Değerli Çağın Polisi Dergisi okuyucuları, bu ayki yazımızın
konusunu “Film ve Dizilerde Gerçeklik” kavramı oluşturmakta.
Konumuza başlamadan önce gerçek nedir sorusuna cevap bulalım
ve gerçeklik ile ilgili bilgiler verelim.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde gerçek, yalan olmayan, doğru olan
şey, hakikat, yapay olmayan diye tarif edilmekte. Gerçeklik bu şekilde tarif
edildiğine göre gerçeği nasıl algılarız?
Birey gerçek denen olguyu iki şekilde algılar. Birincisi,
kendisinin yaptığı yani birinci elden yaptığı gözlemler sonucunda, ikincisi ise
kitle iletişim araçları yani medya yoluyla sunulan gerçekliktir.
Günümüzün yoğun koşturmacası
biryana artık bütün dünya ile ilgilenen toplum içindeki bireylerin gerçekleri
doğrudan kendi gözlemlemesi mümkün olmadığından haber
veren medya aracığıyla gerçekler elde edilir. Bu noktada gerçeğin yansıtılmasında iki yolun
olabileceği ortaya çıkmakta. Birincisi yansıtmacı yaklaşım, ikincisi ise kurmacı
yaklaşımdır.
Yansıtmacı yaklaşım adından da anlayabileceğiniz gibi, var
olan bir gerçeğin doğrudan aktarılmasıdır. Burada gerçek olduğu gibi
aktarılmaktadır. Buna tarihi belgeseller örnek verilebilir. BBC’nin
ünlü Hitler ve İkinci dünya savaşı belgeselleri, Çağrı Filmi, Bizdeki;
Cumhuriyet, Veda gibi sinema filmleri; Sarı Zeybek, Mustafa, Dersimiz Atatürk
belgeselleri yansıtmacı yaklaşım çerçevesinde ortaya konulmuştur.
Kurmacı yaklaşım ise
yansıtmacı yaklaşımın tersi bir özellik gösterir. Bunda ise, medya mevcut
gerçeği kendi değerlendirme süzgeçlerinden geçirerek aktarır. Artık amaç
gerçeği aktarmaktan çok, gerçeğin aktarılacağı seyirciyi etkilemektir. Tarihi
film ve dizilerde buna örnek olarak gösterilebilir. Aslında tartışmaların asıl
yoğun yaşandığı yer işte buradan kaynaklanır. Kurmacı yaklaşım medya gerçekliği
denen kavramı ortaya çıkarmıştır. Gerçek, artık medyanın size sunduğu ve
biçimlendirdiğidir.
Türk film ve dizileri, son günlerde
geniş bir coğrafyada (Türk, Arap Dünyası
ve Balkanlarda) ilgiyle izlenmekte. Bu, Türk televizyon
ve sinema dünyası için mutluluk verici bir durum. Türkiye, ekonomideki en
azından söylenen iyi gidiş, dış
politikadaki değişimler, yeni bakış açıları, yeni Osmanlıcılık söylemleriyle
çevre ülkeler ve daha önce bir şekilde ilişkili olduğumuz ülkelerin yönünü bize
dönmesini sağladı. Film ve dizi yapımcıları da bu durumu iyi değerlendirdi.
Daha önce bazı müzik türleriyle geniş coğrafyaya seslenen sanatçılarımız artık
film ve dizilerle yabancı izleyicilerin gönüllerinde taht kurmakta. Birçok diziler
ve filmler -yapım kalitesini, aksiyon sahnelerindeki başarılı çekimleri
kutlayarak- çarpık ilişkiler ve şiddet
sahneleriyle yabancı seyircinin nabzını tutarken, bazı film ve dizilerde
Osmanlıyı yeniden dünya ile tanıştırma girişimleriyle gündeme geldi. Birbiri
ardına yarışırcasına yapılan Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili filmler ve
diziler ekranlarda seyirciyle buluşmakta.
Muhteşem Yüzyıl’la çıkış yapan ve Fetih 1453 filmiyle zirve
yapan tarihi yapımlar aynı zamanda izleyicilere tarihi, kitaplardaki sıkıcı ve
sadece okumaya dayalı öğretimden çıkararak yeniden ve daha eğlenceli bir
şekilde öğrenme fırsatı sunmakta. Tarih kitaplarının kuru ve yalın anlatımından
sıyrılıp, dramatize edilmiş ve ustaca kurgulanmış görüntüler eşliğinde tarihi
gerçekler yeniden yaşanmakta, böylece tarihe filmler eliyle tanıklık
edilmektedir. Bununla birlikte bu tarihi
yapımlar bazı tartışmaları ve soruları da beraberinde getirdi.
Geçmişte de revaçta olan tarihi film ve diziler gerçeği
olduğu gibi mi yansıtacak yoksa kurmacı yaklaşımdaki gibi seyirciyi ekrana
bağlayabilmek adına kendi gerçekliğini mi ortaya koyacak? Gelin hep beraber bu
sorunun cevabını arayalım.
Tarih, elbette diziye, belgesele
veya filme yansıtılır. Belgesel, “kurgu”dan çok gerçekler belgeye dayandırıldığı
için ekrana aktarılması zor olmasına rağmen doğruluğa daha yakındır. Bir bakıma
bu yönüyle ciddi bir araştırmayla çekilen belgeseller “görüntülü tarih kitabı”
gibidir.
Tarih biliminin toplumsallaşmasında ve anlaşılmasında
sinemanın hiç şüphesiz çok önemli bir yeri vardır. Günümüzde Türk insanının
kitap okuma alışkanlığının yeterli olmadığı da araştırmalarda ortaya çıktığına
göre; sinemanın canlı ve renkli dünyasının ortaya koyduğu cazibeden
yararlanarak tarihi olaylarla ilgili bilgiler veren ortak hafızamızın
güçlenmesini sağlayacak film ya da dizilerin yapılması eğitim açısından da
büyük önem taşımaktadır. Bu durumda
tarihi gerçekliklerin film tadında yansıtılmasında hiçbir sakınca yoktur hatta
yararı vardır. Kaldı ki televizyonun üzerine düşen görevlerinden bir tanesi de
kamuoyunu eğitmektir. Bu yolla televizyon ve sinema, izleyicisinin hem
eğitimine hem de hoş vakit geçirmesine katkı sağlamaktadır.
Tarihimizdeki hikâyelerin perdeye yansıtılması kimi zaman
kurgusal bir bütünlük içinde verilirken kimi zaman ise yalın bir bilimsellik
sınırıyla belgelendirilmiştir. İster belgesel sinema, isterse kurgusal sinema
olsun tarih, her zaman sinema seyircisinin ilgi odağında olmuştur. İnsanlığın
ortak hazinesi olan destanlar, hikâyeler ve kahramanlıklar perdede yansıtıldıkça
izleyiciler geçmişleriyle bağ kurmuşlardır.
Bilindiği üzere; 70’li yıllardaki “Tarkan” “Kara Murat” “Battal
Gazi” “Karaoğlan” filmlerini beğenerek izledik. Hatta bazı kanallarda halen
yayınlanmakta… Yine yakın geçmişte de
tarihî olaylar dizi veya filmler olarak ekrana aktarıldı. Özellikle TRT’nin tek
kanallı yıllarında çekilmiş Kuruluş, IV. Murat, Küçük Ağa, Ateşten Günler,
Türk’ün Ateşle İmtihanı, Yorgun Savaşçı, Üç İstanbul, Kurtuluş gibi
hatırlayabildiğim diziler var; fakat hiçbiri “Muhteşem Yüzyıl” dizisi kadar
eleştiri almadı. Bunun yanında Fetih 1453’e de ciddi eleştiriler var. Bazı
sahnelerin abartıldığı, Ulubatlı Hasan’ın nikahsız ilişkileri vb. eleştirilere neden oldu.
Niçin izlenme rekorları kıran ve sadece bizim ülkemizde
değil birçok ülkede yayınlanan bu dizi ve filmler geçmişten farklı olarak çok
eleştiri almakta? Acaba tarihi
gerçekliklerle oynanmasından mı kaynaklanmakta bu eleştiriler, yoksa perde arkasında başka sebepler mi var?
Şimdi tarihi
gerçeklikleri değiştirmiş olan fakat dünyada büyük izleyici ve hâsılat rekoru
kıran filmlere bakalım;
Ülkemizdeki sinemalarda aylarca izleyici
bulan, televizyonlarımızda beğeniyle seyredilmiş olan sinema filmlerine
bakalım. Örneğin birçok ödül kazanmış olan Mel Gibson’un (en: Braveheart)
“Cesur Yürek Filmi”. Filmde, 2.
Edward'ın eşi, Fransız asilzadesi Isabella,
kayınpederi 1. Edward (Uzun Bacaklı) tarafından William Wallace
ile konuşmaya gönderilir. Ama genç kadın, ona âşık olur, pek çok tehlikeye
karşı Onu uyarır, hatta ondan hamile kalır.
Isabella, 1. Edward felçli olarak yatarken
onunla alay eder ve artık İngiliz soyunun İskoçlardan üreyeceğini söyler.
Sonunda, Wallace idam edilir. Ancak, filmde ciddi
tarihi hatalar bulunmakta. Tarihi bilgilere göre; William Wallace,
1305'te idam ediliyor. 1. Edward, 1307'ye kadar felç gibi bir rahatsızlık
geçirmeden gayet sağlıklı yaşıyor. 2. Edward, Isabella
ile 1308'de evleniyor ve kraliçe, İngiltere'ye o tarihlerde ilk kez geliyor.
Asla Wallace'ı ya da 1. Edward'ı tanımıyor. İlk
çocuğu 3. Edward'ı da 1312'de doğuruyor. Yani, Wallace'ın
bu çocuğun babası olması mümkün değil. Tarih bu şekilde değiştirilmiş olunmasına
rağmen film, birçok dalda Oscar ödülü aldı. Kurtlarla Dans, Mummy,
Gladyatör, Vatansever gibi filmlerde tarihi gerçekliğin farklı yansıtılmasına
örnek olarak verilebilir. Fakat bildiğim kadarıyla bunlarlada
ilgili ciddi eleştiriler alınmadı. Yalnız, bunlardan ayrı olarak The Passion of The Christ (Hz İsa’nın
Çilesi) filmi ciddi eleştiriler aldı. Mel Gibson,
bu filmde diğer filmlerindeki kadar tarihi olayları değiştirmedi ama kasıtlı
göndermeler yapmıştı. Eleştirilerin sebebini de bu durum oluşturmuştu.
Tarihi gerçeklikleri gün yüzüne çıkarmaya yönelik yapılan
film ve dizilerdeki kurgu mantığı kaynaklarda belirtilen tarihi bilgileri
değiştirecek nitelikte olmamalıdır. Tarihi
kaynaklarda yer almayan boşlukları senaristin doldurması film gerçekliğinde
kabul edilir bir durumdur. Fakat sadece daha fazla seyirci kazanmak amacıyla
tarihi gerçeklikleri değiştiren, dönemin kültürüne, gelenek ve göreneklerine,
giyim kuşamına uygun olmayan ve özel hayatın gizliliğine riayet edilmeyerek
yapılan kurguların eleştiri alması da doğaldır. Ancak bence son zamanlardaki
siyasetinde gündeminde geniş yer tutan dizi ve film eleştirilerinin kaynağı bu
değil.
Türkiye 80’li yıllardan bu yana Osmanlıya yeniden ilgi
duymaya başladı. Duyulan ilgi tarihten daha çok etki alanlarıyla ilgiliydi.
Türkiye artık Osmanlı topraklarındaki etkinliğini bir varis edasıyla sürdürmek
istiyor. Dış politika uygulamaları genel anlamda buna yönelik emarelerle dolu. Türk film ve dizileri de bu yeni gelişmelerin
ışığında yeni pastadan pay almaya başladı. Kurtlar Vadisi gibi dizi ve filmler
yeni politikaları destekledi. Özellikle Arap dünyası yaşadığı sıkıntılar ve iç
karışıklıklar sebebiyle Osmanlıyı hayırla anmakta ve özlem duymakta (Bu sözleri
geçmişte gezdiğim birçok ülke halkı ve çeşitli ülkelerden gelen öğrencilerimin
anlattıklarına dayanarak yazıyorum). Muhteşem Yüzyılın bu kadar eleştiri
almasındaki sebep Osmanlının en gizemli tarafını O döneme ait kültüre çok da
uygun olmayan bir anlatımla ele almasından ziyade yeni iç ve dış politikadaki
gelişmelerin en önemli enstrümanını
sıradanlaştırmasıdır. Son söz olarak şu
söylenebilir. Türk dizileri ve filmlerinin dünya kamuoyunda ses getirmeye
başladığı şu günlerde filmlere sansür uygulamak ya da yasaklamaya gitmek uygun
bir yaklaşım olarak görülemez ancak yapımcılar tarihi gerçeklikler konusunda
yapacakları filmlerde bindikleri dala zarar vermemeliler. Çünkü,
inandırıcılığını yitirmiş bir tarih,
cazibesini de yitirir.