AYIN KONUĞU

Nevzat Ayaz

 

 

Ç.P.D: Sizin bir polis çocuğu olduğunuzu biliyoruz. Polis Koleji’ne girişiniz nasıl oldu, anlatır mısınız?

 

N.A: Ben polis çocuğu olarak 5 Ekim 1930 yılında Ankara’da dünyaya geldim. Babam İsmail Ayaz ben doğduğumda Ankara Emniyet Müdürlüğü 3.şube de polis memuruydu. 1937 yılında Ankara’da çok şiddetli bir kış oldu. O dönemde ana caddeler üzerinde konuşlandırılan polis noktalarında çalışan memurların çalışma süreleri soğuk nedeniyle 6 saatten 2 saate indirildi. Bu nedenle karakoldaki memurların sayısı yeterli olmadı. Takviye için Emniyet Müdürlüğünden polisler görevlendirildi. Bu sebeple babam da Anafartalar Emniyet Amirliğinin noktalarında  görev aldı.

 

Babam bir doksan boyunda ve 110 kg. ağırlığında güçlü bir yapıya sahipti.  Sağlıklı durumuna güvenerek nöbet sırasında kendisine yeterli korunmayı sağlamadığı için soğuk algınlığından hastalandı. Birkaç gün evde tedavi gördü. İyileşemeyince Numune Hastanesine yatırıldı. Zatürreeden hayatını kaybetti. O görev şehidiydi.

Ben ortaokulu Ankara’da bitirdiğim zaman baba mesleğim olan Polis Kolejine  girmek istedim. Başlangıçta ailem mesleğe bir şehit verdik, yeter. Birde sen olma diyerek karşı çıktılar. Buna rağmen aileme haber vermeden Polis Koleji giriş sınavlarına müracaat ettim ve kazanarak eğitime başladım.

 

Ç.P.D: Polis Koleji’ndeki öğrencilik yaşamınızı ve duygularınız anlatır mısınız?

 

N.A: Ben Polis Kolejine 1947-1948 öğrenim yılında başladım ve 10. dönem  mezunuyum. Polis Kolejinde arkadaşlarımız ve öğretmenlerimizle diyalogumuz çok iyiydi. Fakat 1947-1950 öğretim yılında 8.ci ve 9.cu dönem ağabeylerimiz mezun olduğundan dolayı biz 10.cu dönem tek sınıf kalmıştık. Emniyet Genel Müdürlüğü tek sınıf için yapılacak masrafı çok bulduğundan 10.dönem öğrencileri olan bizleri ikiye ayırarak, bir grubumuzu Atatürk Lisesine, bir grubumuzu da Gazi Lisesine kayıt ettirdiler. Polis Kolejinin resmi üniformasıyla gittiğimizden, bu liselerdeki bazı öğretmen ve öğrencilerin bize karşı davranışlarından rahatsız oluyorduk. Bu nedenle tekrar okulumuza dönmek amacıyla bazı girişimlerde bulunmaya başladık. Bu amaçla, yetkili makamlarla temas etmek için bir komite oluşturduk. Bende bu komitenin içerisindeydim. Okula dönmemiz halinde, büyüklerimize teşekkür amacıyla çiçekle birlikte plaket vermeyi de kararlaştırdık.Ayrıca okuldaki müstahdemlerin çocuklarına giyecek alacak ve ayrıca bir kurban keserek bu kişilere dağıtacaktık.

Nevzat Ayaz,Polis Koleji’nde Arkadaşı (merhum)Şükrü Balcı ve Necat Bey ile (1948-1949) Ders Yılı

 

Mücadelemiz sürerken bir gün İçişleri Bakanımızın Polis Enstitüsüne gelerek öğrencilerle öğle yemeğini yiyeceğini öğrendik. O günün sabahı sınıf olarak karar alıp

yatakhaneden çıkmayarak Atatürk Lisesi ve Gazi Lisesine gitmedik. Öğle  yemeğinden sonra İçişleri Bakanının bizimle görüşeceği söylenerek bizi büyük bir sınıfta topladılar. Bakan bizim daha iyi yetişmemiz için sivil okullara gitmemizi sağladıklarını fakat gitmek istemememiz durumunda Polis Kolejinde eğitimin devam edeceğini söyledi, oylama yapıldı. 3 arkadaş dışında hepimiz Kolejde eğitime devam etmek istediğimizi belirttik. Bunu üzerine Sayın Bakan bende sizi tekrar kendi yuvanıza getiriyorum dediğinde kıyamet kopmuştu. Bütün sınıf ayağa kalkarak ve keplerimizi havaya atarak Sayın Bakana şükranlarımızı bildirdik. Böylece birlik ve beraberlik içerisinde hareket edildiğinde amaca ulaşılabileceğini ispatlamış olduk. İspatladık ama sabah Gazi Lisesi ve Atatürk Lisesi’ne gitmediğimiz için de idare tarafından sınıf olarak hepimize ihtar ve 1 hafta izinsizlik cezası verildi. Vaatlerimizi tek tek yerine getirdik. Kurban kesme işini de hallettik. Kurbandan pay alamayan işgüzar bir müstahdemin okul müdürüne şikayeti üzerine, kurban kestirmekten dolayı bir ihtar cezası daha aldım. Günler sonra okul müdür yardımcımız rahmetli Selahattin Pehlivanlı ile sınıfta sohbet ederken kendisine kurban kesmek suç mu, değil mi diye sorduğumuzda, okulun bıçağıyla keserseniz suçtur demesi sınıfı kahkahaya boğmuştu.

 

Ç.P.D: Polis Kolejinden mezun olduktan sonraki yaşamınızın çok hareketli geçtiğini biliyoruz. Emniyet teşkilatındaki göreviniz dışında Vali ve Bakan olarak ta ülkemize hizmetler verdiniz. Özetleyip, bir anınızı da anlatır mısınız?

 

N.A: Uzun yaşamım içerisinde acı ve tatlı “Çoook” anılarım vardır. Hangini anlatayım ki, sayfalara sığmaz.

 

 İstanbul Valisi olduğumda HALK GÜNÜ uygulamasını başlattım. Çünkü Valinin kapısının vatandaşlara kapalı olmaması gerekir. Derdi olanların, görüşmek isteyenlerin randevusuz gelip görüşmeleri vatandaşlarımızın hakkıdır. Sonuçta her Salı günü sabahtan öğleye kadar, randevusuz halk günlerini başlattım. O gün isteyen vatandaşla gelip benimle randevusuz görüşüp dertlerini, rahatça anlatıyorlardı. Yüzlerindeki mutluluk beni de duygulandırıyordu. Beni çok mutlu eden bu uygulama İstanbul’dan ayrılıncaya kadar devam etmiştir.

Halk günüyle ilgili bir anımı unutamam.

“Halk günü toplantı odasında, büyük bir masa etrafında oturan vatandaşlar, sağlı sollu, sıra ile isteklerini anlatıyorlar. Bu toplantıların, bazı müdavimleri vardır. Sık sık gelirler.Yine, bu müdavimlerden, sakallı, 70-75 yaşlarında olan ihtiyara sıra geldi. Bu ihtiyar, Çekmece’de, Mimar Sinan Köyü’nde, ruhsatsız çalıştığını iddia ettiği bir ekmek fırınından şikayetçidir. O gün yine, aynı şikayetini tekrarlarken, heyecanlandı, titremeğe başladı. Kendisine, heyecanlanmamasını, telaş etmemesini söylerken, birden bire sandalyesinde yığıldı. Bir taraftan ihtiyarı rahatlatmağa çalışırken, bir taraftan da doktor çağırttım. Doktor geldiğinde, maalesef, ihtiyar ölmüştü! Tabii, üzücü bir olay. Bu arada, ihtiyarın durumunu incelettim: Kendisi de Mimar Sinan Köyü’nde fırıncılık yapıyormuş. Ruhsatı yok diye şikayet ettiği şahıs ta, damadı imiş.”

 

Ç.P.D: Zamanınızdaki Polis Örgütü ile günümüz örgütü arasında bir kıyaslama yapar mısınız?

 

N.A.Benim Emniyet Teşkilatında komiser yardımcısı olarak göreve başlamam 1954 yılı sonundadır. O yıllarda Emniyet Teşkilatının günümüzle mukayese mümkün olamayan koşullar altında çalışıyorduk. Teknolojinin günümüze getirmiş olduğu imkanlar o gün tasavvur dahi edilemiyordu. Bu nedenle de olaylarla mücadele etme ve sonuç alma güç şartlarda yapılabiliyordu. Bir örnek verirsek; 1960 askeri müdahalesi sonunda milli birlik komitesi aldığı bir kararla bütün pasaportların  merkezden verilmesini kararlaştırdı. Bu hizmet benim müdürü olduğum Emniyet Genel Müdürlüğü 4.Şubece yerine getirilmeye başlandı. Pasaport almak isteyen vatandaşlar gerekli belgeleri bulundukları ilde tekemmül ettirerek posta ile Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderiyorlardı. Pasaport ücretlerini de ayrıca posta ile gönderiyorlardı. Bu hizmetin verilebilmesi 4.Şube bünyesinde 60 personellik bir birim oluşturduk. Pasaport verilip verilmemesinde bir sakınca olup olmadığının tespiti Genel Müdürlüğümüzün arşivindeki fişlere bakılarak tespit edilebiliyordu. Bu sebeplerden dolayı bir vatandaşın pasaport alabilmesi hele hele uzak illerdeki vatandaşların alabilmesi uzun zaman alıyordu. Özellikle HAC dönemlerinde verimli sonuç alabilmek için günün 24 saatinde görev yapmak gerekiyordu.

Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz Devlet Bakanı Erdal İnönüyle birlikte Somali Ziyaretleri

 

Günümüzde gelişen teknoloji sayesinde bu işlemler yanında suç ve suçlunun tespiti dakikalar içerisinde olabilmektedir.

 

1950’li ve 60’lı yıllarda Polis Teşkilatının imkanları çok sınırlıydı. Suçlarla mücadelede kısa zaman içerisinde netice alabilmek için gerekli araç ve gereçler kısıtlıydı, dolayısıyla yaya devriye ile arzu edilen sonuç alınamıyordu. Polis bazı zamanlar olay yerine yürüyerek veya koşarak gidiyordu. Günümüz koşullarında teşkilatımız gelişmiş imkanlara kavuşmuştur.

 

Sacide Ayaz’la evli olan Nevzat Ayaz’ın 2 kızı ve 4 torunu vardır. Haliç Üniversitesi Mütevelli heyet 2.Başkan, Basın Konseyi Yüksek Kemal üyesidir.Ayrıca 18 vakfın Mütevelli Heyeti üyesi, 20 dernek ve kuruluşun genel kurul üyesi olarak faaliyetlerine devam etmektedir.

 

Çağın Polisi Dergisi olarak Ayaz ailesine sağlık, mutluluk ve başarılar diliyoruz.