Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

BİR ANI

 

 

Ali ALTUNAY

Emekli Emniyet Müdürü

 

“Dikkat” Bahsi ve “Acem Palavrası”

1961 Yılında girdiğim Lise bitirme sınavında Felseve dersi öğretmenim, sınav sorusu olarak bana sırasıyla “Dikkat” bahsiden sorular sordu.

İlk Olarak,

Eminönü’ndeki Galata köprüsünden geçip geçmediğimi sordu. Bende, bu köprüden defalarca geçtiğimi belirten cevabı alınca, Köprünün kenarındaki elektrik direklerinde neyin reklamının yapıldığını ve renklerini sordu. Bende; Direklerde pembe renkli levhalar üzerinde, banka reklamının bulunduğu cevabını verdim.

Hocam, bu defa da okula (Haydarpaşa Lisesi) hangi kapıdan girdiğimi sordu.

Ben, de cevap olarak okula “B” kapısından girdiğimi belirtince;

Her gün okula girdiğim “B” kapısının üzerinde ne olduğunu sordu çok düşünmeme rağmen, kapının üzerinde ne olduğunu bilmediğimi ve buna da hiç “dikkat” etmediğimi belirttim.

Hocamız bu defada aynı salonda bulunan ve sınav sırasını bekleyen diğer iki öğrenciyede aynı soruyu sordu isede, onlarda “B” kapısının üzerinde, “dikkat etmediklerinden bahisle ne olduğunu bilmediklerini belirtince, hocamız bu defa üçümüze birden “en iyi göz hangisidir?” sorusunu yöneltti.

Ben en iyi göz, yükseklerden yerdeki bir fareyi dahi görebilen “Baykuş” gözü dedim. Arkadaşlarımızdan biri, en güzel güzün “eşek” gözü olduğunu diğerinin de “Ceylan” gözü olduğunu cevabını verdiler.

Hocamız tekrar bize dönerek, en iyi gözün ” baktığını gören göz” olduğunu söyliyerek, yaşam sürecimizde, iş hayatımızda, geçtiğimiz yer ve mekanlarda, normal duruş ve görünüşleri dışında farklı biçimde duran ve görünen veya dikkati çekecek şekilde ki abartılı şeylere  “dikkat etme” alışkanlığını kazanmamızı tembihliyerek, bu alışkanlığın yaşamımızda çok faydasını göreceğimizi belirtti.

Hocamızın bu tenbihatı üzerine ben de yaşamımın değişik sayfalarıyla iş hayatında normal konum ve şekilleri dışında görünen şeylere, abartılı bina ve görüntülere, renklere bindiğim aracın renk ve plakasına vs.ye “dikkat etme” alışkanlığını kazanarak, bu alışkanlığın görevimde ve yaşamımda bir çok faydasını gördüm.

Bu “dikkat” bahsi ile ilgili bir anıma gelince:

Kurulduğu günden beri Karakol Amiri olarak, Polis Memurlarının yönelttiği, küçücük iki odadan ve jandarma ile müşterek bir nezarethaneden ibaret aracı dahi olmayan, rütbeli olarak ilk defa benim atandığım, doğu illerimizin birinin hudut ilçesinde,

1971 yılının bir yaz günü öğlen vakti, 5  yıldır aynı ilçede, mukayyit olarak görev yapan Polis Memurunun telaşlı ve aceleci bir tavırda odama girerek

Kaymakamlıktan şifreli bir mesajın geldiğini belirterek, ” Gizli” ve “çok acele” damgalı şifreli mesaj, zarfını bana verdi.

Ben zarfı açarken, Polis Memurundan “şifre anahtarı getirmesini istedim P.M’nun getirdiği şifre anahtarı zarfını açarak P.M’na “şifre anahtarının şifreli mesaja  ” dikkatlice” uygulanmasıyla şifrenin kolayca çözüleceğini belirterek şifreyi kısa sürede çözdük.

Çözdüğümüz şifreli mesajda özetle :

“İlan hududuna yakın biz otlakiyede ki iki evin birinde oturan şahıslardan birinin tesbit edemedikleri bir köyden getirecegi bir tarihi eseri akşam vaktinde jandarmaya da hissettirmeden hudutta İranlı bir şahsa teslim edeceğini Jandarmanın sivil ekibi olmadığından ve işin aciliyetinden dolayı, bu şahsı bizim yakalayıp hudutta ki Seyyar Jandarma ile temas kurup İran tarafında ki askerle kurulacak temasla İran’lı kaçakçının da yakalanıp gerekli işlemin yapılmasının emnedilip, olaydan Jandarmanın haberdar edilip bize yardımcı olacağı belirtiyordu

Bu şifreli emir üzerine Kaymakamın yardımı ile ilçeden temin edilen bir Jeep ile beraberimdeki 1 P.M ile belirtilen yere yakın bir yere vararak gizlendik. Tarihi eseri kaçıracak şahsı bekleyip evi gözetlemekte iken Polis Memurlarına yapılacak operasyonun planını ve hareket tarzımızın nasıl olacağını tekrar anlattım.

İki saatlik bir beklemeden sonra eşek üzerinde gelen bir şahsın belirtilen eve kolunun altında beze sarılı bir şeyle gördiğini gördük.

Gizlendiğimiz yerden çıkarak ve dikkatimizi eve odaklayarak bir kaç dakika sonra evin önüne vardık.

Ben memurlardan birine evin sağına, birini evin soluna ve birisini de evin arkasına geçmesini söyleyip içerdekilerin de duyacağı bir sesle ” tabancalarının ellerinde bulunmasını ama namluya fişek sürmemelerini şayet şahıs kaçacak olursa arazinin engebesi olması sebebiyle kaçan şahsın aradığımız şahıs olduğundan da emin olunca ve şahsın “dur” ihtarımıza da uymaması durumunda ayağından vurulmasını” tekrar tembihleyip bende yanımdaki  P.M ile kapıyı çalmaya yönelince evin etrafına görevlendirdiğim P.M larının tabancalarının namlusuna fişek sürdüklerini duydum. Bu mekanizma seslerini duyan yanımdaki Polis Memurunun da gayri ihtiyari tabancasının namlusuna fişek sürdü. Ben de onların konsantrasyonunu bozmamak için bu durumu görmemezlikten gelerek evin kapısını çaldım.

Kapıyı kucağında bir çocukla açan kadını ve kapıyı siper ederek “dikkatlice” içeri girdik ve hemen etrafa bir göz gezdirdiğimde;

Evin 8×5 ebadlarında, ortasından çalıdan yapılmış, çitle ikiye bölünüp çitin bir tarafında 20 kadar koyunu diğer tarafında da üç küçük çocuğun bulunduğunu gördüm.

İlk önce yanımdaki kadına çocuklarıyla birlikte evin ortasına geçmesini söyleyip, evin içine tekrar göz gezdirince;

Dik vaziyette duran bir un çuvalının duvarda bıraktığı un izleri dikkatimi çekmesine rağmen un çuvalının yerde yatık vaziyette olduğunu gördüm. O tarafta aradığımız şahsın gizlenebileceği bir yerde olmadığından yanımda ki polis memuruna “memur bey! Aradığımız şahıs koyunların arasındadır. Onu oradan dikkatlice” alıp yanıma getir” deyince polis memuru, elinde tabancasıyla koyunların tarafına yönelirken koyunların arasından bir şahıs ellerini kaldırarak ve polis memuruna “ağabey senin tabancan doludur, namluyu üzerimden çek her hangi bir kaza çıkmasın” diyerek teslim oldu.

Hemen şahsın üst aramasını yaparak, polis memuruna “aradığımız tarihi eser şu yerde ki un çuvalının altındadır. o nu da oradan “dikkatlice” al getir deyince Polis Memuru “Komiserim tarihi eserin orada olduğunu nasıl anladınız” diye sorunca ben de kazandığım bir alışkanlık nedeniyle, duvardaki un izlerinden çuvalın dik durması gerekirken yatık vaziyette bulunmasının dikkatimi çektiğini belirttim.

Tarihi eseri de un çuvalının altından alarak, hep birlikte, bulunduğumuz yerden bir km kadar uzakta ki seyyar jandarma’nın Hudut Karakoluna gittik ve durumu anlatarak, İranlı askerlerle temas kuran jandarma marifetiyle tarihi eseri teslim alarak İranlı kaçakçıyı da getirerek yasal işlemleri yapmakta iken,

Çadırdan olan karakolun dışında ki masa üzerinde açık vaziyetle bir telsizin ve önünde de karakol artıklarıyla beslendiğinden askerlere aşina, bir köpeğin sere serpe yattığı dikkatimi çekti.

İşlemler sırasında telsizden gelen konuşma sesleri üzerine köpeğin başını yerden kaldırıp kulaklarını da dikerek “dikkatlice telsize bakması üzerine; İran tarafından gelen çavuşun azeri şivesiyle bizim “Kasımpaşalı Uyanık” lakablı karakol onbaşısına,

– Peh! Ağa bu köpek ne yapır (yapıyoruz) diye hayretle sorunca, bizim kasımpaşalı bitirim onbaşı da gayet umursamaz bir tavırla,

– Görmüyormusun? Telsizimizi dinliyor, deyince cevap verince, Bu defa İranlı Çavuş,

 – Ağa, sizde mundan (Bundan) kaç adet vardır?

Bizim Onbaşıda,

– Biz de bundan birtane vardır, deyince,

İranlı çavuş hemen ileri atılıp ve böbürlenerek,

– Peh! Biz de bu köpeklerden min (bin) tane vardır, deyince

Bizim Onbaşı kahkayayı basarak,

Ağa! yine attın “Acem Palavranı” hiç köpek telsiz dinler mi? diyerek bizlerin de bu kahkayaya iştirakiyle görevimizi başarıyla tamamladık.