TORUN SEVGİSİ…

 

Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR[1]

 

          Etrafıma bakıyorum, herkes de bir hareketlenme. Daha çok ticaretle uğraşanlarda görülen telaş. Aslında fazla değişmeyen ama büyük indirim yapılmış gibi gözüken fiyatlar. “Sevgililer Gününe Özel İndirim”…Gerçekten seven ama yeterince parası olmayanları, sevenleri, seviyormuş gibi gözükenleri, kısacası kendisi için değerli olanları kaybetmek, üzmek istemeyen herkesi almış bir telaş… Çünkü ”Önemli olan hatırlaması” diyenlerin bile bir hediye beklediği de bir gerçek… Kuşkusuz alınacak bir hediye. Alınmalı da…Sevgi bir yaşam kaynağı…Herkes sevmeli , sevilmeli ve sevgisini göstermeli ki hayata tutunabilsin… Aslında, “Onsuz yaşayamam…” diyenlerin düşüncelerinin bile zaman içinde değişebildiğini herkes görüyor,zaman içinde öğreniyor…Ama bizim konumuz gençler değil. Bizim konumuz daha yaşlılar ve hepsinin yani Dedeler, Anneanne ve Babaannelerin SEVGİLİSİ, onları hayata bağlayan, onların yeniden hayatta tutunmalarını sağlayan, onlara güç veren TORUNLAR…

          Kendisini işine ve mesleğine adamış, gece gündüz demeden, hiç yakınmadan çalışmış pek çok insan geliyor aklıma. Bazılarını görevde iken de hatırlıyorum. Yüzü gülmüyor. Suratı asık. Katı. Hiç hata kabul etmiyor. Affetmiyor, cezalandırıyor.  Bazılarının odasına, yanında çalışanlar bildiği bütün duaları okuyarak giriyor. Getirilen evrakları imzalamıyor, sebebini de ne evraka yazıyor, ne de ilgililere söylüyor. Siz bulup tahmin edeceksiniz. Bazıları dosyaları görevlilerin yüzüne fırlatıyor. Özetle protokol gereği “Ağaç Dikme” törenlerinde ağaç dikerken bile eğilmiyor. Hazır açılmış kuyulara ağacı başkası koyuyor, o yalnızca toprak atıyor.

            Siz, onları hep bu tutum ve davranışları, Cumartesi,  Pazar günleri, hatta tatilde bile giydikleri lacivert takım elbiseleri ve kravatlı halleri ile hatırlıyorsunuz.

            Eşleri nasıl hatırlıyor” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Üzülmeyin, çoğunun eşleri de onları sizin gibi görüyor, sizin gibi hatırlıyor… İhtiyacı olduğunda çoğu kez “işim var gelemem” deyip koruma memurunu gönderen, her zaman dolu, her zaman meşgul, eve yorgun argın gelen, her türlü imkânı sağlayan, ama kendisine ihtiyaç duyulduğunda zor bulunan,  olmayan hali ile hatırlıyor.

            Evin eşi mi? Evet o da önemli bir görevde ve yönetici konumunda ise, benzeri tutum ve davranışları sergiliyor ama babaya oranla daha sevecen ve Türk Örf Adet ve Geleneğinden kaynaklanan algılamalar sebebiyle aynı zamanda “evin hanımı, eş, anne” olduğunu unutmayan bir konumda algılanıyor.

            Çocuklar mı? Evet çocuklar her türlü imkana sahip. Anne ve babaya hasret olmanın ötesinde hayatlarından memnun ve çaresiz olarak koşullara uyum sağlıyor…

            Hepinizin bildiği gibi ülkemizde genellikle yöneticilerin eşleri genelde kocasının, ya da hanımının rütbe, unvan ve protokoldeki yerlerini alıyorlar. Cumhurbaşkanının eşi Cumhurbaşkanı, Başbakanın eşi Başbakan, Vali’nin eşi Vali, Generalin eşi General, Bakan’ın eşi Bakan, İl Emniyet Müdürünün eşi İl Emniyet Müdürü gibi algılanıyor. İşin tuhafı onlar da çoğu kez kendisini başkalarının algıladığı gibi  görüyor, davranıyor, bu şekilde görmeyenlerin de görmesini çeşitli yol ve yöntemlerle sağlıyor… Eşin eğitimi, tahsili, kültürü, kendine güveni eşine uygun değilse asıl kıyamet de işte o zaman kopuyor, kompleksler ortaya çıkabiliyor. Eşi adına emir vermeler, emrini dinlemeyenlerin eşini görevden aldırmalar, sebepsiz disiplin soruşturmalarına muhatap kılmalar. Araştırırsanız bitmeyecek yoğunlukta hikâyeler…

            Hatırlıyorum da eskiden üst düzey bir göreve atanacaklarda eşinin tahsil durumu, toplum içindeki genel durumu, hatta çocukları da incelenir ona göre yönetici atanırdı. Şimdi öyle mi?

            “Hadi canım hepsi böylemi yöneticilerin?” diyenlerin de olduğunu duyar gibi oluyorum. Kuşkusuz hepsi böyle değil yöneticilerin, farklı olanlar da var ama sayıları o kadar az ki, bunlar da genel profili değiştirmiyorlar.

            Kendi yöneticiliğimiz, eşimin yöneticiliği, çocuklarımızın genel durumu hakkında bir şey söylemek bize düşmez ve yakışmaz. Onu da bizimle çalışanlara sormak gerekir. Ama bizi ailece hayrete düşüren, bir anıyı bu vesileyle sizlerle paylaşmak istiyorum.

            Ailece görüştüğümüz yer ve makam sahibi meslek mensubu olmayan bir aile ile evde sohbet ediyoruz. Sohbet konusu “yöneticilerin tutum ve davranışları” Sohbet dönüp dolaşıp bize geliyor ve sonunda  siz çok farklısınız, sizin çocuklarınız bu konuda çok şanslı” diyor konuklarımız ve hemen yanımızda bulunan kızıma (Ceylan Dündar Kaya) “öyle değil mi? “ diye soruyorlar. Hepimiz alacağımız sürpriz cevaptan habersiziz. Her zaman ilkeli, dürüst, titiz ve kendi doğrularından taviz vermeyen, sorulduğunda her ortamda doğruyu gizlemeden söyleyen ama neticede sevabıyla, günahıyla normal bir insan olan ve bu özellikleri sebebiyle çoğu kez eleştirilen, her ortamda kabul görmeyen bu özellikleriyle kızım,  bir annesine, bir bana bakıyor öncelikle. Sonra soruyu cevaplıyor, “hem anneniz, hem de babanız Emniyet Müdürü ise, onların çocuğu olmak daha da zor…” diyor ve ilave ediyor.”Ben küçücük bir çocuktum. Annemle birlikte komşumuza gittiğimizde çikolata ikram edilir, ben de annemin gözüne bakar, annem “alabilirsin anlamında” başını eğdiğinde çikolatayı alır, asla ikincisini alamazdım, oysa bazen çok canım isterdi, ikincisini de almak isterdim” diyor… Doğrusu hepimiz hayretler içinde kalıyoruz. Eşime bakıyorum “doğru mu anlamında”, eşim  evet doğru” diyor kısaca.

            Bu bizim yıllar sonra tesadüfen öğrendiğimiz bir gerçekti. Oysa biz çocuklarımıza hiç baskı yapmadığımızı zannediyor, karı koca demokratik tipte bir anne ve baba olduğumuza inanıyorduk. Oysa “disiplin”, evet “tek çikolata alma” yönlendirmesi biz de varmış, tüm özenimize, dikkat ve titizliğimize rağmen. Bu ve benzeri bazı uygulamaları eve de yansıtıyormuşuz da haberimiz yokmuş. İşte en demokrat denilen ve olduğunu zanneden ailelerin çocuklarını bile etkileyen bir meslek polislik.

            İnsan kolay değişmiyor. Deyim yerindeyse “7 sinde insan ne ise, 70 inde de o” oluyor. Genellikle yeterince bilgi sahibi olmayan, kendi bilgi, beceri ve yeteneklerine yeterince güven duymayan, sertlik ve sözde disiplin uygulamalarıyla soru sormayı engelleyen o anti demokratik yöneticilerin bir gün geliyor, ne talimat verecek makamı, ne rütbesi, ne de görevi kalmıyor. Emekli ibaresini koyduğunuz an, sahip olduklarınızın birçoğu son buluyor. Bu eklenen yeni unvanla evdeki otoritesini bile kaybedenlerin olduğunu duyuyor ve görüyoruz. Kuşkusuz bu yeni yaşama uyum sağlayanlar da, direnenler de, kabul edenler de, etmeyenler de var. Onların çoğu gene erken saatte kalkıyorlar. 30-40 yıl günde 3-4 saat uyuyabilenler, birden bire 8-10 saat uyuyamıyor. Gene kalkıyor. Takım elbisesini giyiyor, herkes bir yerlere dağılıyor. Polis Evleri, Hâkim Evleri, Ordu Evleri, Öğretmen Evleri, Lokaller, Dernekler vb. yerler onların sığındıkları yerler…

            Tüm emeklilerin ve emekli olmak üzere olanların ortak bir noktası daha var ki, o da en önemlisi ve en önceliklisi “ Torun Sevgisi, Torun İlgisi.” Herkesten duyulan ama sonradan fark edilen bu sevgi ve ilgi öncekilerin hiçbirine benzemiyor.

            “Torun” söz konusu olduğunda tüm randevular iptal ediliyor, toplantılara “mazeretli katılımlar”,katılmamalar artıyor.  Yemekler, tatiller, görüşmeler, özetle her şey torunlara göre ayarlanıyor ve düzenleniyor. Cüzdanlar çıktığında ilk onların fotoğrafı çıkıyor içinden. Bilgisayarların ana sayfalarında onların resmi. Bazılarının Cep Telefonlarının zili çalmıyor, zil yerine torunun sesini duyuyorsunuz. “Dedeciğim telefona baksana” diye bağırıyor. Albümler, videolar, dijital fotoğraf makineleri onların resimleriyle dolu.

            O suratı asık yöneticileri bile torunu yanındayken gülümserken görebiliyor, çalışırken hiç duymadığınız yumuşak ses tonunu duyabiliyorsunuz. Torunu yanındayken onları spor elbiseleriyle, hatta mayolu, şortlu da görebiliyorsunuz. Torunu yanındayken onu yere uzanmış, torunu sırtında, şekilden şekle girerken de görebiliyorsunuz. Çünkü torunlar onları kısa süre de olsa değiştirebilen yegâne sevimli canlılar. Deyim yerinde ise torun, “mesleki disiplin hattının kırıldığı nokta, tüm karizmayı çizen sevimli yaratıklar” olarak çıkıyor karşımıza.

            Aslında dikkatli baktığınızda, bebeklerin ön yargısız, içinden geldiği gibi nasıl davrandıklarını, büyükler gibi rol yapmayıp sevdiklerini nasıl belli ettiklerini, küçücük avuçlarıyla parmağınızı nasıl sıkıca kavradıklarını, sevmediklerini ağlayarak belli ettiklerini, yanağınıza kondurduğu öpücüğün bile ne kadar farklı olduğunu, kimin kendisini ne kadar sevdiğini anında algılayıp, cevap verdiklerini rahatlıkla görebiliyorsunuz.

            Bu yazıyı ofisimizde kaleme aldığımda,  dergimiz çalışanlarından Filiz Çevik(Bayrak) geliyor yanıma, yazının konusunu merak ediyor, ben de ona dedesini soruyorum. Önce gözleri parlıyor, sonra tüm çabasına rağmen engel olamıyor gözyaşlarına. Boğuk bir sesle “ çok severdim, Allah Rahmet eylesin. Çok yaşlıydı ama ben kolunun üzerine oturduğumda hiç kıpırdamaz öyle kalırdı. Beni ne kadar çok sevdiğini hisseder, bende onu çok severdim” diyor. Fazla söze gerek kalmıyor. Yüz ifadesi, ses tonu her şeyi anlatıyor. Bıraktığı iz’ in de silinmediği görülebiliyor. Dergimizin diğer çalışanı Fadime Özcan’ a soruyorum dedesini. O da dedesini “ yaşlı haliyle karların içinde, bata çıka kendisini okula arabayla götürürken nasıl koruyup kolladığını, adeta baba şefkatiyle” hatırlıyor. Dernek ve dergimizin yeni elemanı Sevilay Güngör’ e de soruyorum dedesini. O da “fedakâr ve sevgisini gösterendi” diyor. Kısacası “dede, anneanne, babaanne dendiğinde herkesin yüzünde bir tebessüm belirlendiğini, ayrı bir sevgi, saygı ve hasretle hatırlandıklarını görebiliyoruz. Geçenlerde bir haberi yeniden izliyorum. Cumhuriyet Halk Partisinin  yeni Genel Başkan adayı sayın Kemal Kılıçdaroğlu partisinin olağan kurultayına gitmek üzere evinden çıkıyor ve gazetecilere “torunumdan şans öpücüğünü aldım” diyerek ilk açıklamasını yapıyor… Kuşkusuz torunun öpücüğü çok önemli. Öpücüklerin en hatırlananı ve akılda kalanı…

            Aslında neden toruna, çocuğa ve başkasına davranıldığı gibi davranılmıyor, neden torun daha çok seviliyor sorusunun cevabı sanırım çok basit. Torun çoğu kez tüm kural ve doğruların erozyona uğradığı, hatta yıkıldığı, hataların tekrarlanmak istemediği, sevgiyi göstermenin ne kadar önemli olduğunun hissedildiği, sevgiye açlığın arttığı, insanların daha duygusallaştığı, değiştiği, son olgunluk döneminde dünyaya geliyor da ondan.

            Dede ve ninelerin daha önce çocuğuna ayırmadığı veya ayıramadığı, oyun, gezme, gezdirme ve benzeri işler için yeterli zamanı var. Artık ekonomik durumu da eskiye oranla daha iyi.  Zamanında çocuğuna alamadıklarını torununa almak, çocuğuna veremediklerini torununa vermek, çocuğuyla paylaşamadıklarını torunuyla paylaşmak istiyor. Kısacası torun yeni bir sürecin başlangıcı, yaşamda değişme sürecinin kırılma noktası, ömür sürecinde son yaşam sevinci, hayata ve yaşama bağlanmanın yeni bir nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Çok seviliyor ve seviyorlar. Onun için de çok anlamlı ve farklı oluyorlar hepimiz için.

            Allah cümlemizinkini bağışlasın ve acılarını göstermesin, olmayanlara da nasip etsin. Çoğunuzun olduğu gibi benim de bir torunum, SELİN’ im (Selin Kaya)  var. “Allah kaderini iyi çizsin” diye başlayan dualarımın ilk sırasında o var. Kimsenin onun kadar beni yanında istemediğini, kimsenin onun kadar bana candan sarılmadığını, kimsenin gözünün onun gördüğü, aradığı kadar beni aramadığını hissediyor ve yaşıyorum… O farklı…Daha doğrusu fark ettiriyor… O, yüce MEVLANA’ nın dediği gibi, olduğu gibi gözüküyor, gözüktüğü gibi davranıyor… Hesabı, kitabı yok… İçinden geldiği gibi hareket ediyor… Zaten ÇOCUK SEVGİSİYLE, BÜYÜK SEVGİSİNİN  farkı da burada  DEĞİLMİ ? Son Babalar gününde “Neden Dedeler günü yok” diye sorduktan sonra annesi o tarihte yurt dışında görevde olduğu için annesinin de “Babalar Gününü Kutlama” görevini de üstlenerek kendisinin yapmış olduğu gül yapraklarıyla dolu özel bir resimle kutlayan 7 yaşındaki torunumun (Selin KAYA)resmini,  sizlerin de  benzeri tutum ve davranışlara muhatap olduğunuzu bildiğim için  paylaşmak istiyorum.

                       

 

           

           

            Artık bizler için karizma ve benzeri değerlerin hiçbir önemi kalmadı…Artık herkesi değiştirmeye çalışmadan, ya da değişmesini beklemeden olduğu gibi kabul etme zamanı… Artık kimin haklı, kimin haksız olduğu hiç önemli değil… Artık kimsenin değişmediğini, yalnızca değişmiş gibi gözüktüğünü kabul etme zamanı… Dilerim yüce mevlâm herkese bu sevgiyi ve mutluluğu tattırsın. Kaderlerini de iyi yazsın…Herkes de çocukları örnek alsın. Olduğu gibi gözüksün, gözüktüğü gibi de olsun ki toplumumuz düzelsin, dünyamıza iki yüzlü insanlar hakim olmasın…Onlar bizim sevdiklerimiz.Onlar bizim gerçek sevgimizi ortaya çıkaranlar…Onlar bizim yaşam kaynağımız, yeniden hayata tutunma nedenimiz ,iyi ki varlar ve bize bu duyguyu da tattırdılar…

 

 

 

 

Sayı 110, Sayfa 2-4



[1] E.1.Sınıf Emniyet Müdürü, Kamu Yönetimi Uzmanı, Siyaset ve Yönetim Bilimi Doktoru.