Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

DÜN VE BUGÜN

 

 Mustafa YİĞİT[*]

 

            1914 yılında başlayan birinci dünya savaşı; 1918 yılında sona ererken bir taraftan, çok milletli devletler, diğer bir anlatımla, imparatorluklar dönemini kapatmış, tek milletli devletler döneminin yolunu açmıştır.

            Bu oluşumun en güzel örneği Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ile tarih sahnesinde yirmiyi aşkın devletin yer almasıdır.

            Kuşkusuz bugün seksen yıllık bir geçmişe sahip Cumhuriyetimizin, Devlet olarak kuruluşu ve bugüne kadar geçirdiği evreler her dönemi öle ayrı ayrı değerlendirmeye değer.

            Böyle kapsamlı bir çalışma tarihe ışık tutacak, geleceğe de ulaşma da öncülük edecektir.

           Bu noktada, devletimizin doğuşunda ve yaşamında gerçekleştirilen dış politikamız ile bugünkü uygulamalarımızdaki farklılığa ve o güne göre oluşan zıtlığa başlıklar halinde özet olarak işaret etmekte fayda vardır.

            Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu yönetimi, birinci dünya savaşında yenilgiyi kabul etmiş ve 30 Ekim 1918 günü Mondros adasında itilaf devletleri diye isimlendirilen İngiltere, Fransa, İtalya adına yetkili İngiliz temsilcisi ile şartları çok ağır bir ateşkes anlaşması imzalamıştır.

            Fakat Osmanlı yönetiminin yenilgiyi kabullenmesine karşın vatanları Anadolu olan o zaman henüz uluslar arası platformda millet olarak bile tanınmayan biz Türklerin ataları yenilgiyi kabullenmiyorlardı.

            19 Mayıs 1919 günü Ordu Müfettişi sıfatı ile Samsun’da Anadolu’ya çıkan ve güvenirliliğini yaşamındaki kişiliği ile topluma kanıtlanmış Mustafa Kemal bu toplumun başına Ya İstiklal Ya Ölüm idealiyle geçerek gerekli çalışmaları başlattı.

            Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetime egemen oldu.

            Yeni yönetim, Osmanlı yönetiminin imzaladığı Ateşkes antlaşmasındaki sınırları (Misak-ı Milli) esas olarak kabul ediyordu.

            Kabulün başlıca iki sebebi vardı.

            Birincisi;

            Yönetim kabullenme ile galip devletlerle ilişkilerini sürdürebilecek ve bu surette de kendisinin galip devletlere resmen tanınmasını sağlayacaktı.

            İkincisi ise;

            Osmanlı yönetiminin Türkleri Temsil etmediği Türkleri temsil etmediği ve edilemeyeceğinin bilinmesiydi.

           Galip devletler 10 Mayıs 1920 günü Osmanlı yöneticilerini barış anlaşmasını imzalamak için Fransa’da Sevr’e davet ettiler.

            Fakat Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu davetten sekiz gün sonra tüm Avrupa Devletlerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kurulduğunu duyurdu.

            Bir bakıma bu duyuru Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak bir barışın Türk halkı tarafından kurulan bağımsız devlete etkisi olmayacağını bildiriyordu.

            Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin delegasyonu öne sürülen barış şartlarını kabul edilemez görüp imzalamadan geri döndü.

            18 Haziran 1920 günü de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ülkenin bölünmesine izin vermeyeceğini dünyaya duyurdu.

            Bu oluşumlar üzerine galip devletlerin taşeronu durumunda olan Yunan Orduları harekete geçerek Balıkesir, Bursa ve Uşak’ı işgal etti.

            Osmanlı İmparatorluğunun yeniden oluşturduğu delegasyon Fransa’ya giderek bu kere Sevr şehrinde barış anlaşmasını 10 Ağustos 1920 günü imzaladı.

            Bu anlaşma aslında bir barış anlaşması değil Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesinin belgesiydi.

            Osmanlı İmparatorluğu hakikaten tarih sahnesinden çekiliyor fakat, onun uyruğu olan Türk ahali barış anlaşmasını kabul etmiyor, bir bakıma kendi açısından ve kendi için birinci dünya savaşını kurtuluş savaşı adı altında sürdürüyordu.

            Nitekim; Osmanlı İmparatorluğunun imzaladığı Sevr anlaşması hiçbir zaman uygulama olanağı bulamamıştır.

            Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin orduları bir taraftan işgalci düşman orduları ile savaşırken bir taraftan da Osmanlı İmparatorluğunun üzerine saldırttığı Kuvay-i İnzibatiye adındaki bir silahlı gurup ve onun destek ve teşviki ile gelişen iç isyanları yok ederek ülkede huzur ve güveni sağlamaya çalışmıştır.

            Diğer taraftan da Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti Dünya siyaset platformunda Devlet Kimliğini resmen kazanmamış olmasına rağmen siyasi eylemler gerçekleşmiştir.

            İkinci Dünya Savaşı devam ederken, Osmanlı İmparatorluğu ile savaşan devletlerden Çarlık Rusya’sında bir ihtilal gerçekleşmiş ve Çarlık devrilerek Sosyalist bir yönetim iktidara gelmiştir. Rusya savaştan çekilmiştir.

            Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti bu yeni yönetimle 16 Mart 1921 günü Moskova’da siyasi bir anlaşma imzalamıştır.

            Bunu ikinci dünya savaşının galiplerinden Fransa ile Türkiye’nin güney sınırını saptayan ve İskenderun’a özel bir yönetim öngören Ankara itilafnamesini 20 Ekim 1921 günü imzalamıştır.

            Nihayet; düşman orduları kesin olarak yenilmiş ve itilaf devletleri ile 11 Ekim 1922 günü Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır.

            Bunu 24 Temmuz 1923 günü İsviçre’nin Lozan kentinde itilaf devletleriyle imzalanan barış anlaşması izlemiştir.

            Üzerinde durulması ve önemle vurgulanması gerekli husus, bu anlaşma ile, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin resmen Devlet olarak tarih sahnesinde yer alması ve Türklerin Uluslar arası platformda Millet olarak tanınmasıdır.

            Bu anlaşmadan sonraki Türk Devleti 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyeti rejim olarak seçmiş ve Türkiye Cumhuriyeti uluslar arası toplumda yerini almıştır.

            Genç Türkiye Cumhuriyeti bundan sonra Devlet Adamı kişiliğine sahip kurucularının yönetiminde asil milletiyle yurtta sulh, cihanda sulh ülküsüne bağlı olarak bölgesinde önder bir devlet olmuştur.

            Bir taraftan yurt içinde kalkınma hamleleri gerçekleştirirken, diğer taraftan dış politikada dünya siyasetini etkileyecek eylemlerin yaşama geçirilmesine öncülük edilmiştir.

            Bu eylemlerin bir bölümünü özet başlıklar halinde şöylece sıralayabilmemiz olasıdır.

            1- 1930 yılında Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan arasında iktisadi ve kültürel işbirliği anlaşması,

            2- 3 Temmuz 1933 tarihinde Londra’da imzalanan Türkiye, Estonya, Letonya, Lehistan, Romanya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ittihadı, İran ve Afganistan devletleri arasında tecavüzün tarifi hakkında mukavelename,

            3- 4 Temmuz 1933 tarihinde Türkiye, Romanya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ittihadı, Çekoslovakya ve Yugoslavya arasında tecavüzün tarifi hakkında mukavelename,

            4- 2 Kasım 1934 tarihinde Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya arasında Balkan Paktı,

            5-  20 Temmuz 1936 tarihinde, Türkiye, Avustralya, Bulgaristan, Büyük Britanya, Fransa, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya arasında Boğazların Türkiye’ye devri anlaşması(Montrö) antlaşması,

            6- 8 Temmuz 1937 tarihinde, Türkiye, İran, Afganistan, Irak arasında Sadabat Paktı,

            7- 30 Haziran 1939 Hatay Devletinin Anavatana katılması anlaşmasının onayı,

            8- 18 Ekim 1939 Türkiye, Fransa, İngiltere arasında Almanya’nın orta Avrupa’da, İtalyanların doğu Akdeniz’de egemenlik kurmasına karşı Ankara Paktı,

            9- Türkiye Şubat 1945 tarihinde Almanya’ya savaş ilan etti. Mihver devletleriyle savaşta olan devletlerin katılmasıyla Amerika Birleşik Devletleri Samfransikoda 25 Nisan 1945 tarihinde savaş sonrası Dünyanın siyasi bakımdan teşkilatlanması üzerinde durulan ve ayrıca Birleşmiş Milletler Anayasası ile Milletler arası Adalet Divanı Statüsünün imzalanmasına katıldı. Birleşmiş Milletler üyesi oldu.

            10- 1949 Ağustos, Türkiye ve Yunanistan Avrupa Konseyine kabul edildi.

            11- 1951, Nato Üyesi olduk,

            12- 28 Şubat 1953, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya arasında dostluk ve işbirliği anlaşması,

           13- 9 Ağustos 1954; Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Krallığı ve Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti arasında Bled şehrinde imzalanan siyasi işbirliği ve karşılıklı yardım anlaşması,

            14- 24 Şubat 1955 tarihinden önce Türkiye ile Irak arasında imzalanan karşılıklı işbirliği anlaşması ve sonra İngiltere, Pakistan ve İran’ın katılması ile 21 Kasım 1955 tarihinde Bağdat Paktı,

            15- 19 Şubat 1959; Londra’da Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Kıbrıs Türk ve Rum temsilcileri arasında imzalanan anlaşma ile kurulacak bağımsız Kıbrıs devletinin statüsü,

            16- 20 Temmuz 1974; Türkiye Cumhuriyetinin Kıbrıs’ta gerçekleştirilmek istenen hukuk dışı oluşumlar üzerine anlaşmalardan doğan garantörlük hakkını kullanarak Barışı sağlamak üzere askeri müdahalede bulunması.

            Görüldüğü gibi; kuruluş aşamasında dahi, siyasal ve politik etkinliklerini gösteren Türkiye Cumhuriyeti, Devletler arası toplumda yerini alır almaz Dünya siyasetini yönlendiren bir çok diplomatik eyleme öncülük etmiştir.

            Tarihe mal olmuş o eylemler nasıl ki bizleri onurlandırıyorsa, bugün ki eylemlerde bir o kadar düşündürüyor.

            Bir dönem bir çok uluslar arası anlaşma ve paktların yapılmasına öncülük etmiş Türkiye Cumhuriyeti, bugün henüz Rüştünü bile tam olarak saptayamamış Avrupa Birliği adlı bir kuruluşa katılabilmek için başlatılması gerekli görüşmelerin gününü saptayabilmek için uğraş vermektedir. Yıllardan beri türlü bahanelerle kapıda bekletilmektedir.

            Temsilde adalet, yönetimde istikrar( kararlılık) temel bir kuraldır.

            Oysa ki, günümüzde seçim yaşamının getirdiği sonuç, temsilde adaleti ne denli geliştirdiğini tartışmaya açmıştır.

            Yönetimde istikrar (kararlılık) ise seksen yaşındaki Cumhuriyet dönemimizde elli dokuzuncu hükümetimizin iş başında olması ile düşünülmeye değer. Bunun diğer bir anlatımla açıklanması ülkemizde hükümetlerin iş başında kalma süresi ortalama on altı aydır.

            Hükümetlerimizin hangi tarihten sonra görev sürelerinin ne şartlar altında kısaldığının değerlendirilmesi düşünülmeye değer.

            Avrupa Birliğine katılabilmemiz için başlayacak görüşmelerin tarih saptanması için yapılan çalışmalarda hükümetimizden Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin istenmesi politikamızda istikrar (kararlılık) kuralı bir kere daha gözden geçirmemizi gerektirir.

            Hatırlanacaktır ki; Kıbrıs sorunu ilk çıktığında “KIBRIS TÜRKTÜR TÜRK KALACAKTIR” sloganı kamuoyumuzla bütünleşmişti.

            Yıllar sonra bu slogan “Ya Taksim, Ya Ölüm” olmuş, bu arada bağımsız Kıbrıs Devleti oluşturulmuştur.

            Bu devletin fiilen son bulması üzerine Türkiye garantörlük hakkını kullanarak askeri müdahalede bulunmuştur.

            Bir süre sonra Türkiye’den başka
hiçbir devletin tanımadığı Kuzey Kıbrıs Türk Devleti adanın bir bölümünde bağımsızlığını ilan etmiştir.

            Şimdi de Anan Planı diye bir planla karşımıza çözüm getirilmek istenmektedir.

            Konu ile ilgili olarak sırf bir çözüm bulabilmek için politikamızda her zaman biz değişiklikler yapmışızdır.

            Rum tarafı hala Enosis demektir.

            İstikrarın değeri iyi bilinmelidir.

            Bu konularda ülkemizin karşılaşacağı daha değişik bazı sorunların ayrı bir yazılımı olmalıdır.



[*] Emekli Emniyet Genel Müdür Yardımcısı