|
Teşikilat-ı Mahsusa reislerinden Hüsamettin Ertürk Bey’in, İttihatçıların
Meşhur Polis Müdürü diye bahsettiği[1] Azmi Bey, Meşrutiyet Polisinin
teşkilinde ve günümüz polis teşkilatının temellerinin atılmasında önemli bir
paya sahip olmuştur.
Azmi
Bey, 24 Temmuz 1908 tarihinde, Meşrutiyet ilan edildiğinde Selanik vilayetine
bağlı Drama Sancağı’nda Müddei Umumi (Savcı)’dır. Meşrutiyetin ilanı ile polis
teşkilatının daha fazla sivilleştirilmesi maksadıyla hukuk mektebi mezunlarının
Emniyet Umum Müdürlüğüne, Müdür olarak atanmaya başlanması üzerine[2]
Bursa Hukuk Mektebi mezunu olan Azmi Bey, 30 Eylül 1908 tarihinde 2 500
kuruş (25 Lira) maaşla Selanik Polis Umum Müdürlüğüne atanmıştır.[3] Harekât Ordusu’nun İstanbul’a gelip
31 Mart Vakası olarak bilinen ayaklanmayı bastırmasından sonra İttihat ve
Terakki iktidarı, 10 Mayıs 1909 tarihinde, Meşrutiyet düzeninin daha sağlıklı
bir zeminde devam etmesi maksadıyla payitahtın (İstanbul’un) asayiş ve
güvenliğinin başına Azmi Bey’i getirmiştir. Azmi Bey, bu ilk İstanbul Polis
Müdür Umumiliği sırasında asayiş ve güvenliğin sağlanması yanı sıra Monarşik
Polisin yerine daha özgürlükçü ve daha hukuki bir yapıda Meşrutiyet
Polisinin yetiştirilmesinde ve polis teşkilatının kimi eksikliklerinin
giderilmesinde büyük yararlılık göstermiştir. Bundan sonra ikinci defa olarak
Azmi Bey, Bab-ı Ali Baskını’ndan sonra 25 Ocak 1913 tarihinde yeniden İstanbul
Polis Müdür Umumiliğine getirilmiştir.[4] Ancak, bu görevi sırasında öyle bir
olay olmuştur ki akabinde yaşanan gelişmeler, Azmi Bey’in, İttihatçıların
Meşhur Polis Müdürü olarak ünlenmesine neden olmuştur. Bahsi geçen olay,
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesidir.
1. Mahmut Şevket Paşa Suikastı
13
Nisan 1909 tarihinde 31 Mart İsyanı’nı bastırmak için Harekât Ordusu’nun
başında İstanbul’a gelerek şehri isyancıların elinden kurtaran Mahmut Şevket
Paşa,[5] 23 Ocak 1913 tarihindeki Bâb-ı Âlî
Baskını’ndan sonra Harbiye Nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere Sadrazamlığa
getirilmiştir.[6] Sadrazamlığı döneminde, İttihâd ve
Terakkî Fırkasının lideri olmamasına rağmen devlet yönetiminde ittihatçıları
kırmaktan son derece imtina göstermiştir.[7] Ayrıca, hükûmet mensuplarının büyük
bir çoğunluğunun, İttihâd ve Terakkî mensubu olması hasebiyle, başında
bulunduğu kabineye, “İttihâd ve Terakkî Hükûmeti” denilmiştir.[8] Mahmut Şevket Paşa Hükûmeti,
İttihâd ve Terakkînin iktidarı anlamına geldiğinden muhalifler, yeniden
iktidarı ele geçirmek için bir nevi Bâb-ı Âlî Baskını’nın rövanşını almak için
iktidarın önde gelen isimlerini ortadan kaldırmayı kararlaştırmışlardır.[9] Bunlar arasında M. Talat Bey,
Mahmut Şevket Paşa, Cemal Paşa ve Azmi Bey gibi önemli mevkilerde bulunan
kimseler de yer almıştır.[10] Muhaliflerin asıl gayesi, mevcut
hükûmeti devirmekti.[11]
Bâb-ı
Âlî Baskını ile İstanbul Vilâyeti Polis Müdür Umûmîliğine getirilen Azmi Bey,
muhaliflerin, İttihâd ve Terakkî iktidarı aleyhine yaptığı hükûmet darbesine
yönelik hazırlıkları, polis müdüriyetine yapılan ihbar yoluyla öğrenmiş ve
bunları İstanbul Muhafızı Cemal Paşa ile paylaşmış ve muhaliflerin
faaliyetlerine karşı ortak hareket etmişlerdir. Muhalif grupların içerisine
gizli ajanlar yerleştirildiği[12] gibi suikast grupları içerisinden
Yüzbaşı Şair Celis gibi bazı şahıslar para verilmek suretiyle satın alınmıştır.[13] Bu şekilde, hükûmet darbesine ve
suikasta yönelik gizli emeller ortaya çıkarılmıştır. Tespit edilen bu kimseler,
İstanbul Muhafızlığı ve İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından yapılan ortak
çalışma ile tutuklanmışlardır.[14] Azmi Bey ve Cemal Paşa, bu duruma o
kadar hassasiyet göstermişlerdir ki tutuklananları ilk olarak kendileri
sorgulamışlardır. Tutuklanan bu kimseler, genel olarak Prens Sabahaddin’in
grubundandırlar. Bunlar, genelde beyanname yolu ile bir başka ifade ile kansız
olarak İttihâd ve Terakkîyi iktidardan indirmeyi amaçlayanlardan olup Binbaşı
Nafiz Bey başkanlığında kurulan Divân-ı Harb Mahkemelerinde belirli cezalara
çarptırılmışlardır. Prens Sabahaddin’in grubunun tutuklanması üzerine İstanbul
Polis Müdüriyeti ve Muhafızlığı rehavete kapılmışlar, İttihâd ve Terakkîyi
kanlı olarak iktidardan indirmek isteyen diğer suikast gruplarını
unutmuşlardır.[15] Görünen o ki bu unutkanlık veya rehavet
Mahmut Şevket Paşa’nın ölümüne mâl olmuştur.
|
Mahmut Şevket
Paşa’nın suikastından on gün kadar önce devrik Kâmil Paşa’nın Messagerie
Maritime şirketine ait olan bir gemi ile gizlice İstanbul’a gelmesi, aslına
bakılırsa hükûmet darbe girişiminin ilk ayak sesleridir. Durumun ciddiyetini
kavrayan Azmi Bey, Kâmil Paşa’nın gizlice İstanbul’a gelişini derhal Cemal
Paşa’ya bildirmiştir. Ayrıca Azmi Bey, Kâmil Paşa’nın henüz karaya inmediğini
ve hakkında ne yapmak lazım geldiğini Cemal Paşa’dan sual etmiştir. Bunun
üzerine Cemal Paşa, Azmi Bey’e talimat yollayarak, Kâmil Paşa’nın vapurdan
indirilmeden Mısır’a geri gönderilmesini istemiştir. Ancak Kâmil Paşa, bu
sırada vapurdan çoktan inmiş ve konağına yerleşmiştir. Cemal Paşa ve Azmi Bey,
Kâmil Paşa’nın İstanbul’a getirilmesinin suikastı düzenleyenlerce
kararlaştırılmış bir tasarının parçası olduğuna inanmışlar ve bu nedenle de
Kâmil Paşa’yı Mısır’a geri göndermek istemişlerdir. Kâmil Paşa, konağına
yerleştikten sonra Cemal Paşa, Azmi Bey’den konağın muhafaza altına alınmasını
ve dışarıdan içeriye veya içeriden dışarıya kimsenin sokulmamasını istemiştir.
Bu maksatla konağın etrafına yeterli derecede polis tahsis edilmiş, ecnebilerin
dahi hiç kimsenin konağa girip çıkmasına müsaade edilmemiştir.[16] Bu sıralarda Sabahaddin Bey’in
yalısı da gözetim altında tutulmuştur.[17] Bu tedbirler sırasında İngiltere
Sefareti Baştercümanı Fitz Maurice sefir namına, “Hoş geldiniz.” demek üzere konağa gelmiş fakat
polis memûrları tarafından içeriye sokulmamıştır. Cemal Paşa’ya göre, Hürriyet
ve İtilâfçılar ile beraber Fitz Maurice, suikast tertîbâtında İngilizler adına
hareket etmektedir. Cemal Paşa, hatıralarında, bu kişiyi suikastın hakiki
tertipçisi olarak tanımlamış ve O’na hitaben, “Şeytan ruhlu adam.” demiştir. Baştercüman, içeri sokulmayınca doğrudan
Mahmut Şevket Paşa’nın yanına gitmiş ve suni bir diplomasi krizi yaratmıştır.
Bunun üzerine Sadrazam, tedbirlerin derhal kaldırılmasını, Cemal Paşa’dan sert
bir üslupla istemiştir. Hatta Cemal Paşa hatıralarında, görüşmeden sonra
gözlerinin yaşlarla dolduğundan bahsetmiştir. Ardından derhal Azmi Bey ile bir
araya gelmiş ve yeni tedbirler almaya karar vermişlerdir. Gözetleme memûrları,
Sadrazam Bey’in emri doğrultusunda geri çekilmiş ve konağın dışarı ile alakalı
olan yasakları kaldırılmıştır. Fakat bir inzibât ve polis memûrları sivil
olarak konak civarında bulundurulmuş ve konağa giren ve çıkanlar
gözetlenmiştir. Ardından da Cemal Paşa, istifasını Sadrazam’a sunmuştur.
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, istifayı kabul etmemiş ve Cemal Paşa’yı yanına
çağırarak, O’nu ikna etmeyi başarmıştır. İkna karşılığında da her türlü
serbestiyi Cemal Paşa’ya tanımıştır. Cemal Paşa da Kâmil Paşa’nın sadece üç gün
kadar İstanbul’da kalmasına müsaade etmiştir. Ardından Kâmil Paşa, İstanbul’dan
Mısır’a gönderilmiştir.[18] Kâmil Paşa’nın gizlice İstanbul’a
gelişi Azmi Bey ve Cemal Paşa’yı tedirgin etmiş ve nihayetinde Kâmil Paşa,
İstanbul’dan çıkarılmıştır. Ancak şurası da açıktır ki Kâmil Paşa’nın gizlice
İstanbul’a gelişi Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı tedirgin etmemiştir. Bunun
hükûmet darbesine yönelik bir girişim olduğu konusunda Azmi Bey ve Cemal Paşa
ile aynı düşüncede değildir.
Devrik
Sadrazam Kâmil Paşa, Mısır’a geri yollandıktan neredeyse bir hafta sonra Mahmut
Şevket Paşa, 14 Haziran 1913 Çarşamba günü,[19] her zamanki gibi belli saatinde
Harbiye Nezâretinden çıkmış, Bâb-ı Âlîye gitmek üzere arabasıyla yola
koyulduğunda Beyazıt Meydanı’nı dönmeden önce Leblebiciler Sokağı’nda Topal
Tevfik ve Çerkez Ziya tarafından çapraz ateşe alınarak öldürülmüştür.[20] Topal Tevfik ve ortakları,
Arnavutluk’ta yapmış oldukları planları, Leblebiciler Sokağı’nda icraya
koymuşlardı.[21] Mahmut Şevket Paşa, suikast günü
sabahı bizzat Cemal Paşa tarafından kendisine yapılan uyarıları dikkate
almayarak bedelini canı ile ödemiş oldu.[22]
Mahmut Şevket
Paşa’ya kurşun sıkanlardan Topal Tevfik, onu görmüş bir kadının ihbarı üzerine
sivil polislerce yakalanmıştır.[23] Alınan ifadesinden suikastın diğer
failleri ve aşamaları ortaya çıkarılmıştır. Bu doğrultuda önce Hakkı’ya
ulaşılmış ve Hakkı’nın ifadelerinden de halkı hükûmet aleyhine kışkırtarak
isyan çıkartacakların bulunduğu hânenin yeri tespit edilmiştir.[24] İstanbul Polis Müdür Umûmîsi Azmi
Bey ile Merkez Kumandanı Miralay Refet Bey önderliğinde bir miktar kuvvet,
Hakkı’nın ifadelerinden tespit edilen Pire Mehmet Sokağı’ndaki hâneye gitmişler
ve hânenin etrafını sarmışlardır. Kısa bir süre sonra şiddetli bir çatışma
çıkmış, çatışma sırasında, Muhafızlık Yaveri Mülazım Hilmi Bey şehit olmuştur.
Polis Merkez Komiserlerinden Samoel Efendi[25] de çatışma sırasında bacağından
ağır bir surette yaralanmıştır. Ardından Eşref Bey, Sami Bey ve Mümtaz Bey’in
de katılımı ile katillerden Mülazım Mehmet Ali, Pehlivan Yüzbaşı Kâzım ve Kâzım
Beyler yakalanmışlardır.[26] Suikastın hemen sonrasında
tutuklananlar on iki kişidir. Buna
karşın on iki kişi de firârî olmuştur. Firârî arasında en mühim kişi; Prens
Sabahaddin, tutuklananlar arasında en mühim kişi; Damad Salih Paşa’dır.[27] Damad Salih Paşa’nın tutuklanmasını
bizzat Cemal Paşa talep etmiştir. Bakınız Cemal Paşa, suikastın hemen
sonrasında yapılan tutuklamalar hakkında şunları söylemektedir: “…. İstanbul’da böyle bir hadise
çıkarıldıktan sonra, muhtelif mahallerde toplanarak vaziyetten istifade etmeye
çalışabilecek her sınıftan şahısların kimler olabileceğine dair Polis Umûm
Müdürlüğü vasıtasıyla daha evvelce bir defter düzenlenmişti. …Bu defterde
isimleri bulunan kişilerin hemen tevkif edilmesini Umûm Müdür Azmi Bey’e
söylemiş ve Merkez Kumandanlığına lazım gelen emirleri vermiştim. Önceden
verilmiş olan bu talimatın icra olunduğunu ve fakat tutukluları nereye lazım
geleceğinin belirlenmesini Azmi Bey talep etti. O sırada, Sadâret
Kaymakamlığına tayin edilmiş olan Said Halim Paşa ve Dâhiliye Nâzır Vekili Hacı
Adil Bey ile müzakere ederek, Payitaht’ın sükûnu sağlamak için, bunların
Sinop’ta ikâmete memûr edilmelerini ve kendilerine kâfî miktarda yevmiye
ödenmesini kararlaştırdık… Tevkiflerin o gece sabaha kadar tamamlanmasını Azmi
Bey’den rica ettim. Aynı zamanda olaya karışmış olduklarını bildiğim Damat
Salih Paşa vesaire gibi kimseleri de tevkif ettirerek Polis Umûm Müdürlüğünde
sorguya çektirmeye başladım…”[28]
Suikast
öncesinde yapılan ihbarlar nedeniyle konu üzerinde yapılan çalışmalar sonrasında
İstanbul Polis Umûm Müdürlüğü, suikasta grubuna yönelik bir liste
oluşturmuştur. Aslına bakılırsa suikast günü sabahı Cemal Paşa, Mahmut Şevket
Paşa ile yapmış olduğu bu listeden bahsetmiş ve bu kimselerin yakında
tutuklanacağından bile bahsetmişti. Anlaşılıyor ki tutuklamalar için geç
kalınmıştı. Ancak, olayların daha da vahimleşmemesi ve isyan aşamasına
dönüşmemesi için tedbirler alınma cihetine gidilmiştir. Görüldüğü üzere,
İstanbul’da böyle bir hadise çıkarıldıktan sonra, muhtelif mahallerde toplanarak
vaziyetten istifade etmeye çalışabilecek her sınıftan şahısların kimler
olabileceğine dair İstanbul Polis Umûm Müdürlüğü tarafından bir çalışma
yapılmış ve bunların kimler olduğu bir deftere kaydedilmek üzere tespit
edilmiştir. Suikast olayından sonra da bu defterdeki kimseler, birer birer
tutuklanmışlardır. Tutuklananlar, İstanbul’da kargaşaya neden olabileceğinden
Sinop’a sürgün edilmişlerdir.
Divân-ı
Harb-i Örfî Mahkemesinin suikast failleri ile ilgili kararını, 23 Haziran 1913
tarihinde açıkladığı nazar-ı dikkate alınırsa suikastın faillerinin çok kısa
sürede yakalanmıştır. Yakalanamayanlar ise daha sonra özenli çalışmalar ile ele
geçirilmiştir. Özellikle firârîlerden Nazmi ve Kavaklı Mustafa’nın
yakalanmasında Azmi Bey bizzat yer almıştır. Hüsamettin Ertürk Bey, İstanbul
Polis Müdürü Umûmîsi Azmi Bey’in suikast sonrası süreçte faillerin
yakalanmasındaki üstün başarısından şöyle bahsetmiştir: “…. evdeki hesap da çarşıya
uymamıştı. Koskoca İttihâd ve Terakkî Hükûmeti, bir iki sergüzeştçe, Çerkez’le,
Laz’la kolay kolay ortadan kaldırılamazdı. Nitekim suikast failleri, eğer yurt
dışına çıkmamışlarsa, hepsi bir tarafta ele geçmiş, Polis Müdürü Azmi Bey,
bunların haklarından gelmişti.”[29] Azmi Bey, faillerin çoğunu yakalamıştı, ancak bunlardan Kavaklı
Mustafa’nın bir Rus vapurundan çıkarılıp yakalanması İstanbul Polis Müdür
Umûmîliği görevinin sonlanmasına mâl olacaktı.[30]
İttihâd ve Terakkî iktidarını düşürmek maksadıyla icrâ
edilen Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinden beklenen sonuç, Polis Müdür
Umûmîsi Azmi Bey ve İstanbul Muhafızı Cemal Paşa’nın çalışmaları nedeniyle
alınamamıştır. Ayrıca, bu olay münasebetiyle muhâliflerin birçoğunun ortadan
kaldırılmasıyla İttihâd ve Terakkî mensupları, iktidar koltuklarını doldurmaya
başlamışlardır.[31] Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi,
Meşrûtiyet Devrinde Sultan II. Abdülhamid tahtan indirilmesinden (27 Nisan
1909) sonra ikinci büyük dönüm noktası olmuş ve İttihâd ve Terakkî tarafından
desteklenen değil, doğrudan doğruya onun mensubu olan kişilere “Sadâret” yolunu
açmıştır. Sait Halim Paşa sadrazamlığında İttihâd ve Terakkî, denetleyici
olmaktan çıkarak doğrudan iktidar olmuştur.[32] Bu nedenle Mahmut Şevket Paşa’nın
öldürülmesi, en çok İttihâd ve Terakkîcilerin işine yaradığı konusunda yorumlar
yapılmıştır. Hatta Ahmet Bedevi Kuran gibi bazı kimseler bu yorumları bir adım
daha ileri götürerek ittihatçıların, Mahmut Şevket Paşa’dan kurtulmak
istediklerini ve bu nedenle kendisine karşı düzenlenen suikast girişimine
karşılık önlem almadıklarını bir nevi suikasta göz yumduklarını iddia etmiştir.
Bu durum ile ilgili olarak Ahmet Bedevi Kuran şunları söylemiştir: “…. Olaydan bir gün dostlarımızdan
Fazlı Bey, Muhafızlık Erkân-ı Harbiye Reisi’nin odasında bulunuyordu.
Dostumuzun yanında Reis Mustafa Bey, emri altındaki subaylara ertesi gün için
tetikte bulunmalarını tavsiye etmiş ve muhafız birliğine cephâne dağıtılmasını
emretmiştir. Demek oluyor ki hükûmetçe daha bir gün önceden her türlü ihtimâli
karşılayacak önlemler alınmıştır. Şu kadar ki kendilerini korumayı ihmâl
etmeyen İttihâd ve Terakkî yöneticileri Mahmut Şevket Paşa’yı uyarmaya gerek
görmemişlerdir. Cemiyet bu vesileyle hem muhâliflerinden hem de genel merkezin
artık hoşuna gitmemeye başlayan Hareket Ordusu Kumandanı’ndan kurtulmuştur.[33]
Bâb-ı Âlî
Baskını’nın intikamını almak maksadıyla girişilen bu darbe girişiminde, Mahmut
Şevket Paşa ile beraber öldürülecekler listesinde yer alan ve Paşa’nın
öldürülmesinde yeteri kadar polisiye tedbir almadığı gerekçesi ile eleştirilen
Polis Müdür Umûmîsi Azmi Bey’in söyleyecekleri son derece önem arz etmektedir.
2. Azmi Bey’in Suikast ile İlgili Değerlendirmeleri
Mahmut Şevket
Paşa öldürülmesi ile ilgili olarak Azmi Bey’in Çorum mebûsu olarak yer aldığı
Meclis-i Mebûsândaki ilk tartışmalar, 13 Temmuz 1914 tarihinde yapılmış ve
tartışma Karesi Mebusu Hüseyin Kâzım Kadri Bey’in şu sözleri ile başlamıştır: “…. Mahmut Şevket Paşanın şahadetine
netice veren fiilin gerek mütecâsirleri (cesaret edenleri) ve gerek bunun
müsemmam (kararlaştırılmış) olduğu hakkında hükûmete vaktiyle ma'lûmat
verilmiş, polis memûrları kâfi (yeterli) derecede malûmat almışlardı. Bu
ma'lûmatı hükûmet istihsâl etmiş olduğu hâlde, niçin tedbir-i ittihâz etmedi ve
memûr ettiği adamlara vazîfelerini îfâ etmediklerinden dolayı ne gibi mesûliyet
terettüp etti (ortaya çıktı), cevap vermelerini istirhâm ederim.”[34] Hüseyin Kâzım Kadri Bey’in sualine
karşılık olarak ilk Dâhiliye Nâzırı Mehmet Talat Paşa söz almış şunları
söylemiştir: “Fi’l-hakika
vak'a-i şahadette evvel polisçe bazı istihbârâtta bulunuldu ve lâzım gelen
tedbir de ittihâz edilmişti. Ancak mukadderâtın önüne geçmek insanların elinde
değildir, hatta merhûm kendisi de haberdar edilmişti ve o gün öyle bir vukuât
olacağı ve kendisinin öyle bir suikasta marûz bulunduğu ihbâr ediliyordu,
kendisi yolunu değiştirmediği gibi, biz de böyle bir vak'a olacağına itimât
etmedik hatta o gün bendenize karşıda bir suikast olacağını söylemişlerdi, o
gün Tanîn Gazetesi’ni, evden çıktığım vakit okuyarak gittim ve yanımda da
hiçbir kimse bulunmuyordu ve katiyyen böyle bir vak'a olacağına ehemmiyet
vermemiştim. Zannederim o meselede yine polis îfâ-yı vazîfe etmişti.
Katillerinden birini polisler derdest etmişti (yakalamıştı) ve o sayede diğer
şerik-i cürümler (suça karışanın arkadaşları) de muhtefî (saklandığı) olduğu
mevkide derdest edilmişlerdir. Ve o surette tamik-i tahkikat (ince araştırma)
edilerek katillerin biri ikisi müstesna olmak üzere, hemen umûmu, ceza-yı
sezalarını (layık ceza) bulmuşlardır.”[35] Dâhiliye Nâzırı Mehmet Talat Paşa’nın, “…. kendisi
de yolunu değiştirmediği gibi biz de böyle bir olay olacağına itimat etmedik…”
şeklinde ki sözleri, ihbarın ne kendisi tarafından ne de Mahmut Şevket Paşa
tarafından ciddiye alınmadığını göstermektedir. Her ne kadar M. Talat Paşa “itimat
etmedik” demiş olsa da Ali Birinci, “Hürriyet ve İtilâf Fırkası” adlı
eserinde, “…. katlin o gün yapılacağı aynı
sabah haber alınmıştı. Cemal, Azmi ve Talat Beyler kendilerini korumuşlar,
Mahmut Şevket Paşa ise herhangi bir tedbir almaya ihtiyaç hissetmemişti.”[36] diyerek aksini iddia etmiştir. Suikast ihbârının muhteviyâtı ve alınan
tedbirler ile ilgili olarak eleştirilerin odağında yer alan Azmi Bey ise
şunları söylemiştir: “…. Efendim o zaman polis müdürü
bendeniz idim, Hükûmet böyle bir vak'a olacağını haber aldı. Tertîbât bütün
teferrûâtıyla îfâ edilmişti. Tabîî düşünüldüğü gibi katillerin şu kadar
kişidir, şu şu adamlardır ve filân yerde filân zatı falan yerde de falanı
öldürecekler diye teferrûâtı ile ma'lûmat alamamıştır. Umûmî bir ma'lûmat elde
edilmiş ve polis o zaman Hükûmet-i askeriye ile beraber lâzım gelen tertibâtı
yapmıştır…”[37] Her ne kadar M. Talat Paşa suikast ihbarlarına itimat
etmedik dese de Azmi Bey, lazım gelen tertibâtın alındığını ve suikasta karşı
hazırlıkların yapıldığını ifade etmektedir.
Görülüyor ki lazım gelen tertîbâtta polisin yanı sıra askeri kuvvetler
de kullanılmıştır. Polisin yanı sıra askeri kuvvetlerin kullanılması bile başlı
başına Azmi Bey’in suikast ihbarına önem verdiğini göstermektedir.
Çorum
Mebûsu Azmi Bey, Taklîb-i Hükûmet ve Suikast ihbarının Mahmut Şevket Paşa’ya
bildirilmesi ve suikastın önlenmesine yönelik düşünülen tertîbâtla ilgili
olarak şunları söylemiştir: “…. Merhûm Mahmut Şevket Paşa
hazretlerine de ma'lûmat verilmişti. Gerek kendilerinin ve gerekse yaverlerinin
ve Nâzır Beyefendi hazretlerinin, vesairenin de ma'lûmatı vardır. Bazı tertîbât
yapıldı, binaenaleyh Mahmut Şevket Paşa Hazretlerine de bazı sözler söylenildi.
O gün yolunu değiştirmesi vesair tedbirler ittihâzı düşünüldü. Binaenaleyh
Mahmut Şevket Paşa merhûm Harbiye Nezâretinden çıktı aynı yolu takip ederek
Bâb-ı Âlî’ye geldi. Eğer önüne cenaze çıkmasa idi merhûma bir şey olmazdı,
fakat mukadderat buna bir şey denilmez. Otomobil tevakkufa (durmaya) mecbur
oldu ve o tevakkuf esnasında katiller bunu vurdular…”[38]
Suikast
günü sabahı, Mahmut Şevket Paşa ile görüşen İstanbul Muhafız Kumandanı Cemal
Paşa, suikast ihbarları ve suikastın önlenmesine yönelik alınan tertîbât ile
ilgili olarak şunları söylemiştir: “…. Suikastçıların artık tedbirlerini
tamamladıkları ve akşama sabaha genel bir hareket beklemek gerekeceği,
memûrlarımın ihbârlarından ve elde edilen birçok delil ve belirtilerden
anlaşılıyordu. Suikastın icra edileceği gün olan 15 Haziran 1913 Çarşamba günü
sabahleyin Harbiye Nezâretine gitmiştim. Yarım saat kadar Paşa ile görüştüm.
Zavallı, o gün pek neşeli ve tedbirlerinin neticelerinden emin görünüyordu.
Telaşa yol açmamak için, bugünlerde bazı suikastlardan bahis olunduğunu ve
belki yarın öbür gün buna mâni' olmak için bazı tevkifler yapmaya mecbur
olacağımı ve payitahta emniyet ve asayişin muhafazası için her türlü inzibât
tedbirleri alınmış ise de, tek tek suikastlara karşı tamamen etkili önleyici
tedbirler bulmak mümkün olamayacağından kendilerinin de yolda iken uyanık davranmalarının
uygun olacağını ve yaverlerine husûsî ihtârlarda bulunduğumu, umûmî şekilde arz
ettim. Bunun üzerine Sadrazam Mahmut Şevket Paşa “Adam! İş olacağına varır. Ne
yapalım? El-hükmü lillâh (Allah’ın hükmü)” demiştir. Bu görüşmeden yaklaşık on
beş dakika geçtikten sonra Mahmut Şevket Paşa’ya suikast düzenlenmiştir…”[39]
İstanbul
Muhafızlığının ve İstanbul Polis Müdüriyetinin önlem alması gereken iki husûs
vardır. Bunlardan biri; umûmî bir ayaklanma, diğeri; devlet erkânından
kimselere düzenlenecek olan suikastlardır. Güvenlik güçleri, umûmî ayaklanmaya
karşı şehrin çeşitli yerlerinde konuşlanmış, münferit olabilecek suikastlar
içinse hedefte olan kimseler uyarılmıştır. İstanbul Muhafızı Cemal Paşa, M.
Talat Paşa ve Azmi Bey’in ifade ettiği, yolun değiştirilmesi konusundan
bahsetmemiş, sadece Mahmut Şevket Paşa’dan yolda iken uyanık olması
istenmiştir. “O yol” yani Mahmut Şevket Paşa’nın suikasta uğradığı yol
hakkında mebûslar arasında tartışmalar yaşanmıştır. Halit Süleyman Bey, Hüseyin
Kadri Bey gibi kimi mebûslar, bu yol üzerinde neden polisin devriye atmak
suretiyle tedbir almadığından bahisle hiçbir polisin olay mahallinde olmadığını
sual etmişlerdir. Buna karşılık Çorum Mebûsu Azmi Bey, suikastın icrası sırasında
polisin, neden orada olmadığı eleştirilerine karşı şunları söylemiştir: “…. sonra o katillerden birisini polis gitti tuttu ve o polise bir
senelik maaşı mukâbili (karşılık) mükâfat olarak verdik. Sonra bizim
ma'lûmâtımız dairesinde bunlarla iştirâk etmiş kimler var idiyse bunları aldık
getirdik ve o gün tahkikatı tesrî (hızlandırma) ettik. Netice-i tahkikatta
(tahkikat sonucu) diğer katillerin bir hâneye ilticâ ettiklerini öğrendik. Ve o
gün orada tertibât-ı lâzıme ittihâz ettik ve herkesçe de ma'lûm olduğu üzere
bunlar da müsâdere (çatışma) edildi. Uzun uzadıya birtakım işler oldu. Bugün
yalnız hâl-i firârda iki katil kalmıştır, mütebâkisi (geri kalanı) hakkında
Divân-ı Harbce verilen hükümler icrâ edilmiştir. Bunu hepiniz biliyorsunuz, bu
husûsta polis neferlerinin hakikaten fedâkârâne denilecek sûrette vazîfelerini
îfâ ettiklerini bendeniz burada söyleyeceğim. Ve söylemeye de mecburum. Çünkü o
polisler kendi hayatlarını istihkâr ettiler (hakir gördüler) ve bunlardan
birisi de vazîfesi uğrunda yaralandı, birçok şeyler oldu. Binâen aleyh polisin
vazîfesini îfâ etmediği hakkında mevzû-i bahs olan sözleri bence doğru
bulmuyorum. Polis efrâdı (fertleri) bu husûstaki vazîfesini hüsn-i îfâ etmiştir...”[40]
Polisin olay yerine
geç intikali ve olay sırasındaki zafiyyet ile ilgili olarak Karesi Mebûsu
Hüseyin Kadri Bey şunları söylemiştir: “Kurşunlar atılmış ve hiç bir polisin orada bulunduğuna dair
kimseden ve hiçbir gazeteden bir ma'lûmat alınmadı. Sonra vak'a-i şahadet
olduktan sonra vak'a ortalığa yayıldı. Artık ondan sonra mevâkie (mevkilere)
haberler verildi ve ondan sonra takîbât başladı. Ve onun üzerine tertîbât icrâ
edildi. Ve ne gibi tahkikat yapıldı, ittihâz edilen tertîbâtı lütfen vazıhan
(açık olarak) söyleyiniz.”[41] Karesi Mebûsu Hüseyin Kadri Bey, Mahmut Şevket
Paşa’nın katli sırasında polis tarafından çatışmaya girildiğine dair hiçbir
kimseden ve hiçbir gazeteden bilgi almadığını ifade etmiştir. Divânîye Mebûsu
Halit Süleyman Bey de yeterli polis olmadığı yolundaki kanaatini şu sözlerle
ifade etmiştir: “Merhûmun makam-ı sadârete gittiği
zamanlar her gün muayyen olarak 9,5 ile 10 (saatleri) arasında idi… güzergâhta
fazla devriyeler bulundurmak suretiyle vak'anın önüne geçilir, bir iş
yapılabilirdi.”[42] Anlaşıldığı üzere Azmi Bey ve Cemal Paşa, Mahmut Şevket
Paşa’yı uyarmışlar ve yolunu değiştirmesini istemişlerdir. Ancak yol
güzergâhında Sadrazam’ın korunmasına yönelik yeterli güvenlik tedbiri
alınmamıştır. Çatışma sırasında etrafta hiçbir polisin olmaması bunun en açık
delili olmuştur. Hüseyin Kadri ve Halit Süleyman Beylerin tenkitleri üzerine
Azmi Bey bir kez daha söz alarak şunları söylemiştir: “İstanbul’da mevcut olan polisin umûmu 2 100 kadardı. Binâen aleyh o
zaman bunlar içinde iki, üç yüz münhall vardı. Şu sûretle yekûn (toplam) 1
800'e iniyor. Sonra polislerin bir kısmı umûmu haftada bir mezûn giderler. Bu
mezûniyyet dolayısıyla daha bir kaç kişi vardı. Bunlardan maada (başka) müteferrik (çeşitli) hidemâtı (hizmet) çıkarırsanız İstanbul'un
asayişi için 1 200 - 1 300 polis kalıyordu. Bunlarla her tarafa birer nokta,
her tarafa birer posta çıkarmak imkânı yoktur. Arz edebildim mi efendim? Bir
vak'anın orada vuku' bulacağını, o mahallde vâki' olacağını bilmiyorduk. Yalnız
vak'adan haberdar idik; fakat vak'anın ne sûretle ve nerede olacağından polisin
ma'lûmatı olamaz. Bi’t-tab' (doğal olarak) vak'anın da mahalli-i îka' (olay
yerini tespit etmek) tayîn edilemez.”[43] Anlaşıldığı üzere Azmi Bey, güzergâhta yeteri kadar
polis bulundurulmadığını kabul etmiştir. İstanbul’da yeterli sayıda polis
bulunmadığından bu durumun makul sayılması gerektiğini açıklamaya çalışmıştır.
Ardından Mahmut Şevket Paşa’nın kardeşi Halit Süleyman Bey söz alarak şunları
söylemiştir: “….
Fazla devriye olmadığı şununla sabittir ki, bu katil îka' edildikten sonra ve
edilirken polisler katillere hiçbir kurşun endaht (silah atmak) etmemişler ve
katiller hiçbir taraftan mukâvemete ma'rûz kalmamışlardır. Bu vakada katillerin
tutulmuş olması, olsa olsa, Topal Tevfik'in hana girip de nazar-ı dikkati celb
etmesinden ve abdesthânede fazla durmasından ileri gelmiştir...”[44] Halit Süleyman Bey, İstanbul polisinin ne suikast
öncesinde ne de suikast sonrasında üzerine düşen görevi yeteri kadar yerine
getiremediğini savunmuştur. Faillerden Topal Tevfik’in kendi ihmali ile
yakalandığını ifade etmiştir. Buna karşın Azmi Bey, faillerin yakalanması
husûsunda İstanbul polisinin gayretle çalıştığını, üzerine düşen görevi yerine
getirdiğini şu sözleri ile anlatmıştır: “.… Bu vak'a, yalnız Mahmut Şevket Paşa merhûmun şahsına
karşı yapılmış bir vak'a değildi. Bu vak'a umûmî bir vak'a idi. Polis dairesi
de bu umûmî tertîbâta karşı umûmî tertîbât ittihâz etmek mecburiyetinde idi.
Çünkü biz, yalnız güzergâhı, yalnız Bâb-ı Âlî civârını düşünemezdik. Bi’t-tab'
(doğal olarak) İstanbul'un en mühim yerlerini ve her tarafını düşünmek
mecbûriyetinde idik. Sonra Topal Tevfik, abdesthânede ziyâde oturmuş da nazar-ı
dikkati celb etmiş, ondan sonra tutulmuş. Hayır, bu da öyle değil. Polis,
arkasından yetişmiş, katil silah atarak aşağı doğru giderken de polis de
arkasından silah isti'mal (kullanmış) etmiş, hatta mukabele (karşılık) görmüş.
Yine takibâtında devam etmiş. Katil, nihayet bir hana girince polis de
maiyyetine bir jandarma alarak hana girmiş, kendisini çıkarmış. Yoksa katil,
orada ihtifâ' (gizlenerek) ederek bir zaman sonra nazar-ı dikkati celb ettiğinden
dolayı tutulmamıştır. Bunun sûret-i tevkîfi böyledir ve polis, vazîfesini
bi-hakkın îfâ etmiştir, bunda şüphe yoktur.”[45] Faillerin yakalanması ile ilgili olarak, Cemal Paşa
şunları ifade etmiştir: “…. Cinayet Çarşamba günü işlenmişti. Perşembe günü cenaze merâsimi
yapıldı. Cuma günü de hakkın inâyetiyle cânîlerin reisi olan Çerkez Kâzım ve
arkadaşlarından birkaçını Beyoğlu’nda Pire Mehmet Sokağı’nda kıstırarak,
yaverim Yüzbaşı Hilmi’nin şehitliği ve polis merkez memûrlarından Samuel
(Samoil) Efendi’nin sonradan topal kalmasına yol açacak biçimde yaralanması
pahasına hepsini tevkîf ettirdim ve Örfî Harb Divânı sorgu heyetine teslîm
ettim…”[46]
Anlaşıldığı
üzere, Azmi Bey ve Cemal Paşa, suikastın sonrasında Sadrazam Mahmut Şevket
Paşa’nın faillerinin yakalanmasında üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla
yaptıklarını ifade etmişlerdir. Alınan umûmî tedbirler ile hükûmet darbesi
önlenmiş ve failler yakalanmıştır. Bunun bir başarı olduğunu addetmektedirler.
Mahmut
Şevket Paşa’nın kardeşi Halit Süleyman Bey, suikast yönünde gelen ihbarlara da
değinerek, ihbarın Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya değil de yaveri gibi mahiyeti
altındaki kimselere söylenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Elbette koskoca
Sadrazam’ın kendisine korkak dedirtmeyeceğinden yolunu değiştirmeyeceğini
söylemiştir. Suikast ihbarının Sadrazam’ın kendisine değil de maiyyeti altındakilere bildirilmiş olması halinde güzergâhın
değiştirilebileceğini ve böylece suikastın önüne geçilebileceğini söylemiştir.
Halit Süleyman Bey, “Maiyyetinin
haberi olmalıydı.” demesi üzerine Azmi Bey, konuşmaya
müdahale ederek maiyyetinin haberi olduğunu söylemiş, akabinde de Halit
Süleyman Bey şunları söylemiştir: “Edeyim, maiyyetinin de haberi vardı.
Fakat ahz edilen tertîbât noksan idi.”[47] Halit
Süleyman Bey’in bir başka eleştirdiği nokta ise polis dairesinin ihbardan
haberi olmadığı ve İstanbul polisinin suikast olayını Harbiye Nezâretinden
duymuş olmasıdır. Halit Süleyman Bey, suikast sırasında merhûmun ölümünden
sonra bile katilin otomobil kapısını açıp üç dört defa ateşe ettiğini, eğer
olay yerinde polisin olması hâlinde failin arabanın kapısını açıp üç-dört el
ateş etmesinin mümkün olmadığını beyân etmiştir. Ardından da şunları söyleyerek
sözlerini şöyle tamamlamıştır: “Kendi kardeşim olduğundan yüreğim
yanıyor. Ailemiz, matem içindedir. Millet burada, polisin îfâ-yı vazîfe
etmediğini işitsin, işte bendeniz buradan bağırıyorum.”[48] Buna mukâbil Çorum Mebûsu Azmi Bey yeniden söz alarak şunları
söylemiştir: “.…
deniliyor ki, vaka polise Harbiye Nezâretinden bildirilmiş, hayır böyle değil.
Vakayı akabinde polis idaresi haber almış ve polis müdürü çıkmış, vazîfesini
îfâ etmiştir. Yoksa Harbiye Nezâretinden haber almamıştır. Sonra Hüseyin Kadri
Bey diyor ki, yirmi altı gün evvel polis müdüriyetine haber verilmiştir ve bu
meseleye mütecasir (cesaret edenler) olan bazı şahısların da esamisi (isimleri)
bildirildi. Yirmi altı gün evvel ma'lûmat alınmadı. Böyle yirmi altı gün evvel
ma'lûmat alındı ve bu sûretle haber verildi sözü ihtimal ki kendisinin yanlış
almış olduğu ma'lûmata müstenit (şahit) olacak. Bu vak'anın sonradan taayyün
(meydana çıkmak) ettiğine nazaran zaman-ı tertibi vesairesi hepsi ma'lûm ve
sonra polis müdüriyetine her gün yüzbinlerce ma'lûmat geliyor. O alınan birçok
ma'lûmat hakkında tertîbât ahzı lâzım gelse bütün polisleri toplasak bile kâfi
(yeterli) değildir. Bunun için tertîbât yapılmadı denilmesi doğru olmaz
zannederim. Söylediğim gibi, sırf vak'a Mahmut Şevket Paşa’nın şahsı için
değildir, vak'a umûmî idi. Tekrar ediyorum; vak'a hükûmetin şahsiyet-i
manevîyesine karşı olacak bir vak'a idi. Bunda Mahmut Şevket Paşa merhûm da
dâhildi, Nâzır Talat Beyefendi de dâhildi, bir başkası da dâhildi. Binâen
aleyh, en evvel düşüneceğimiz şey, memleketin asayişi, tamamî-i emniyetin
muhafazası idi. Binâen aleyh, biz ona nazaran tertîbât yaptık. Bu husûsta
polisin vazîfesini îfâ etmediği hakkında sözleri polis dairesi kabul etmez ve
etmiyor.”[49] Azmi Bey, suikastın özele değil genele yönelik
olduğunu ve sistematik bir çalışmanın eseri olduğunu ifade etmiştir. Suikastın
hedefinde yalnızca Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın olmadığını diğer devlet
büyüklerinin de hedefler arasında yer aldığını söylemiştir. Emniyete yüzlerce
asılsız ihbarların yapıldığına da değinen Azmi Bey, gerekli tertîbâtların
yapıldığını ve bu konuda İstanbul polisinin üzerine düşen görevi yaptığını
beyan etmiştir.
3. Azmi Bey’in İstanbul
Polis Müdür Umûmîliğinden Azledilmesi
23
Ocak 1913 tarihli Bâb-ı Âlî Baskını sırasında İstanbul Vilâyeti Polis Umûm
Müdürlüğü yönetimini üzerine alan İttihatçıların Ünlü Polis Müdürü Azmi Bey,
Mahmut Şevket Paşa suikastı sonrasında firârî faillerden Kavaklı Mustafa’yı bir
Rus vapurundan çıkarıp yakalamasından Ruslar, Osmanlı Hükûmeti’ne baskısı
kurmuşlar ve nihâyetinde Azmi Bey, İstanbul Vilâyeti Polis Umûm Müdürlüğünden
azledilmiştir. Azmi Bey’in azli ile ilgili olarak Falih Rıfkı Atay,
“Zeytindağı” isimli eserinde şunları yazmıştır: “…. Mahmut
Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa memleketten kaçmaya muvaffak olmuştu.
Eceli mi ayağına dolaştı, ne idi, bu katil bir Rus vapuruna binmiş, Romanya’ya
gitmek üzere İstanbul’dan geçiyordu. Osmanlı Devleti’nin Rus sancağını taşıyan
vapurdan hiç kimseyi almaya hakkı yoktu, ittihatçılar, Polis Müdürü Azmi Bey’in
cüretine başvurdular. Azmi Bey, bir kolayını bularak Kavaklı Mustafa’yı
vapurdan kaçırdı ve hapsetti. Rus büyükelçisinin Bâb-ı Âlî’ye gelerek, Kavaklı
Mustafa’yı geri isteyeceğine şüphe yoktu, işte bu kaygı ile Talat Bey ve
Sadrazam Sait Halim Paşa, birlikte Edirne’ye gitmeye karar vermişlerdi.
Büyükelçi Bâb-ı Âlî’de kimseyi bulamayacak ve Kavaklı Mustafa hapishânede o
gece boğulacaktı… Talat Bey’e, Kavaklı Mustafa’nın boğulduğu haberi gelmişti. Ertesi
günü Ruslar, Azmi Bey’i polis müdürlüğünden azlettirecekler…”[50]
Öncelikle
şunu belirtmek gerekir ki Kavaklı Mustafa, hapishânede keyfî bir sûretle
boğulmamıştır. Kavaklı Mustafa hakkında daha öncesinde gıyabında yargılama
yapılmış ve hakkında idam cezası verilmiştir. Kavaklı Mustafa ele geçirilince
hapishânede kendisi hakkındaki hüküm infaz edilmiştir. Azmi Bey’in İstanbul
Polis Müdür Umûmîliği görevinden azledilmesi ile ilgili olarak Hüsamettin
Ertürk de şunları yazmıştır: “Firârîlerden bir diğeri Kavaklı Mustafa idi. Yunanistan’a kaçmıştı.
Fakat Rus bandıralı bir vapurla İstanbul’dan Karadeniz’e transit geçeceği haber
alınınca, rıhtıma yanaşmış olan vapurdan O’nu zorla girip alan da gene Azmi Bey
olmuştu. O gece idam hükmü yerine getirilmiş ve buna son derece hiddetlenen
Çarlık Rusya elçisinin ültimatomu üzerine, İttihâd ve Terakkî Umûmî Merkezi, bu
gayretli polis müdürünü (Azmi Bey’i) ister istemez Beyrut valiliğine tayin
etmişti. Mesele de bu suretle kapanmış oluyordu.”[51]
Rus
istihbaratı kayıtlarına göre bir keresinde kendine bağlı kod adı, No. 50 olan
Ermeni asıllı ajan Artur’u, Türk Ermenileri Katolikosu Pogos Nubar Paşa’yı
öldürmesi için Paris’e gönderen Azmi Bey,[52] bu kez de Rusların izni olmadan
Kavaklı Mustafa’yı bir Rus vapurundan çıkarıyordu. Azmi Bey’in bu
davranışlarından rahatsız olan Rus yönetimi, Osmanlı Hükûmeti’ne baskı kurarak
Azmi Bey’in İstanbul Vilâyeti Polis Müdür Umûmîliğinden azledilmesini
istemiştir. İttihâd ve Terakkî iktidarı Azmi Bey’i, İstanbul Vilâyeti Polis
Umûm Müdürlüğünden alarak Adana valiliğine tayin etmiştir.
İstanbul
Vilâyeti Polis Müdür Umûmîsi Azmi Bey’in azledilmesi, tüm İstanbul polisini
derinden üzmüş ve Azmi Bey’in İstanbul’dan ayrılışı sırasında yapılan tören
İbrahim Feridun tarafından “Polis Efendilere Mahsus Terbiye ve Malûmat-ı
Meslekiye” adlı eserinde şöyle anlatılmıştır: “Azmi Bey İstanbul zâbıtasının (polisinin) hafıza-i
takdîr ve tekrîminden (saygı gösterme) ebediyyen menkuş (nakış olunmuş,
işlenmiş) kalacak sezâ-i hürmet bir simâ-i liyâkattir mîr-i mûmâileyhin
istanbul polis müdürü iken sebk eden mesâî ve vatanperverâne ve gayûr-ânesi
(gayur olana yakışacak surette), faâliyyeti, ciddiyyeti zâbıtaya ettiği esâslı,
kıymetli hizmetleri hiçbir zaman unutulmayacaktır. Azmi Bey’in İstanbul’dan
müfârekati (ayrılık) günü Hidiviye Vapuru’nun güvertesinde Payitaht Heyet-i
Zâbıtası nâmına komiser beyler tarafından irâd edilen nutuk heyet-i zâbıtanın
kendisinin ne derece meftûn-i hasâil (esaslı hayranlık) olduğunu pek beliğ bir
sûrette ifâde etmiştir.”[53]
İbrahim
Feridun Bey’in de dediği üzere, Azmi Bey’in İstanbul polisine olan katkısı
hiçbir zaman unutulmamış ve kendisi, uzun yıllar “Meşhur Polis Müdürü” olarak
anılmıştır. Ruhun şad olsun Hüseyin Azmi Samurkaş…
[1] Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, yyl., Samih Nafiz TANSU, Birinci Basım, İstanbul 1996, s.103.
[2] Halim Alyot, Türkiye’de Zabıta, Ankara 2008, s. 488.
[3] BOA.SAİDd. 166-327, 29/Z/1291 H. EGM.PDB. Cedid - 68 Numaralı Özlük Dosyası.
[4] SGK.KG.EİDB. 166-327.
[5] Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, C. II, s. 167.
[6] Celal Bayar, Ben de Yazdım, İstanbul 1968, s. 1091.
[7] Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete (Fahrettin Paşa Anlatıyor), İstanbul 1998, s. 73.
[8] Cemal Kutay, Üç Paşalar Kavgası, s. 142.
[9] Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 301.
[10] İbrahim Temo, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Teşekkülü ve Hidematı Vataniye ve İnkılâbı Millîye Dair Hatıratım, Romanya-Mecidiye 1939, s. 259
[11] Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 302.
[12] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 33.
[13] Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 302.
[14] Müfid Ekdal, Eski Bir İhtilâlciden Dinlediklerim, İstanbul 2003, s. 19.
[15] Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 301-304.
[16] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 39-45.
[17] Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 302.
[18] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 39-45. Kutay, Üç Paşalar Kavgası, s. 144.
[19] Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 307.
[20] Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 102.
[21] İbrahim Temo, İttihâd ve Terakki Cemiyetinin Teşekkülü ve Hidematı Vataniye ve İnkılâbı Millîye Dair Hatıratım, s. 259-260.
[22] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 46.
[23] Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 102-103.
[24] Kutay, Üç Paşalar Kavgası, s. 152. Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 307.
[25] Samoel (İzisel) Efendi, hastanede yatarken kendisini ziyaret eden Enver Paşa’nın takdirini kazanmış ve “Üçüncü Rütbeden Mecidi Nişanı” ve “Gümüş İftihar Madalyası” ile ödüllendirilmiştir. Yazar Adı Yok, “Eski Bir Hatıra”, Polis Emeklileri Derneği Polis Dergisi, S. 120, İstanbul 1962, s. 17.
[26] Kutay, Üç Paşalar Kavgası, s. 152.
[27] Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 103.
[28] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 49. Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 105.
[29] Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 129.
[30] Atay, Zeytindağı, s. 25-27. Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 105. Azmi Bey, İstanbul Polis Umûm Müdürlüğünden sonra Beyrut Valiliğine değil, Adana Valiliğine tayin edilmiştir. SGK.KG.EİDB, Dosya No: 166-327.
[31] A. Şerif Aksoy, İttihat ve Terakki, 1.bs., İstanbul 2008, s. 31.
[32] Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası, s. 206.
[33] Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 307.
[34] MMZC, İ.
[35] MMZC, İ.
[36] Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası, s. 215.
[37] MMZC, İ.
[38] MMZC, İ.
[39] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 45-46.
[40] MMZC, İ.
[41] MMZC, İ.
[42] MMZC, İ.
[43] MMZC, İ.
[44] MMZC, İ.
[45] MMZC, İ.
[46] Cemal Paşa, Hatıralar, s. 51.
[47] MMZC, İ.
[48] MMZC, İ.
[49] MMZC, İ.
[50] Atay, Zeytindağı, s. 25-27.
[51] Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 105. Azmi Bey, Beyrut valiliğine değil, Adana valiliğine tayin edilmiştir. SGK.KG.EİDB, Dosya No: 166-327.
[52] Mehmet Perinçek, “Çarlık İstihbarat Raporlarında Osmanlı’ya Çalışan Ermeni Bir Ajan: Arşavir Saakyan”, Toplumsal Tarih Dergisi, S. 191, Kasım 2009.
[53] İbrahim Feridun, “Polis Efendilere Mahsus Terbiye ve Malûmat-ı Meslekiye”, (çev. Eyüp Şahin vd.), Ankara 2010, s. 195-196.