Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

KONUĞUMUZ

 

           

TÜRK POLİSİNİN DRAMI[**]

        

 Emin ÇÖLAŞAN[††]

 

            Nereye gitsem, nereden geçsem, rastladığım polislerden hep aynı şeyi duyarım: “Abi bizim durumumuzu yazsana…” Gerçektende yazılmaya değerdir.

 

            Bu yazacaklarım özellikle karakol, çevik kuvvet ve hassas bölge polisleri için geçerli. Hassas bölge dediğimiz, hani o polis noktalarında nöbet tutanlar. Şimdi size somut örnekler vereyim:

          Polisin çalışma saatleri şöyle: Bir hafta boyunca her gün gündüzcü. Yani gündüz 12 saat görevi başında. İki hafta boyunca ise bir gece 12 saat nöbette, bir gece evde.

             Kentlerde olağanüstü bir olay beklendiğinde, bu çocuklar hemen 12-12 sistemine döndürülüyor. Yani 12 saat görev, 12 saat dinlenme.

           Örnek: Türkiye genelinde nevruz günü vardı. 21 Mart günü nevruzdu. 21 Mart’tan 3 gün önce 12-12 uygulaması başladı. Elde yeterli miktarda polis olmadığından, polisler 3 gruba ayrıldı. Nöbet yerlerine ve karakollara 2 ekip verildi, üçüncü grup çevik kuvvet ve ötekilere destek için alanlara sevk edildi.

            12-12’nin ayrıntılarını vereyim:

         Polis sabah 08’de göreve başlıyor. Nöbeti 12 saat sonra akşam 20’de devrediyor. Polislerin tamamı, kirası ucuz olan varoşlarda, uzak semtlerde oturuyor. Sabah 08’de nöbete yetişmek için 05.30’da kalkıyor, en geç 06.30’da evinden çıkıyor, en az iki vasıta değiştirerek göreve geliyor.

            Akşam 20’de görevden çıkıyor, 1,5-2 saat sonra evinde. Bu gündüzcünün durumu. Peki ya gececi olanlar? Onlar daha beter

          Akşam 20’de nöbete geliyor, sabah 08’de çıkıyor. Bu çocuk evine gidecek, gündüz uyuyacak(!) ve aynı gece yine nöbete gelecek.

           Ankara’da nevruzla başlayan ve seçim sonrasına sarkan bu 12-12 uygulaması polisleri perişan etti.

           Miting var, olay var, belirtiler var, polis derhal 12-12’ye geçiyor.

           Bu polislerin hafta sonu tatili yok, yıllık izin dışında izin yok, bayram tatili yok, hiçbir şeyi yok. İnsanlık dışı bir olay.

          Şimdi belki diyeceksiniz ki, “bunca zorluk için polislere mutlaka fazla mesai ücreti veriliyordur”

          Hayır, beş kuruş verilmiyor!

          Bu angarya tamamen Kızılay menfaatine! Buna can dayanmaz.

         Emniyet Genel Müdürlüğü şimdi diyecektir ki “elimizde yeterli sayıda polis olmadığı için bu yöntemi uygulamak zorundayız”

         Doğrudur. Miting olacak, kutlama olacak, seçim olacak, bir yerde olay çıkması bekleniyor. Meydanlar boş bırakılacak değil. Elbette önlem alınması gerekiyor da, böyle angarya yükleyerek değil.

          “Haydi polisler, falanca yerde miting olacak, 12-12’ye geçtik.”

          Onları ufacık kulübelerde görüyorum. Yazın güneş altında sıcaktan yanıyorlar, kışın bir elektrik sobasıyla bir metrekarelik yerde sabahı bekliyorlar. Karakollar aynı, çevik kuvvet aynı. Üstelik çatışmaya giren onlar, küfür yiyen onlar.

         Hele 12-12 uygulamasında gözleri uykusuzluktan kızarmış, yorgun, bitkin insanlar. Bu uygulamaya günler ve geceler boyu can dayanır mı? Amirlerin iyi niyeti bile bu ayıbı örtmeye yetmiyor.

        7 yıllık polisin eline ayda 800 milyon geçiyor. En az üçte biri kiraya gidiyor. Bordroda komik rakamlar! Örneğin onlara ayda 200 bin lira kira parası ödeniyor! Yanlış yazmadım, 200 bin lira! Spor giderleri için 1 milyon lira kesiliyor!

       Yukarıda da söylemiştim, trafikçiler dahil nerede polis görsem “Abi bizi yaz” diyor. Bir sürü sorun, bir sürü dert gündeme getiriliyor.

        Biliyoruz, devletlin bütçesi denk değil. Ama polislere yüklenen angarya hangi insafa sığar? Başta bir kesimde bu uygulama var mı? Polis en çok ezilen, angarya yüklenen kesim. Çalışma saatleri bile belli değil.

      Öbür tarafta bazı belediyelere bakıyorsunuz, hortumun, yolsuzluğun, savurganlığın bini bir paraya gidiyor. Hırsız başkan yeniden seçilsin diye ahaliye belediye parasından yüzlerce milyar liralık avantalar dağıtırken kimsenin sesi çıkmıyor… Çünkü Türkiye’de iki ayrı “yönetim” var.

        Bir yanda polisini angarya ile çalıştıran devlet, öbür yanda savurgan vur patlasın çal oynasın belediyeleri.

       Polis İçişleri Bakanlığı’na bağlı, Belediyeler de öyle. İçişleri Bakanlığı bu inanılmaz çelişkiyi görmüyor mu? Görüyorsa niçin üzerine gidip çözüm aramıyor?

        Bu ülkenin o binlerce polisinin değeri, bazı belediyelerin başına çökmüş hırsızlardan daha mı az?



[**] 10 Nisan 2004 Tarihli Hürriyet Gazetesinde yayımlanan bu yazı  Sayın Emin Çölaşan’dan izin alınarak yayınlanmaktadır.

[††] Gazeteci-Yazar, Hürriyet Gazetesi.