müdürlerin Sayın İsmail ÇETİN, Sayın Edip BULUT ve (şu an da Diyarbakır Koordinatör Vali olan) Sayın Nusret MİROĞLU beyefendilere saygılarımı sunuyorum.

            SONUÇ          :

            Ne kadar dürüst, ne kadar tarafsız ve ne kadar kanun anlayışı içinde görev yaparsanız yapın, Polis olarak vatandaşın yüzde/yüzünü memnun etmenin imkansız olduğunu anladım. Memnun etseydim ben ederdim. Buna Ahmet efendi olayı acı bir örnektir.

            Okuyucularıma sevgi ve saygılarımla…..



[*] Emekli Emniyet Müdürü