Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Bir Hatırlatma

image002

Bilindiği üzere birkaç yıldan beri “Taşımalı Eğitim” adıyla bir eğitim sistemi geliştirildi. Bundaki amaç, oldukça dağınık bulunan kırsaldaki küçük yerleşim yerlerindeki öğrenim çağına gelmiş çocukların daha kaliteli bir mekânda eğitim ve öğretime tabi tutmak olmalıdır. Belki önceleri halk tarafından yadırgandı ama şimdilerde hemen herkes bu uygulamadan memnun gözükmektedir.

Öğrenciler için oldukça isabetli olan bu uygulamanın, öğretici ve yöneticiler için de isabetli olduğu şüphesizdir. Zira birçok öğreticinin bir arada bulunması gerek hizmet yarışı, gerekse birbirinden olumlu yönden etkilenmesi ve bazı konularda diyalog ve istişare etme bakımından fevkalade yararlı olduğu aşikâr olsa gerek. Uygulamanın yönetici ve murakabe açısından da birçok faydasının bulunduğu şüphesizdir. Pedagojik eğitim görmüş biri olarak uygulamanın, dağınık verilecek eğitim-öğretime göre sosyal ilişkiler bakımından da burada tartışmaya gerek görmeyecek derecede faydalarının bulunduğuna inanıldığı içindir ki böyle bir uygulamaya geçildiğine inancım tamdır.

Şimdi durup dururken neden bu konuya girdiğimiz, öyle sanıyorum ki okuyucuda ciddi bir merak yaratmıştır. Sebep şu:

Eğitim-Öğretim için söz konusu olan kırsaldaki dağınık yerleşim yerlerinin, cami görevlisi istihdamı için de aynı uygulamaya maruz olduğu kanaatini taşımaktayız. Zira birkaç evin bir arada bulunduğu bir yerleşkede halk tarafından inşa edilen irili ufaklı her bir cami için Diyanet İşleri Başkanlığı birer imam atamış durumdadır. Mesela benim ilçem olan Elazığ’ın Baskil ilçesinde bu görevlilerin sayısı, nüfusa uyarlandığında, hiç de azımsanmayacak bir durum arz etmektedir. Türkiye’nin hemen her bölgesinde rastlanan bu görevlilerin halk arasındaki unvanı “Cumacı İmamlar” olarak revaç bulmuş durumdadır. Asla bir kıskançlık eseri olmaksızın söyleyelim ki en az bir polis memuru kadar maaş alan bu insanlar cumadan cumaya, görevli oldukları mezraya uğrayarak Cuma namazını eda ettikten sonra her biri, bir semt-i meçhule akıp gitmektedir. Üstelik bu insanlar helal-haram konusunda bir de vaaz etmekteler. Peki, adama demezler mi ki a birader “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”! Tabii olarak bu insanlara söylenecek en ufak bir söz yoktur ve olamaz da. Zira bu insanlar da diğer kamu görevlileri gibi devletten hizmet etmek üzere görev talep etmişlerdir. Devlet de bunlara böyle ucube bir görev tevdi etmiştir. Onlar da bu görevlerini idame ettirmekteler. Ancak her bakımdan rasyonaliteye aykırı olan bu uygulamanın revizyona muhtaç olduğunu düşünmekteyiz.

Şimdi dememiz o ki, her halde eğitim-öğretim, yarım saate tekabül eden bir ibadetten daha ehven değildir.

Müstakil bir okul açıp buraya öğretmen atamanın pek rasyonel olmadığı söz konusu olmalı ki, devlet taşımalı sisteme geçerek okul açmaya yeterli olmayan bu yerleşkelerdeki çocukları taşımak suretiyle daha uygun olan bir merkezde toplamanın çok isabetli kararını almıştır. Muhtemelen bu model daha ekonomik olduğu içindir ki uygulama aksamaksızın devam etmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının neden böyle bir uygulamayı model seçmediği cidden düşündürücüdür. Kaldı ki artık günümüz Türkiye’sinde hemen her bir ailenin mutlak surette motorlu bir biniti vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim modeline geçmese dahi Cuma kılacak her bir insanın kendisine yakın olan büyük bir merkeze, dayanışma ve münavebeli bir şekilde ulaşması pek ala mümkündür. Yıllık bütçesinin Milli Eğitim bütçesinden hiç de ehven olmadığı bilinen Diyanet İşleri Başkanlığı, şayet ve behemehâl insanımıza ibadeti konusunda destek vermeyi düşünüyorsa, Milli Eğitim tarafından rasyonelliği ve ekonomikliği tespit edilmiş bulunan modele geçerek “Taşımalı Cuma” ve Ramazan ayına mahsus olarak da “Taşımalı Teravih” modeline geçecek olursa, hem devlet açısından hem de cemaat açısından ciddi fayda sağlanmış olacaktır. Zira büyük merkezlerdeki vaaz ve nasihatin daha yoğun ve daha kaliteli olduğu izahtan vareste olsa gerek.

Bu konudaki kanaatimize göre Diyanet İşleri Başkanlığı sadece bir cami görevlisine ödediği bir meblağla taşıma yaparak bir aylık Cuma edasını halledebilecektir. Diğer taraftan realiteye aykırı olarak ödenen paralar devletin hazinesinde kalacak ve bu suretle açığa çıkan görevlilere daha rasyonel bir görev tevdi edilmiş olacaktır. Meseleye İslami esaslar çerçevesinde yaklaşıldığında mevcut uygulama tamamen hakkaniyete aykırı olup birçok bakımdan vebal taşımaktadır. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını da içeren “Beytül Maldan” bu şekilde ödemede bulunmak, bilmem ne derece Hz. Kur’ân’ın ve dahi Hz.Resul’un ilkelerine uygundur. Buna, tabii olarak bizlerin değil Diyanet’in karar vermesi gerekir diye düşünmekteyiz.

Bir de naklen ezan meselesi vardır ki o daha başka bir tartışma konusudur. Kimi vatandaşlar tarafından ölülerinin ruhunu şad etmek üzere en yakın il, ilçe veya belde camilerinden, kendi yerleşkelerine sistem tesisi yaparak oralardan okunan ezanların kendi yerleşkelerinde de naklen okunmasını sağlamış durumdadır. Bu sebepledir ki, bilhassa yaz mevsiminde erkek nüfus tarlada çalışarak vakit namazlarını bulunduğu mekânda eda ettiği için, tabii olarak vakit namazları için camide cemaat bulunmadığı ve ezan da belli merkezlerden naklen okunmakta olduğu için, cami görevlilerinin böylesi camilere, sadece Cuma namazı için geldiklerine tanık olunmaktadır. Kısaca, mesele tas tamam bir yeniden düzenlemeye muhtaç bulunmaktadır.

Bu konulara girmişken bir de hasat mevsiminde “Kur’ân Kursu İçin” adı altında bazı yardım toplamalara tevessül edildiği meselesine değinmenin yararlı olacağını düşünmekteyiz. Naçizane olarak gerek müftülüklerden ve gerekse Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili dairesinden edindiğim bilgiye göre bu kurslar devletin desteği ile cereyan etmekte olup, bu hususta yardım adı altında her hangi bir bağış toplamak söz konusu değildir. Ancak bilhassa kaysı hasadı sırasında ve dahi cami görevlileri alet edilerek Kur’ân Kursu adı altında İzmir, İstanbul gibi uzak merkezlerden gelerek Malatya ve Baskil yöresinde yardım talep edildiğine tanık olunmaktadır. Konu, ilgilisiyle tartışıldığında, talep edilen yardımların kendi yurtları için söz konusu olduğu, ancak bu şekilde her hangi bir bağış almanın zor olacağı sonucuna varıldığı içindir ki, istenen bağışlar Kur’ân adına yalan söylenerek istenmektedir.  Konunun yukarıda arz ettiğimiz içeriğine vakıf olmayan vatandaşlar sırf Kur’ân’a hürmeten bol keseden yardımda (!) bulunmaktadır. Bu vaziyete göre Diyanet İşleri Başkanlığı, cami görevlileri ve dahi muhtarlar eliyle konunun iç yüzünü halka mutlaka anlatmalıdır. Aksi halde halkın halisane duyguları, Kur’ân adı altında istismara devam edilebilecektir.

Bu tür bağışların yerli yerinde kullanıldığı ise baştan aşağı soru işaretleriyle doludur. Diğer taraftan din, iman ve Kur’ân adına yalan söylemeyi din kisvesi altına gizlenerek becermenin, ne denli etik olduğu ise ancak aklıselim insanların karar vereceği bir husus olsa gerek. Ne var ki insanımıza, dualar da dâhil olmak üzere İslami akidelerin bilinmedik bir dille anlatılmaya devam edildiği içindir ki bir türlü bu açmaz ve çıkmazlar halkın peşini bırakmamaktadır.

Bunun vebalinin, halkın eğitim ve öğretimini muhtelif şekil ve konumlarda omuzlayanların uhdesinde olduğunun aksini söylemek maalesef mümkün değildir. Bu vebalin hiç de yabana atılacak cinsten bir vebal olmadığı hususunda her kesin hem fikir olduğu, her mekân ve mahfilde konuşulanlar arasında yer aldığı ile şüyu bulmuş durumdadır.

Kanaatimizce bu mesele, ciddi manada üzerinde araştırma ve etüt yapmaya muhtaç durumdadır. Bu araştırma ve etüdün ise hayra götürecek ve toplumu pervasızca ifsada uğratanların çanına ot tıkayacak niteliktedir.

Yukarıya aldığımız hususlar, sadece bendenizin düşüncesi değildir. Her aklıselim insanımızın kafasını kurcalayan meseleler olup, müsait ortamlarda yeri geldiğinde dile getirilen konulardır. Bu yazı, biraz da o insanların telkin ve teşvikiyle yazılmıştır.

Aklıselimin egemen olduğu bir Türkiye için her kese selam ve saygılarımızla.