İŞKENCENİN TARİHİ, YASAKLANMA SÜRECİ, ULUSLAR ARASI İNSAN
HAKLARI METİNLERİNDEKİ VE İÇ HUKUKUMZDAKİ YERİ
|
Hasan DOĞANCI§ |
GİRİŞ
Devlet örgütünün
hızla güçlenmesi ve kontrolünü artırmasına karşılık, eşzamanlı olarak da birey
özgürlüğü ve bu konudaki talepler hızla artmaktadır. Devletin kontrolünün
artması ve birey özgürlüğü talepleri birbirleri ile hangi noktada
çatışmaktadır. Her halde insan hakları alanında yani birey özgürlüğü neticesi
olan haklarda çatışma olması kaçınılmazdır.
Buna rağmen, 20.
yüzyıl özellikle son yılları, insan hakları dalgası çığ gibi büyümüş ve
yükselen yıldız değer halini almıştır. Gerçekten bu böyle midir? Makineleşmenin
hızla arttığı çağımızda zaman zaman insanlarda makin敥 olarak algılanmaya
başlanmış, bunun sonucu insanlar arasında kişiliksiz anlayış giderek artmıştır.[1]
Çıkarcılık, nemelazımcılık veya bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesi
bugünün sorgulayan insanına ne ifade etmektedir. Evet, sloganda dediği gibi
“susma sustukça sıra sana gelecek “ gerçekten de sustukça sıra kendimize
gelebilir. Hukuk herkese bir gün lazım olabilir. Bunun için hukuk devleti
Anglo-Sakson deyimle hukukun üstünlüğü her alanda esas alınmalıdır. Ancak,
insan aklının bulduğu bütün bu güzelliklere rağmen, işkence dünya gündemindeki
yerini korumakta özellikle ülkemiz konu ile ilgili ciddi ithamlara maruz
kalmaktadır. Bizler bu mesele karşısında deve kuşu misali kafamızı kuma gömüp,
görmezden mi geleceğiz, ve yahut bir şeyler mi yapacağız? Özellikle emniyet
mensubu olarak bu ithamları yutacak veya diğer bir ifadeyle altında mı
kalacağız? Elbetteki hayır. Bu makale emniyet mensubu bir kişinin bakış açısı
ve araştırması ile; işkence ile ilgili kısa tarihi bilgiler vermesinin yanında
Uluslar arası anlaşma, bildiri ve sözleşmelerde ve iç hukukumuzda işkence yasağı incelenmiştir. neler yapılabileceğine dair düşüncelerini
ifade etmektedir.
Bu çalışma dört
bölümde ele alınmış; birinci bölümde, işkencenin tanımı ve nedenleri ele
alınmış, ikinci bölümde işkencenin tarihi gelişimi ve yasaklanma süreci ele alınmıştır.
Üçüncü bölümde uluslar arası sözleşme ve belgelerde işkence yasağı incelenmiş,
dördüncü bölümde Türkiye’de yürürlükteki yasalarda işkence yasağının durumu
incelenmiş, sonuç bölümünde ise, işkencenin önlenmesi ile ilgili yapılması
gerekenler bir emniyet mensubu olarak tecrübe ve gözlemlerim ışığında
sıralanmaya çalışılmıştır.
İŞKENCE SUÇU KAVRAMI
İşkence kelimesi
Farsça’daki “şikence” kelimesinden dilimize işkence olarak girmiştir. Kelime
manası, azap, eziyet, acı demektir. Bizim asıl üzerinde duracağımız kelimenin
hukukta ifade ettiği anlam olacaktır.[2]
İşkence suçu
kavramının dar ve geniş olmak üzere iki anlamı vardır. Dar anlamda işkence;
Şüphelinin yada sanığın ifadesini veya sorgusunu almaya yetkili olan
görevlilerin, şüpheliye yada sanığa suçunu itiraf ettirmek, suç delillerini ele
geçirmek, sorgu sırasında düştüğü çelişkileri düzelttirmek, suçun ortaklarını
ele verdirmek yada işlemesi mümkün başka suçları varsa onları da öğrenmek için
onda bedeni veya ruhi zarar yada tehlike meydana getiren ve insan onuru ile
bağdaşmayan her türlü maddi ve manevi kötü muameledir. Bu anlamda kötü muamele
kavramı içerisine zalimane, gayri insani ve haysiyet kırıcı davranışlarda
girmektedir.
Geniş anlamda
işkence suçu kavramı ise, ceza muhakemesi dışındaki idari ve disiplin gibi herhangi bir muhakemedeki soruşturmalar
ile tanık, bilirkişi ve müdafaa gibi sanık dışındaki kişileri de mağdur olarak
kapsamına alması bakımından, dar anlamdaki işkence suçu kavramından
ayrılmaktadır.[3]
İşkence
kavramının mer’i hukuktaki anlamına gelince, 1982 Anayasası madde 17 ve Türk
Ceza Kanunu madde 243 ve 450/3 ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Madde 135’de
yer almasına rağmen işkenceyi tarif etmemiştir. Hatta Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde de Madde 3 ve 1948 yılında BM tarafından kabul edilen İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesinde (madde 5) geçmesine rağmen tarifi
yapılmamıştır.
Ancak, Yargıtay
bir içtihadında “vahşice davranışlar işkence ve tazip sayılır,”demiştir. Ayrıca
Birleşmiş Milletlerin 1984 tarihinde kabul ettiği Birleşmiş Milletler İşkence
ve Diğer Zalimane Gayrı İnsani veya Küçültücü muamele veya Cezanın Önlenmesi
Sözleşmesi’nde ele alınıp tarif edilmiştir. Tarife göre; işkence suçu bir şahsa
veya bir üçüncü şahsa bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe
edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek
için veya ayrım gösteren herhangi bir
sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka
şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatiyle uygulanan fiziki veya manevi ağır
acı veya ıstırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal yaptırımların
uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak meydana gelen acı
veren ıstırabı içeremez.[4]
İşkencenin
yüzlerce çeşidi olmakla birlikte bu çalışmada, tanımda da vurgulandığı gibi
işkencenin iki çeşidi üzerinde durulacaktır. Bunlar; maddi işkence yani fiziki
işkence, ikincisi ise, manevi yani psikolojik işkencedir.
Ayrıca işkenceden söz edebilmek için eylemi
yapan kişinin kamu görevlisi veya bu sıfatla hareket eden kişi olmalıdır. Aksi
takdirde eylem saldırı veyahut başka bir isim altında değerlendirilecektir.
A- İşkencenin
Cezalandırma İle İlişkisi
İşkence ile
cezalandırma arasında kesin bir sınır yoktur. Birinin nerde başlayıp nerde
bittiği belli değildir. Bu aralarındaki fark tamamen, mağdurun yani işkenceye
maruz kalan kişinin fizikse ve zihinsel acıya verdiği tepkiye bağlıdır. Eski
çağlardan beri toplum veya devletler, işkenceyi cezalandırma sınıflaması içine
koyarak işkenceyi mazur göstermeye ve bu yolla işkencenin varlığını inkar
etmeyi gelenek haline getirmeye gayret etmişlerdir. Cezalandırma terimi;
işkencenin yumuşatılmış karşılığı olarak kullanılması neredeyse evrenselleşmiş
ve neyin işkence sayıldığı doğru olarak anlaşılamamıştır. [5]
B- İşkencenin Nedenleri
Bilgi Almak Amacıyla : Bilgi alma kavramı, oldukça geniş ve kapsamlı bir kavramdır. Suç
veya sanıkla ilgili her türlü bilgi ve haber bu kavrama dahildir. Örneğin, suç
delillerini tespit etmek, suçun hazırlıklarını öğrenmek, suçun işleniş nedenini
öğrenmek, sanığın nerede olduğunu veya nerede gizlendiğini öğrenmek, suçluyu
tespit etmek veya yakalamak, suç hakkında bilgi edinmek ve benzeri nedenler,
bilgi alma gayesine yöneliktir.
Suçu İtiraf Ettirmek Amacıyla : İşkence için kabul edilen sebeplerin önemli olanlarından biri
şüphesiz, suçu ortaya çıkarmak ve gerçeği belirlemek maksadıyla kişiye ıstırap
çektirmektir. Ağır işkence altında zanlıya suç itiraf ettirmek yalnız gayri
insani değil, aynı zamanda oldukça aldatıcı bir delildir.
Cezalandırmak Amacıyla : Bir kimsenin işlemiş olması ihtimal dahilinde olan suçların
ortaya çıkarılması düşüncesi ile birlikte işkencenin bizatihi cezalandırma
aracı olarak görülmesi şeklinde de olabilir. Hakim bizzat suçluya işkence
edilmesine veya hapishane sürecinde cezanın infaz edilmesi aşamasında veya ölüm cezasının uygulanmasından önce
kitlelere ibret için suçluya işkence edildiği tarihte çok vakidir. Fakat
günümüzdeki genel eğilim, işkencenin cezalandırma aracı olarak görülmemesi
şeklindedir.
Suç Ortağını Ortaya Çıkarmak Amacıyla : Aslında işkencenin, gerçeğin keşfi için bir vasıta olamayacağı
belli ve kesin iken, bununla bir de suç ortaklarını ortaya çıkarmak hiç mümkün
olmaz. Çünkü ortakları bulmak da suç delillerini ortaya çıkarmak demek
olacağından, işkence altında verilecek bilgilerin sağlıklı ve gerçekleri ortaya
koyucu bir özelliğinin olacağı kabul edilemez bir durumdur. Üstelik ağır
ıstırap altında kendini itham edebilen bir kimse, başkalarını daha kolay itham
edebilir ve cezadan kurtulmak için suçu başkalarına rahatlıkla atabilir.
Gözdağı Vererek İtaate Zorlamak Amacıyla : İşkenceye maruz kalan kimsenin, işkenceyi yapanlar tarafından gözü
korkutulur ve böylece kendisinin kesin itaat etmesi sağlanır. Her türlü işkence
vasıtasına başvurularak, muhatabın yapmayı planladığı eylemlerden vazgeçmesi
veya yaptıklarını haber vermesi yoluna gidilir.
f. Tehdit Etmek Amacıyla : Tehdidin amacı, işkence edilen
kimseyi veya üçüncü bir şahsı belli bir davranışta bulunmaya sevk etmek ve
zorlamaktır. Keza maznunun serbest iradesi dışında ve serbest kaldığı zaman
yapmayacağı veya söylemeyeceği bir şeyi yaptırmak yahut söyletmek, işkence
edenin iradesi doğrultusunda hareket etmesini temin etmek, tehdidin gayesini
teşkil eder.
Ayrımcılık Yapmak Amacıyla : İnsanlar arasında her türlü
farklılık doğuracak tüm davranışlar ayrımcılıktır. İşkence eden kimseler din,
mezhep, sınıf, ırk, bölge, millet, herhangi bir ideoloji, siyasi parti vs. gibi
farklılıkları esas alarak sanığa ağır bir eziyette bulunuyorsa ayrımcılık
yapmak suretiyle işkence ediyorla demektir.[6]
İŞKENCENİN TARİHİ
İşkencenin tarihi denilince, önce
işkence uygulamasının tarihi seyri, sonra yasaklanması ve suç haline
getirilerek cezalandırması anlaşılır.[7]
Tarihin her
döneminde insanlar arasında ceza ve cezalandırmaya rastlamak mümkündür. Çünkü
toplu halde yaşayan insanların huzur ve asayişini sağlamak için anti-sosyal
davranışları, sosyal tepkiler ile önlemek gereklidir. Cezaların mecburiyeti,
insanların toplu halde yaşama zorunluluğundan doğmaktadır. Sosyal düzeni sağlayacak
yaptırımlar olmadan, hakların ve hürriyetlerin korunması kolay ve mümkün
görünmemektedir.[8]
Teknik anlamda işkenceden söz edebilmek için
yöneten ve yönetilenlerin bulunduğu bir devlet düzeninin varlığı şarttır.[9]
Bu nedenle
işkence ele alınırken en eski tarihlerde varlığı bilinen devletlere bakacağız.
Burada işkencenin adeta devletle koşut olarak gittiği görülür.
A- ESKİ ÇAĞLARDA
İŞKENCE
Eski Çin Hukukunda İşkence; Eski Çin Ceza Hukuku, öç alma yani
intikam esasına dayanır. Suçlu işlediği fiilin durumuna göre, suçtan zarar
gören kimsenin akrabaları veya bizzat kendisi tarafından yakalanarak
cezalandırılırdı. Suçlu ya işlediği fiile aynen veya ona yakın bir cezaya
çarptırılırdı. Örneğin, bir kimse diğerini öldürürse, maktulün akrabaları
tarafından yakalanır ve öldürülürdü.
Daha sonra
cezalandırma yetkisi devlete bırakılmış ama kabul edilen esaslara göre, adam
öldürme, adi yaralama ve hırsızlık, umumi ahlak ve adaba aykırı olan fiiller,
hile ve iğfal gibi suç işleyenler sırasıyla ölüm, bacakların veya burnun
kesilmesi ve suçlunun yüzüne damga vurulması gibi cezalar tayin ve tespit
edilmiştir. [10]
Japonya’da İşkence; Diğer Doğu milletlerinde olduğu
gibi, Japon ceza hukukunun temel ilkesi intikam ve öç almaya dayanırdı.Bedensel
cezalandırma esastır. Suçlanan yada kuşkulanılan sanıklara ve kanıt vermekte ve
ya gerçeği söylemekte direnen tanıklara doğruyu söyletmek amacıyla işkence
yapılması Japon Ceza Hukukunda meşru sayılmıştı. Japonya’da yasal işkence 1873
yılına kadar devam etmiştir. Japonya’da en meşhur işkenceler, 17. yüzyılda
Hıristiyanlara yapılan işkencelerdir.[11]
Hindistan’da İşkence; Hindistan’da cezalar, suçluların
mensup olduğu kastlara göre değişiklik gösterdiği gibi, suçlulara her türlü
işkence uygulanıyordu. Brahmanlar yüksek sınıfı teşkil ettiği için bunlara
işkence uygulanmazdı. Fakat bazı suçlarda da Brahmanlara işkence uygulandığı
olurdu. Ölüm cezaları genellikle işkence ile birlikte infaz edilirdi.[12]
Eski Mısır Hukuku’nda; Eski Mısır ceza hukukunda cezalar
çok ağır ve keyfidir. Cezalar ve suçlar arasında tam bir dengesizlik söz
konusudur. Çok basit bazı suçlara örneğin, iftira ve Malları hakkında doğru
bilgi vermeyenler idam edilirdi. Siyasi suçlarda mahkum edilenlerin kafası
kılıçla kesilirdi. Suçlunun ortaya çıkarılması için tek yöntem sadece işkence
olarak karşımıza çıkar.[13]
Babil Hukuku’nda; Meşhur Hamburabi kanunlarında
şahıslar ve mülkiyet aleyhine işlenen suçlar çok şiddetle cezalandırılır, suç
kabul edilen fiillerle cezalar arasında bir denge olmadığı gibi, verilen
cezalar, adeta faillere işkence ve eziyet etmeye yöneliktir. Mülkiyet Babil
hukukunda çok önemli idi. Bir eve zorla giren kimse ölüme mahkum edilir ve
zorla içeri girdiği eve gömülürdü.
Babil hukuku da
işkenceyi cezanın infaz yöntemi olarak benimsenmesinin yanında mantıksız ve
garip yöntemleri de kullandığı görülmektedir. Örneğin; zina eden kadın,
kocasının isteği üzerine, zina ettiği kimse ile bağlanarak suya atılır, batarsa
bu durum onun suçlu olduğunu, batmazsa suçlu olmadığına delalet eder şeklinde
kabul edilirdi.[14]
İran Hukuku’nda; Bu ceza sisteminde de cezalar çok
keyfi ve şiddetli olmasının yanında özellikle adam öldürme ile ilgili cezalar,
öldürülen kimsenin yakınlarına hususi intikam alma hakkını tanıyordu. Devlet
aleyhine işlenen suçlar için uygulanan ceza mutlak surette işkence ederek infaz
edilirdi.
İran adliye
teşkilatının başında hükümdar bulunurdu. Bu devlette, ruhban sınıfı
mensuplarına bazı kazai imtiyazlar tanınmıştı. Tanıklık müessesine önem
verilmekle birlikte eğer suçlu hakkında şahit bulunmazsa suçu ortaya çıkarmak
için işkence edilir, ateşe atmak gibi muamelelere maruz bırakılırdı. Yargıçlar
kararlarında gerekçe göstermek zorunda değillerdi.
Eski İran
hukukunda işkence yapıldığına dair şu enteresan örnek vardı. Bir hakim rüşvet
alırsa, hükümdarın emriyle idam edilir ve yüzülen derileri oturduğu koltuğa
kaplanırdı.[15]
Eski Yunan Hukuku’nda; Eski Yunanistan’da işkencenin ancak
kölelerle sınırlı kaldığı söylenir ise de; tarihçilerin yanıltılmış olduğu
diğer insanların da itiraf ettirme usulü ile ilgili olarak işkenceye maruz
kaldıkları olmuştur.
Eski Yunanistan’da
kölelere işkence yapılması değişmez yazgı olarak kabul edilmiş, zamanın
filozofları Eflatun ve Platon bunları onaylamış, Platon Ütopya düşüncesini
açıklarken, özgür yurttaşlar ve köleler için ayrı bir hukukun gerekli olduğunu
kabul etmiştir. Özgür insanların yalnız kınandıkları kabahatleri, köleler
işlediklerinde kırbaçlanmaları gerektiğini savunun yaygın ve popüler öğretiyi
onaylıyordu; özgür insan para cezası ile kurtulurken köleye ölüm cezası veriliyordu.[16]
Roma Hukuku’nda; Roma ceza hukuku, işkenceyi
engelleyebilecek olan “cezada hukuki eşitlik “ prensibini kabul etmemiştir.
Yani kanun önünde insanlar eşit kabul edilmemiş, ceza vermede ve cezanın
infazında suçlunun sosyal durumu ön plana geçmiştir. Hür, düşük sınıflı
insanlar ve köleler için ayrı ayrı infaz yöntemleri benimsenmiştir.
Roma’da ölüm
cezasının uygulanması sırasında suçluya işkence edilir ve sonra öldürülürdü.
Roma’da en meşhur işkence metodu suçluların arenalarda aslanlara atılarak
halkın önünde parçalatılması ve bu yolla halkın ve özellikle kralın
eğlendirilmesi olayı vardır.[17]
B- ORTA ÇAĞDA İŞKENCE
Müşterek Hukuk Dönemi
Ortaçağda,
kilise hukuku ile Roma hukuku arasındaki sıkı ilişkiye rağmen, Kilise
başlangıçta işkenceyi kabul etmemişti. Hatta, Papalar işkenceyi açıkça
lanetlemişlerdir. Örneğin, Papa III. İnnozenz, 1215’te işkenceye karşı olduğunu
beyan etmişti. Fakat, papalık 12.yüzyıl da dini kurallardan sapma ile
itaatsizlikleri şeytan eseri olarak görmeye ve bu kişileri de öldürerek cezalandırmaya
başladı. Bunun sonucu olarak Papalık çıkardığı kararname ile itirafa zorlamak
için yapılacak işkence uygulamasının hukuka uygun olduğunu ve dolayısıyla
serbest olduğunu ilan etmiştir. Buna göre; eğer sanık isteyerek ve iyilikle
suçunu itiraf etmek istemezse Engizisyon Mahkemesi bedeni acılar vasıtasıyla
onu itirafa zorlamak içi, bazı işkence aletlerini tatbik edecekti. 13.
yüzyıldan itibaren yeni işkence yöntemleri gelişmeye başlamış ve 1450-1529
yılları arasında yaşamış olan Bolonyalı İppolito Marsili “uyanık tutma” usulünü
keşfetmiş ve vücuda zarar vermeyen bir işkence olarak belirtmişti.[18]
İşkence,
Engizisyon mahkemesinin başlamasından itibaren, aşağı-yukarı 500 yıl boyunca
hukuken kabul edilen bir uygulama olarak Avrupa Ceza Adaletini şekillendirmiştir.
Özellikle, 1507’de Schwarzenberg’de yürürlüğe giren (consititutio Criminalis
Bambergensis), şüphelilere işkence yapılacağını düzenlemiştir. Bu kanun daha
sonra V. Kral zamanında 1532’de yürürlüğe giren ve müşterek hukuk dönemine
damgasını vuran Carolina’nın esasını teşkil etmiştir. Gerçekten de Carolina’da
işkence ile ilgili geniş düzenlemelere yer verilmiş ve bunlar yıllarca
uygulanmıştır. Buna göre; acil ve yeterli şüpheli durumlar olmaksızın kimseye
işkence yapılmayacak; itiraf veya doğrudan ve tam delil olmaksızın kimse idam
edilmeyecekti. Ayrıca, işkence ile alınmış bir itirafın değerlendirilmesi kafi
emareler şartına bağlanmıştı.
Fransa’da
ise, 1670 yılında yürürlüğe giren bir emirname ile Engizisyon Muhakeme usulü
bir doktrin seviyesine çıkmış ve bu bütün bir Avrupa hukuku için örnek teşkil
etmişti. Buna göre sanığın aleyhindeki ithamlar asla bildirilmeyecek, sanığın
sorgusu ikrarı elde etme amacıyla yapılacak ve sorgudan önce bir müşavir veya
müdafi de bulunmayacaktı.
Bu
dönemde, tüm Avrupa’da işkence olağan bir uygulama olarak kabul edilirken,
İngiltere’de kişi özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, işkence ve kötü muameleye
maruz bırakılmayacaklarını teminat altına almak ve kralın yetkilerini
sınırlayan 1215 yılında Manca Carta Libertatum, 1679 Habeas Corpus Act. Ve 1689
Bill Of Rights isimli belgeler ortaya çıkmış, kişi güvenliği ve
dokunulmazlığına ilişkin çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir.[19]
Roma
Hukuku orta çağ’da Almanya’nın ortaya koyduğu Carolina ile İtalya ve Fransa’yı
etkilemiş ve Avrupa’da müşterek hukuk bu şekilde ortaya çıkmıştır. Roma Ceza
Hukuku, her ne kadar ilk dönemlerdeki tesiri azaldıysa da 18. yüzyılın
ortalarına kadar devam etmiştir. Bilinen en büyük özellikleri; keyfi olması,
eşitlik esasını bertaraf etmesi ve cezalarda olağanüstü bir şiddet
getirmesiydi.[20]
Yeni Zamanlar Hukuku’nda
İşkencenin
kaldırılması için mücadele aydınlanma çağı düşünürlerinin bu uygulamaya karşı
çıkmaları ile başlamış ve doğal hukukun zaferi ile sonuçlanmıştır. 16.
yüzyıldan başlayarak Montaigne, La Brugere, Beccaria, Montesquieu ve Voltaria
gibi yazarlar işkenceyi ağır bir şekilde eleştirmişler ve bunların sonucunda;
il önce İsveç, ardından Büyük Frederik Almanya’da aşama aşama işkenceyi ceza
yasalarında büyük suç saymışlardır. Yine Fransız ihtilalinden sonra İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirisi ve Amerika’daki Virginia Anayasa’nda işkence
yasaklanmıştır.
İşte
aydınlanma çağı düşünürlerinin etkisiyle doğan ve gelişen özgürlük fikrinin
sonucu olarak, Amerika ve Fransa’da ortaya çıkan bildiriler, insan hakları
konusunde devrim yaratan çok ileri anlayışlar getirmişlerdir. Gerçekten de bu
bildirilir insan ve insan onuruna saygı gösterilmesi gerektiğini devletin
görevinin bu olduğunu ifade etmişler ve bunun korunması amacıyla “ kişi ve
dokunulmazlığı ve güvenliği” ile ilgili yeni ilkeler belirlemişlerdir. Bu
gelişmelerin sonucu kanunlarda görülmüş,
o zamana kadar hukuki nitelik taşıyan işkence yasaklanmaya başlamış ve
19. yüzyılın ortalarına kadar tamamen yasaklanmıştır.[21]
Çağdaş Ceza Hukuku Dönemi
Hukukçular,
zamanımızda bazı doktrin er farklılıklar olmasına rağmen bir müşterek ceza
hukuku kurulduğu görüşünde birleşmektedirler. Çağdaş ceza hukukunun iki
çeşidinin veya iki anlayışından bahsedilebilir. Bunlardan birincisi liberal,
ikincisi otoriter olmasıdır. Liberal ceza hukuku anlayışında insan ve
özgürlükleri ön plandadır. Otoriter ceza hukuku anlayışında ise tek gaye sosyal
müdafaadır. İnsan hak ve hürriyetleri ile sosyal müdafa karşı karşıya gelecek
olursa, sosyal müdafaa tercih edilir. Bu anlayışta cezalarda ağır ve
şiddetlidir. [22]
İkinci Dünya
savaşından önce otoriter anlayış hakimken, günümüzde liberal ceza hukuku
anlayışı geçerli olmakla birlikte klasik ve pozitivist doktrinlerin etkisi
altındadır. Suçta ve cezada kanunilik, cezanın kişiselliği önemli bir
prensiptir. Ayrıca suçlunun kişiliğine uygun kişiliğine uygun tedbirlerin
uygulanması önem arz etmektedir.
O halde çağdaş
ceza hukukunda cezalandırma artık şahsi ve keyfi değildir. Cezalandırma da
objektif, genel, şahsi olmayan ve mücerret kurallar uygulanmaktadır. Şiddete de
yer yoktur. Ceza verme de, kanunilik, sosyal düzen ve sükun ile kişi hak ve
hürriyetlerinin mümkün olduğu kadar korunması esastır. Çağımız hukukunun
özelliklerinden birisi de uluslar arası insan hakları hukukunun giderek gelişen
ve özerkliğini kazanan bir hukuk disiplini olarak ortaya çıkmasıdır. Gerek
bölgesel, gerekse de uluslararası düzeyde yapılaştırılan bir hukuk sistemi
haline gelmesi sevindiricidir. Bunun doğal sonucu da bir hak ihlali nerede
ortaya çıkarsa çıksın, her türlü sınırın üstünde, buna karşı çıkma hak ve
yükümlülüğünü getirmesidir.
İnsan Hakları
hukukunun düzenlemiş olduğu hak ve hürriyetlerin başında, “insan şahsiyetinin
bütünlüğünün korunması”, hususi bir yer almaktadır. Bu hakka karşı olan ve onu
ortadan kaldıran da işkencedir.Bugün dünyada işkenceyi önlemeye yönelik bir çok
sözleşme ve bildiri kabul edilmiştir. Bunlardan en önemlileri, 1984 tarihli
“Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane Gayrı İnsani veya Küçültücü
Muamele veya Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi” 1993 tarihi itibariyle yetmiş ülke
tarafından imzalanmıştır. Diğeri ise, 1987 tarihli “İşkencenin ve Gayri İnsani
veya Küçültücü Ceza Muamelesinin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi”dir.1993
tarihi itibariyle bu anlaşmayı yirmi üç Avrupa ülkesi imzalamıştır.[23]
C- Türkiye’de
İşkence
İşkencenin
yasaklanması ile ilk belgeler, Avrupa devletlerinin baskısıyla ilan edilen
Tanzimat ve Islahat Fermanlarında karşımıza çıkar. Ancak daha bu hükümler bu
fermanlarda yer almadan öncede Ortaçağ Avrapa’sı gibi sistemli işkencenin
olduğu söylenemez. Çünkü o dönemde uygulanan İslam Hukuku’da işkenceyi
yasaklamıştır. Fakat burada İslam hukukunun cezalandırma sisteminden
kaynaklanan dövme cezaları günümüz hukukçu ve yazarlarının çoğu tarafından
işkence olarak kabul edildiğini belirtmek gerekir. Bu ve buna benzer durumların
dışında gerek dini gerekse de siyasi otoriteler tarafından işkence suç
aydınlatmakta Avrupa gibi bir yöntem olarak hiçbir zaman benimsenmemiştir.
Çıkarılan bu
belgelerde kişilere karşı eziyet ve işkence yapılamayacağı belirtilmişti. Yine
Tanzimat döneminde yürürlüğe giren 1840 tarihli Kanun-u Cezanın 3. faslı ve
1852 tarihli Kanun-ı Cedidin 2. faslının 4. maddelerinde, kamu görevlilerinin
kişilere karşı kötü muamele etmeleri suç olarak düzenlenmiştir.
Ayrıca meşhur
mecelle, “suçunu ikrar eden kimsenin ikrarının geçerli olabilmesi için rızası
şarttır. Binaenaleyh cebir ve ikrah ile vaki olan ikrar sahih olmaz.”
Osmanlı Devletinde, işkence suçu ilk defa
1858 tarihli Ceza Kanunname-i Humayunun 103. maddesinde ifade ve sorgu
sırasında işkence ve eziyet eden memurlara verilecek cezaları düzenlemiştir.
Yine 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de madde 26’da “işkence vesair her nevi eziyet
katiyen ve külliyen memnudur” hükmü ile işkence yasağına yer vermiştir.[24]
Sürecek……
§ Başkomiser, Ankara Em.Md.lüğü Eğitim Şube
Müdürlüğü, Türkiye
Orta Doğu Amme İdaresi Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Öğrencisi
[1] George Ryley SCOTT, İşkencenin Tarihi, Özgün Adı: A History Of Torture Çeviren Hamide KOYUKAN, Ankara 2001, Dost Kitapevi, s. 9-10
[2] Hakkı AYDIN, “İslam ve Modern Hukukta İşkence,” Beyan Yayınları, İstanbul 1997 s.45
[3] Timur DEMİRBAŞ, Türk Ceza Hukuku’nda İşkence Suçu, Ankara 1992, s.5-6
[4] H. AYDIN, a.g.k. s.46
[5] Ryley SCOTT a.g.k. s.11
[6] H.AYDIN a.g.k. s.58-63
[7] T. DEMİRBAŞ a.g.k. s.8
[8] H. AYDIN, a.g.k. s.101
[9] T. DEMİRBAŞ, a.g.k. s.9
[10] H.AYDIN, a.g.k. s.102
[11] Ryley SCOTT a.g.k. s.117
[12] R.SCOTT, a.g.k. s.127
[13] H. AYDIN, a.g.k.s. 105
[14] H. AYDIN, a.g.k. s.106
[15] H. AYDIN, a.g.k. s. 108
[16] R. SCOTT, a.g.k. s.62
[17] H. AYDIN, a.g.k. s. 110-111
[18] T. DEMİRBAŞ, a.g.k. s.11
[19] T. DEMİRBAŞ, a.g.k. s.12
[20] H. AYDIN, a.g.k. s.158
[21] T. DEMİRBAŞ, a.g.k. s.13-15
[22] H.AYDIN, a.g.k. s.179
[23] H.AYDIN, a.g.k. s.179-181
[24] T. DEMİRBAŞ, a.g.k. s.17