Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

HİLAFETİN KALDIRILMASI

 

      (Nisan Sayısından Devam Yazardan ve Okuyucularımızdan özür dileriz)                                                  

 

              M. Yavuz ELBİRLER

          1.  Sınıf Emniyet Müdürü

               Polis Başmüfettişi

 

Kur’an-ı Kerim de (Halife ve İmam) deyimleri vardır. Fakat bunlar Hz. Peygamber hakkında veyahut sonradan gelecek olan halifeler hakkında gelmemiştir. Daha önce gelmiş nebiler hakkında gönderilmiştir. Bir ayeti celilede (ya Davut inna cealnake halifeten filardı fahkümbeynennası bihakkı) buyurulmuştur. Anlamı (Ya Davud, biz seni yeryüzünde Halife yaptık, Binaenaleyh insanlar arasında hak ve adalet ile hüküm et) demektir.

Fıkıh usulü ilmini, Arap edebiyatını bilenler, bu ayeti celilede hakka yakın hüküm yani adalet fa’i ta’kibiye  ve tefriiye ile halifeliğin beraberinde gösteriliyor. Yani (seni halife yaptık, o halde öyle ise hak ile hüküm et) deniyor.  İşte bundan anlaşılıyor ki , Halifelikten  maksat adaleti uygulamak işidir. Hakkı haklıya vermek , esassız olan şeyi de ortadan kaldırmak işidir. İnsanların haklarını korumaktır.  İşte halifenin görevi bu maksadı, bu amacı toplamaya çalışmaktır ki, hükümet görevidir.

Kur’an-ı Kerim, İbrahim Aleyhisselam  hakkından ‘imam’ deyimini kullanıyor. Kur’an-ı Kerim bir ayeti celile de  Cenab-ı Hak ile Hazreti İbrahim arasında geçen manevi bir konuşmayı hikaye ediyor.

Cenab-ı Hak İbrahime hitab diyor ki,(inni cealeke linnasi imamen) yani ben seni insanlara imam yapıyorum yahut yapacağımbuyuruyor. Hazreti İbrahim’ de (Kae ve min zürriyeti) yani ya Rabbi zürriyetimden de yap diye niyaz ediyor, yalvarıyor. Bunun üzerine(kale la yenalü ahdez zalimin)  hitabı izzeti vaki oluyor. Yani Cenab-ı Hak , Hazreti İbrahim’e cevap olarak benim ahdettiğim imamet zalimlere vasıl olmaz- yetişmez diye buyuruyor. İşte bu ayeti celileden pek aşikar olarak anlaşılıyor ki , Cenab-ı Hak nazarında öyle zulümden ve doğru yoldan şaşmış olaraktan kurulmuş mülk ve saltanat asla doğru değildir.

Şimdi bu iki kelimenin yani Halife ve imam deyimlerinin anlamlarını açıklayayım;

Hilafet-Halifelik, lügatta – sözlükte   Halef-vekil olmak demektir. Şu halde Hazreti Davud Aleyhisselam Halife’dir, yani Halef-vekildir. Kimin Halefi-vekilidir. Nerede Halifedir? Adalaeti yerine getirmekte, hakkı haklıya vermekte,esasız olan şeyi ortadan kaldırmakta  demektir.

            İmam deyimine gelince;

            İmam, önde yürüyen, yol gösteren kendisine uyulabilecek olan demektir. Bunun içindir ki mahalle imamlarına da , cami imamlarına da imam denir. Halifeye de (İmamül Müslim’il) müslümanların imamı denir. Hatta bir bilimsel meslekte yol gösteren en büyük bilginlere de  imam denir. İmam-ı Azam , İmam’ı  Şafii gibi büyük bilginlere İmam denmesi bundandır. Bu kelimelerde mukaddes tanımı anlamı yoktur.

            Halife deyimiyle imam kelimesi arasında mutlak uyum ve husus vardır. Halife, Ehas, İmam , Eam’dır. Yani her halife  imam’dır, fakat her imam halife değildir. Halifelere imam denildiği gibi hakik halife olmayan Padişahlara da  imem deniyor. Onun için bu iki kelime arasında farka dikkat etmelidir. Yine onun içindir ki, İslam kitaplarında bu bahis(imamet) ünvanı altında yazılmıştır.

            Karasi muhterem milletvekili Süreyya Beyefendi bir de (emaret)den ve (Emir-ül mü’minin) deyiminden bahsetti. Fakat bu deyimin bu bahse ilgisi ve pek o kadar değeri yoktur. (Emir) amir demektir. Sıfatı müşebehdir. Benzetilmiş bir sıfattır. Her hükümdara emir denilebilir. Mesela Afgan Emiri deriz.

            İşte Kur’an-ı Kerim ‘de Hilafet İmamet veya  Halife ve İmam deyimleri hakkında  özetler bunlardan ibarettir. Ve bir de Kur’an umumi surette insanlar hakkında (İstihlaf) yerine geçmek deyimini kullanıyor.Adalet göstermekte (istihlaf-yerine geçmek) demektir. Kur’an’dabunlardan başka ayet yoktur.

            Malumdur ki, İslamiyette Kur’an  emirlerin ve nehilerin metnidir. Hadisler ise emirlerin ve nehilerin şer-idir.Fakat hadis ’ nden maksad doğru olan , doğruluğu kabul edilen hadislerdir. Çünkü bugün kitaplarda mevcut olan, dillerde dolaşan hadislerin bir kısmı yalandır. Sonradan hadis yerine konmuştur, uydurulmuştur. Bir kısmı da zayıftır.  Böyle meselelerde bilimsel değeri yoktur.Elde senet  tutulamaz. Onun için hadis deyip geçmek doğru değildir. Onu tetkik etmek,hadislerin hangi kısma dahil olduğunu anlamak gerekir.

            Öncede söylemiştim  Hilafet-Halifelik meselesi dini olmaktan ziyade dünyevi ve siyasi bir meseledir. Doğrudan doğruya milletin kendi işidir. Bunun içindir ki, şer’i mesele hakkında geniş bilgi yoktur. Halife, nasıl atanır, nasıl yerine oturtulur? Halifeliğin şartları nedir? Her halifeyi atamak, yerine oturtmak millet üzerine lazım mıdır? Gibi meseleler hakkında ne Ku’an-ı  Kerim ‘de nede peygamberin hadislerinde bir açıklık yoktur.

            Dikkat nazarınızı çekerim, tırnak kesmek , sakal bırakmak gibi en küçük adetlere i edeplere , sağlık işlerine dair meseleler  hakkında bir çok hasisler söylendiği halde halifenin nasıl yerine oturtulacağı, nasıl atanacağı,  hilafetin şartlarının neden ibaret olduğu, hangi zamanda halife seçmek ve atamak lazım gelip gelmediği hakkında açık ve kati hiçbir hadis yoktur. Bunun hikmeti, sebebi nedir? Edeplere adetlere dair bir çok hadis söylensin de neden halifelik meselesinde bir kutsal hadis olmaz? Bu dikkat nazarı çekmez mi? Bunun sebebi şudur ki, Halifelik öyle sanıldığı gibi dinin asli   meselelerinden değildirSiyasi bir meseledir. Zamana örf ve adetlere göre değişir. Zamanın gereklerine tabidir. Onun içindir ki, Peygamber efendimiz demin söylediğim halifelik meseleleri hakkında sükut yolunu tutmuşlardır. Görünürde halifelik hakkında hiç de    hadisi şerif yok değildir, vardır. Fakat bu yolda görülen   mübarek hadisler (imamlar Kureyş’ten olur, bir zaman ki iki halifeye uyuldukta diğerini yani ikincisini kim olursa olsun öldürünüz) gibi iki üç hadisten  ibarettir. Bunlar ise halifeyi adamaya, yerine oturtmaya  ve halifelik şartlarına dair olan meselelere çözmeye yeter değildir.

            Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri halifelik emrine tamamıyla ümmetine kendisine inananlara  bırakmıştır. Vefat eyledikleri anda kendilerine bir halife, yerine koymayı ve atamayı yapmadıkları gibi bu hususta hiçbir tavsiyede dahi bulunmamıştır. Gerçi  (her ne kadar) Şii’ler  Hazreti İmam Ali hakkında bazı sünnet ehlide Hazreti Ebu Bekir hakkında şer’i kati emri varlığını iddia ediyorlarsa da Ehli sünnet topluluğuna göre bu iddialar doğru değildir . Sahabelerden hiçbiri hakkında yeter derecede ne açık, ne kapalı   ve nede üstü örtülü hiçbir kati emir söylemiş değildir. Eğer böylece bir emir olsaydı sahabe Hazretleri kimin halifeliğe getirileceği ve atanacağı hakkında kendi aralarında ayrılığa düşmezlerdi. Halbuki , Peygamber Hazretleri’nin vefatından sonra mübarek sahabeler, içlerinden birini halife seçmek hususunda ayrılığa düştüler. (Sakifei beni Saide) denilen mahalde toplanarak aralarında hayli tartışmada bulundular. Acı , tatlı sözler söylendi. Medineliler Mekkelilere, bizden bir emir, sizden de bir emir olsun dediler. Mekkeliler ise (bizden emir, sizden vezir) diye karşılık verdiler . Sonunda Ebu Bekir hazretlerine uyuldu ve (Halife-i Resulullah) Peygamberin halifesi yani vekili denildi. Hatta ad koymak hususunda önce tereddüt ettiler. Ebu Bekir Hazretlerine ne ad vereceklerini, ne suretle hitab edeceklerini-söz söyleyeceklerini aniden kestirip atamadılar. Sonunda dediğim gibi (halife-vekil) dediler. Ebu Bekir Hazretleri ömrünün sonunda Ömer-ül Faruk Hazretlerini Halife (vekil) olarak atadı. Mübarek sahabelerde kabul ettiler. Ve önce Ömer Hazretlerine arka arkaya yapılan  benzetme kuralın göre, ‘Halifetün Halifeti Resulullah’ Peygamber’in Halifesinin Halifesi dediler. Çünkü demiştimya , halife, halef demektir. Sonradan yerine geçen demektir. Ömer, Ebu Bekir’in Halefi-vekili, Ebu Bekir’de Peygamber’in Halefi demek oluyor.  Fakat bu surette izafetler yeni benzetmeler altıncı , yedinci , hususi ielonuncu, yirminci dereceye çıkınca pek ziyade uzayacağından bu şekilde adlandırmaktan vazgeçtiler. Ne olursa olsun mutlak olarak halife dediler. Arada sırada (emir ‘ül  Mü’minin- Mü’minlerin emiri) adını taktılar. İşte (Emir’ül Mü’minin ) deyimi buradan çıktı. Sonra biliyorsunuz Ömer Hazretleri yaralandı. Kendisi yaralı olarak  son nefesini vermekte  iken yanı başındayken pek çok halifelik gürültüsü oldu. Bir topluluk gelerek Osman Hazretlerinin Veliaht yapmasını istediler. Ömer Hazretleri  kabul etmediler. Ben Osman’ı halife yaparsam (ümmiye oğullarını Muhammet ümmetini başına bağlamış olurum. Onlarda onun boynunu vurur) dedi. Nitekim öylede oldu. Onlar Ömer Hazretlerinin yanında çıktıktan sonra Haşimiler geldiler. Ali Hazretlerinin Halife yapılmasını istediler. Ömer Hazretleri onu da beğenmedi. ( Ali Hazretleri Allah adamıdır, ben onu halife yaparsam o sizi doğru yola gönderiri fakat yaradılışından mizah yani latifecilik var)  dedi ve yapmadı.Bazıları da müjdelenmiş ün almış on kişiden biri olan Talha Hazretlerini yerine getirmesini tavsiye ettiler. Ömer Hazretleri karşılık olarak o cicili, bicili süslü elbiseler giymesini bilir o mu halife olacak?) dedi. Bir kısım halkta yine müjdelenmiş on kişiden Zübeyr Bin-ilavam’ı tavsiye ettiler. Ömer Hazretleri (o çarşıda , pazarda ölçek başından kalkmaz karşılığını verdi). Sonunda  bazıları da Ömer Hazretlerinin kendi oğlu , sahabenin ünlü bilginlerinden ( Abdullah Bin Ömer’i) salık verdiler. Bu Abdullah Bin Ömer hakikaten sahabenin en büyük bilginlerinden idi. İbadet eder, sofu, ibadet de çok ileri bir kişidir. Her yoldan halifeliğe layık bir kişidir. Onunu için bazı sahabeler Ömer Hazretlerine onu tavsiye ettiler. Lakin Ömer cenapları (bir evden bir kurban yeter ) dedi. Netice de Ömer Hazretleri sahabe içinde kendi istediği gibi halife olacak bir kişi bulamadı veyahut bu sorumluluğu üzerine almak istemedi. Düşündü sonunda bildiğiniz veçhile işi altı kişiden kurulu (şuraya) bıraktı. Yani Osman, Ali,Abdurrahman Bin Avr , Zübeyr Bin-İlavam, Talha, Sad Bin Vakkas ‘dan kurulu danışma meclisine bıraktı. Onlarda kendi içlerinden birini seçmek üzere Abdurrahman Bin Avf’ı hakem yaptılar. Oda Osman Hazretlerini  üstün tuttu ve seçti. Osman Hazretlerinin bilinen şehit edilme olayından sonra Ali Hazretlerine uyuldu.  İşte bu dört halifeye (Hulefai Raşidin) erişmiş halifeler denir ki, bunların hepsinin halifelik müddeti otuz seneden ibarettir. Peygamber Hazretlerinin bu hususta bir şerif hadisleri vardır ki  burada bilimesi lazımdır ve dikkati çeker. O hadiste (elhilafetün  ba’de selasüne seneten sümme kasru mülken abuda )dır. Anlamı ‘benden  sonra halifelik otuz senedir, ondan sonra kısa ısırıcı saltanata döner‘ demektir.  (Adud) ısırıcı demektir. Bu hadis en itibar edilir hadis kitaplarından olunan ( sünen-i termizi) de ve bütün inançlar kitaplarında vardır. Bazıları bu hadisi, zayıf saymak isterlerse de doğru değildir. (Hadisi  Hasena-güzel hadis) nevindedir. Hadisler üç kısımdır. Birincisi; hadis-i sahih – doğru hadis, ikincisi; hadis-i hasena-güzel hadis, üçüncüsü ; hadis-i zayıf-zayıf olan hdistir. Bunlaristilah terimidir. Hadis kuralları terimlerindendir. İşte bu hadis, ikinci nev’i hadislerindendir ve itibar edilen hadis kitaplarında sözü geçmiştir.

            Isırıcı saltanattan maksat zalim olan saltanattır. Mecaz yolu ile söylenmiştir. İstihare vardır.

            Görülüyor ki, sahabe Hazretleri de bu halifelik meselesini bilinir şekilde açıklamamışlardır. Demek oluyor ki, ne Kur’an-ı Kerim’de, nede peygamberin hadislerinde ve ne de sahabelerin sözlerinde halifelik hakkında bizim aradığımız öğrenmek istediğimiz meseleleri bize anlatacak açık ve kati bir şekilde açıklayacak bir şey yoktur.

Şimdi de  sonra gelen İslam bilginlerinin bu mesele hakkındaki düşünce şekillerini tetkik edelim. Bilirsiniz ki, bugün sünnet ehli, doğrudan doğruya İslamlığın doğru yolunda giden bu doğru yol üzerinde bulunan dört mezhepten ibarettir. Hanefi, Şafi-i, Maliki ve Hanbelimezhepleri. İşte bu  dört mezhebin tamamına sünnet ehli denir. Doğru yol bunların gittikleri yoldur. Bu kişilerin kabul ettiklerine gelince, burada üç mezhep bir tarafa , bir mezhep bir tarafa ayrılır. Maliki, Hanbeli, Şafi’i mezhepleri oy birliği ile halifeliğin şartlarında ağır davranırlar. Halife olacak kişinin müctehid derecesinde bilgin olmasını, tam bir adaletle sıfat almış bulunmasını ve her halde Kureyş’denolmasını şart koşarlar Hatta Şafi-i İmam-ı Hazretleri Halife adalet yolundan dönerse ayrılırsa kendiliğinden atılmış sayılır. Ayrıca indirilmeye ve atılmaya bağlı değildir der. Şafi-i mezhebinde böyledir. En güvenilir Şafi-i kitaplarından olan (Minhaci nuvi) de ve onun şerh’i olan (Mugnilmuhtaç) da bu hususta açıklık vardır. Merak edenler, sözüne inanmayanlar , bu kitaplara başvurabilirler. Yalnız Hanefiler, hanefilikşartları hakkında  biraz uysal davranıyorlar mesela, halifenin müctehid  olması şart değildir. Bilgin olması yeterdir, diyorlar ve yine halife adalet yolundan ayrılırsa kendiliğinden atılmış , çıkarılmış olmaz, atılmak, çıkarılmak lazım gelir, diyorlar. Bununla beraber dört mezhebin dördü de halifeliğin esaslı şartlarına, mesela halifenin bilgin ve adil olmasında birleşiyorlar. Bilgin ve adil olmayan bir kişiye halife demiyorlar. Melik veya Sultan diyorlar. İtikat ilmi  kitaplarını tetkik ederseniz görürsünüz ki sünnet ehli bilginleri halifeliği iki kısma ayırıyorlar. Birine (Hilafeti hakikiye-hakiki halifelik, diğerine (hilafeti Suriye-suri ‘görünüşte’ halifelik) diyorlar. Suri halifeliğe hükmi halife denilir. Şimdi bu iki çeşit halifeliği ayrı ayrı aydınlatayım. Şöyle ki: hakiki halifelik, lazım gelen şartlarını toplayan ve milletin seçmesi ve ona uyması ile hasıl olan halifeliktir. İşte demin söylediğim (benden sonra halifelik otuz senedir,ondan sonra ısırıcı sultanlığa döner) mealindeki kutsal hadiste beyan olunan halifelikten maksatta bu hakiki halifeliktir. Hanefi bilginlerinin en büyük tahkik edicilerinden , arayıcılarından olan ve bu gün dahi eserleri İslam aleminde okutulmakta bulunan şeriat biliminin başı(t-adilül ulum)adlı seçilmiş kitabında bu hakiki halifeliğe (nebilik halifeliği) deniyor.

Hanbeli mezhebinin en büyük müçtehitlerinden olan ünlü İbni Temibe’nin (minha cüssünne )’sinde dahi bu suretle yazılıdır. Yani İbniTemibe dahi bu hakiki halifeliğe nebilik halifeliği diyor. Nitekim o mübarek hadis diğer bir söylenegelen (hilafetünnügüvve selasüne senetülİlehe…) tarzında gelmiştir. Şimdi adını yad ettiğim Şer’yad büyüğü Türk’tür. Buharalıdır. 747 (1331) tarihinde Buharada ölmüştür. Zamanının en büyük bilginlerindendir. Yalnız şer’i bilimlerde değil, zamanında mevcut olan bütün bilim ve fen kollarında tam bilgi sahibidir. Hakikaten her deyimiyle bilginlerin bilginiydi. (ta’dilül ulum ) adındaki kitap adından da anlaşıldığı gibi bir çok bilimlerden bahseder. Pek dikkatli yazılmış seçkin bir eserdir. Bahsettiği bilimden biriside Hey’et  bilimidir. Kendi eliyle çizilmiş Hey’et biliminin şekillerini gösterir. İncelenirse sahibinin ne büyük bilgin olduğu anlaşılır. Fakat eshef olunur ki Şimdiye kadar basılmamıştır. Yalnız yazmaları mevcuttur. Bu münasebetle şunu da arz edeyim ki, İslam dinine ve Şark’ta bütün bilimlere ve fenlere hizmet eden büyük bilginlerin çoğu Türk’tür. Ben bunlardan bazılarının adlarını kısa kısa hal tercümelerini kısa kısa yayınlamıştım. İşte bu Şeriat büyüğü de onlardandır.  Hanifi mezhebinde 600 yıldan beri onun gibi bir bilgin yetişmemiştir.

            Bu hakiki halifeliğin şartlarına gelince; on kadar şarttan ibarettir ki onlarda şunlardır:

Müslüman olmak , hür olmak, akil ve baliğ olmak, hisleri ve organları tam bulunmak, memleketi idarede ve milletin işlerini yürütmekte güzel tedbirli olmak ve siyaseti bilmek ve aynı zamanda halk üzerinde sözünü yürütecek kudreti bulmak, cesur olmak, tam deyiminde  adaleti yerine getirebilecek vasıfta olmak, Kureyş’den olmak. 

            İşte Halifeliğin şartları bunlardır. Bunlardan biri eksik olursa halifelik doğru olmaz. Bu şartlardan başka bir de (ilim-bilim) olması şarttır. Fakat bu şart da İslam Bilginleri iki kısma ayrılıyor. (Mevakıf) da açıklıkla beyan edildiği üzere bilgin olması kafi değildir. Bilginin aslında ve dallarında onu yorumlayabilecek derecede bilgin olması şarttır. Fakat Hanefilere göre müctehid olması şart değildir. Mutlak Şeriat hükümlerini ve halifelik gereklerini bilmek yeterdir.

            Burada adalet şartını biraz açıklamak gerekiyor. Adaletin ıstılahta   iki anlamı vardır. Biri hak etmek, hak olmayanı da bozmaktır, yapmamaktır. İkincisi gidişte, tuttuğu  yolda doğruluk deyimidir ki kötülüğün zıddı, karşıtıdır. Bu makamda adil demek ayrı değil demektir. Adaletin bu ikinci deyimi birinci deyiminden daha geneldir. Onu da içine alır. Şu halde zalim ve gaddar bir insan halifeliğe ehil olamayacağı gibifısk ve fücur ile vasıflı olan bir kişi de halifeliğe ehil değildir. İslam bilginleri, zulüm yapan , doğru yoldan sapan  bir kişiyi halife yapmak demek kurdu koyuna çoban yapmak demektir diyorlar. Bundan evvel imamlık hakkında Cenab-ı Hak ile İbrahim Peygamber arasında geçen bir manevi konuşmayı ku’an-ı Kerim’den nakletmiştim. Onda kendi soyundan da imam yapılmasını niyaz eden İbrahim Hazretlerine cevabenCenab-ı Hak(la yenalü ahdezzalımin) buyuruyor. Yani benim imamlık ahdim zalimlere yetişmez diyor. Zaten halife ve imam tayininden maksat zalimin zulmünü defetmektir. Yoksa halife ve imam tayininden   maksat zalimin zulmünü defetmektir. Yoksa  insanlar üzerine zulmü musallat etmek değildir. Bunun içindir ki, bütün İslam bilginlerine göre zalim ve doğru yoldan şaşmış bir kişiyi halife de bütün bilginlerin oy birliği ile azle hak kazanmış olur. Hatta Şafi-i İmamı başta olduğu halde evvelce gelmiş şafilere göre millet tarafından azledilmemiş olsa bile ayrılmış sayılır.

            Hanefiler, (fitne , kital, ihtilal) hatıra gelmezse yerinden alınması lazım olur diyorlar. Bazıları (Hanefi fıkıhları yanında adalet, halifeliğin doğru olduğunun şartı değildir. Fasık’ın halifeliği kerahetle doğru olur.) demişlerse de bu doğru değildir. Yanlıştır. Şeriatın başı, demin adını yad ettiğim (Ta’dilül ulum) unda ve Hanefi Fıkıhlarının şeriatın başı derecesinde tahkik yapanlardan olan ünlü İbni Humam’ın (.mesayire) adındaki kitabında açıklıkla beyan olunmuştur ki, Hanefi İmamları yanında dahi (adalet) halifeliğin doğru şartıdır, yalnız melik ve saltanatın şartı değildir. Yani şimdi aşağıda yad edeceğim halifeliğin ikinci nevinin şartı değildir.  Çünkü Halifeliğin ikinci nevi Hükümdarlıktan, saltanattan ibarettir. Bu ise seçim ve uyma biat üzerine kurulu değildir. Kuvvet, kahir ve galebe üzerine yapılmıştır. Bu makamda Halifelik ile Saltanatı birbirine karıştırmamak lazımdır. Hakiki halifelik başka, Suri görünüş de halifelik yani saltanat ve padişahlık yine başkadır.

İkinci tür halifeliğe gelince:buna Suri-görünürde halifelik demiştik. Bu surette yani görünürde halifelik şeklinde ise de hakikatte halifelik değildir. Belki melik ve saltanattan , zorbalık  ve tacizden ibarettir, padişahlıktır. Bu ya halifelik şartlarını toplamış olmamak veyahut kahir istila, cebir ve tagallüp yolu ile elde edilmekle olur. Bütün sünnet ehlinin tahkik edicilerinin  oy birliği ile beyan ettikleri bir hakikattir ki, Emevi ve Abbasi halifelerinin halifeliği bu kabiledendir.  Çünkü bunların halifelikleri milletin kendi arzu ve seçimi ile husule gelmemiştir. Kahir, istila, cebir ve tagallüp yolu ile hasıl olmuştur.

            İslam tarihini okuyanlarca bilinmektedir ki emevi halifelerinin yapmadıkları zulüm ve sefahat , peygamber evlatlarına reva görmedikleri cebir, şenaat kalmamıştır. Abbasi devleti ise Zulüm ile doğru yoldan sapmak ile kahir ve tagallüp ile kurulmuştur. Yalnız ünlü (Ebu müslimihorasani) nin emevi hükümeti tarafından öldürdüğü ve yok ettiği nüfus 600 000’i bulmuştur. Abbasi halifelerinin birincisi olan (Sefffah)’ınamcası Abdullah Bin Ali , Şamı eline geçirdiği zaman ahali topluca öldürtmüştü. Birlikte yemeğe çağırdığı ileri gelenlerden 90 kişiyi sopalarla öldürttü. Bazıları henüz can çekişmekte ve hırıltılara işitilmekte iken  üzerlerine sofra kurdurarak, teessür duymadan yemek yedi ve Şam’daemevi halifelerinin kabirlerini açtırarak bulduğu naaşları ve kemikleri yaktırdı. Bu Abdullah’ın kardeşi Süleyman Bin Ali’de Basra’daemevilerden eline geçenleri öldürdü ve cesetlerini sokaklarda dolaştırdı ve sonrada meydanda bırakarak köpeklere yedirdi. En güvenilir İslam tarihlerinde bu şekilde yazılıdır. Hatta Cevat Paşa merhumun  (Tevarihi hülefa-halifeler tarihi) adlı tarihine bakarsanız sözlerimin doğruluğunu anlarsınız.

            Osmanlı halifelerinin ise saltanata olan hırslarından ve tamalarından nice günahsız , şehzade kanı döktükleri bilinmektedir. Raşit’in(yetişkin) halifeleri hazretleri beytülmale (hazineye) ait olan devlet ve millet mallarına (malullah-Allah’ın malı)  ve amme haklarına (hakkullah-Allah’ın hakkı) derlerdi. Ve bunu üzerine umumiyetle hakların güzelce korunmasına son dereceye kadar kudretlerini çokça sarf ederlerdi. Bunlar ise Müslümanların haklarını ellerinden zorla alırlar. Devlet mallarını şuna, buna peşkeş çekerlerdi. Şimdi insaf edelim, böyle bir zulüm ve tagallübe halifelik dene bilirmi? İslamlık gibi yüce bir din böyle bir kahredici saltanatı kabul edermi? Mutlak adil olan Alllah , Cenab-ı Hak (layenalü ahdezzalimin) buyuruyorlar. Böyle kahredici ve müstebid bir hükümet İslam dinine nispet ederek adına (İslam halifeliği ) demek dosta ve düşmana karşı İslamlığı tahkir olur. Bu nevi hükümetler, halifelik değil, Peygamber Efendimizin buyurdukları gibi ısırıcı saltanattan ibarettir. Onun içindir ki, risalet penah efendimiz, gayipten haber vermek suretiyle bir mucize kabilinden olarak (benden sonra halifelik otuz senedir, ondan sonra melik adut olur) buyurmuşlardır.Tarihi hakikatler de bunu kuvvetlendirir. Tarih  tetkik   ve araştırılırsa  görülür ki, hakiki halifelik raşidin halifelerin sonuncusu olan Ali Hazretlerinin vefatı ile veyahut Hasan hazretlerinin altı aydan ibaret bulunan imamlık müddeti ile son bulur. Ondan sonra artık (el hükmü limen galep- hüküm galebe çalanındır) kaidesi yürüyor. Söz kılıca ve kuvvete geçiyor Bu surette peygamber hazretlerinin (melik adut ) diye vasıflandırması ile ifade buyurdukları ile hakikaten ısırıcı , yok edici saltanat kuruluyor.

            Burada uygun düşeceğini gördüğüm bir garibeyi anlatmak isterim. Alame-i Taftazani adıyla ünlü bir kiiş vardır ki, hepimizin bildiği bir kişidir. Unvanından da anlaşılacağı veçhile büyük bir bilgindir. Fakat İslam tarihini, bilginlerin hal tercümeleriyle hakkiyle bilmediği anlaşılıyor. Bu zat (Şerhi Akait-İanançlar Şerhi) denilen kitabında (e imme-i dinden ehlihallu akd hulefay-i abbasiyenin hilafetinde ittifak etmişlerdir) diyor ki, doğru değildir. Tarihi hakikatlere tamamıyla  aykırıdır, uymaz. Bilirsiniz ki , büyük İmam Hanefi Hazretleri din imamlarının en büyüklerindendir. 80  (664) tarihinde doğmuş ve 150 (734) tarihinde vefat etmiştir. Hem Emevi Devleti hem de Abbasi Devleti  zamanlarında yaşıyorlardı. Ne Emevi Halifeliğini ne de Abbasi Halifeliğini  caiz görmemiştir ve kabul etmemiştir. Henüz Emevilerin hüküm sürdüğü zamanda  İmam Hüseyin Hazretlerinin oğlu bugün Yenen’de bulunan (Yezidiye) fırkasının imamı , ünlü (İmam-ı Yevid) Hazretlerine uyulmasına el altından fetva verirdi. Onun için Emeviler  zamanında Irak Valisi ve kumandanı olan ünlü İbni Habire tarafından dövdürülmüş ve hapis edilmişti. İbni Habire her gün o büyük kişiyi hapishaneden çıkartarak halkın önünde kırbaçla vururdu   ve sonra hapis ederdi. Abbasiler zamanında ad o büyük kişi Hasan Hazretlerinin evladından (Nefs-i zekiye) denmekle bilinmiş Mehmet Mehdi’ye yardım edilmesine ve uyulmasına ve zekat, koyun ve aşar gibi  şer’i vergilerin  ona verilmesine gizli gizli fetvalar verirdi. Bunu içindir ki ,Abbasilerin ikinci halifesi olan (Ebu Cafer Mansur) tarafından hapsedilmiş ve nihayet hapishane içinde vefat etmiştir.

            Hanefi fıkıhlarının ileri gelenlerinden ve üstatlarından ev fıkı imamlarından (Hassas) takma adiyle ün almış olan İmam Ebubekir Razi’nin (Ahkamül Kur’an) adındaki tefsirinde ve ünlü (Tefsir-i Keşşaf) da, demin yad ettiğim (layenalü Ahdazzalimin) ayeti celilesinintefsirinde bu suretle yazılıdır. Yine büyük müctehidlerden her birisi İmam-ı Azam gibi bir fıkıh mezhebi sahibi olan Süfyan-i Süri, İbni Cerih veİbad bin Kesir gibi ümmet büyükleri dahi yad olunan Mansur tarafından hapsedilmişlerdir. Maliki mezhebinin İmam-ı Malik Hazretleri yalnız dayak yemekle kurtulmuştur. Fakat vurulmanın şiddetinden kolu çıkmıştır.  Şu tarihi hakikatler

 

Sürecek