Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

VER – KURTUL (!)


Prof. Dr. Ö.Hakan MUĞLALI

               On dokuz Mayıs Üniversitesi

        Veteriner Fakültesi

Jeopolitik konumu nedeniyle emperyalist ülkelerin Türkiye için uygun gördüğü durum; sürdürülebilir istikrarsızlıktır. 1950’li yıllardan sonra bağımsız Türkiye’yi bağımlı hale getirme çabaları başta ekonomi olmak üzere her türlü platformda uygulamaya konmuştur. Sonuçta, dünyanın iki büyük ekonomisi tarafından (ABD ve AB) Türkiye’nin paylaşım noktasına gelinmiştir. Bir yandan ABD ve IMF diğer yandan AB Türkiye’yi kıskaca almıştır. Maalesef gelinen noktada geçmişte emperyalizme karşı dünyanın en büyük zaferini kazanarak mazlum milletlere örnek olan Türkiye, Atatürk’ün tam bağımsızlık çizgisinden uzaklaşarak her türlü dış etkiye açık bir konuma ulaşmıştır. 

Ulusal değerlerine inanmayan, Atatürk’ünü özümseyememiş işbirlikçi politikacılar sayesinde Türkiye’nin dış borç yükü 200 milyar doları aşmış ve dış ticaret açığı bakımından dünya ikincisi konumuna getirilmiştir. Böylelikle sürekli olarak dış borç bulmak zorunda bırakılan Türkiye, ekonomik olarak bağımlı hale gelmiştir. Atatürk tarafından kaldırılan kapitülasyonlar Gümrük Birliği adı altında tekrar uygulamaya konmuştur. Sonuçta gelinen nokta ülkenin güvenliğini tehdit eden boyuta ulaşmıştır. Atatürk sayesinde ulusal onuruna kavuşarak dünya tarihinin en büyük ekonomik, sosyal ve kültürel sıçrayışını yapan Türk halkı 1974 Kıbrıs Barış harekatından sonra Batı’nın kendisine uyguladığı şiddetli ambargolara dayanmıştır. Bu direnç sırasında ulusal onurundan en ufak bir taviz vermemiştir. Kuva-i milliye’yi yaratan Türk ulusunun sağlam dokusu ekonomik bunalımlarla gevşetilmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla Türk halkı; yeteneksiz, basiretsiz, bilgisiz politikacıların, iş çevrelerinin, işbirlikçi medya ve üniversite hocalarının tek yanlı yönlendirmeleri ile kandırılmaya çalışılmaktadır. Avrupa Birliği adına Brüksel-Türkiye-KKTC arasında ajan provakatörlük görevini yerine getiren dolandırıcılıktan hüküm giymiş gazeteciden, işbirlikçi gazete yazarlarına, politikacı ve öğretim üyelerine varıncaya kadar, sistemli bir biçimde “KIBRIS’TAN KURTUL AB’YE GİR” politikası Türk kamuoyuna temel hedef gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda Kıbrıs konusu sanki bütün olumsuzlukların nedeniymiş gibi ortaya atılmakta “ver-kurtul” politikasıyla Türkiye’nin refaha erişeceği havası yaratılmaya çalışılmaktadır. Başta bankalardan 50 milyar doların hortumlanması olmak üzere her türlü yolsuzluğun sorumlusu durumunda olanlar her yıl Kıbrıs’a yollanan 200 milyon dolarlık yardımın hesabını yapar olmuşlardır. Kıbrıs’ta adanın Yunanistan’a bağlanması demek olan ENOSIS’e karşı verilen 50 yıllık mücadele sürecinden zerre kadar haberi olmayanlar 1974 sonrası Kuzey Kıbrıs’ta tesis edilmeye çalışılan ayrı devlet olgusu ve buna bağlı idari, sosyal, ekonomik ve kültürel düzenlemelerde KKTC’nin tek başına hareket etmediğini, esas rolü Türkiye ve Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen bürokratların oynadığını görmezlikten gelemez. Ancak unutulmamalıdır ki, bu güne kadar yolladığı yardım paralarıyla adanın tamamını satın alabilecek olan Türkiye,sektörel bazda rasyonel uygulamalar yapmamış olduğu için Kıbrıs’taki ekonomik bunalımdan da sorumludur. Ortada, ciddi bunca siyasal gelişme ve buna bağlı diplomatik trafik yoğunluğu yaşanırken, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmak istenmemesinin, ya da bu yolculukta karşılaşılan zorlukların tek müsebbibi olarak KKTC ve Kıbrıs Türk halkını göstermeye çalışmak insafsızlık boyutunu aşıp, ihanete ulaşan bir durumdur. Osmanlı Kıbrıs’ı terk ettikten sonra Türklük ve Türkiye çıkarları için bu adada çocukluğunu ve gençliğini zulüm, baskılar ve katliamlar nedeniyle yaşayamayan Kıbrıs Türkünün, benzer olayları gelecekte yaşaması asla istemez. 

1960’lı yıllarda adanın %3’üne sıkıştırılarak her türlü ekonomik ve kültürel kimlik bakımından baskı altına alınan, sürekli ölüm korkusuyla yaşayan adadaki Türk halkı 1974’den beri korku içinde değil güven içinde yaşamaktadır. Kıbrıs; Türkiye’nin vazgeçilmezidir. Kıbrıs’ta 1974 Barış Harekatından bu yana  tam bir güvenlik ve huzur ortamı vardır ve kimse öldürülmemiştir. 

İlginç olan ve tartışılması gereken durum ise şudur: Yugoslavya’yı, Çekoslavakya’yı, Sovyetler Birliğini bölüp parçalara ayıran, yakın gelecekte Irak’ı da bölerek birkaç devlet oluşturmayı isteyen ve Türkiye ile ilgili olarak da bölme hayalleri içinde olan Batı, neden Kıbrıs’ı zorla birleştirmeye çalışıyor? Çünkü Kıbrıs, Türklerin psikolojik kırılma noktasıdır ve Batı bunu çok iyi görmektedir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra uygulanan bütün ambargolara cesaretle direnen Türk halkının ulusal birlikteliği Kıbrıs’ın kaybedilmesiyle yok olma sürecine girecektir.   

Kabul edilmesi istenen Annan planı ile başta toprak konusu, Türk tarafının statüsü ve 1960 anlaşmalarının Türk tarafına ve Türkiye’ye verdiği haklar tamamen göz ardı edilmektedir. Güzelyurt, stratejik önemi olan Karpaz, su havzaları ve KKTC’nin en büyük gelir kaynağı olan narenciye bahçeleri terk ettirilmek istenmektedir. 

İşbirlikçi medya, iş çevreleri, politikacılar ve üniversite hocaları tarafından KKTC’de kişi başına yıllık gelirin (GSMH) 2300 dolar civarında iken, Rum kesiminde 17.000 dolara ulaştığı söylenerek Kıbrıs Türkünün kafası karıştırılmak istenmektedir. Oysa gizlenen gerçek şudur: uygulanan ambargolar ve ekonomik krizlerle KKTC fakir bırakılmıştır. Güney Kıbrıs Rum kesimine ise ambargo uygulanmadı, uyuşturucu ve silah kaçakçığı, offshore bankacılığı ile kara paranın transfer ve dünyadaki sayılı aklanma yerlerinden biri haline geldi ve AB fonlarından yararlandırıldı. Kıbrıs Türk halkının kafası ekonomik bunalımlarla karışmıştır. Bu durumu fırsat bilen ve Rum kesiminden gizli açık para yardımı alan bazı partiler tek yanlı yanlış bilgilendirmelerle halkının bir kısmını ülkesine isyan etme noktasına getirebilmiştir. Kandırılan bir kısım Kıbrıs Türkü iki toplumlu eşitlik olacağına büyük bir saflıkla inanmaktadır. Oysa gerçek farklı olup, ekonomik eşitlik olmadan siyasi eşitliğin de olmayacağı bilinmelidir. Yukarıda anılan nedenlerden ötürü Kıbrıslı Türk fakir, Rum ise zengindir. 

Kıbrıs sorunu Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bir konudur ve AB üyeliğiyle ilgisi yoktur. Avrupa Birliğinin gelecekteki devamlılığı kendi içinde tartışmalı bir konudur ve birliğin zenginleri zenginliklerini paylaşmama noktasında sürekli olarak farklı yapılanmalar içinde olma eğilimindedirler. Bu bağlamda AB üyeliği bu gün kaçırılsa dahi, gelecekte yine yakalanabilir, ancak Kıbrıs kaçırılırsa bir daha yakalanamaz. Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği çözümsüzlüğü çözüm olarak kabul edemeyiz söylemi yanlıştır. Geçmişte adanın konumu ile ilgili olarak Rum kesimi lideri Kipriyanu tarafından “çözümsüzlük de bir çözümdür” denilerek mevcut iki devlet onaylanmıştır. Ve hatta Annan’ın Kıbrıs planı ile ilgili olarak başlangıçta Yunan ekonomi bakanı “böyle plan olmaz! bölün ve dağıtın” şeklinde demeç vererek adanın iki devletli yapısı kabul edilmiştir. İçine düşülen AB sevdasının Türkiye ve Türk Ulusunun başına ne işler açabileceğinin analizi iyi yapılmalıdır.

Kıbrıs’ta iki farklı toplum birbirlerine asla güvenemezler yani güven sorunu vardır.  Adadaki Türk askeri sayesinde 1974’den beri dünyanın en güvenli bölgesi Kıbrıs’tır. Unutulmamalıdır ki, adadaki güvenliği BM askeri sağlayamaz. Bunun en iyi örnekleri İsrail-Filistin-Lübnan, Somali, Bosna-Hersek ve Afganistan’dır. BM askerinin gözleri önünde Bosna-Hersekte Sırpların yaptığı katliamlar henüz belleklerde tazeliğini korumaktadır. Bu bölgeler dünyanın en güvenliksiz bölgeleridir. BM’nin planıyla Bosna- Hersek ve Kosova’da Arnavutların içine geçmişte onları katleden Sırplar yerleştirildi. Bakkalları bile ayrı olan bu iki toplum arasında bu gün bile büyük bir tedirginlik mevcut olup, ilk kurşunu kimin atacağı tedirginliği söz konusudur. Rumların Türkleri 1963 ve 1974’te ne kadar seviyorlarsa şimdi de o kadar sevdiklerinden en ufak bir kuşku duyulmamalıdır. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesiyle, Kıbrıs’ın ilgisi yoktur. AB’den üyelik takvimi almak uğruna, adadaki soydaşlarımız sırtlarından vurulamaz, Türkiye’nin güvenliği satılamaz. Tarih KKTC olgusunu yazarken Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı ile birlikte yazmıştır. Hangi plan adı altında olursa olsun Ada’nın tek toplumlu hale getirilmesi 5-10 yıl içinde adadaki Türk kimliğinin yok olmasına neden olacaktır. 

Türkiye için Kıbrıs’ın stratejik öneminin olmadığını anlatmaya çalışanlar, Türkiye’ye sadece 70 km uzaklıkta olan bu adanın Ankara için neden önemsiz olduğunu, adadan 5000 kilometre uzakta olan İngiltere için ise, neden önemli olduğunu açıklamak zorundadırlar. Kaldı ki, adanın önemli bir kısmı İngiliz işgali altındadır ve adadan çıkmaları konusunda hiçbir müdahale yapılmamaktadır. Oysa İngiltere İrlanda da işgalci bir konumdadır ve kendisine karşı büyük bir silahlı direniş olmasına rağmen, küçük bir protestan nüfusu için adayı terk etmemektedir. Neden Kıbrıs’ın önemli bir kısmını işgal etmiş olan İngilizler değil de Türkler adayı terk edecekmiş? 

Kıbrıs, Türkiye için adada yaşayan soydaşlarının yanısıra, birçok açıdan yaşamsal öneme sahiptir. Bunlar arasında;

– Kıbrıs,İskenderun körfezini kontrol eder; Baku-Ceyhan petrol boru hattı çalışmaya başladığında bunun önemi daha fazla ortaya çıkacaktır, 
– Kıbrıs, Türkiye’nin Akdeniz sahillerini denizden ve havadan kontrol eder. Bu adanın başka bir gücün elide bulunması, Türkiye’yi derhal tehdit altına alır. Hele Ege denizindeki mevcut duruma Kıbrıs’ta statükonun değişmesi eklenirse, Türkiye denizlerden tam kuşatma altına alınmış olur,
– Kıbrıs Akdeniz’de bir üs gibidir. Kıbrıs’a hakim olan güç, bütün Doğu Akdeniz’i ve Orta Doğu’yu ve Kuzey Afrika’yı kontrol eder. İngilizler bu nedenle Kıbrıs’tadır. Kıbrıs coğrafyası, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de etkinlik sağlar. 
– Kıbrıs adası, bütün Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinin elektronik olarak izlenmesi için vazgeçilmez bir coğrafyadır. Kıbrıs’ta taviz vermeye zorlanan Türk halkının tek istediği güvenlik ve kendi kendini yönetme arzusudur. Buna karşın Rumlar, Türklere azınlık statüsü uygulayarak yönetme iddiasındadırlar. 

Mevcut izlenen politika ile Türk kamuoyuna Kıbrıs konusunda bıkkınlık havası

pompalanmak istenmektedir. Dış politikada yapılacak en büyük hatalardan biri yorgunluk, bıkkınlık belirtisi göstermektir. Ulusal çıkarlar sabırla korunmalıdır. Kıbrıs’ta bir bunalım olduğu havası yaratılarak, böylesi bir bunalımın çok uzun sürdüğü ve dünyada bunun örneğinin olmadığı şeklinde bir yaklaşım empoze edilmeye çalışılmaktadır. Bu doğru değildir. Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege anlaşmazlığı, Çin ile Tayvan arasındaki ihtilaf da Kıbrıs sorunundan çok daha eskidir. Cebelitarık meselesinde, İngiltere ile İspanya arasındaki ihtilaf 300 yıldır sürmesine rağmen, her iki taraf da taviz verip kurtulmak istemiyor. Türkiye’nin tecrübesiz bir devlet gibi yorgunluk, bıkkınlık göstererek temel çıkarlarından fedakarlıkta bulunmaya çalışması son derece yanlıştır. Aksi taktirde geleceğimiz ve gelecek kuşaklarımız ipotek altına alınmış olur. Ayrıca bütün bilgisizlikleriyle Kıbrıs konusunda ahkam kesmeye çalışanlar Kıbrıs şehitlerinin hesabını Anadolu insanına karşı nasıl vereceklerinin hesabını da yapmalıdırlar. Başta Yunanistan ve çoğu Avrupa ülkesinin Anadolu ve Kıbrıs Adası üstündeki emelleri asla unutulmamalıdır. Bugün bile hâla “İstanbul bir Hıristiyan kentidir, Hıristiyan dünyasına devredilmelidir, Türkiye Ermeni katliamını kabul etmelidir, Fener Rum patrikhanesi ekümerik olmalı ve Vatikan gibi bir devlet halini almalıdır” gibi kararları tartışabilen AB’nin, gelecekte Türkiye’nin önüne benzer Haçlı zihniyetinin ürünü taleplerle çıkmayacağını kimse garanti edemez. Kıbrıs için sunulan haritalarda, Hıristiyan dünyası için kutsal sayılan Karpaz Burnu’ nun KKTC’nin elinden`alınıp Rumlara, yani Hıristiyan dünyasına sunulmak istenmesinin`altında yatan düşünce yine haçlı zihniyetinin bir ürünüdür. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girememe veya en azından girebilmesi için müzakere tarihi alamayışına neden olarak  AB’ nin Türkiye’ye olan bakışını değil Kıbrıs olduğunu savunanlar Milli iradeye rağmen (alınmış TBMM kararları) Kopenhag’da tarih alınacak diye Türkiye’yi AB sevdası uğruna nerelere sürüklediklerinin farkında değildir. Unutulmamalıdır ki, bu iş Kıbrıs’la bitmeyecek. Kıbrıs’tan sonra Ege, Güneydoğu Anadolu, Ermenistan, Pontus vs. gibi sözde nedenler Türkiye’nin önüne sürülecektir. Ve işte bu nedenle Kıbrıs Türkiye’nin psikolojik kırılma noktasıdır ve Batı bu durumu çok iyi görmektedir. 

Bütün bir ömrünü Kıbrıs’a ve Türkiye’nin güvenliğine adamış olan KKTC lideri Denktaş’ı çözüm istemeyen taraf olmakla suçlamak, önüne konan belgeyi zorla imzalatmaya çalışmak, kendisine mahalle kabadayısı ağzıyla mesaj vermek, Kıbrıs Türk halkının kışkırtmalar sonucu yaptıkları protestoları demokrasinin gelişiyor olmasına bağlamak, farklı politik demeçlerle kararsızlık sergilemek Rum kesimi ve Yunanistan’ın emeğine yağ sürmek olup görüşmeler sırasında Denktaş’ın elinin iyice zayıflamasına yol açan gelişmeler olarak ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler BM başkanı Kofi Annan, Kipriyanu, ve Papandreu tarafından  anında değerlendirilerek Denktaş’ın direnci kırılmaya çalışılmaktadır. Sorumsuz politikacıların demeçleri Rum kesiminde büyük bir sevinç yaratmaktadır. Bilgisizliğin cüretiyle verilen demeçler Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini tehlikeye sokmaktadır. Devrilen çamları düzeltmek için Ada’ya sürekli olarak üst düzey ziyaretler yapılmaktadır. Hatta bu amaçla geçen haftaki YÖK toplantısı da KKTC’de yapılmıştır.

Gelinen noktada, başta ulusal onura sahip vicdan sahibi tüm milletvekilleri başları dik yürüyebilmeleri ve insan içine çıkabilmeleri için ve ayrıca dinamik yapılarıyla ülke sorunları karşısında daima uyanık olduklarını belirtmek bakımından tüm kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri Kıbrıs’a sahip çıkmak zorundadırlar.