AKŞEMSEDDİN

(Geçen Sayıdan Devam)

 

 

Mevlüt KARAYEL[*]

 

            Akşemseddin Hazretlerine; “İstanbul’un fethedileceği zamanı nasıl bildin?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi; “Kardeşim Hızır ile, İlm’i Ledüniyye üzere İstanbul’un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün Hızır’ı gördüm. Yanında evliyadan bir cemâatle hisara girdiler. Kale feth olunduktan sonra da Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur  halde gördüm.”

            İstanbul’un fethi sırasında, hocası Akşemseddin’in duasını alıp emirlerine uyan Fatih, fethinden sonra hocasına, fethe başladığı sırada, “YA FAKİH AHMED” diyerek, Fakih Ahmed’den himmet talep etmesini  söylediğini hatırlatarak; “Fakih Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyaz eyledim! (himmetini istedim?) Allahü teâlâyı tazarru etmiş olsa idim evlâ değil mi idi?” diyerek sebebini sordu. Akşemseddin bu suale; “ol hıynde (o sırada) Fakih Ahmed kutb, sâhibi tasarruf idi” cevabını vererek, Allahü teâlânın yardımını, onun vasıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ve onun da himmet ettiğini söylemiştir. Akşemseddin Hazretlerinin “Fakih Ahmed” dediği kendisi idi. Fakat tevâzuunun çokluğundan şöhretten kaçıp, kendisini gözleyerek böyle işaretli konuşmuş, gayet ârifâne tavır takınmış olduğu rivayet edilmiştir.

            Fatih Sultan Mehmed  Hân, İstanbul’un fethini şöyle dile getirmiştir, “Bu ferah ki bende görürsiz, bu kal’anın fethine sevanür sanman, Akşemseddin benim zamanımda oldığına sevinürüm.”

            İstanbul’un fethinde, daha önce vefat etmiş olan evliyalar ve o zaman yaşamakta olan evliyâ zâtlar himmet edip yardımda bulunmuşlardır. Meselâ; o zaman Buhârâ, Taşkent’ de bulunan ve zamanın en büyük evliyâsı ve insanların rehberi olan Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri, İstanbul’un fethi sırasında sokakta giderken, ansızın atını istedi. Talebeleri ile Semerkand’ın dışına çıktı. Onlardan ayrılıp çok zaman sonra talebelerinin yanına döndü. “Türk Sultânı Muhammed Hân (Fatih), kâfirlerle harb ediyordu. Onun yardımına gittim. All^ teâlânın izni ile galib geldi” dedi…

            Fetihten sonra… Fatih, “Muhterem hocam! Elhamdülillah büyük yardımınızla İstanbul’u feth ettik. Artık beni talebeliğe (dervişliğe) kabul buyurmanızı istirham ediyorum” dedi. Akşemseddin buyurdu ki; “Sultanım sen bizim tatdığımız lezzeti tadacak olursan saltanatı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. Dini İslâmı yayma işi yarım kalır. Müslümanların rahat ve huzur içinde yaşayabilmeleri için, devletin ayakta kalması şarttır. Talebelikle padişahlığın bir arada yürütülmesi çok güçtür. Seni talebeliğe kabul edersem düzen bozulabilir, halkımız perişan olabilir. Bunun vebali büyüktür. Allâhü teâlânın gazabına ma’ruz kalabiliriz.” Böylece teklifini reddetti. Bunun üzerine Fatih, hocasına iki bin altın hediye etmek istemiş ise de, bunu da kabul etmedi.

            Eyyûp Sultanın kabri bulunuyor.

            Fetihten sonra bir gece, Fatih, Akşemseddin Hazretlerini ziyarete gitti…
Sohbet sırasında bir ara… “Hocam! Eshâbı Kirâmın büyüklerinden, Mihmandâr’ı Resûlullah olan Ebû Eyyûb’l Ensâri’nin mübarek kabrinin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu tarih kitaplarında okudum. Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa rica ederim” dedi. O zaman Akşemseddin hemen; “Şu karşı yukarıdaki tepenin eteğinde bur nûr görüyorum. Orada olmalıdır.” Cevabını verdi. Derhâl padişahla oraya gittiler. Akşemseddin Hazretleri orada bulunan Çınardan iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini öz öteye dikti ve buyurdu ki; “Bu iki dal arası, Mihmandâr’ı Resulullah’ın kabridir.” Bundan sonra tekrar kaldıkları yere döndüler. Fatih Sultan Mehmet Han, Akşemseddin’in söylediğine inandıysa da, hiç şüphesi kalmasın istemiyordu. O gece silahdârına; “Gidin Akşemseddin’in diktiği Çınar dallarının ortasına şu yüzüğümü (mührü) gömün ve o dalları yirmişer adım güney tarafına çekin” dedi. Sabah olunca Sultan Fatih, Akşemseddin’den, Hazret-i Halid’in kabrinin yerini tekrar tayin etmesini rica etti. Oraya gittiler. Akşemseddin, Silahdar ağasına hitaben; “Sultan hazretlerinin mührünü çıkarın ve kendisine teslim edin” dedi. Akşemseddin Hazretleri, gizlice gömülen padişahın yüzüğünün de orada olduğunu kerametiyle anlamıştı.

            Bunun üzerine Fatih, Akşemseddin’e; “Kalbimde şuanda bir şüphe kalmadı. Ama tam inanmam için bir alamet daha gösterir misiniz?” dediğinde, Akşemseddin; “Kabrin baş tarafından bir metre kazılınca, üzerinde “Bu Hâlid Binzeyd’in dediği gibi çıktı. Bu hali gören Sultan Fatih’in vücudunu bir titreme aldı. Neredeyse yerlere kapanacaktı. Sonra o hâl üzerinden kalkınca, Fatih; İstanbul’un fethine sevindiğimden ziyâde, böyle ehli keşf ve kerâmet sahibi olan Akşemseddin’in maiyetinde bulunmak iftihar vesilemdir” dedi. Silâhtâr ağa Akşemseddin’e; “emrederseniz çınar dallarını kabrin baş ve ayak ucuna dikelim” deyince; “O dallarda orada senin hatırın olsun” buyurup, gönlünü aldı. Böylece orası da fezilmekten, basılmaktan korunmuş oldu. Şimdi orada büyük çınarlar ve su vardır.

            Fatih Sultan, Ebû Eyyûb Ensâri’nin kabri şerifi üzerine bir türbe ve Akşemseddin ile talebelerine mahsus odalar, bir de câmi yaptırdı. Akşemseddin’den orada oturmalarını rica etti ise de, Akşemseddin… kabul etmeyerek memleketi olan Göynük’e döndü ve vefatına kadar orada kaldı. (Eyyüb Sultan Camiinin yapılış tarihi 1459’dur.) sonraki yıllarda tamin ve tadilatlar yapıldı. (Ebu Eyyûbi Ensâri’nin künyesi; Eyyûb’dur. İsmi Halid olup, babasının adı Zeyd’dir. Nesli Hz. Peygamberimizle birleşir. Türkiye’de Eyyûp Sultan olarak tanınır. Medine’de doğdu.).

            Konumuz dışında olsa da bir hatırlatma olarak;

            TARİHİ İSTANBUL KUŞATMALARI

            1-669 yılında Hz.Muaviye zamanı, oğlu Yezid tarafından yapılan kuşatma altı yıl sürdü. Ebû Eyyüb’el Ensari 672’de şehit oldu. Bir netice alınamadan kuşakma kaldırıldı.

            2-Yine Emeviler devrinde Halife Süleyman Bin Abdülmelik tarafından 717 yılında kardeşi Mesleme kumandasında gönderilen ordu. İstanbul’u kuşattı. İki yıl sürdü. Bir netice alınmadı.

            3-Emeviler devrinde, Halife Hişam Bin Abdülmelik tarafından 736 yılında gönderilen ordu İstanbul’u kuşattı. Kumandan Seyit Battal Gâzi esir düştü (alınamadı) İslam tarihinde Emeviler devri (661-750)

            4-1391 yılında Yıldırım Bayezid tarafından kuşatıldı. Kuşatma 7 ay sürdü, şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir camii yapılması ve yıllık verginin artırılması şartıyla barış imzalandı.

            5-1395’de Yıldırım Bâyezid tarafından yapılan kuşatma, Niğbolu savaşı nedeniyle kaldırıldı (1396 yılında bu savaş zaferle neticelendi).

            6-1400 yılında Yıldırım tarafından yapılan kuşatma, Timur istilası nedeniyle kaldırıldı.

            7-1422 yılında Sultan 2.Murat tarafından kuşatıldı, kardeşi Mustafa ile Bizansın entirikaları sonucu Anadolu Beyliklerinin başkaldırmaları ve Bursa’yı kuşatmaları; Eflâk-Venedik ve Macarların birleşip Osmanlılar aleyhine harekete geçmeleri; şehrin Venedik hakimiyetine teslim edilebileceği ihtimaliyle 1424’de Bizanslılarla Antlaşma yapılarak, Ege ve Karadeniz kıyılarını Osmanlılara terk eden Bizanslılar yıllık 30.000 düka altını haraç vermeyi de kabul edince kuşatma kaldırıldı.

            8-1453’de İstanbul’un fethi. Fatih Sultan Mehmed’e müyeser oldu.

            AKŞEMSEDDİN’İN MEMKİBELERİ;

            Menkıbeleri çoktur. Bunlardan bazılarına değinmekle yetineceğim,

            I-Bir gün Şeyh Akşemseddin’e bir pilav getirdiler. Akşemseddin pilava elini uzatmadı. Orada bulunanlar; “Buyurun yiyelim” dediler. Akşemseddin; “Bu pilav burada bulunanların nasibi değildir. Nasıl yiyebiliriz?” dedi. Oradakilerden birisi; “Niçin nasip olmasın?” dedi ve besmele çekip elini pilava uzattı. O esnada kapı çalındı ve bir fakir; “Allah rızası için bir sadaka” diye seslendi. Şeyh Akşemseddin hemen; “Pilavı sahibine verin” dedi. Pilavı o fakire verdiler.

            II-Şeyh Akşemseddin, İstanbul’un fethinden önce, ebegümeci ismi verilen bir bitkinin tohumunu, talebelerine ve kendisini sevenlere çok miktarda toplattırdı. Fetihten sonra o tohumları etrafa serpti. Bunun hikmetini soranlara; “Kıyamete yakın kanlı büyük bir savaş olsa gerek o savaş sırasında kıtlık ve kuraklık olur.

            O senelerde ot, buğday, arpa gibi şeyler yetişmez, Ebegümeci otu ise, karanlıkta yetişir. O kıtlığa karşı hazırlıklı olmak için Ebegümeci tohumunu çok miktarda saklamıştım. İstanbul’un fethinde, kardeşim Hızır aleyhisselâma kıtlığın ne zaman olacağını sorduğumda; “o kıtlıa siz erişemezsiniz” dedi. Ondan dolayı da o tohumları serptim” dedi.

            III-Akşemseddin Hazretleri, seyahatleri esnasında nerede akşam olursa orada yatardı. Göynük’e yerleşmeden 30 yıl önce, bir seyahatinde da yolu Göynük’e uğradı. Bir akşam üstü Göl Özü adlı yere geldi. Bir su kenarında, çimenlik bir yerde sabaha kadar ibadet etti. O esnada gönlü o yere meyil etmişti. Aradan 30 yıl geçtikten sonra, yerleşmek için Göynük’e gitti. Bir gün bir kişi gelip kendisine bir miktar mülk bağışladı. Akşemseddin Hazretleri o yerin üzerine gelince, tebessüm etti. “Niçin tebessüm ettiniz?” diye sordular. O da; …. “30 yıl önce gönlümden geçen bu arzu, ….gerçekleşti. onu hatırladım da, onun için tebessüm ettim” diye cevap verdi.

            IV-İstanbul’dan Göynük’e dönüşünden bir sene sonra bir taraftan âhiret hazırlığı yaparken, bir taraftan da küçük oğlu Hamidullah’ın ilim ve terbiyesi ile meşgul oluyordu. “Bu küçük oğlum yetim, zelil kalır; yoksa bu zahmeti çekmez, çoktan dünyadan göçerdim” sözünü sık sık tekrarlardı. Bir gün hanımı dedi ki; “Göçerdim dersin, yine göçmezsin?” Bunun üzerine; “Göçeyim” deyip, mescide girdi. Akrabasını ve evladını topladı. Vasiyetini yaptı, Helâlleşti, veda eyledi. Yâsini şerifi okumaya başladı. Sünnet üzerine yatıp rûhunu teslim etti.(1460)

            V-Mâddef’ûl-Hayât” adlı eserinde şöyle buyurdu; “Hastalıkların insanlarda teker teker peydâ olduğunu sanmak hatâdır. Hastalık, insanda insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma ise, gözle görünmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vâsıtasıyla olur”. Böylece, ayrıca bir Türk hekimi olan Akşemseddin tarafından, bundan 550 yıl önce mikrop teorisi ortaya kondu.

            Ünlü tıp bilimcisi Pasteur aynı neticeye, hem de teknik aletler elinde iken, Akşemseddin’den 400 yıl sonra varabilmiştir. Buna rağmen mikrop teorisi, yanlış olarak Pasteur’a mâl edilmiştir.(**)

            Akşemseddin Hazretlerinin yazmış olduğu eserleri çoktur. ….bunlara değinmeyeceğim.

            Arapça olan Risâlet-ün adlı eseri, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir….Bu eserde tasavvuf ehline ve sûfilere dil uzatanlara ve suçlayıcı sözlere ayrı ayrı cevap mâhiyetinde gâyet güzel izahlarda bulunmuştur.

            Bu eserde tevâzunun âlâmetlerini şöyle sıralamıştır:

            “Elde baston (asa) ile yürüme, Hizmetçisi ile beraber yemek yemek. Yol üzerinde bulunan ve insanları rahatsız eden şeyleri yoldan kaldırmak. Küçük çocuklara selâm vermek. Miskinler ile (garip ve fakirler) oturmak. Merkebe binmek (binilen şeyin küçük ve kıymetinin az olmasına bakmamak). Pazardan alınan şeyleri taşımak (taşıyıcı aramamak). Kimseyi peşinden yürütmemek. Cemâatle, (bir toplulukla) giderken ortalarında yürümek”.

            Yine bu eserinde, vecd yollarını şöyle bildirmiştir.

            Az yemek-az uyumak- halka az karışmak- Allahü teâlâyı çok zikretmek.

            Bu eserinde, ibadetleri, kulluğu beş kısma ayırıp, şöyle izah etmektedir. “Ve dahi bilki, ibadetler beş türlüdür.

            -Birisi; ten kulluğudur. Bu Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır.

            -İkincisi; nefs kulluğudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek (ıslah etmek), mücâhede (nefsin istemediği şeyleri yapmak), riyâzet (nefsin istediği şeyleri yapmamak).

            -Üçüncüsü; gönül kulluğudur. Bu ise dünyadan ve dünyada bulunan şeylerden yüz çevirip, ahirete yönelmektir. (Âhirete yarar iş yapmaktır).

            -Dördüncüsü; sır kulluğudur. Bu ise, her şeyi bırakıp, tamamen Allahü teâlâya dönüp, onun rızasını kazanmaktır.

            -Beşincisi; can kulluğudur. Bu kulluk, müşadeye ermek için kendini Allah yoluna vermekle olur…”   

            Bu risalesinden başka bir bölüm sadeleştirilmiş olarak şöyledir. “Kim insanların …., verdikleri sıkıntıya sabrederse, Allahü teâlâ onun kalbini nurlandırır.”……. Bu bölümü, Kur’anın birçok süre ve ayetleri ile geniş olarak açıklamıştır.

            Akşemseddin Hazretlerine nisbet olunan nâsihatnamenin bazı kısımlarının sadeleştirilmiş şekli şöyledir:

            “Her işe Besmele ile başla, temiz ol, daim iyiliği adet edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükür, belaya sabret. Dünyanın mutluluğuna mağdur olma. Etme cefâ (eziyet), ömrün olsun dersen gayet uzun. Ni’metine kimsenin etme hased. Kimseyi kötüleme. Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme. Dişin ile kesme asla tırnağını. Ayak üzere ki don giymekten. Misvâkı başkasıyla beraber kullanmak uygun olmaz. Lâmbayı (çırayı) asla üfleyerek söndürme. Ev süpürme hiç gece, çekme emek. Hatâdır gece mir’ata (aynaya) bakmak. Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilâvet kıl (kur’anı Kerim oku). Zikrin olsun daima hamd’i Huda (daima Allahü teâlâya hamd et). Hem cehennem azabından endişeli ol, kork. Gücün yeterse hased kapısını kapak, hasedi terk et. Kendini başkalarına mehdetme, namahreme bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp, viran eyleme. Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen, fakirlikten kurtulursun. Edebli, mütevâzi ve cömert ol. Tırnağınla dişini kurcalama. Elbiseni, üzerinde dikmekten sakın. Yalnız, bir evde sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.

            Bu yazımda adı geçen Fatih Sultan Mehmed Han’ı gelecek sayılarda ayrı bir başlık altında işleyeceğimi arz eder, okuyucularıma sevgi ve saygılarımı sunarım.

 

-Son-



[*] Emekli Emniyet Müdürü

**Pasteur Lois (1822-1895) Fransız Kimya ve Biyoloji bilginidir. Mikrobiyolojinin kurucusudur. Kuduz aşısını da bulmuştur.