Görme engelli insanların dünyası ile ilgili toplumsal meraklarımız vardır. Gençken, yakın bir arkadaşım, birazda çekingen bir ifade ile rüya görüp görmediğimi sordu. Bu soru, görme engelliler ile ilgili sıkça merak edilen bir konu olduğu için yadırgamadım ve tebessümle ona cevap verdim. Her insan rüya görür, her insanın sağlıklı duyu organları sayesinde geliştirdiği bir iç dünyası vardır. Görme engelliler de duyarak, koklayarak, dokunarak, tadarak, hissederek ve kısmen de olsa diğer insanların tarifleri ile kendi içlerinde bir dünya kurarlar. Rüyaları da bildikleri, algıladıkları, kurguladıkları o dünya üzerinedir.

 

Rüyalarımızın, hayallerimizin sınırı beynimizin algıladığı kadardır. Bu tespit sanırım bütün insanlar için geçerli. Hiç su sesi duymamış işitme engelli bir bireyin rüyaları belki sesizdir, ama rüyasında yağmuru veya bir çağlayanı görebilir. Bir görme engelli gerçek renkleri bilmeyebilir, ama rüyasında kuş cıvıltılarının, rüzgârda sallanan ağaç yapraklarının hışırtısında, çağlayan bir ırmak kenarının yamacında, iri gövdeli bir söğüt ağacının serinliğinde, sırtını çimlere verip, dostlarla koyu, demli bir bardak çayın kokusu ve tadında neşeli bir sohbete dalabilir. Dikkat ettiyseniz rüya kurgusunda hiç renk yoktu, ama doğanın ses ahengi, dost muhabbeti ile çimenler demli çayın kokusuyla harmanlandı ve keyifli, neşeli kahkahalara dönüştü…

 

Dünyayı sesiz veya renksiz algılamak belki ciddi bir eksiklik, ama gördüğü, duyduğu, koşabildiği, dokunabildiği, tadabildiği, hissedebildiği halde algılayamamak, bilememek, farkında olmamak çok daha kötü değil mi?

 

İnsanın en büyük kazancı doğumdan ölüme kendini eğitip, geliştirmesidir. Bu nedenle öğrenmenin yaşı yoktur denir. Bu da yetmez, içinizde kurguladığınız dünyanın kapıları herkese açıksa, paylaşabiliyor, bölüşebiliyorsanız, insanların barış, huzur ve mutluluğundan mutluluk çıkartabiliyorsanız hayatınızın, kurguladığınız dünyanın insanlığın erdemleri adına bir değeri vardır.

 

Bugün hala savaşlar, hastalıklar, kazalar, yoksulluk, açlık ve susuzluk nedeniyle her an, her dakika insanlar ölüyor, sakat kalıyorsa binlerce yılın acı deneyimlerinden hala ders almamış demektir. Dolayısıyla ister sağlıklı olalım, ister engelli 21. Yüzyılda hepimiz sesli ya da sessiz, renkli ya da renksiz kâbuslarla kan ter içerisinde yataklarımızdan uyanabiliriz.

Özürlü bireyler açısından bu kâbuslar uyandıktan sonra, günlük hayatlarında da sürüyor maalesef. Sağlıklı insanların algıladıkları, kurguladıkları dünyanın darlığından, sığlığından, basitliğinden olsa gerek özürlüler caddelerde, sokaklarda yürüyemiyor, toplu taşım araçlarına binemiyor türlü tehlikeler ve badirelerle karşılaşıyor günlük hayatları da engeller yüzünden kabusa dönüşüyor. Yetmezmiş gibi hayatın pek çok alanında ayrımcılığa uğruyor, dışlanıyorlar.

Ancak, bu olumsuz tablo aslında bizleri yıldıracağına daha dirençli, daha mücadeleci yapıyor. İnatla sorunların üzerine gidiyoruz, amacımız herkes için eşit, ulaşılabilir, erişilebilir, özgür bir dünya kurmak. İşte bu nedenle bizim rüyalarımızda savaşlara, yıkımlara, barut kokularına, yokluğa, yoksulluğa yer yok. Bizim rüyalarımızda çocukların üzerine bomba atmak yerine, özürlü ya da sağlıklı bütün çocukların koşup oynayabilecekleri, şeker de yiyebilecekleri engelsiz bir dünya var.

 

Şimdi başa dönelim. Arkadaşım bana rüya görüp görmediğimi sormuştu; evet rüya görüyorum, insanların mutlu olduğu eşit, engelsiz, barış içerisinde bir dünyanın rüyasını ve sabahları tebessüm ederek kalkıyorum yattığım yerden.

 

Engelsiz bir yaşam dileğiyle.