GİRİŞ
Çalışma
insan yaşamında önemli yer tutan eylemlerin başında gelir. Ekonomik açıdan iş
ve çalışma, ekonomik bir değer yaratılması ve bu değer karşısında kazanç elde
edilmesini; sosyal açıdan başkaları için yararlı bir şey üretilmesini, sosyal ilişkilere
girilmesini; psikolojik açıdan ise insan becerilerinin üretime yönlenmesi, bu
becerilerin örgütlenmesi ve ulaşılan sonuç ile başarma duygusu, yapılan işi
sevme, iş sahibi olmaktan kaynaklanan gurur gibi tutum ve davranışları içerir.
Çalışan birey, bir yandan yaşamını sürdürebilmek için gereken geliri elde
etmekte, diğer yandan kendini gerçekleştirebilme ve topluma yararlı olma,
toplumla bütünleşebilme gibi psikolojik ve sosyal gereksinimlerini de karşılama
olanağını bulmaktadır.
Emeklilik,
genellikle çalışma eylemini sona erdiren bir olaydır. Birçok kişinin yaşamında
böylesine önemli işlevlere sahip olan, mesleğinden veya yıllarca yaptığı
işinden emekli olmak bir dönüm noktasıdır ve ileri yetişkinliğe geçişin de bir
göstergesidir. Bir statü değişimini içeren emeklilik sadece nesnel ve ekonomik
bir yaşam dönüşümü değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik boyutları da olan
bir yaşam dönemidir.
Bu çalışma
emeklilik olgusunun psiko-sosyal bir yaklaşımla değerlendirilmesini
amaçlamıştır. Emekliliği sosyal güvenlik hukuku ve uygulaması çerçevesinde
inceleme konusu yapan pek çok çalışma bulunmasına rağmen, psikolojik boyutuyla
ele alınan çalışmalar nadirdir. Türk alan yazınında çalışma ekonomisi ve endüstri
ilişkileri, yaşlılık psikolojisi ve gerontoloji alanında özel olarak emekliliği
konu alan az sayıda çalışmanın mevcut olduğu görülmüştür. Bu çalışma ile yaşamı
ekonomik, sosyal, psikolojik ve boyutlarıyla derinden etkileyen emeklilik
olgusunun tartışılmayan yönleriyle incelenmesi hedeflenmiştir.
Bu
doğrultuda birinci bölümde emeklilik kavramı çeşitli açılardan incelenmekte,
emekliliğin unsurları ve biçimleri tanıtılmaktadır. Ayrıca konunun disiplinler
arası bir nitelik taşımasından yola çıkılarak psikoloji, sosyoloji, çalışma
ekonomisi, sosyal güvenlik ve gerontoloji bilim dalları açısından emekliliğin
ne anlama geldiği açıklanmaktadır.
Emeklilik
sürecinin incelenmesi başlıklı ikinci bölümde, sürecin aşamaları ortaya
konulmakta, bu süreçte bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyen faktörler bireysel
faktörler, mesleki ve örgütsel faktörler ve sosyo-ekonomik faktörler başlıkları
altında ele alınmaktadır. Ardından bireyin yaşlanması ve emekli olmasını farklı
açılardan değerlendiren yaşlılığa ve emekliliğe ilişkin psiko-sosyal teoriler
sunulmaktadır. Bu bölümde ayrıca emeklilik sürecinin aşamalarına ilişkin olarak
alan yazında geliştirilmiş olan modeller ve yaklaşımlar incelenmektedir.
Modeller ve yaklaşımlar" emeklilik öncesi karar aşaması, emekliliğe uyum
aşaması ve emeklilik yaşamı aşamasına ilişkin olanlar biçiminde
sınıflandırılmaktadır.
Üçüncü bölümde, emeklilik sürecinde bireylerin
karşılaştığı sorunlar ulusal ve uluslararası alanda gerçekleştirilen teorik ve
ampirik araştırmalar ışığında ele alınmıştır. Bu sorunlar emeklilik sürecinde
bireyin psiko-sosyal değişimi ve psikolojik sonuçlar; ekonomik sorunlar ve çalışma olgusu, sosyal yaşam ve boş zaman faaliyetleri ile
emeklilik sürecinde sağlık sorunları biçiminde değerlendirmeye tabi
tutulmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM
ÇEŞİTLİ AÇILARDAN EMEKLİLİK KAVRAMININ İNCELENMESİ
1. Emeklilik Kavramı
1.1. Tanımı
Bir işin
yapılması için harcanan beden ve zihin gücü; insanın bilinçli olarak belli bir
amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal hem de toplumsal çevresini hem de
kendisini değiştiren çalışma
süreci (TDK, 2009) olarak ifade edilen "emek" kelimesi, emek vermiş
olma, emeğini sunmuş olma biçiminde "emeklilik" kavramının da
temelini oluşturur. Emeklilik terimi, bir işe uzunca bir
süre emek vermiş kişinin, daha sonra bu işi sürdüremez duruma gelince çalışma
yaşamından çekilmesi, kendisine daha önce sarf etmiş olduğu emeğin
ödüllendirilmesi anlamını taşıyan sürekli bir gelir bağlanması ve onun
"emekli" bir kişi olarak yaşamının geri kalan kısmını çalışmak
sorunda kalmaksızın geçirmesini ifade eder (Şakar, 1987: 21). Çalışarak belirli
süre ve belirli bir yaşa kadar emeğini işveren ve toplum hizmetine sunmuş
kişilere "emekli" denilirken, söz konusu kişilerin toplumsal yapı
içindeki yeni konumları "emeklilik" kavramı ile ifade edilmektedir.
Bir müessese olarak emeklilik yaşlı
çalışanların işgücünden çekilmesi ve işgücünden çekilen bu kişilere yaşlılık
sigortası kapsamında aylık bağlanmasını ifade etmektedir. İşgücünden çekilme
kişinin yaşlanması ve "çalışma ömrünün" tamamlaması sonucunda
gerçekleşmektedir (Şakar, 1987: 3). Süreç olarak emeklilik, bireyin istihdam
ilişkisinin sona erdiği, emekli aylığı ve kişisel tasarruflarıyla geçinmeye
başladığı ve emeklilik deneyimiyle yaşamında meydana gelen değişimleri
anlatmaktadır. Bu süreç emeklilik kararının alınışını ve işgücünden çekilmenin
biçimlerini de içermektedir. Bir statü olarak emeklilik ise toplumda bireyin
"çalışan" statüsünden, "emekli" statüsüne geçişini ifade
etmektedir. Örneğin kamu görevlileri açısından emeklilik, kişinin memurluk
statüsünden çıkıp emeklilik statüsüne girmesidir.
Atchley
(1988) emeklilerin a) bir yıl içersinde kazanç getiren her hangi bir faaliyette
bulunmayan, b) sosyal güvenlik sistemi içersinde yaşlılık aylığı ve yaşlılığa
ilişkin yardımları alan, c) yıl boyunca çalışmayan kişiler olduğunu
belirtmiştir. Bu tanımlamada konuya sadece ekonomik açıdan yaklaşıldığı
görülmektedir. Oysa emeklilik sadece ekonomik boyutu olan bir olgu değil,
sosyal ve psikolojik boyutları da bulunan karmaşık bir süreçtir. Bir başka
tanımlamaya göre emeklilik, bireyin bir örgütsel konumdan veya uzunca bir süre
sürdürdüğü kariyer yolundan orta yaşından sonraki bir dönemde ve çalışmaya
karşı psikolojik bağlılığının azalmasından etkilenerek ayrılmasıdır (Feldman,
1994: 287). Buna göre emekliler, yaşlı, belirli bir zaman diliminde
sürdürdükleri işten yaşam biçimi olarak etkilenen, çalışma isteklilikleri
azalmış ve statüleri değişmiş kişilerdir. Emekliliği sadece işten ayrılma ve
çalışma yaşamının sonu olarak değil dinamik bir dönüşüm olarak ele alınması
gerektiğini belirten, bir istihdam ilişkisinden çekilen kişinin, başka aktivite
ve uygulamalara yönelmesinin söz konusu olduğunu ileri süren görüşler söz
konusudur. Bu düşünceye göre emeklilik meslek yaşamını sona erdiren bireyin
üstlendiği ve tercih ettiği yeni aktiviteleri içeren dinamik bir süreç olarak
tanımlanmıştır (Mortimer, 2008: 8). Benzer bir yaklaşımla Rubinstein 2002)
yeterli kaynaklara sahip olup, sağlık durumu iyi olan ve az sorumluluğu olan
kişiler için emeklilik kendini gerçekleştirmenin, özgürlüğün ve anlamlı ve uzun
bir yaşamın başlangıcıdır (aktaran: Mortimer, 2008: 8). Bu tanımlamalardan yola
çıkarak emekliliğin unsurları aşağıdaki biçimde incelenebilir.
1.2. Unsurları
Emeklilik
olgusunun unsurları, belirli bir yaşa gelmiş olma anlamında yaşlılık, çalışma
yaşamından kısmen veya tamamen çekilme, yaşlılık aylığı ve yardımı alma
biçiminde incelenebilir.
1.2.1. Yaşlılık
Erik H.
Erikson' a göre, her yaş döneminin aşmak zorunda olduğu temel bir gelişimsel
görevi ve buna göre şekillenen karakteristik bir özelliği vardır. Yaşlılık
döneminin gelişimsel görevi umutsuzluğa karşı benlik bütünlüğünün korunmaya
çalışılmasıdır (Öztürk, 2001: 106). Yaşlılık, yaşam sürecinin; çocukluk, genç-
yetişkinlik gibi doğal bir parçasıdır ve aynı zamanda yaşamın evresidir. İleri
bir yaşa gelmiş olmayı ifade eden yaşlılık, emekliliğin temel unsurlarından
biridir. Yaşlanma ise devam eden bir süreçtir ve kalıtım, çevre, sağlık durumu
ile duygulardan etkilenir (Arpacı, 2005: 16). Kalıtsal olarak birey genç görünüşlü
ise ve yavaş yaşlanan bir aileye sahipse bu olumlu bir durumdur ve yaşlanma
daha yavaş olur. Çalışma yaşamının da dahil olduğu zor bir yaşam, kötü beslenme
ve barınma gibi bazı koşullar bireyin daha hızlı yaşlanmasına neden olabilir.
Hastalık ve engellilik gibi olumsuz sağlık durumu yaşlanmayı hızlandırabilir.
Sürekli olarak acı veren olaylara ve travmatik deneyimlere maruz kalma
psikolojik anlamdaki çöküntüye ve ruhsal ve fiziksel sağlığın bozulmasına olan
etkisi nedeniyle erken yaşlanmaya neden olabilir. O nedenle yaşlılığı biyolojik
olduğu kadar, psikolojik ve sosyal boyutları da olan bir kavram olarak görmek
daha uygun bir yaklaşımdır (Can, 1990: 633). Biyolojik yaşlanma zamana dayalı
olarak fiziksel, anatomik yapıdaki değişimleri içerirken; psikolojik yaşlanma,
bireyin davranışsal uyum yeteneğindeki yaşa bağlı değişimleri ifade etmektedir.
Sosyal açıdan yaşlanma ise toplumun kültürel özelliklerine dayalı olarak zaman
içerisinde bireyin sosyal yaşamla ilişkisi bağlamında ele alınan bir konudur.
Bu yaşlılık sınıflandırmasına ek olarak Tümerdem (2006), emekli olmakla
başlayan dönemi "ekonomik yaşlılık" kavramı ile ifade etmiştir. Bu
düşünceye göre ülkeden ülkeye değişen sosyal güvenlik sistemleri ve emekli olma
yaşı, ekonomik faaliyetin sona ermesinden hareketle ekonomik yaşlılığın
başlangıcı kabul edilmektedir.
Halk
sağlığı açısından yaşlılık dönemi bireyin üretimden çekildiği, rol ve statü
kayıpları yaşadığı, bağımlılığın ve kaza riskinin arttığı, fiziksel gücün
azaldığı, yeti yitimlerinin arttığı, bedenin dış çevreye uyumunun ve
stresörlere direncinin zayıfladığı, hastalıklara yatkın olduğu, pek çok kronik
hastalık yaşadığı, ilaç tüketiminin arttığı bir dönem olarak hem sağlık
sistemini hem de sosyal, ekonomik sistemleri ilgilendiren çok sektörlü, çok
disiplinli hizmeti gerektiren bir toplum sağlığı sorunu olarak tanımlanmaktadır
(Terakye ve Güner,1997: 96). Yaşlılık bir hastalık durumu değil, normal bir
yaşam süreci olarak düşünülmelidir (Kırdı, 2009). Üretken, yaşamdan doyum
sağlayabilen insan için bu dönem yaptıkları, ürettikleri ve birikimleri
açısından en verimli dönemdir. Bu yaklaşımla yaşlılık "Altın çağ",
"Yeşil Yıllar", "Üçüncü Yaş Dönemi" olarak da algılanmakta
ve olumlu değerler atfedilmektedir. Böylece yaşlı bireyler de var olan
potansiyellerini pozitif yönde ortaya koyma ve sürdürme fırsatı bulmaktadırlar
(Öz, 2002: 19). Dünya Sağlık Örgütü'nün "aktif yaşlanma" terimi bu
düşüncenin bir ürünüdür. Aktif yaşlanma yaşam boyunca fiziksel, mental, sosyal
iyilik için fırsatları optimum düzeyde kullanarak yaşam beklentisini,
üretkenliği ve yaşam kalitesini artırmak şeklinde tanımlanmaktadır (Şener,
2009: 3).
Genellikle
60–65 yaş arası dönem yaşlılığın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Yaşlı
sağlığının korunması ile ilgili olarak
olan yaşlılar olarak iki grupta değerlendirilebilir (Telatar ve Özcebe, 2004:
163). Yaşlının hangi grupta yer aldığı emeklilik yaşantısın bir görünümü
niteliğindedir, Birleşmiş Milletlerin yaşlılıkla ilgili öngördüğü ilkeler
bağımsızlık, katılım, bakım, kendini gerçekleştirme ve itibar şeklinde
belirtilmektedir (Yazıcıoğlu, 2009: 97–98). Bağımsızlık ilkesi gereğince yaşlı
bireyler emeklilik yaşının belirlenmesi ve emeklilik koşullarının
tanımlanmasında söz sahibi olmalıdırlar.
Belirli bir
yaş haddine ulaşma, bireylerin çalışma güçlerinin azalması veya kaybedilmesi
sonucunu doğuracağından aktif çalışma yaşamından ayrılmalarını gündeme getiren
bir unsurdur. Emeklilik yaşının değerlendirilmesinde öncelikle yaş değişkeninin
birey açısından sonuçları üzerinde durmak gerekir. Moen vd. (2000) yaşın üç
farklı anlama geldiğini belirtmektedir. Birincisi, yaş sosyal davranışın
sınırlarını belirleyen biyolojik ve psikolojik fonksiyonlardaki değişimin bir
göstergesidir. Örneğin ileri yaştaki çalışanların sağlığının bozulması hem
emeklilik zamanını hem de ailevi, sosyal ve toplumsal faaliyetlerle ilgilenme kabiliyetini
etkilemektedir. İkincisi, yaş, insanların kapasite ve tercihlerinden bağımsız
olarak sosyal rollerinin önemli bir belirleyicisidir. Örneğin, kültürel temelli
normlar ve toplumsal yapı emeklilik zamanı ve emeklilikte yapılabilecek uygun
faaliyetler hakkındaki beklenti ve inançları biçimlendirmektedir. Üçüncüsü yaş,
yaşam deneyimlerinin de bir göstergesidir. Her neslin emeklilik deneyimleri
birbirinden farklıdır ve farklı amaçlara, beklentilere ve emeklilikte farklı
yaşam biçimlerine neden olur (Moen vd., 2000: 77-78). Ayrıca bireyin yaşlılık
dönemine taşıdığı kişilik örüntüleri de bu bireyin yaşlanmaya karşı
geliştirdiği tepkileri önemli ölçüde belirler (Can, 1990: 635).
Genel
olarak emeklilik yaşının saptanmasında çalışılmakta olan mesleğin yıpratıcılık
özelliği, ülke içindeki ortalama yaşam beklentisi, fizyolojik yapıları
itibariyle çalışma güçlerini daha erken yitirdikleri varsayılan kadınların
durumu, genel istihdam düzeyi ve iş gücü arzı gibi faktörler göz önünde
bulundurulur (Ayhan, 1984: 204). Bu nedenle hangi yaşın ideal emeklilik yaşı
olarak kabul edileceği, ülkelerin ekonomik, sosyal, demografik yapılarına,
istihdam politikalarına ve o ülkede yaşayan insanların ortalama yaşam
beklentisine göre değişiklik gösteren tartışmalı bir konudur. Emeklilik yaşı
yasal düzenlemelerle ortaya çıkan bir yaştır. Dolayısıyla biyolojik yaş esasen
tıbbi bir veri iken, emeklilik yaşı hukuki bir durumdur (Caniklioğlu, 2002: 2).
"Kronolojik yaş" doğum tarihi ile hesaplanan takvim yaşını ifade
etmektedir. Kişinin kendi isteği ile gücü yettiği sürece çalışmasına, ancak
çalışma yaşamından ayrılması gerektiğinde yine kendi isteği ile bunu
gerçekleştirmesine olanak veren yaş ise "fonksiyonel yaş" olarak
tanımlanmaktadır (Alper, 1997: 8). Fonksiyonel emeklilik yaşında kişinin sahip
olduğu çalışma gücünü belirleyen fiziksel ve zihinsel özellik ve yetenekleri
kadar çalışma yaşamında ne kadar kalmak istediği de önemlidir. Biyolojik yaş ve
fonksiyonel emeklilik yaşı öznel değerlendirmeye tabi iken kronolojik yaş
nesnel esaslara dayanır. Yaşlılıktan dolayı çalışma yaşamından ayrılan kişiye
sosyal gelir sağlanabilmesi için kişinin çalışma gücünü gerçekten kaybedip
kaybetmediğine bakılmaksızın sadece belirli yaş haddine gelmiş olmasının yani
kronolojik yaş prensibinin kabul edilmesi yaşlılık riskinin karşılanmasını
nesnel esaslara bağlamayı olanaklı kılan bir anlayıştır (Dilik,1991: 90-91). Bu
şekilde tespit edilen yaş ise "kronolojik emeklilik yaşı"dır. Ancak
sosyal güvenlik sistemindeki farklı uygulamalar ile yaşlılık yardımlarına hak
kazanma yaş sınırının düşük tutulması veya sadece belirli bekleme sürelerinin
geçmesi ve belirli süre prim ödenmesi koşullarıyla yaşlılık yardımlarına hak
kazanıldığında "gerçek yaşlılığa" karşılık "farazi
yaşlılık" durumu ortaya çıkmaktadır (Şakar, 1987: 4). Yaşlılık riskine
maruz kalma ile yaşlılık aylığına hak kazanma halinin aynı zamanlarda
gerçekleşmesi bireylerin ideal kronolojik emeklilik yaşının belirlenmesinde
dikkate alınması gereken bir husustur (Başterzi, 2006: 112).
Genellikle pek çok ülkede
ortalama emeklilik yaşı erkeklerde 55–70, kadınlarda 50–65 yaşları arasında
değişmektedir. Kronolojik emeklilik yaşının tespitinde kullanılan en somut
ölçüt ortalama yaşam beklentisidir. Ortalama yaşam süresi dünya genelinde 1950–2000
yılları arasında 20 yıl artarak 66 yıl olmuştur, 2050 yılına kadar 10 yıl daha
artması beklenmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan İnsani
Gelişme Raporu'na göre en yüksek insani gelişmişlik düzeyine sahip olan ülkeler
grubunda bulunan ülkelerden Norveç, Avustralya, İzlanda ve Kanada'da ortalama
yaşam süresi 80'in üzerindedir. Yüksek insani gelişmişlik düzeyindeki
ülkelerden örneğin Polonya' da 75,5; Macaristan' da 73,3; orta insani
gelişmişlik düzeyindeki ülkelerden Ukrayna da 68,2; Çin' de 72,9 iken düşük
insani gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde ortalama yaşam beklentisi 60'ın altına
düşmektedir. (UNDP, 2009). 1900'de dünya nüfusunun %6,9'u, 1950'de %8,l'i 60
yaş ve üstünde iken, günümüze gelindiğinde bu oran yaklaşık %10' dur. 2050
yılında bu oranın %22,1; 2100 yılında %28,1 olacağı, 2050 yılına gelindiğinde
ise gelişmekte olan ülkelerdeki yaşlı sayısının bugünün yaklaşık üç katına
ulaşacağı öngörülmektedir (Giray vd., 2008: 81). Türkiye' de ortalama yaşam
süresi erkeklerde
Bu
gelişmelere bağlı olarak günümüzde dünyadaki genel eğilimlerden biri emeklilik
yaşının kadın ve erkek açısından eşitlenmesi, bir diğeri de yaşlı nüfusun
artması ve sosyal güvenlik sistemlerinin finansal dengelerinin bozulması
nedeniyle emeklilik yaşının yükseltilmesidir (Tuncay, 1998: 265). İzlenen
istihdam politikasının bir gereği olarak, işsizliği azaltma yönünde bir etki
göstermesi beklentisi ile emeklilik yaşının düşük tutulması da bir seçenektir.
Ancak sadece emeklilik yaşı ile ilgili düzenlemelerin işsizliği azaltma ve
önleme çabasında yeterli sonuçlar doğurmadığı da görülmektedir. Erken
emeklilik, emekli aylığının yetersizliği, geçim şartlarının ağırlığı gibi ekonomik
nedenlerle veya verimli olabilecekleri yaşta emekliliğe uyum sağlayamayarak
çalışma yaşamına geri dönmeyi istemeleri gibi psikolojik nedenlerle, bireyler benzer
veya farklı herhangi bir işte çalışmayı tercih edebilmektedir. Bu da gençlere
iş imkânları yaratmayı hedefleyen genç yaşta emeklilik politikasının başarısız
olmasına neden olmaktadır.
Yaşın
ilerlemesi ile birlikte bireylerin kıdemlerinin de artması doğal bir sonuçtur.
Belirli bir çalışma süresine-kıdeme sahip olma, belirli bir süre sigortalı olma
yaşlılık aylığına hak kazanmanın koşullarından biridir. Sosyal güvenlik
açısından bu süreye staj veya bekleme süresi de denilmektedir (Tuncay, 1998:
268). Hatta yaş koşuluna bakılmaksızın bu sürelerde yaşlılık sigortası priminin
ödenmiş olması koşuluyla çalışma süresine göre emekli olmaya olanak
tanınmıştır. Ancak 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Yasası ile 01.10.2008 tarihinden itibaren ilk defa sigortalı olanlar açısından
yaş koşulu aranmaksızın emekli olabilme olanağı kolaylaştırılmış emeklilik
seçenekleri gibi istisnalar dışında kaldırılmıştır. Bu konuya ileride
değinilecektir.
1.2.2. Çalışma Yaşamından Kısmen Veya
Tamamen Çekilme
Emeklilikle
birlikte istihdam ilişkisi ve dolayısıyla aktif çalışma yaşamı ilke olarak sona
ermektedir. Emekli olmaya karar veren kimse genellikle artık çalışmak
istemediğinden çalışma yaşamından tamamen çekilir. Ancak günümüz ekonomik
koşullarında emeklilikte sağlanan gelirlerin yetersizliği başta olmak üzere,
bireylerin çalışma yaşamından kopmalarının psikolojik ve sosyal zorluklarının
da etkisiyle, emekli olanlar kısmen de olsa çalışma yaşamlarını sürdürmeyi
tercih edebilmektedirler. Ancak emekli, esasen çalışmayan ve çalışma yaşamı
süresince topluma yaptığı katkının karşılığı ve sosyal devlet ilkesinin bir
gereği olarak kendisine bağlanan aylık ve kişisel tasarruflarıyla yaşayan
kişidir.
Çalışma
istekliliğinde azalma, yorgunluk ve yıpranma hissi, dinlenme isteği ile
çalışmaya olan bağlılığın azalması emekliliğin beklenen sonucunu yani; çalışma
yaşamından tamamen, çekilme sonucunu doğurmaktadır. Çalışmaya bağlılığı
azalmayan ve gelecek için farklı bir kariyer düşünenler genellikle erken emekli
olarak çalışma yaşamlarını sürdürmektedirler. Gelecekte çalışma planı yapanlar
meslek veya iş değişimi için emekliliği bir basamak-araç olarak görmektedirler.
Kariyer
meslekleri bakımından emeklilik, çalışma yaşamının sonlandırılmasında ayrıca
dikkate alınması gereken bir süreçtir. Kariyerin başlangıcı, gelişimi ve
kariyerin sonuna gelinerek çalışma yaşamından çekilme Super (1957) tarafından
beş aşamada ifade edilmiştir:
(1) Büyüme
Aşaması: Bireyin yaşam alanlarındaki beceri ve ilgilerinin gelişmesi, 0–14 yaş
arası,
(2) Keşif
Aşaması: Bireyin benliğine ve kimliğine ilişkin rollerini tanımlamak amacıyla
çalışma olgusu ve kendisine ilişkin keşiflerde bulunduğu aşama, 15–24,
(3)
Yerleşme Aşaması: Bir veya iki hatalı başlangıçtan sonra bireyin kendisine
uygun meslek alanını bulması ve söz konusu alanda kendi mesleki gelişme ile
değerini artırma çabasını gösterdiği aşama, 25–44 yaş arası,
(4) Mevcut
Durumu Koruma ve Sürdürme Aşaması: Daha genç çalışanlarla rekabetle ve
işyerindeki değişimlerle yüz yüze olan bireyin mevcut konumunu elde tutmaya
çalıştığı aşama, 45–64 yaş arası,
(5)
Çekilme Aşaması: İşe ilişkin becerilerin gerilediği ve çalışmaya bağlılığın
azaldığı aşama, 65 yaş ve üstü.
Bu
yaklaşımda çekilme aşaması, çalışma yaşamının sonlandırılarak bireyin emekli
olduğu dönemi ifade etmektedir. Ancak belirtilen aşamalardaki yaş aralıklarını kesin
çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Aslında mevcut durumu koruma ve sürdürme
aşaması aynı zamanda emeklilik ile ilgili düşüncelerin de ortaya çıktığı
süreçtir. Bu nedenle mevcut durumu koruma çabası içerisindeki bireyin bir
sonraki aşamaya da hazırlık içerisinde olduğu ve karşılaştığı olumsuz koşullar
nedeniyle çekilme aşamasını 65 yaşından önceki dönemlerde yaşayacağı
söylenebilir. Çekilme aşamasından önceki aşama ve çekilme aşaması bireyin
finansal açıdan ve yaşam biçimi olarak kendisini emekliliğe hazırladığı ve “çalışma"
olmadan yaşamayı öğrendiği süreç olarak düşünülebilir (Arnold, 1997: 129).
1.2.3. Yaşlılık Aylığı ve Yardımı Alma
Çalışmayı
bırakıp, yaşlılık aylığı olarak ifade edilen gelirle geçinmeye başlama,
emekliliğin bir diğer unsurudur. Emekli olduğunda kişi artık çalışmak zorunda
olmadan, yıllar boyunca çalışarak ödediği yaşlılık sigortası primleri
karşılığında belirli bir gelir ile yaşamını sürdürebilecektir. Ülkelerin içinde
bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar ile tercih ettikleri sosyal güvenlik uygulamaları
sonucunda yaşlılıkta sağlanan gelir düzeyi farklılaşmakta ve emeklilerin yaşam
koşulları da buna bağlı olarak biçimlenmektedir. Günümüzde emekli aylıklarının
yetersizliği konusundaki yakınmalar yüksek boyutlardadır. Emekli aylığının
yetersizliği nedeniyle, kişi çalışma istek ve gücünde olmasa bile geçimini daha
iyi şartlarda sağlayabilmek için tekrar eski işine benzer ya da tamamen farklı
bir işte veya alanda çalışmak zorunda kalabilmektedir. Bu çalışmaların bir
kısmı kişinin gönüllüğüne dayalı iken bir kısmı yaşam standardını yükseltebilme
çabasının bir sonucu olarak da gerçekleştirilmektedir. Yine emeklilikten sonra
çalışanların bir kısmı kayıt dışı sektörde yani sigortasız çalışırken, bir
kısmı ilgili yasanın öngördüğü biçimde "sosyal güvenlik primi"[1] ödeyerek
çalışmaktadırlar. Ancak burada konumuz açısından vurgulanması gereken asıl
husus, bir kişinin "emekli" olarak ifade edilmesi için yaşlılık
sigortasına bağlı aylık ve sağlık yardımı gibi edimlerden yararlanıyor olması
gerekliliğidir.
[1] Yaşlılık aylığı almakta iken sigortalı işte çalışmaya başlayanlar, "sosyal güvenlik destek primi" kesilerek aylıklarının ödenmesine devam edilmesini talep edebilirler. Aksi takdirde aylıkları kesilir ve çalıştıkları sürece tüm sigorta dalları için prim öderler. 5510 Sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce (01.10.2008) ilk defa sigortalı olan veya aylık almakta olan ya da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışanlar hakkında eski uygulama devam edecektir. Ancak 5510 Sayılı Kanun sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma hakkı konusunda sigortalılar arasında farklı bir düzenleme getirmiş ve m.4/1 (b) bendine tabi sigortalılar (bağımsız çalışanlar) için bu hakkı saklı tutarken, m.4/I (a) ve (c) bendine göre sigortalı olanlara sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma olanağı tanımamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Güzel vd., 2009: 531-538.