Terörizm Olgusu Karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Tavrı

 

Doç. Dr. Vahit Bıçak*

 

1. Giriş

Terör ülkemizin yabancı olduğu bir olgu değildir. 1968 sonrasında ortaya çıkan “sağ-sol kavgası”, 1973 sonrasında ortaya çıkan “ermeni terörü”, 1975 sonrasında ortaya çıkan “mezhep çatışmaları” ve 1984 ortalarında ortaya çıkmış olmakla birlikte halen devam etmekte olan “etnik bölücü terör” en yüce değer olan insan yaşamına yönelik çok sayıda saldırı gerçekleştirmiş ve binlerce insanın ölümüne, yaralanmasına, sakat kalmasına, yerinden  olmasına neden olmuştur. İnsan hakları ve demokratikleşme yolunda atılan adımların bir neticesi olarak son birkaç yıldan beri terör olgusunda göreceli bir azalma gözlemlenmişti. Ancak, 2005 yılından itibaren insan hakları ve demokratikleşme konularında yerinde sayılmaya başlanılması, ulusal ve uluslar arası çeşitli gelişmelerin etkisiyle, 2007 yılı ülkemizde terör olgusunun yoğun bir şekilde yeniden yaşandığı bir dönem olmuştur. Terör saldırıları sonucu, neredeyse her gün şehit verilir hale gelinmiştir.  Bu durum karşısında terörle mücadele toplumun ve resmi kurumların öncelikli gündem maddesi haline gelmiş bulunmaktadır.

Terörle mücadele sürecinde atılacak adımlar konusunda uluslararası düzeyde destek arayışlarını hep birlikte izlemekteyiz. Çeşitli ülkelerin yürütme organları yanında, uluslar arası kurum ve kuruluşların terörle mücadele sürecine destekleri de önem kazanmaktadır. Bilindiği gibi, Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerindendir. Avrupa Konseyinin yargı organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin  (bundan böyle AİHM) yargı yetkisini de kabul etmiştir. Bundan dolayı, terörle mücadele sürecinde uygulanan normlar veya bu süreçte atılan adımlar, daha önceki yıllarda AİHM önüne götürüldüğü gibi, önümüzdeki süreçte de AİHM önüne çeşitli kişi veya kurumlarca götürülmesi muhtemeldir. Bu nedenle, devam eden satırlarda terörle mücadele edilirken demokratik toplumda uyulması gereken kuralların neler olması gerektiği konusunda AİHM’nin yaklaşımı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

AİHM’nin, terörizmin önlenmesi ya da teröristlerin cezalandırılmasını sağlamaya yönelik doğrudan görev ve sorumluluğu olan bir mahkeme olmadığı öncelikle ifade edilmelidir. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde (bundan böyle Sözleşme) güvence altına alınan bireysel hakların Sözleşmeye taraf olan kırk yedi devlet tarafından ihlal edildiği iddialarını inceleyerek karara bağlayan uluslararası bir yargı organıdır. Yargılama işlevini yerine getirirken AİHM'si, zaman zaman terörizm olgusuyla karşı karşıya gelmekte ve bu konuda çeşitli değerlendirmeler yapmak durumunda kalmaktadır.

 

2. Terörün Tanımı

Terör ve terörizmin birbirinden farklı çok sayıda tanımı yapılmıştır (E. Beşe, 2001, s. 7). Terör olgusunun siyasal, sosyolojik, ekonomik, yasal, felsefi, etiksel ve uluslar arası boyutlara sahip karmaşık ve subjektif niteliği ortak bir tanım üzerinde uzlaşmayı mümkün kılmamaktadır.   AİHS terörizmi tanımlamadığı gibi, AİHM de kararlarında terörizmi tanımlama çabası içerisinde olmamıştır. Dolayısıyla, AİHM’nin terörden ve terörizmden ne anladığını ortaya koyan net bir tanım mevcut değildir. Bununla birlikte, AİHM’nin kararlarının gözden geçirilmesiyle Mahkemenin terörizme yaklaşımı konusunda kısmi bir aydınlanma sağlanabilmesi mümkün olabilir.

 

3. Yaşama Hakkı

Yargı alanlarında yaşayan kişileri muhtemel terör saldırılarına karşı korumak şeklinde Devletlerin pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük Sözleşmesinin ikinci maddesinde düzenlenen yasama hakkını koruma yükümlülüğünden kaynaklanmaktadır. Ancak, terör suçu mağdurları Devletlerinin kendilerini koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği gerekçesiyle AİHM'ne başvuru yapma konusunda fazla istekli bulunmadıkları da bir vakıadır.

Bazı zorunluluklar bulunması durumunda yaşama hakkına müdahaleye Sözleşme izin vermiştir. Ancak müdahalenin izin verilebilir olduğu sonucuna ulaşılabilmesi için AİHM kişileri teröre karşı koruma amacıyla kullanılan şiddetin orantılı olup olmadığı, terörle mücadele operasyonunun öldürücü kuvvet kullanımını minimuma indirecek ölçüde planlanması ve denetlenmesinin sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir.[1] McCann, Frawell & Savage / İngiltere davasında (27 Eylül 1995) öldürme ile son bulan eylemin mutlak zorunluluk sonucu olması gerektiği AİHM tarafından ifade edilmiştir. Güç kullanımı ile güdülen meşru amaç arasındaki orantıyı da AİHM dikkate almaktadır. Aytekin / Türkiye davasında (18 Temmuz 1997) meşru güç kullanımının ulaşılmak istenen amaçla "orantılı" ve "mutlak zorunlu" nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca, Yaşa / Türkiye davasında (2 Eylül 1998) olayın terörün etkili olduğu bir bölgede meydana gelmiş olmasının Devletin etkili soruşturma yapma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı sonucuna varılmıştır.

 

4. Terörle Mücadele’de Alınabilecek Tedbirler

            AİHM demokrasi ve insan hakları arasında karşılıklı ilişki olduğunu  vurgulayarak yargı alanlarında yaşayan bireylerle ilgili Devletlerin sınırsız takdir yetkisine sahip olduklarının söylenemeyeceği belirtmiştir. Sınırsız bir takdir yetkisinin demokrasiyi zayıflatacağı, hatta tahrip edeceği; terörizmle mücadele gerekçesiyle de olsa taraf devletler gerekli gördükleri her türlü tedbiri alamayacakları ifade edilmiştir. (Klass ve diğerleri / Almanya, 6 Eylül 1978, para. 28, 49).

Demokrasinin ve demokrasinin kurumlarının korunması konusunda genel kamu yararıyla bireyin haklarının korunması arasındaki genel kamu yararı arasındaki denge, AİHM kararlarında göz önünde tutulmaktadır. Demokratik toplumun korunması ihtiyacıyla bireyin haklarını koruma arasında uzlaşma sağlanması, AİHS sisteminin özünde mevcut bulunduğu ifade edilmektedir.[2] AİHM, terörle mücadele ile bağlantılı somut problemleri, kendi önüne getirilen davalarda dikkate almaya hazır bulunduğunu ifade etmektedir.[3]

Terörle mücadele amacıyla yürütülen soruşturmanın da AİHS'ne uygun olması gerekmektedir. Mahkeme terörle mücadele amacıyla her türlü yöntemin kullanılabilmesine izin vermemektedir.

Örneğin, terörle mücadele sürecinde de işkence yasağı devam etmektedir. İşkence yasağı mutlak bir yasaktır.  Mahkeme, işkence yasağının mutlak bir yasak olduğu olgusuna birçok kereler dikkat çekmiştir. İşkence yasağı, demokratik toplumun en temel değerlerinden birisidir. Bu yasağın ortadan kaldırabileceği, askıya alınabileceği herhangi bir durum bulunmamaktadır. İşkence yasağı açısından sanığın işlediği suçun ne olduğunun hiçbir önemi bulunmamaktadır.[4] İşkence ve kötü muamele yasağı açısından mağdurun tavırlarının da bir önemi yoktur.[5] Terör saikiyle işlenen suçların doğasından gelen güçlükler  ve soruşturmanın gerekleri de bireyin vücut bütünlüğüne müdahaleye gerekçe olamamaktadır.[6]

 

5. Terör Gerekçesiyle Hakların Askıya Alınması

Sözleşmenin 15. maddesi  Sözleşmeye taraf devletlere savaş durumunda veya ulusun varlığını tehdit eden genel tehlike halinde Sözleşmede güvence altına alınan hakları askıya alabilme yetkisi vermiştir. Ancak bu madde askıya alma uygulamasını sınırlandırmıştır. Yaşam hakkı (md.2), işkence yasağı (md. 3), kölelik yasağı (md. 4/1) ve kanunilik ilkesi (md 7) nin hiçbir şekilde askıya alınması kabul edilmemiştir. Askıya almanın şartlarının oluşup oluşmadığını AİHM'si kendi denetim yetkisi içinde görmektedir.[7]

Hakların askıya alınmasını Brannigan and Mc Bride davasında inceleyen AİHM (26 Mayıs 1993), terörizmin hakların askıya alınmasını haklı çıkarabileceğini, yargı organının görüşüne aykırı olarak birisinin gözaltına alınmasının takdir yetkisini aşmayacağına karar vermiştir. Bununla birlikte askıya alma konusunda taraf devletler sınırsız takdir yetkisine sahip değildir. Mevcut krizin gerektirdiğinin ötesinde tedbirlere başvurulup başvurulmadığını denetlemek AİHM'nin görevidir. Bu incelemeyi yaparken AİHM nin dikkat alacağı faktörler; askıya alma işlemiyle etkilenen hakların doğası, acil duruma yol açan nedenler ve acil durumun süresidir.[8] Askıya almayı mazur gördüğü durumlarda bile AİHM, otuz gün poliste gözaltında tutma işlemini Sözleşmenin ihlali olarak değerlendirmiştir.[9]

Sözleşmenin 15. maddesi olağanüstü hallerde devletlerin yükümlülük azaltmasına olanak sağlamaktadır.  Devletler gerektiğinde bir kısım hakları "kısmen" veya "geçici" olarak askıya alabilmektedir.  Lawless / İrlanda davasında (18 Ocak 1978) mahkeme kararı olmadan tutuklama yapılmıştır. Komisyon bu davada "olağanüstü bir durumun varlığını" üç gerekçeye dayanarak kabul etmiştir. İlk olarak, IRA askeri yapıda bir örgüttür, demokratik prensiplere ve İrlanda devlet kurumlarına karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. İkinci olarak, olayın gerçekleştiği dönemde "sürekli ve korkunç bir şekilde artan" terörist eylemler meydana gelmektedir. Üçüncü olarak, Uluslar arası hukukun İrlanda Cumhuriyetine kendi bölgesinin bir başka devletin (Birleşik Krallık) hedeflerine yönelik silahlı eylemlere başlangıç noktası ya da üs olarak kullanılmasına müsaade etmemektedir.

Olağanüstü hallerde yükümlülük azaltmanın şekle ve alınan önlemlere ilişkin bazı şartları bulunmaktadır. Şekle ilişkin şartlar; Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine alınan önlemleri içeren bildirimin sunulması, alınan önlemlerin gerekçelerinin bildirilmesi ve bu bildirimin gecikme olmaksızın yapılması şeklindedir. Alınan önlemlere ilişkin şartlar ise; alınan önlemlerin ulaşılmak istenen amaçlarla orantılı olması, önlemlerin ayrımcı olmaması ve önlemlerin uluslararası hukuktan kaynaklanan diğer yükümlülüklere aykırı olmaması şeklindedir.

 

6. Hareket Özgürlüğünün Sınırlandırılması

Terör suçu sanıklarının hareket özgürlüklerinin sınırlandırılabilmesi için terör suçu işlediklerine dair makul şüphe olması gerekir. Mahkeme terörizmle mücadelenin hareket özgürlüğünü sınırlamak için meşru bir amaç olduğunu kabul etmekte ancak bu mücadelenin her tedbire başvurmayı haklı çıkaramayacağı kanaatini taşımaktadır. Örneğin, terörle mücadele, gözaltı süresinin uzatılmasını haklı çıkarabilir ancak gözaltı işleminin yargısal denetime tabi olmasının engellenmesini haklı çıkaramaz.[10] Kişi özgürlüğü keyfi olarak sınırlandırılmamalıdır. Yürütmenin özgürlüğü kısıtlama işlemi yargı denetimine konu olmalıdır.[11]

Tutuklama tedbirine başvurulabilmesi için "makul şüphe" bulunmalıdır. Makul şüphe bulunmasının ön şartı, tarafsız bir kişiyi bir kişinin suç işlemiş olabileceğine ikna edebilecek olguların ve bilgilerin olmasınıdır. "Makul şüphe"nin hangi durumlarda var olduğunun tespiti olayın tüm şartlarının değerlendirilmesiyle anlaşılabilir. Bu açıdan terör saikiyle işlenen suçlar özel bir kategori oluşturabilir. Hayat kaybı riski söz konusu olduğundan kolluk gizli kaynaklardan gelen bilgilerde dahil olmak üzere tüm bilgileri değerlendirerek çok acil hareket etmek durumundadır. Terör durumlarında da "makul şüphe" şartı ortadan kalkmaz. Ancak terör saikiyle işlenen suçlarda tutuklamaya yol açan olgunun veya bilginin gizli olan kaynağını açıklamaya taraf devlet zorlanılamaz.[12] Terörle mücadelede gizli bilgi kullanılmasının temel bir gereklilik olduğunu mahkeme kabul etmiştir.[13]


7. Kimliği Gizli Tutulan Tanık Kullanılması

Kimliği gizli tutulan tanığa başvurulması her zaman Sözleşmeyle uyum içinde olmayabilir.[14]  Ancak terör suçlarında tanığın kendisini veya ailesini öç alma riskine karşı korumak için, ileride yapılacak operasyonlara zarar vermesini önlemek için tanığın kimliğinin gizli tutulmasına AİHM izin verebilmektedir.[15]

 

8. Özgürlükleri Yok Etme Özgürlüğü

AİHS'nin 17. maddesi "özgürlükleri yok etme özgürlüğü" tanınamayacağını genel ilke olarak kabul etmiştir. Bu yasak devletler açından olduğu gibi gruplar ve bireyler açısından da geçerlidir. Terörist faaliyetlerden kaynaklanan başvuruların incelenmesini, AİHM bu madde çerçevesinde değerlendirmektedir

Hiç kimse Sözleşme’de öngörülen düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade ve basın özgürlüğü ve toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne dayanarak, bu özgürlükleri, Sözleşme ile güvence altına alınmış olan hür demokratik düzeni yıkmak amacıyla kullanamaz. Komünist parti / Almanya davasında (20 Temmuz 1957) rejimi diktatörlüğe götüren faaliyetler, Sözleşmenin öngördüğü bir çok özgürlüğün yok edilmesine yol açacağından Sözleşmenin temel amacı ile bağdaşmaz kararı verilmiştir.

 

9. Aile Yaşamına Saygı

Sözleşmenin 8. Maddesinin 2. Fıkrasında milli güvenlik, kamu düzeni ve suçların önlenmesi amacıyla özel hayatın ve aile yaşamına saygı hakkının sınırlandırılmasına imkan sağlamıştır. McVeigh & diğerleri davasında terör suçu işlediği şüphesiyle yakalanan kişinin nikahlı eşiyle görüşmesinin engellenmesi 8. Maddenin ihlali olduğu sonucuna Komisyon tarafından varılmıştır. Engelleme için eşin kuryelik yapacağına ilişkin somut verilere yer verilmemiş olması ve genel olarak böyle bir ihtimalin varlığı ihlal tespitinde belirleyici olmuştur.

 

 

10. Şiddet Çağrısı İçeren Beyanlar

   AİHS’nin 10. maddesinin, Sözleşmenin en temel ve en önemli hükümlerinden birini içerdiği genelde kabul edilmektedir.[16] 1988 yılında yeniden yapılanan Avrupa İnsan hakları Mahkemesi, ifade özgürlüğüne verdiği önemi sembolik olarak göstermek amacıyla ilk kararını ifade özgürlüğüyle ilgili olarak vermiştir.[17]

Sözleşmenin 10. maddesi sadece yazılı basınla değil, aynı zamanda görsel basınla da ilgilidir. Her türlü mesaj (ticari reklam[18] içerenler de dahil) bu maddenin güvencesi altındadır. İfadeyi iletmek için kullanılan vasıtalar, radyo ve televizyon gibi araçlarda güvence sistemi içindedir. İletilen bilginin muhtevası siyasi, kültürel, ekonomik, ticari, artistik vs. olabilir. Bilgi ve fikir alma ve sahip olunan bilgi ve fikirleri yayma özgürlüğü olmak üzere ifade özgürlüğü iki boyuttan oluşmaktadır.

Demokratik toplumda ifade özgürlüğü sınırlamalardan muaf değildir. Ancak sınırlamaların da sınırı vardır. İfade özgürlüğü ile AİHM'nin vermiş olduğu kararların bir kısmı terör ve terörle doğrudan ilgilidir. Bu davalarda ortaya çıkan ilkeler şu şekilde ifade sıralanabilir.

İlk olarak, terör örgütünü destekleyen açıklama yapılamaz. Zana / Türkiye[19] davasında  bir ilin eski bir belediye başkanının gazetecilerle yaptığı bir görüşmede, bir terör örgütünün ulusal bağımsızlık mücadelesini desteklediğini, ancak katliamdan yana olmadığını ifade eden beyanının günlük bir gazetede yayınlanması, beyanı yapan eski belediye başkanının mahkumiyetine neden olmuştur. Olayı değerlendiren Divan, günlük büyük bir gazetede yayınlanan söyleşinin, ülkenin bir bölümünde terör örgütünün sivillere karşı yürüttüğü saldırıları arttırdığı bir zamana rastladığını; böyle hassas bir zamanda terör örgütünün mücadelesinin ulusal bağımsızlık mücadelesi olarak tanımlanmasının ortamı gerginleştireceğine ve terör olayların artmasına neden olabileceğini ifade ederek verilen cezanın sosyal bir ihtiyaçtan kaynaklandığını, dolayısıyla ifade özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı kararı vermiştir.

İkinci olarak, kin ve nefret arttırmaya yönelik beyanlar yasaklanabilir. Sürek / Türkiye (No 1)[20] davasında haftalık bir dergide yayınlanan ”silahlar özgürlüğü engelleyemez” ve ”suç bizim” başlıklı iki mektuba yer verilmesi, derginin sahibinin ve sayı editörünün ”devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapmak” suçundan dolayı para cezası ile cezalandırılmasına yol açmıştır. Olayı değerlendiren Divan, mektuplarda Türk ordusunun katliam yapan, şiddet ve baskı uygulayan bir kurum olarak tanıtılması ve ”faşist”, ”ölüm timi”, ”emperyalizmin kiralık katilleri” olarak nitelendirilmesi; mektupların içeriğinin taraflar arasında kökleşmiş olan kin ve nefrete dayanan şiddeti daha da arttırmaya yönelik olduğu; mektuplarla, okuyucuya, saldırgan olarak gösterilen devlete karşı, kendini savunmak için şiddete başvurmanın gerekli ve haklı olduğu mesajı verilerek şiddetin övüldüğü; mektuplarda, açıklanan fikirlerle editör kendisini özdeşleştirmiş olmasa da, dergisinde değişik yazarlara, şiddeti ve kini tahrik etme imkanı tanıdığı; verilen para cezasının oldukça az olduğu tespitini yaparak ifade özgürlüğü ihlalinin söz konusu olmadığı kararını vermiştir.

Üçüncü olarak, yazar kendisini terör örgütüyle özdeşleştiremez. Sürek / Türkiye (No 3)[21]  davasında haftalık bir dergide yayınlanan bir makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapıldığı gerekçesi ile dergi toplatılmış ve sahibi para cezasına mahkum edilmiştir. Konuyu inceleyen Divan, ulusal güvenliğin sağlanması, toprak bütünlüğünün korunması ve kamu emniyetinin sağlanması, ifade özgürlüğünü sınırlamada kullanılabilecek haklı müdahale sebeplerinden olduğu; dava konusu makalede ülkenin bir bölgesindeki mücadeleyi, ”güvenlik kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş” olarak nitelendirilmesi ve ”özgürlük mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz” ifadesinin kullanılması, makalenin yazarının kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren örgütle özdeşleştirmiş olduğu; makalenin etnik bir grubun ulusal bağımsızlığının sağlanması için silahlı mücadeleye bir çağrı ve teşvik içerdiği tespitlerini yaparak söz konusu derginin sahibine verilen cezanın ağır bir sosyal ihtiyacın neticesi olduğu ve verilen ceza ile elde edilmek istenen amaç arasından orantısızlık olmadığı gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır.

 

11. Sonuç

Bu çalışmada Avrupa İnsan hakları Mahkemesi içtihatları gözden geçirilerek Mahkemenin terör ve terörle mücadele konusundaki yaklaşımının fotoğrafının çekilmesi amaçlanmıştır. İnceleme neticesi ortaya çıkan tablo, AİHM'nin terörle mücadele gereklerini göz önünde tutarak taraf devletlere temel hakları sınırlama konusunda geniş bir takdir yetkisi tanıdığı şeklindedir. Mahkeme, tutukluluk ve hükümlülük koşulları, haberleşme ve özel hayatın gizliliği, ifade özgürlüğü konularında terörün önlenmesi amacıyla getirilen sınırlamaları kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleri ile uyumlu olması koşulunu aramaktadır. Bununla birlikte, Devletlerin terörle mücadele amacıyla aşırı şiddete yönelmeleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde Sözleşmeye taraf devletleri zor durumda bırakabilmektedir. Yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik yasağı ve kanunilik ilkesinin terörle mücadele gerekçesiyle de olsa hiçbir şekilde askıya alınmasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kabul etmemektedir.



* Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Öğretim Üyesi, www.vahitbicak.com

[1] McCann ve diğerleri /Birleşik Krallık, 27 Eylül 1995, para. 194.

[2]  Klass ve diğerleri / Almanya, 6 Eylül 1978, para. 28, 59. Ayrıca bk. Brogan ve diğerleri / Birleşik Krallık, 29 Kasım 1999, para 48.

[3] İncal / Türkiye, 9 Haziran 1998, § 58. Ayrıca bakınız Ireland / United Kingdom, 18 Ocak 1978, 25, §§ 11; Aksoy / Türkiye, 18 Aralık 1996, §§ 70 ve 84; Zana / Türkiye, 25 Kasım 1997, §§ 59-60; Birleşik Komünist Partisi / Türkiye, 30 Kasım 1998, § 59.

[4] 9 Labita / İtalya, 6 Nisan 2000, para. 119. Ayrıca, bk. Irlanda  / Birleşik Krallık, 18 Ocak 1978, para. 25, 163; Soering / Birleşik Krallık, 7 Temmuz 1989,  para. 88; Chahal / Birleşik Krallık, 15 Kasım 1996, para. 79; Aksoy / Türkiye, 18 Aralık 1996, para. 62; Aydin / Türkiye, 25 Eylül 1997, para. 81; Assenov ve diğerleri v. Bulgaristan, 28 Ekim 1998, para. 93; Selmouni / Fransa, 28 Temmuz 1999, para. 95.

[5] The Chahal / Birleşik Krallık, 15 Kasım 1996, Reports 1996-V, p. 1855, § 79

[6] Tomasi /  Fransa, 27 Agustos 1992, § 115. See also Ribitsch / Avusturya, 4 Aralık 1995, para. 38.

[7] Lawless / İrlanda, 1 Temmuz 1961, para.22.

[8] Brannigan ve Mc Bride / Birleşik Krallık, 26 Mayıs 1993, para. 43.

[9] Aksoy / Turkiye, 18 Aralık 1996.

[10] Brogan ve diğerleri / Birleşik Krallık, 29 Kasım 1998, para 61.

[11] Sakik ve diğerleri / Türkiye, 26 Kasım 1997, para. 44.

[12] Fox, Campbell and Hartley / Birleşik Krallık, 30 Agustos 1990, para. 32 and 34.

[13] Murray/ Birleşik Krallık, 28 Ekim 1994, para. 58.

[14] Bk. Doorson / Hollanda, 26 Mart 1996, para. 69-70. Bu dava uyuşturucu ticaretiyle ilgili olmakla birlikte mahkemenin tespitleri terörle mücadele açısından da geçerlidir. Ayrıca Bakınız, Van Mechelen / Netherlands, 23 Nisan 1997, para. 52.

[15] Van Mechelen / Hollanda, 23 Nisan 1997, para. 57.

 

[16] Françoise Tulkens, 1999, ”Freedom of Expression and Information in a Democratic Society and Right to Privacy Under the ECHR: in a Comparative Look at Article 8 and 10 of the Convention in the Case Law of the European Courts of Human Rights”, Freedom of Expresion and the Right to Privacy, Conference Repors, s.18.

[17]  Fressoz and Roire, 21 Ocak 1999.

[18] The X and  Church of Scientology / İşveç, 5 Mayıs 1979.

[19] 25 Kasım 1997, Reports of Judgments and Decisions 1997 VI.

[20] 8 Temmuz 1999, Reports of Judgments and Decisions, 1999.

[21] 8 Temmuz 1999, Reports of Judgments and Decisions, 1999.