İYİMSERLİK
KÖTÜMSERLİK*
|
Metin
Murat ARSLAN Emniyet
Amiri Bartın
Emniyet Müdürlüğü |
Kişilerin
iyimser veya kötümser olması;olayları, durumları,objeleri birinci faktör
kişinin ruh hali başta olmak üzere kültür,yer,zaman,statü ve rol faktörleriyle bileşkeli
algılayışıdır(fenomen olarak isimlendiriliyor).Bu algılayış mutlak objektif
olmayıp,subjektif ve görelidir. Fakat bu algılayışı kısır döngü gibi kişinin bakış açısından kaynaklanırken sonuç
itibariyle kişinin kendisini,fiziki ve ruhi
yapısını etkilemekte ve etkileme alanı
genişleyerek çevresini ve olayları da etkilemektedir.
Aynı
ortamda bulunan insanlar;aynı fiziksel çevre içinde bulunmakla
birlikte;kişilerin duyumladığı dünya,yani algılama ve yaşantı dünyaları aynı değildir.
Yani aynı fiziksel çevre içinde birbirinden farklı
fenomenlere sahip insanlar var
demektir. Örnek vermek
gerekirse;aynı fiziksel çevre içinde bulunan iki kişi farklı objeler dikkatlerini çekmek durumu
söz konusu olduğundan birisi
uçmakta olan kargayı ve gak etmesini duyarken diğeri farkında
olmayabilir. Alman Filozofu Edmund Husserl “kişinin farkında olması ile farkında olduğu şey arasında sıkı bir
ilişkinin varolduğunu;her bilincin kendine özgü
bir niyet geliştirdiği ve bu niyetinin de bilincinin neyi algılayıp nasıl anlamlandıracağını
etkileyeceğini “ ifade etmektedir.[1]
İnsanlar
karşılaşmış oldukları güçlükleri ne
şekilde ele aldıkları iyimserliğini
veya kötümserliğini
göstermektedir .İyimserleri ele
aldığımızda;her türlü güçlüğe karşı kolayca
karşı koyabilirler ve güçlükleri çok fazla önemsemezler,kendilerine
güvenleri vardır ve hayata karşı kolayca
mutlu bir tavır takınabilirler;hayattan çok fazla şey beklemezler,çünkü
kendilerini iyi bir şekilde değerlendirirler
ve kendilerini önemsiz yada ihmal
edilmiş bir kimse olarak
görmezler. Böylece hayatta karşılaşmış oldukları güçlükleri yalnızca kendilerinin zayıf ve güçsüz olduklarına inanmalarını haklı gösterecek yeni kanıtlar olarak gören başka
tipten insanlarla karşılaştırıldıklarında,bu gibi iyimser kimseler güçlüklere
daha kolay katlanabilirler. Daha
güç durumlarla karşılaştıkları zaman ise;hataları
düzeltmenin her zaman mümkün olduğunu
düşünürler. İyimserleri tavır ve hareketlerinden hemen
tanımak mümkündür. Ürkek
değildirler;açık ve serbest bir şekilde
konuşurlar;ne alçak gönüllüdürler,ne de kendilerini engellenmiş
ve tutuk hissederler. Bu gibi kimselerin bir heykelini
yapmak isteseydik,onları
kolları açık,başka insanları kucaklamaya
hazır bir halde gösterirdik. Başkaları ile ilişki ve dostluk kurmada hiçbir
güçlük çekmezler,çünkü güvensiz değildirler. Konuşmaları tutuk
değildir;tavırları,hareketleri,yürüyüşleri tabii ve rahattır. Bu tipin katıksız
örneklerine çocukluğun ilk yılları dışında
seyrek olarak rastlanır;bununla birlikte,iyimserliğin ve sosyal ilişkiler kurma yeteneğinin bir çok
dereceleri vardır ki,bizi yine de tatmin
edebilmektedir.
Kötümserler
ise;büsbütün farklı bir tiptirler. En
büyük eğitim problemleri bu gibi kimselerde karşımıza çıkar. Bunlar çocukluk yaşantılarının ve
izlenimlerinin sonucu olarak “aşağılık kompleksi” edinmiş olan kimselerdir. Bu
gibi insanlar için her çeşit güçlük,hayatın hiçte kolay olmadığı
duygusunu kuvvetlendirmektedir. Çocukken görmüş oldukları hatalı eğitimle desteklenmiş olan kötümser dünya görüşlerinin sonucu olarak,her zaman hayatın kötü yanlarını
görürler. Hayatın güçlüklerini iyimserlerden daha çok fark ederler ve kolayca
cesaretlerini yitirirler. Bir
güvensizlik duygusundan rahatsız oldukları için,hiç durmadan,kendilerine destek
olacak birini ararlar. Başkalarından yardım görmek için yapmış oldukları çağrı dış
davranışlarından bellidir. Çocukken sürekli olarak annelerinin peşindedirler ve annelerinden ayrılır ayrılmaz ağlamaya başlarlar.
Annelerinin peşinden ağlamaları ileri yaşlarda da devam eder. Dış
davranışlarındaki çekingenlik ve ürkeklik,bu tipten olan kimselerin anormal tedbirliliğini açığa
vurmaktadır. Bu kötümserler,her
zaman,pek yakında ortaya çıkabilecek tehlikeleri düşünüp dururlar. Hiç
şüphesiz,bu tip insanlar iyi uyuyamazlar. Uyku,gerçektende bir insanın gelişme
derecesini ölçme imkanını verecek kusursuz bir
standarttır,çünkü uyku bozuklukları,bir
güvensizlik duygusu karşısında büyük bir tedbirliliğin belirtisidirler.
Bu gibi insanlar sanki kendilerini
hayatın tehlikelerine karşı daha
iyi savunabilmek için hep tetikte gibidirler. Bu tip bir insan hayattan ne kadar az tat alır ve hayatı ne
kadar az anlar !Hayat onun sandığı kadar acı
ise;uyku gerçektende iyi bir çare
olmazdı. Kötümser bir
insan,hayatın bu gibi tabii olaylarına
düşmanca bir tavırla yaklaşma eğilimini göstermekle ,yaşamaya iyi hazırlanmamış
olduğunu açığa vurmaktadır. Bir insanın
hiç durmadan odasının kapısının
kilitlenip kilitlenmediğini düşündüğünü,rüyasında hep hırsızlar ve haydutlar la
boğuşup durduğunu gördüğümüz zaman,böyle bir kötümser eğilimin varolduğunu
tahmin edebiliriz. Gerçekte böyle bir insanı uyurken bedeninin almış olduğu
durumdan da tanımak mümkündür. Bu
gruptan olan insanlar çoğu zaman
oldukları yerde büzülerek ya da yorganlarını başlarına çekerek uyurlar.[2]
Hayat
akıp gidiyor. İnsan onun içinde yuvarlanıp gidiyor. Hayatın seyri bize rağmen
değişmiyor. Olaylar bazen lehimizde,bazen de aleyhimizde gelişiyor. Çok iyi
şartlar mevcut;kendilerinde faydalanılması için
bizi bekliyor. Hayat seyrinin içinde yaşadığımız şartların iyi olması,hep bize bağlı. Yani iyimser düşünmemize bağlı.
Açık ve berrak zihne sahip
olanla,olayları iyi görenler,hayattan zevk alanlardır;mevcut şartlardan faydalanamayanlar,zihnen mahpus kimselerdir. İçlerinde
karışıklıklar,problemler vardır. Hayat bazıları için iyi,bazıları içinde kötü
değildir. Ona atfedilen sıfatlar bizim yakıştırmalarımızdır. Bizim ona
yakıştırdığımız sıfatlar;içinde bulunduğumuz şartlara,kültürümüze,mizacımıza ve düşüncelerimize göre verilmiştir. Mesut olduğumuz zaman hayat
güzel,sıkıntıda olduğumuz zaman da kötüdür. Öyle ise,onun kötülüğü veya
güzelliği izafidir(görelidir).
Güzel
yaşayabilmek,hayattan zevk alabilmek için (bu zevk elbette meşru bir
zevktir),insanın ruh ve zihin sağlığına
sahip olması lazımdır. Sağlığımız için,hayattan zevk alabilmek için,olayları
değerlendirme tarzımız önemlidir. Çünkü
bu değerlendirme tarzımız,düşüncelerimizi
ve davranışlarımızı şekillendirecek,psikolojik
ve biyolojik hayatımızı
yönlendirecektir. Bilindiği gibi,güzel ve çirkin;iyi ve kötü izafi
kavramlardır. Bana göre iyi olan başkasına göre kötü;başkasına göre
güzel olan bana göre çirkin olabilir. Ama insanın hayattan zevk
alması için her şeyin ve her olayın iyi
ve güzel yanlarını bulması gerekir. Yani
insan iyimser olmalıdır. Kainatta yaratılış itibariyle her şeyin bir gayesi
vardır;bu gaye idrak edilince bir çok husus kendiliğinden iyileşir ve
güzelleşir. Güzel düşünmek,olayları iyi değerlendirmemize ve ruhi sağlığımıza
tesir eder.[3]
Hayatta
iyimserliğin faydalarından
bahsederken,kendimde olduğu gibi iletişimde bulunduğum bazı kişilerce polyannacılık
oynadığımız;her an aldatılabilme riskinin olduğu ifade ediliyor veya
edilebilir. Fakat her aldatılabilme riskini şüpheci bir
bakış açısıyla kronikleştirirsek
diğer insanlarla iletişimimiz tabii seyrini terkederek
kendimize ve çevremize zarar verir
konuma getireceği de muhakkaktır. O halde her olay ve durumda bir güzel
yan görebilmek gerekir. Umutların
tükendiği yerde bütün yaşam
enerjisi biter. Umutları tüketmemek için
güzelliği görmeli ve hayatı sevmek yaşamın enerji kaynağı olacaktır. Nasıl ki bir anlık kızgınlıkla hareket,istenmeyen ve pişman olunacak sonuçlar verebiliyorsa;kötümser bakış açısı
da kötümser sonuçlar üretecektir. Çok tekrarlanan bir fıkra da şöyledir:
4-5
arkadaş yolda giderken bir köpek
ölüsüne rastlıyorlar. Bir tanesi “bakın
kuyruğu çürümüş”,bir tanesi “bakın karnı
deşilmiş” bir diğeri”bakın tüyleri dökülmüş!”derken birisi de”bakın dişleri ne
kadar parlak” diyerek o kadar çirkin
görülebilecek durumlarda dahi bir
güzelliğin olacağı yönü ve iyimserliğin bakış tarzını göstermiştir.
Bu tarz bakış açısına bir başka örnek de :
Adam yolda yürürken büyük bir gökdelen inşaatının
yanında durdu. İnşaatın girişinde
bir şeylerle isteksizce uğraşan bir işçi
gördü.
-“Kolay gelsin “
dedi.
-“Bu
sıcakta mı?” dedi.
-“Doğru
işiniz çok zor.”
-“Bütün gün mahvoluyoruz. Bu Allah’ın belası yerde çimentoyla uğraşıp,toz içinde
yüzüyoruz. Bir iki saat içinde yorgunluktan bitiyorum,sonrası bir sürü
angarya,getir .götür.”
-“Allah kolaylık versin!” dedi ve adam yoluna devam
etti. Kaldırımı döndüğünde,aynı inşaatın diğer tarafında çalışan başka
bir işçi gördü.
Yüzünde gülümseme,ıslık çalarak,diğer işçinin yaptığı işi yapıyordu.
-“Kolay
gelsin” dedi adam.
İşçi
gülümseyerek döndü ve “Sağol” dedi.
-“İşiniz
çok zor değil mi?”
-“Zor ama iyi
yapıyoruz” dedi işçi. “Bu bina şehrin en
büyük binalarından biri olacak ve bunu biz yapıyoruz. Kesinlikle kolay
değil,ama hep beraber
başaracağız. Yoruluyorum,ama bu başarıya ortak olduğum için
yorgunluğumu unutuyorum” dedi ve gülümsedi.
Adam
uzaklaşırken “Ne kadar garip” diye
düşündü. “Aynı işi yapan iki işçi
ve ne kadar farklı düşünüyorlar. Birisi yaptığı
işten bıkmış,diğeri bir başarıya ortak ve mutlu.”[4]
Elbette
ki hayatta bir çok olumsuzlukla;güçlünün
güçsüzü ezmesi;haksızlıklar olabilmektedir. Fakat unutulmamalıdır
ki;kötümserlik çare üretmemek de,olabilecek çareleri yok etmektedir. İyimserlik
ise;çare üretebilme imkanı verebilmektedir.
D.Cüceloğlu, The Awekened Warrior isimli kitapta Terry Dobson’un makalesinden aktardığı olay konumuza ilginç boyut
kazandırmaktadır. Terry
Dobson,Aikido’nun
kurucusu ve dünyanın en büyük dövüş ustası olarak bilinen japon Usta Ueshiba’nın
başasistanlığına kadar yükselmiş birisi. Asistanlığı sırasında uzun yıllar Japonya’da kalmış Başından geçen olay anlatılmakta.
“Bir gün Tokyo’da hayatımın dönüm
noktalarından birini yaşadım. Bir bahar gününün öğleden sonrası idi ve tren
oldukça boştu. Çocuklarıyla alışverişe
çıkmış birkaç ev kadını,yaşlı iki
üç çift
vardı vagonda. Tren istasyonlar da duruyor,pek inen binen olmuyordu. Bir istasyonda içeriye
avazı çıktığı kadar bağıran,pis ve leş gibi kokan amele kılıklı sarhoş birisi
geldi. Sendeleye sendeleye içeri girdi .Üzerinde ki kusmuk kurumuştu ve ekşi ekşi kokuyordu. Önüne çıkan ilk kişiye –bu kucağında bebek tutan bir kadındı-bir yumruk salladı. Kadın geri çekildiği için yumruk omuzuna
isabet etti ve onu vagonun öbür
ucundaki yaşlı bir çiftin kucağına savurdu. Yumruğun bebeğe vurmaması bir mucizeydi. Yaşlı bir kadın kalkıp sarhoştan
uzaklaşmaya çalışırken adam ona da bir
tekme savurdu. Kadın tekmeden kaçarken sarhoş “seni pis orospu!” diye
küfrediyordu. Vagonun ortasındaki demiri
yerinden çıkarmak istedi ve sağ eli kanıyordu. Herkes korkuyla sinerken o kime
saldıracağını kestirmek üzere etrafa göz
attı.
“Oturduğum yerden
kalktım. O zaman 1.90 boyunda,100
kilo ağırlığında,günde 8 saat aikido eğitimi gören
biriydim. Kendime güvenim tamdı. Henüz gerçek dövüş için kendimi
denememiştim. Aikido hiçbir zaman bir saldırı
aracı olarak kullanılmamalıydı,hocam
bana sürekli aikidonun bir barış gücü olarak
kullanılmasını;ancak başkalarını korumak
gerekirse dövüşme aracı olarak kullanılacağını söylemişti. Hocam,aikido,çatışmayı çözmek için kullanılır,çatışma yaratmak için
değil derdi. Hocama saygım o kadar yüksekti k,birkaç kere sokak serserileriyle kavga etmemek için
kaldırım değiştirdiğimi hatırlıyorum. Fakat içimden “Şöyle haklı bir durum çıksa da;başkalarını haksız yere rahatsız
eden,zayıfları ezen biri üzerinde bildiklerimi bir uygulayabilsem” arzusu
geçerdi.
“İşte dedim;şimdi bildiklerimi uygulamanın tam zamanı.
Bu terbiyesiz hem sarhoş,hem
küfürbaz,hem de kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan küstahın teki. Ona haddini bildirmezsem,şimdi bir masumun
canını yakacak,içim rahat olarak onun pestilini çıkarabilirim.
“Beni ayakta görünce
bana şöyle bir baktı ve “Bu yabancı
piçinin Japonlara nasıl saygı gösterildiği konusunda bir derse ihtiyacı
var.” diyerek ağzından tükürükler
saçarak konuştu. Ben onu kızdıracak
şekilde vagonun tavanındaki demirinden
tutmuş hafif hafif sallanıyordum. Ona önemsenmeyen
küçümseyen bir şekilde baktım. Soğukkanlıydım,çok iyi eğitilmiştim ve ne yapacağını iyi bilen birinin
güveni içindeydim.
“Sana bir ders vereyim de hiç unutma,pezevenk!” diyerek üzerime yürüdü.
Hiç yerimden kıpırdamadım,hatta ona
gözlerimi süzerek bir ibne öpücüğü gönderdim. Bana saldırmak üzere tam tavrını aldı. Saldırmadan birkaç saniye önce,birisi “hey!” diyerek ona
seslendi. Hem ben hem sarhoş
döndük ve küçük bir ihtiyar adamı gördük. 70 yaşlarında olmalıydı,kimono ve hakaması içinde tertemiz giyimli biriydi. Bana hiç bakmıyordu,ama sarhoşla sanki önemli bir sırrı paylaşacakmış gibi gözlerinin içi gülerek bakıyordu.
“Buraya gel”diye eliyle işaret yaptı. “buraya gel ve benimle konuş”.
Sarhoş sanki kendine ip bağlanmış kukla gibi yaşlı adamın yanına gitti. Önünde durdu,yukarıdan bu küçük
adama baktı ve”Ne
istiyorsun içi kurumuş adam bozması,osursam seni düşürürüm”
dedi. Sarhoş yaşlı adama
saldırmaya kalksa onu hemen altıma
alacaktım. Ama yaşlı adam gözlerinin içi
hiç korkusuz “Ne içiyordum sen
arkadaşım?” diye gülerek ona sordu.
“Saki içtim,maymun yüzlü moruk. Benim içtiğimden sana
ne?” diye yaşlı adama hakaret etti. Yaşlı “Oo,çok güzel,gerçekten çok güzel,çünkü ben sakiyi
severim. Her akşam üstü ben ve karım
-o şimdi 76 yaşında-biraz saki
ısıtır,bahçemize büyükbabamın
öğrencilerinin onun için yaptığı divanın
üstüne oturur,yavaş yavaş sakimizi içeriz. Günün batışını seyreder ve
hurmalarımıza bakarız. Geçen yıl ki
soğuklardan hurmalarımız hırpalandı. Benim
büyükbabamın dedesi o hurmayı
dikmişti. Sakimizi içerek hurmaya
bakarız,güneşin batışını izleriz.” Güleryüzlü bir
dostun diğeriyle konuşmasında ki
rahatlık ve sevecenlik le sarhoşun yüzüne bakıyordu.
“Sarhoş,bu yaşlı
adamın söylediği şeylerin ayrıntılarını takip etmeye çalışırken
yüzü yumuşamaya başladı. Sıkı yumrukları
gevşedi ve yaşlı adam sözünü bitirince.
“Ben de saki severim.”dedi ve sesi
yumuşadı eski haşinliğini kaybetti.
“Yaşlı adam”Evet eminim senin
de harika bir hanımın vardır.”
“Sarhoş hüzünlü hüzünlü başını sallamaya başladı. “Hayır,ben de karı yok,aile
yok.” Trenin sallanmasına
uyan bir
baş sallamasıyla sözünü tekrar
etti. Biraz durdu ve biraz önceki
haliyle hiç uyuşmayacak bir yumuşak
sesle “Ne karım var,ne evim var,ne elbisem var,param yok,işim yok,yatacak yerim yok,kendimden utanıyorum”dedi ve hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladı. Birdenbire kendimden
utandım. Temiz elbiselerimden,tutumumdan utandım;kendimi o sarhoştan daha kirli hissettim.
“Yaşlı adam”vay,vay
gerçekten de kötü bir şanssızlık olmuş”
diyerek onu anlayışla dinledi
Ama,onun mutlu ve coşkulu gözleri yine aynıydı.”Gel şuraya otur,hadi bakalım,bana hepsini
anlat.”
Bu esnada ineceğim istasyona gelmiştim. Vagondan dışarı çıkarken yeniden
adama dönüp baktım;sarhoş bir çuval gibi
kanepeye yığılmış ve yaşlı adamın kucağına
başını koymuştu. Yaşlı adam
kurumuş kusmuklu başı
okşuyordu,gözlerinde anlayış ve şefkat
vardı.
“Tren istasyondan ayrılırken oradaki
kanepeye oturup,bu yaşantıyı yeniden
gözden geçirmek istedim. Benim,kasla ve
kemikle başarmaya çalıştığımı,yaşlı bir adam
gülümseme,anlayış ve şefkat dolu
birkaç cümle ile başarmıştı.
Gerçek aikidoyu
şimdi gördüğümü anladım .Kurucusunun
dediği gibi”aikido bir uzlaşma sanatı”
idi,bir dövüş aracı değil. Kendimi ahmak,saldırgan ve kaba hissettim. Bu olaydan sonra tamamiyle farklı bir anlayışla aikido çalışması
yapmam gerektiğini görebiliyordum.”
Kendi milletimizin tarihsel sürecine baktığımız da;bir
çok kötümserlik kaynağı olabilecek,umutlar artık tükendi denebilecek anlar da dahi bir umut,iyimserlik ve sabır taşıyarak diğer insanlarımıza ve gelecek
kuşaklara örnek teşkil etmişlerdir.
Gelişen olaylar bizi kötümserliğe götürmesi sözkonusu olduğunda bireysel ve toplumsal başarıyı engelleyeceği bir gerçektir. Bu
tarzdaki kişilerin düşüncelerine baktığımızda:”Hiçbir işi başaramam,işe yaramayacağını biliyorum,çok
beceriksizim,benim yeteneğim yok,hiç yararı yok,bu gün günümde değilim,asla kazanamam,tek sahip
olduğum şans kötü şans,bu imkansız”olmaktadır.
O halde
ne yapmalı? İlk başta sosyal değişim
konusunda inançlı,bilgili ve aksiyoner olmak
gerekir.
İyimserliğin başarıyı davet etmesini örneklerle
açıklayalım. Ayakkabı pazarlamasıyla uğraşan bir satıcı, ayakkabı satmak için
bir adaya gittiğinde gözleri fal taşı gibi açılır. Ve derhal şirkete telefon açar. “Ben hemen geri dönüyorum. Burada kimse ayakkabı
giymiyor.” 2 ay sonra aynı adaya giden başka bir ayakkabı pazarlamacısının da gözleri, adadakileri
gördükten sonra fal taşı gibi açılır. Ve o da şirketine telefon açar ve şunları
söyler. “Bana derhal 10 bin çift ayakkabı gönderin, bu adada da kimse ayakkabı
giymiyor.”. Olaylara bakış açımız bizim
önümüzde en büyük engel olduğu gibi, bazen de en büyük yardımcımızdır.
Jean Dominique BAUB, 8
Aralık 1995 günü geçirdiği beyin kanaması sonucunda derin bir
komaya girnişdi.
Belki de o hayatı boyunca böyle bir şeyi hayal olarak bile zihin
dünyasına misafir etmemişti. Komadan
bütün hayat fonksiyonlarını kaybetmiş olarak uyandı. Hareket edememekte,yemek
yiyememekte hatta nefesini bile zor almakta idi. Sadece ona vefalı davranan tek organı gözü idi. Ve
o varım demek için garip bir yol
seçti kendine. Yardımcısı ona alfabeyi
okuyor,o ise durmasını istediği yerde
gözünü kırpıyor,böylece kelimeler ve
cümleler oluşuyordu. Tıpta”Locked in syndrome” adı verilen hastalığa yakalanan yazar böylelikle
ölümüne dek süren,umutsuz,ızdırap dolu
haftalarını,yılmadan,tek iletişim organı olan gözünü kullanarak insanlığa ulaştırmayı başardı. Kitabı “kelebek ve Dalgıç Giysisi” adıyla ülkemizde de çevirisi
yayınlanmıştır.[5]
Gözlerinden başka bir organı faaliyette
olmayan bir insan iyimserliğini elden bırakmadan bir kitap
yazıp insanlığa hediye edebiliyorsa acaba biz sağlamlar ne yaptık,ne
yapmadık,ne yapmamız lazım diye hiç düşünüyor muyuz! İşte bu çok önemli bir
ibret sahnesi!
Sonuç
itibariyle;hayatta başarının
sırrını yakalamak ,iyimser bakış
açısından geçmektedir. Tarih de ki birçok ümitsiz
görülen süreçlerin aşılması,
yeni ümitlerin yeşermesi,hep
iyimser olmakla mümkün olmuştur. Diğer türlü ne koca tarih
yazılırdı,ne kurtuluş savaşı kazanılabilirdi.
Bizler bu yönde değişim yapmak için adım
atarsak görün bakın neler değişecek!
* Metin Murat ARSLAN,Bartın İl
Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Emniyet Amiri,Sosyolog.Abant İzzet Baysal Üni. Eğt.Prog.ve
Öğr.A.B.D. Doktora Öğrencisi. polbim@e-kolay.net.
[1] Doğan
CÜCELOĞLU,”Savaşçı”,Sistem yay.,s.26,1999 İstanbul.
[2] Alfred ADLER,”İnsan Tabiatını Tanıma”,T.İş B.Yay.,s.306-309,1998 İstanbul.
[3] Hayrani ALTINTAŞ,”İnsan ve
Psikolojisi”,Kül.Bak.Yay.,s.2871989
Ankara.
[4] A.Şerif İZGÖREN,”İş Yaşamında 100 Kanguru”,Acedemyplus Yay.,s.78,199
Ankara
[5] Kaan BÖKE,”Sınırları Dinamitleyin”Fonart Yay.,S.66-68,İstanbul 2000.