BAHAR
GELMİŞ NE GÜZEL
|
Hüseyin ÖKSÜZ[*] |
Duygu
ve düşüncelerini,insanlar karşılarındakilere iletirken;söz,ses tonu ve beden
hareketleri kullanırlar. Bunları yaklaşık değerlerle ifade edersek,iletişimin
%7 si söz, %35 i ses tonu, % 58 ide beden dili
ile olur. Karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini anlamamız bunları
doğru değerlendirmemize bağlıdır.
Geçmişte
söylenmiş söz yada eylemden bize bu üç öğe hakkında yeterli bilgi kalmışsa ve onu
doğru değerlendirebilmiş isek o kişinin duygu ve düşüncelerini daha
kolay ve daha iyi anlayabiliriz.Bu öğelerde bazı eksiklikler var ise
kişinin duygu ve düşüncesini anlamak da güçlük çekebiliriz.
İnsanın,söz
yazı yada eylem olarak dışa yansıyan duygu ve düşüncelerine biz kültür diyoruz.Diğer bir anlatımla kültür,
kişiyi yönlendiren duygu ve düşünceleridir.Bir duygu ve düşünceyi anlayabilmek
için o söylem veya eylemin arkasındaki bilgi ve deneyim birikimine inmemiz
gerekir.
Oradan
edinebileceğimiz yeterli bilgi sayesinde ,bu söz veya eylemin arkasındaki duygu
ve düşünceye ulaşabiliriz.Bu söylenenlerden söylenmeyenlere,yazılanlardan
yazılmayanlara ve bilinenlerden bilinmeyenlere ulaşma çabası ile olur.
Atatürk,
bu ilkeyi bize “Düşüncelerimi, duygularımı anlıyorsanız bu yeterlidir.” söylemiyle
ifade etmiştir.Onu anlamak demek onun duygu ve düşüncelerini anlamak demektir.
Bu ise onun söz ve eylemlerine yansıyan duygu ve düşüncelerinin gerisindeki
bilgi ve deneyim birikimi anlamakla bilmekle olur.Acaba bu ödevimizi gerektiği
gibi yerine getirebiliyor muyuz? Onu
anlamaya yeterince gayret ediyor muyuz? Onun düşünce ve duygularını doğru anlayabiliyor muyuz? Hep
beraber bir kere daha düşünelim.İstedim Bu bahar günlerinde.
İşte
bu sorularımızın yanıtını aramak için Afet İnan’ın Atatürk le ilgili anlattığı
bir anısındaki, söylem ve eylemleri ile onun arkasındaki duygu ve düşüncelerini
anlamaya çalışalım.Bakalım hangi izleri bulacağız vardığımız sonuca sizde
katılacak mısınız?
Atatürk
ün hastalığının ilk aylarında,Çankaya’da istirahat ettiği günlerin birinde,
Keçiören’ den bir dal badem çiçeği getirmişlerdi. Bir vazo içinde odasına
konulduğu zaman, Atatürk’ün yorgun ve hasta yüzünde bir neşe belirdi.
“Bahar
gelmiş ne güzel” dedi ve hemen ekledi “Fakat bu güzel çiçekler meyve
vermeden solacak ve sadece bizim birkaç günlük göz zevkimizi tatmin edebilecek,
ne yazık.”
Atatürk,
bu sözlerine başka sözcükler ilave etmemişti. Fakat yüz ifadesi bir çok
anlamlar saklıyordu. Onun ara sıra derinden bir iç çekişi vardı ki, bazen
sofada ve merdivenlerde yürürken ayak seslerinden önce işitilen bu derin bir
hayat nefesi idi. İşte bu günde bu iç çekişle beraber gözleri bahar
çiçeklerinde sabitleşti. Bahar kokusunu alabilmek için çiçeklere eğildi ve “Oh
hayatın gençliği ne nefis” demekten kendini alamamıştı. Fakat bu meyve
verecek dalların koparılmasından da kederlendiği görülüyordu.
Atatürk
badem çiçeğini ilk gördüğü anda ne düşünmüştü? Hangi duyguları taşıyordu?
Çiçeğin dalından kopartılmış olması ve
güzelliği karşısında neler duyumsamıştı? Hem neşelenmişti, hem üzülmüştü
bu nasıl olmuştu? Neden neşelenmişti? Neden üzülmüştü?Her söylemi ve eyleminin
arkasında derin düşünceleri olan Ata, bize bu
söz ve eylemleriyle neler anlatmak istemişti?
Atatürk’ün
dünya görüşü ve felsefesine göre dalından koparılmış bir badem çiçeği neyi
ifade ediyordu? Onda baharın güzelliği mi, bir dünya görüşü mü, olaylara bir
bakış mı saklıydı? Yoksa onda bir evren mi temsil ediliyordu? Onun yukarıdaki
söylem ve eylemlerini esas alarak bunu anlamaya çalışalım.
Mademki
kişi ve bunların bir araya gelmesinden oluşan toplumların ortak kültürünü
onların almış olduğu bilgi ve deneyim belirler.Bu da söz, yazı ve eylem olarak
yansıtılır. O halde bize Atatürk’ün bu
söz ve eylemleriyle neyi anlatmak istediğine geçmeden önce farklı
kültürlerin doğaya nasıl baktığına bir
bakalım
On
yedinci yüzyılın tanınmış Japon ozanlarında Basho büyük bir olasılıkla bir köy
yolunda yürürken çitlerin yakınında pek de önemsenmeyen bir şeyler görür,
yaklaşıp dikkatlice incelediğinde, yakınından geçenlerce ayırdına (farkına)
varılmayan yabanıl bir bitkiyle karşılaşır ve hayranlık, kaygı,övgü ve sevinçle
şöyle der.
Dikkatlice
baktığımda,
Nazuna’
yu görürüm çiçeklenen
Çitin
yakınlarında!
Çoğu
doğulu ozan gibi bir doğa ozanı olan Basho doğaya öylesine sevdalıdır ki, sanki
bir bütün gibidirler. Basho, kimsenin dikkatini çekmeyen bir çiçeği, uzak ve
bakımsız bir köy yolundaki eski bir çitin yanında açmış görünce, içinde sevgi
dolu yücelikler oluşmuş, çiçekte; o doğal güzelliği ile onda, içtenlikli bir
beğeni ve yaşamın gizemini yaratmıştır.
Benzer
bir durumda bir de batının neler duyumsadığına bakalım. Çoğu batılı ise doğaya
bir yabancıymış gibi bakar. Doğanın insanların yararlanması için varolduğunu
düşünür. Tek batılı örnek olmasa da Tennyson’u örnek alalım. Çünkü, onun
şiirinde Basho’ nun dizelerini çağrıştıran bir şeyler var.
Çatlamış
duvarda bitivermiş olan çiçek;
Söküyorum
seni yeşerdiğin çatlaktan,
Avuçlarımda
tutuyorum
Köklerinle
birlikte seni küçücük çiçek.
Anlayabilseydim
eğer ne olduğunu senin,
Kökünle
ve her şeyinle,her şeyi her yerindeki
Kavrardım
Tanrı’nın ve insanın ne olduğunu da.
Dikkat
edilirse ozan bir çiçeği “kökleriyle birlikte” söküp avuçlarında tutuyor
belki de ona dikkatlice bakıyor. Büyük bir olasılıkla yol kenarındaki çitlerin
yakınında nazuna’yı görüveren Basho’ nun yaşadığına benzer duygular
yaşıyor. Ama iki ozan arasındaki ayrım şu, Basho çiçeği köklemiyor yalnızca ona
bakıyor onu olduğu yerde gözlemleyerek düşüncelere dalıyor. Ve içindeki
devinimleri yirmi altı hecelik şiirine döküyor.
Tennyson
ise önce çiçeği kökleriyle birlikte sökmeye gereksinim duyarak onu yetiştiği ortamdan ayırıyor.Çiçeği bulunduğu
ortamda gözlemlemiyor. Soruları ve aradığı yanıt onun için öylesine önemli ki,
sanki çiçek üzerinde inceleme yapacakmış bir bilim adamı,gibi çiçeğe olanları
hiç mi hiç umursamıyor. Bitkinin ölümüne neden oluyor.
Burada;
biri doğulu diğeri batılı iki ozan; aynı gerçeğe iki karşıt yaklaşım biçimi
sergilemektedir. Onları kıyaslarken her birinin kendi kültürel tabanını dile
getirdiklerini görüyoruz.
Şimdide ulusunun duygu ve düşüncelerini esin
kaynağı olarak kabul eden
Atatürk’ün,doğaya ve evrene nasıl baktığını bu konudaki söylem ve eylemlerine
bakarak anlamaya çalışalım.
Atatürk;
dünya görüşünü ve olaylara bakışını “Felsefe; evren karşısında akılcı
davranıştır. Benim prensibim her olayı kendi kanunları içinde
incelemektir. Ama bunu yaparken hiçbir zaman evreni ve insanı gözden kaçırmam.
Evrenle, insanla çatışan düşünce yararlı olamaz.” şeklinde
açıklıyor.
Sözlerinden
de anlaşılacağı üzere; Atatürk’e göre, bir düşünce doğru olduğu kadar, insancıl
da olması gerekir. O, evrene ve insana yararlı olmayan düşüncenin erdemli
olamayacağını benimsemiştir. Düşüncede ve eylemde sonuca bakar sonuç iyi ise
ona göre düşüncede iyidir.
Ozanların
ilk çiçeği gördükleri zaman nasıl içlerinde bir sevgi ve coşku oluşmuş
ise, Atatürk de kendisine getirilen bir
dal badem çiçeğini ilk gördüğünde, mutluluk duymuştur. Ancak; bu çiçeğin
dalından koparıldığı ve ölüme terk edildiğini
düşününce bu eylemin erdemli bir davranış, evrene (doğaya) insancıl bir
yaklaşım olmadığını düşünerek bundan
üzüntü duymuştur.
Nasıl
ki ozanlar söz ve eylemleriyle kendi kültürel tabanlarını temsil etmişlerse
Atatürk de dalından koparılmış bir bahar çiçeğini gördüğünde, söylem ve
davranışlarıyla her konuda olduğu gibi sahip olduğumuz kültürün yansımasında
bize örnek olmuş,duygu ve düşüncelerini anlamamızda bize yol göstermiştir.
Atatürk,
doğayı, ağaçları ve çiçekleri çok severdi. Çocukluğundan beri içinde doğaya
karşı bir sevgi gelişmişti.Çiftliğindeki meyve ağaçlarının dikilişini kendi
eliyle düzenlemiş,başlarında durup bakmıştı.Dinlenmek için sık sık Ziraat
Okulunun yamaçlarına kurmuş olduğu, bu çiftliğe giderdi.Çorak yerleri
yeşertmekten,çiçeklendiğini görmekten
zevk alırdı.Bu düşünce ve uğraşısı yaşam boyu sürdü. Hastalığının son
zamanlarında ise çoğu kez duvarda asılı ön planda çiçek açmış meyve ağaçları
arkada da yeşil bir orman bulunan bir dağ resmine bakarak gideriyordu bu
özlemini.
O
nun yakınında bulunanların bu konularda anlatmış oldukları bir çok anıları var.
Bunlar, kitaplarda yayınlandı. Atatürk Orman Çiftliğindeki eski ve çelimsiz bir
İğde ağacının sökülmesi, çiftlikten otomobille geçerken yaşlı ve cılız bir sakız ağacını görememesi, Çankaya köşkünün önüne yeni dikilmiş Akasya
ağaçlarının yanlış budanması ve kendi adını taşıyan Atatürk bulvarına çam
dikilmesi, üzerine, düşüncelerini ve davranışlarını biliyoruz.Bunlar onun dünya
görüşünün,evren ve doğaya bakışının birer yansımasıydı.
Evrenin tek nedene bağlanamayacak kadar karmaşık yapısı olduğuna inanan Atatürk’ün bu konuda ki duygu ve düşüncelerini anlayabildik mi? Anlatabildik mi? Bilmiyorum? Ama o, duygu ve düşüncelerini, söz,yazı ve eylemleriyle ifade ederken ,bize daima, bilim, akıl ve erdeme uygun davranma yolunu göstermiştir.
Bir orman köyünün yamacında kendi yaptığı kerpiç evde yaşayan ve evinin duvarında rastladığı bir ayrık otuna selam vererek “Haydi devinin, sıçrayın, çiçek açın gayrı, meyve verin”diye seslenen doğayla özdeşleşmiş ozanımız Safai’nin dizeleriyle bitirelim sözü.
Her
kasımpatı çiçeği
İster dalında dursun
kopartılmış isterse
Çocuksu
bir hüzündür biraz
Biraz
Mustafa Kemal
Ortaları aşmış yaştakilere